COP27Manşet

[COP27] Falan, filan, falandan; kan, kan ve daha çok kana

0

Yazan: Noami Klein

Yeşil Gazete için çeviren: Ece Özen

 *

Kimse kayıp iklim mektubuna ne olduğunu bilmiyor. Bildiğimiz tek şey, tartışmasız Mısır’ın en yüksek profilli politik tutuklusu Alaa Abd El Fattah’ın Kahire’deki hapishanede açlık grevindeyken geçen ay yazdığı. Daha sonra kendisinin açıkladığına göre “Pakistan’dan, iklim değişikliğinin sonuçları ile ilgili gelen haberler hakkında” bu mektubu yazmış. Pakistan’da 33 milyon insanın yer değiştirmesine sebep olan devasa sel, bu felaketin ardından hükümetin iklim zorlukları hakkında ilgisiz tavırları hakkında endişeli.

Vizyon sahibi bir teknoloji uzmanı ve araştırmacı entelektüel olan Abd El Fattah’ın ilk ismi #FreeAlaa hastagi ile birlikte, 2011 yılında Mısır diktatörü Hüsnü Mübarek’in iktidarını sonra erdiren, Kahire’nin Tahrir Meydanı’nı gençlerle dolup taşıran demokrasi yanlısı devrimle eş anlamlı olarak kullanılıyor. Geçtiğimiz on yılı kesintisiz olarak parmaklıklar ardında geçiren Alaa’nın haftada bir mektup gönderme ve alma hakkı var. Bu yılın başlarında Alaa’nın şiirsel ve kahince mektuplarını içeren “You Have Not Yet Been Defeated” isimli ünlü kitabı yayınlandı.

Alaa’nın ailesi ve arkadaşları, yaşama bu haftalık mektuplar sayesinde tutunuyor. Özellikle, Alaa’nın başlangıçta sadece su ve tuz alarak daha sonra günde 100 kalori ile devam ettiği (insan vücudu ortalama 2000 kaloriye ihtiyaç duyar) açlık grevine başladığı 2 Nisan’dan beri. Alaa’nın grevi, başka bir mahkuma yapılan işkence ile ilgili Facebook gönderisini paylaştığı için “yanlış haber yayma” suçundan ötürü ağırlaştırılan hapis şartlarına karşı bir protesto. Herkesin bildiği gibi Alaa’nın tutukluluğu hayallerinde demokratik bir ülke isteyen tüm genç devrimcilere bir göz dağı verme amacına da hizmet ediyor. Alaa grevi ile gardiyanların İngiliz Konsolosluğu’na erişmesi de dahil olmak üzere önemli tavizler vermeleri için baskı yapmaya çalışıyor. Alaa’nın annesi İngiltere’de doğmuş, bu sayede Alaa yıl sonunda İngiliz vatandaşlığı alabilecekti. Gardiyanları bu hakkı şimdiye kadar reddetmeye devam etti, Alaa ise kilo kaybetmeye devam ediyor. Alaa’nın kız kardeşi Mona Seif onun hakkında geçenlerde, “Aklı başında bir iskelet haline geldi,” dedi.

‘Geçen yazın bir hayaletiyim ben’

Açlık grevi devam ettikçe haftalık mektupların da önemi artıyor. Ailesi için mektuplar Alaa’nın hayatının bir teminatı. Ancak, iklim çöküşü ile ilgili yazdığı mektup, kendisi de insan hakları savunucusu ve kendi hakları hakkında bir entellektüel olan annesi Laila Soueif’e hala ulaşmadı. Belki de, daha sonra yaptığı yazışmada öne sürdüğü gibi gardiyanı “mektubun üzerine kahve döktü.” Alaa, Mısır hükümetinden ve hatta “yaklaşan konferanstan” bahsetmemeye özen gösterdiğini söylese de muhtemelen yasak olan “yüksek siyasete” değiniyordu.

