Dış Köşe

Çözüme evet – Ufuk Uras

0

Barış ve çözüm süresinde akil insanlar topluluğunun çalışması bir algı yönetimi sürecidir. Hükümetin inisiyatifinde gelişen bu süreçle ilgili şahıslara yönelik itirazlar yerine, herkesin bulunduğu yerden kendi akil insanlar çalışmasını sürdürmesinde fayda bulunuyor.

HDK’nin çeşitli bölgelerde yaptığı etkinlikler de bu çerçevede değerlendirilebilir. Bu tür inisiyatifleri, tokuşturmadan eşanlı bir faaliyet geliştirilebilir.

“Çözüme Evet Koalisyonu” da bu tür örgütlenmelerin kapsamı en geniş olanlarından ve çeşitliliği sevindirici. Bir ortak “biz” mücadelesinde buluşmak ve aşağıdan yukarı barış sürecini örmek heyecan verici.

Anketlerde barışa en fazla direnişin Ege Bölgesi’nden geliyor olması da ilginç. MHP de dahil, barışa takoz koyanlara, sabote etmeye çalışanlara anladıkları dilden değil, anlamadıkları dilden cevap vermek, işin zaten en zor ve çetrefil kısmı.

Ergenekon devletinin demokratik bir devlete dönüşüm sürecinin meyveleri ortaya çıktıkça, direniş de çözülecektir. Çözüm süreci eskimiş siyasi unsurları da çözecektir.

“Sev de sevelim, yaşat de yaşatalım” diyenler, yani yeni Türkiye’nin aydınlık yüzü, karanlık yüzüne, ülkenin tortusuna galebe çalacaktır.

Barış sürecine yönelik kulp bulma, mazeret üretme siyasetlerinin anlaşılır bir yanı yok. Yeni ölümlerin olmaması başlı başına bir kazanımdır. Bu süreçte karalar bağlayıp kendilerini deşifre edenlerin acemiliği de şaşırtıcı.

“Yaşasın hayat” diyenlerle, “Yaşasın ölüm” diyenleri bu süreç ayrıştırıyor. “Öl de ölelim, vur de vuralım” diyen soğuk savaş dönemi zihniyeti ise toplumu lüzumsuz meşgul ediyor, ama bu cengaverlerin açılan uzman çavuş kadrolarına da itibar etmedikleri görülüyor. Vıcık vıcık bir riyakârlık ve hamaset yurttaşın gözünden kaçmıyor. Şehit cenazelerinin olmadığı bir zeminde, “Biz şimdi kendimizi nasıl konsalide edeceğiz?” utanmazlığını, bütün toplum utanarak görüyor ve izliyor.

Engels’in demokratik cumhuriyeti, sınıf mücadelesini geliştiren bir zemin olması nedeniyle desteklediğini unutmayalım. Marks da, Amerikan İç Savaşı’nda Güney karşısında Kuzey’i desteklerken, bazı kaba saba yorumcuların sandığı gibi derdi Kuzey Amerika burjuvazisini desteklemek değildi tabii ki.

Geçen gün bir dost sohbetinde, bir arkadaşın, “Kürdistan’dan bize ne, orada kapitalizm yok mu?” demesi, akıl tutulmasının vahametini özetliyor.

Kaba saba vülger bir solculuk barış sürecinin önüne çıkarılabilir mi? “Nazi Almanya’sında da kapitalizm vardı, öncesinde de, sonrasında da, demek ki aslında bir fark yok” gibisinden tuhaf analizler yeniden üretilebilir mi? Üretilse de artık alıcısı olabilir mi?

Bazı münevverlerimizin en büyük derdi de sürece karşı çıkan CHP’nin sürecin nasıl bir parçası olacağı konusu. Bu sorunun yanıtı basit değil mi? CHP’nin çözüm sürecinin bir parçası olmasının yolu, çözüm sürecini desteklemekten geçiyor.

Kılıçdaroğlu’nun, “Bütün ülkeyi İmralı’nın iki dudağına tabi kılmaktan utanmıyor musunuz?” sorusunu grup toplantısında sorabilmiş olması, hakikaten ortada bir utanmazlık olduğunu kanıtlıyor.

Ergenekon’a destek, barışa köstektir. 12 Eylül Anayasası’nın değişmemesi için bu güçlerin ciddi bir yığınak yaptıkları, son umutlarının hiyerarşik bir kimlik düzenlemesine dayanarak, 12 Eylül’ün en temel kabulünü sürdürmeyi istediklerini saptıyoruz.

Erdoğan yönetimi de belli ki bu konuya perakendeci yaklaşıyor ve nispi değişikliklerin ardından, bazı meseleleri de 2015 sonrasına erteleyecekmiş gibi görünüyor.

1 Mayıs resmi tatil yapılmadan kısa bir süre önce de hepimiz iktidarın gazlı saldırılarından nasibimizi almamış mıydık? Bu süreç de yine benzer gelgitler içinde akıp gidecek gibi gözüküyor.

Belli ki barış hasatının siyasi denklemler üzerinde etkisi olacak ve ilk yerel seçimlerde bunun sonuçlarını görebileceğiz. Yerel seçimlerde BDP’nin faaliyetinin bazı pilot çalışmalarla desteklenerek, Batı’da da sürmesinde fayda var.

İşin özü, devlet meşruiyetini kendisinden mi, toplumdan mı alacaktır sorusunun yanıtında yatıyor. Devletin milletinden, halkların devletine geçebilecek miyiz?

Müzakere kültürü, birbirinin kuyusunu kazma kültürünün yerini almalıdır.

Barışın ve helalleşmenin sanıldığı gibi bölünme ve yıkım değil de, bütünleşme ve toplumsal zenginlik sağlayacağını hep birlikte göreceğiz.

Türkiye’nin geleceğini kurt kafası değil, insan kafası şekillendirecektir.

İsteyen kuyularına dönsün; gökyüzünün kuyulardan görüldüğü gibi dar olmadığını bilenlerin artık geriye dönmesi söz konusu değildir.

Gün, bütün kör kuyuları kapama günüdür.

Ufuk Uras – Özgür Gündem

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.