Bahsedilen “yaklaşan konferans” çok önemli. Burada başlamasına bir aydan daha kısa bir süre kalan –Yazı COP27’nin başlamasından önce yazılmıştı. Zirve, dün resmen başladı-YG- COP27 olarak bilinen daha önceki yıllarda Glasgow, Paris ve Durban gibi şehirlerin ev sahipliği yaptığı bu sene ise ev sahibinin Mısır’ın Şarm el Şeyh şehri olacağı Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nden bahsediliyor. İçinde dünya liderlerinin, başbakanların, elçilerin, atanmış bürokratların ve tabii ki iklim aktivistlerinin, sivil toplum örgütlerinin, gözlemcilerin ve gazetecilerin de bulunduğu 10 binlerce delege bu sahil beldesi şehre gelerek göğüslerini boyunluklar ile renk kodlu rozetlerle dolduracaklar.

Tam da bu sebepten bu kayıp mektup çok önemli. Alaa’nın – ve ailesinin maruz kaldığı on yıllık rezilliğe rağmen hücresinde oturup ısınan dünyamız üzerine düşünmesi ve yazmasının kaçınılmaz bir biçimde insanı harekete geçiren bir yanı var. Hücresinde yavaşça dayanılmaz açlığa teslim olurken Alaa hala, ailesi tarafından aktarıldığı üzere Pakistan’daki sel, Hindistan’daki aşırılık, Birleşik Krallık’ta çakılan para birimi ve Brezilya’da Lula’nın başkanlık adaylığı hakkında endişeleniyor.

Açıkçası burada Şarm el Şeyh’e  gelecek olan herkesin bir dakika durup düşünmesi ve hissetmesi gereken açık bir utanç da var. Çünkü Alaa bu konumda iken bile dünya hakkında düşünebiliyorken, iklim zirvesi için Mısır’a gelmek üzere olan dünyanın Alaa hakkında ya da barbarca işkencelerin “toplanma hattında” gerçekleştiği bildirilen Mısır’da, parmaklıklar ardındaki tahmini 60.000 siyasi mahkum hakkında ya da İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Mısır’ın “genel korku atmosferi” ve “toplum üzerindeki amansız baskı” olarak adlandırdığı sistemin bir parçası olarak taciz edilen, gözetlenen, seyahat etmeleri yasaklanan Mısırlı insan hakları ve çevre aktivistleri, eleştirel gazeteciler ve akademisyenler hakkında bu kadar fazla düşünmedikleri bir bakıma kesin.

Mısır rejimi, sahip olduğu genç iklim liderlerini dünyaya sunmaya ve onları ısınma karşıtı savaşta umut sembolleri olarak tutmaya oldukça hevesli (iki yüzlü çoğu hükümet gençleri iklim için destek olarak kullanmaktan hoşlanıyor). Bu noktada Arap Baharı’nın cesur gençlik liderleri hakkında düşünmemek oldukça zor, bir çoğu artık on yıldan fazladır süren batılı güçlerin ve özellikle ABD’nin askeri yardımı ile cömertçe finanse edilen devlet şiddeti ve taciziyle erken yaşlanmış olanlar. Sanki bu aktivistler daha yeni, daha az zahmetli modeller için değiştirilmiş gibi.

Alaa 2019’da kendiyle ilgili şunu yazıyor: “Geçen yazın bir hayaletiyim ben.”

Şimdi ise bu hayalet yaklaşmakta olan zirveye musallat olacak, yüksek fikirli, her kelimesiyle zirveye gelenlerin tüylerini ürpertecek. Ve bir soru sessizce gün yüzüne çıkıyor: Eğer uluslararası dayanışma gençliğin özgürlük hayallerinin bir sembolü olan Alaa’yı kurtarmak için bile çok zayıfsa, yaşanabilir evimizi kurtarmasını nasıl ümit edebiliriz?

30 Ağustos 2022’de Pakistan’ın Belucistan eyaletinin Jaffarabad ilçesinde şiddetli muson yağmurlarının ardından Dera Allah Yar’da sular altında kalan bir yerleşim bölgesinin havadan görünümü. Fotoğraf: Fida Hussain/AFP.

Hangi noktada ‘yeter’ diyeceğiz?

British Kolombiya Üniversitesi’nde coğrafya bölümünde öğretim üyesi olan Mohammed Rafi Arefin, Zirve ile ilgili şöyle diyor: “Birleşmiş Milletler’in düzenlediği her iklim zirvesi karmaşık bedeller ve kazançlar hesabını gözler önüne serer.” Dejavantajları incelendiğinde, delegelerin zirveye gelmek için atmosfere saldıkları karbondioksit, iki haftalık otel masrafları (taban örgütler için oldukça yüksek meblağlar) ve ev sahibi hükümetin aksi yöndeki kanıtları göz ardı edebilmeniz için kendisini her zaman bir eko-şampiyon ilan etmesine yarayan halkla ilişkiler bonanzası. Bunu 2018’de ev sahipliği yapan kömür katkılı Polonya’da da, sahibi olduğu TotalEnergies’in dünyanın dört bir yanındaki petrol kulelerine rağmen 2015’de Fransa’da da gördük.

Bu saydıklarımız yıllık iklim zirvesinin negatif tarafları. Olumlu yanından baktığımızda ise şu bir gerçek her sene kasım ayında iki hafta boyunca iklim krizi küresel çapta haber oluyor, Brezilya Amazon’larından Tuvalu’ya kadar iklim bozulmasının ön saflarında savaşanlar güçlü sesler için medya platformları sağlıyor. Diğer bir iyi yanı ise sağladığı uluslararası insan ilişkileri ve ev sahibi ülkedeki yerel organizatörlerin hükümetlerinin yeşil duruşunun ardındaki gerçeği gözler önüne sermek için düzenlediği karşı zirveler ile zehirli turlar. Ve tabii ki, Dünya’daki en fakir ve iklim krizinden en kötü etkilenen ülkeler için yapılan pazarlıklar ve finansal destekler. Ancak bunlar bağlayıcı değil ve Greta Thunberg’in hepimizin aklına kazınacak şekilde ifade ettiği gibi vaat edilenlerin ve duyurulanların çoğu “Blah, blah, blah”dan bir az daha fazlası.

Arefin’in verdiği röportajda söylediği gibi “Alışık olduğumuz hesaplama değişti. Denge bozuldu.” Çok yıllık negatifler burada da var olmaya devam ediyor. Ancak ek olarak ev sahibi ülke -ki kendisi dünyanın gözleri önünde yeşile dönme şansına sahip- sizin her zaman alışık olduğunuz iki yüzlü liberal demokratik ülkelerinizden değil. Arefin ekliyor:  “Modern Mısır tarihinin en baskıcı rejiminden bahsediyoruz.” 2013’te bir askeri darbe ile iktidarı ele geçiren ve o zamandan beri sahte seçimlerle elinde tutan General Abdül Fattah el-Sisi tarafından yönetiliyor; insan hakları örgütlerine göre dünyadaki en acımasız ve baskıcı rejimin yöneticisi konumunda.

Tabii ki bu bilgileri zirvede kendi reklamını yapan Mısır’da göremezsiniz. Yayınlanan tanıtım videosu, delegeleri “yeşil şehir” Şarm el Şeyh’e davet ediyor ve bize tamamen çevre aktivisti gibi görünen kısa sakallı genç erkekler plastik olmayan pipetleri ve doğada çözünebilir yeme kaplarıyla sahilde selfie çekiliyor, sahildeki duşları kullanıyor, dalış dersleri alıyor ve çölde deve sürmeye giderken elektrikli araçlarını kullanıyorlar.

Tanıtım videosunu izlerken Sisi’nin, bu zirveyi genişleyen hapishane takım adalarında acı çekmekte olan gerçek aktivistlere görüntüsü benzeyen aktörleri kullanarak bir televizyon şovuna dönüştürmeye çalıştığı gerçeği ile yüzleştim. Bunu da olumsuz taraflara ekleyin: Bu zirve yeşil yıkamanın çok daha ötesine geçiyor, bu bir polis devletinin yeşil yıkamasıdır. Ve İtalya’dan Brezilya’ya, faşizmin yaklaşmakta olan ayak sesleri ile birlikte düşünüldüğünde bu hafife alınacak bir mesele değil.

Olumsuzlara eklenecek diğer bir nokta ise: Güney Afrika, İskoçya, Danimarka veya Japonya’da düzenlenen önceki iklim zirvelerinin aksine, çevre kirliliğinden ve yükselen sıcaklıklardan en çok etkilenen Mısırlı topluluk ve kuruluşlar Şarm el Şeyh’te bulunmayacaklar. Hükümetin gerçek yüzünün ortaya çıkmasına yardımcı olan zehirli turlar ya da canlı anti-zirveler düzenlenmeyecek. Çünkü bu tip organizasyonların planlanması katılan Mısırlıları “yalan haber yayma” suçundan cezaevine gönderebilir – tabii ki organizasyon gününe kadar çoktan tutuklanmamışlarsa.

Uluslararası delegeler, zirve öncesinde Mısır’ın mevcut salımları ve çevresel yozlaşması hakkında araştırma bile yapamıyorlar. 2019 yılında çıkan gaddar yasalar sebebiyle araştırmacılar “politik” olarak sınıflandırılmış bilgileri yayınlamak için hükümetten izin almak zorundalar. (Ülkede ağzı kapatılan yalnızca hükümlüler değil, ülke genelinde yüzlerce websitesi yasaklı, bunların içinde sürekli taciz edilen Mada Masr da var.) İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün raporuna göre bu yeni kısıtlamalar araştırmaları dizginleyerek küçülmeye zorladığından “önde gelen Mısırlı bir çevre grubunun sahada çalışmak imkansız hale geldiği için araştırma birimini dağıttığı,” bildiriliyor. Açıkçası İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne bu sansür ile baskı hakkında konuşan hiç bir çevreci ismini vermek istemiyor, çünkü karşı karşıya kalacakları misillemeler çok şiddetli.

Bu sansür yasasından önce Mısır şehirlerinde atık ve sel çalışan Arefin’de, o ve onun gibi akademisyen ve gazetecilerin bu işi yapma imkanları artık yok. Bu çok basit kritik bilginin üretilmesine bir engel. Mısır’ın gördüğü çevresel zararlar artık karanlıkta yaşanıyor. Ve kuralları yıkarak ışıkları yakmaya çalışanlar ise kendilerini karanlık hücrelerde veya daha da kötüsünde buluyor.

Alaa’nın kız kardeşi Mona Seif, kardeşinin ve diğer politik tutukluların serbest bırakılması için yıllardır kamuoyu toplamaya çalışıyor. Geçen günlerde Twitter’dan şöyle yazdı: “#COP27’ye katılanların çoğunun görmezden gelmeyi tercih ettiği gerçek şu ki, #Mısır gibi ülkelerde gerçek müttefikleriniz, aslında gezegenin geleceğini umursayanlar, hapisanelerde çürüyenlerdir.”

Bunu da negatif yönlere ekleyelim: alışkın olduğumuz diğer iklim zirvelerindeki gibi burada yerel işbirlikçiler olmayacak. Tabii ki halkı temsilen zirvede birkaç Mısırlı olacak. Ve bazıları gerçekten halkı temsil edecek. Sorun şu ki olağan BM kurallarının dışına da çıksalar onlar da Sisi’nin sahildeki yeşil televizyon programındaki ufak tefek figüranlar, neredeyse hepsi hükümet tarafından incelendi ve onaylandı. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün geçen ay yayınladığı raporunda belirtildiği gibi bu seçilmiş gruplar yalnızca hoş karşılanan konularda konuşma hakkına sahip.

Hükümete hoş gelen konular neler? “Çöp toplama, geri dönüşüm, yenilenebilir enerji, yiyecek güvenliği ve iklim finansmanı” – özellikle iklim finansmanından gelen para Sisi rejiminin cebine girecekse, belki de iktidarı ele geçirdiğinden beri inşa ettiği 27 yeni hapisaneye güneş panelleri konmasına da izin verir.

Hükümetin hoş karşılamadığı konular neler? İnsan Hakları İzleme Raporu’na göre “Hoş karşılanmayan konular en hassas çevre problemleri, ticari kurumların karları karşısında insan haklarını koruma karşısında hükümetin nasıl başarısız olduğunu gösteren, suyun güvenliği, endüstriyel kirlilik; emlak sektörünün, turizm gelişiminin ve tarım işinin çevreye nasıl zarar verdiği.” Bunun yanında hoş olmayanlar: “Mısır’ın geniş ve şeffaf olmayan askeri ticari faaliyetinin çevresel etkisi, yıkıcı taş ocakçılığı, su şişeleme tesisleri ve özellikle hassas olan çimento fabrikaları, yeni bir idari sermayenin inşası gibi ‘ulusal’ altyapı projeleri gibi özellikle cumhurbaşkanlığı ofisi ya da orduyla ilişkili daha bir sürü şey.” Ve tabii ki kesinlikle Coca-Cola’nın plastik kirliliği ve aşırı su tüketiminden bahsetmiyoruz çünkü kendileri zirvenin gururlu resmi sponsorlarından.

Özetle? Eğer çöpleri toplamak, eski kola şişelerini geri dönüştürmek ya da “yeşil hidrojen” diye bağırmak istiyorsanız, muhtemelen “sivil toplum”un en medeni parçasını temsilen Şarm el Şeyh’e gelmeye hak kazanacaksınız. Ama eğer Mısır’ın kömürle çalışan çimento fabrikalarının insanların sağlığına ve iklime etkilerinden konuşmak istiyorsanız ya da Kahire’nin son yeşil alanlarına asfalt atıldığından bahsedecekseniz, gizli polis ya da distopik Sosyal Dayanışma Bakanlığı tarafından ziyaret edilmeniz daha olası. Ah, eğer ki bir Mısırlı olarak COP27 hakkında kırıcı konuşacaksanız ya da verilen tüm Kuzey Amerika ve Avrupa yardımlarına rağmen iklim değişikliği karşısında en savunmasız ve fakir olan Afrika halklarının içinde kendi halkı korkunç bir açlığa ve umutsuzluğa sürükleyen Sisi’nin güvenilirliğini sorgulayacaksınız, çoktan ülkenin dışına çıkmış olmanızı umuyorum.

Şimdiye kadar, sabık ABD Başkanı Donald Trump’ın “benim favori diktatörüm” dediği adam Sisi için zirveye ev sahipliği yapmanın ufak bir bonanzadan farklı bir şey olmadığını kanıtladık. Burada son yıllarda çöken kıyı turizmi için bulunmaz bir nimet var, rejim açık hava duşları ve deve gezinti videolarıyla ilham vermeyi umuyor. Ancak bu yeşil altına hücumun daha başlangıcı. Geçtiğimiz ay Birleşik Krallık tarafından desteklenen İngiliz Uluslararası Yatırım, sersemce Mısır’daki “yerel start-uplara 100 milyon dolar yatırım” yapacaklarını açıkladı. Ayrıca Globeleq’in hisselerinin çoğunun sahibi, COP27 arifesinde Mısır’da yeşil hidrojenin üretimi için 11 milyar dolarlık devasa bir anlaşmayı açıkladı. Aynı zamanda Birleşik Krallık Kalkınma Finansmanı Kurumu “Mısır ile ortaklığı güçlendirme ve ülkenin yeşil büyümesini desteklemek için iklim finansmanını arttırma taahhüdünü,” vurguladı.

Bahsettiğimiz hükümet, Alaa’nın sahip olduğu İngiliz vatandaşlığına ve açlık grevine rağmen serbest kalmasını güvenceye almak için ise parmağını bile kıpırdatmıyor. Ne yazık ki Alaa’nın kaderi İngiltere’nin olağanüstü duygusuz ve beceriksiz başbakanı olmadan önce aylarca duygusuz ve beceriksiz dışişleri bakanı olan Liz Truss’un elindeydi. Vaadettiği milyarların bir kısmı hemşerilerinin serbest bırakılmasına yardımcı olamayı amaçlayarak yatırım ve kalkınmada kullanılabilirdi ama anlaşılan kendisinin başka endişeleri vardı.

Almanya’nın ahlaki çöküş de eşit derece de kasvetli. Geçtiğimiz aralık ayında Yeşiller’in eş başkanı Annalena Baerbock ülkenin ilk kadın dışişleri bakanı olduğunda, “değer-temelli yabancı politikası” benimseyerek insan haklarını ve iklim endişelerini önceliklendireceğini açıklamıştı.  Almanya, Mısır’ın ana bağışçılarından ve ticari partnerlerinden, yani Birleşik Krallık gibi oynayabilecek kartları var. Ama insan haklarını önceliklendirmek yerine Baerbock, Sisi’ye “Petersberg İklim Diyalogları”nda yardımcı ev sahibliği hakkı tanıyarak acımasız diktatöre kendini yeşil lider olarak yeniden tanıtma gibi paha biçilemez bir şans verdi.

Ve şimdi Almanya’nın Rus gazına olan bağımlılığı hem patladı hem de ortalığı batırdı, Mısır ise hevesle yedek gaz ve hidrojen sağlamak için kendi konumunu belirliyor. Bu sırada Alman devi Siemens Mobility, Mısır genelinde elektrikli yüksek hızlı trenler inşa etmek için milyarlarca dolarlık “tarihi” sözleşmeyi duyurdu.

Bu uluslararası yeşil para akışı başı belada olan Sisi rejimine ilaç gibi geldi. Başta enflasyon, pandemi, gıda kıtlığı, artan yakıt fiyatları, kuraklık ve borç gibi küresel krizlerin tsunamisi ve sistematik kötü yönetimi ile yolsuzlukları sebebiyle Mısır dış borcunu temerrüde düşürmenin bıçak sırtında. Bu durum son mali krizin koltuğundan ettiği Mubarek gibi Sisi’nin demir egemenliğini de istikrarsızlaştırabilirdi. Bu bağlamda iklim zirvesi sadece bir PR fırsatı değil aynı zamanda yeşil bir yaşam fırsatı.

Süreçten vazgeçmek konusunda kesinlikle isteksiz olsalar da en ciddi iklim aktivistleri bile bu zirvenin bilime dayalı iklim aksiyonları anlamında yardımcı olmadığını kabul ediyor. Zirve başladığından bu yana her yıl emisyonlar artmaya devam ediyor. O halde bu yılki zirvenin de kesinlikle başarılı olacağı tek şey etik standartlar yanılmaksızın parya statüsünü hak eden bir rejimi daha sağlamlaştırmak ve zenginleştirmek olacaksa, zirveyi desteklemenin amacı nedir?

Arefin’in de sorduğu gibi “Hangi noktada artık yeter diyeceğiz?”

Çevre grubu Extinction Rebellion üyeleri, 4 Ekim 2022’de Güney Afrika’nın Cape Town kentindeki Afrika Petrol Haftası sırasında protesto gösterisi yaptı. Fotoğraf: Brenton Geach/Gallo

Mısırlılar iklim ‘kalkınması’ için kurban bölgesi mi?

Aylardır Avrupa’da ve Amerika Birleşik Devletleri’nde sürgünde olan Mısırlılar, ülkelerinin hapisanelerindeki katliamı müzakerelerde gündeme getirmeleri için zirveye gidecek olan büyük yeşil STK’lara dil döküyor. Ancak bu konuya öncelik verilmiyor.

Bunun “Afrika’nın COP”u olduğunu söylüyorlar (COP, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne göre “Taraflar Konferansı”nın BMce kısaltmasıdır.). Tüm açık hatalarına rağmen şimdiye kadar 26 tanesi düzenlenen COP’un, sonunda, “uygulama” ve “kayıp ve hasar” konusunda ciddileşileceği umut ediliyor, zengin ve yüksek kirletici ülkelerin sonunda karbon emisyonuna neredeyse hiç etkisi olmayan Pakistan gibi fakir ancak zararları gün geçtikçe artan ülkelere borçlu olduklarını ödeyecekler.

Yapılan açık ima zirvenin, ev sahibi ülkenin insanı şok edici insan hakları sicili gibi sözde küçük bir mesele tarafından yolundan saptırılamayacak kadar ciddi ve önemli bir noktada olduğumuz. Terörize edilmiş yaşamlar, merhametsizce davranılan bedenler, susturulan gerçekler, çoğunlukla utanç verici ikincil zararlar; iklim krizinde ilerleme kaydetmek için ödenmesi gereken talihsiz bedeller olarak ele alındı.

Peki COP27 gerçekten iklim adaletinde ipi göğüsleyecek mi? Yoksullara yeşil enerji, temiz geçiş ve gıda egemenliği getirecek mi? Zirve bir çok kişinin iddia ettiği gibi iklim borcu ve tazminatlarıyla gerçekten yüzleşecek mi? Keşke. Mısırlı insanlar, Afrika’daki çoğu insan gibi, ısınmayı etkilemeyecek kadar küçük bir salımda pay sahibiler. Adalet onların zengin ve yüksek salımcılardan iklim desteği almalarını talep ediyor. Esas sorun şu; bu iklim borçları Sisi gibi acımasız yöneticileri destekleyen uluslararası mali ve askeri bağlantılarla yüzleşmeden, ödenen para asla halka ulaşmayacak. Bunun yerine daha çok silah, daha çok hapishane ve en çok ihtiyaç duydukları zamanda Mısırlılara göçe zorlayarak çaresiz bırakacak endüstriyel saçmalıkları finanse etmeye yarayacak.

Mısırlı gazeteci, film yapımcısı ve roman yazarı Omar Robert Hamilton ustaca bir makalesinde, iklim tazminatı durumunun apaçık ortada olduğunu yazıyor:  “Asıl zor soru şu, otoriter devlet yetkilerini sağlamlaştırmayan bir tazminat sistem nasıl tasarlanacanak? Bu soru güney ve kuzey ülkeleri arasındaki müzakerelerin merkezinde yer almalıdır, Güney için müzakereleri yapanlar, kısa vadeli çıkarları petrol yöneticilerinden bile daha kırılgan olan otoriter devlet güçleri olma eğilimindedir.”

Kısacası, iklim çevrelerinde bu zirvenin #JustandAmbitious politikalarına odaklanan bir “uygulama” COP’u olacağı konuşulsa da Mısır’ın zirvesi muhtemelen daha öncekiler gibi gerçek iklim eylemi açısından çok az başarıya ulaşacaktır. Ama bu tabii ki hiç bir şey başaramayacağı anlamına da gelmiyor. Çünkü gerçek bir işkence rejimini desteklemek, onu nakit para ve imaj temizleme operasyonaları ile ihya etmek söz konusuysa COP27 bir polis devletine en cömert hediyedir.

Alaa Abd El Fattah çok uzun zamandır Mısır’da barbarca bastırılmış devrimin bir sembolü. Ama zirve yaklaştıkça başka bir şeyin de sembolü haline geliyor. İklim krizinin kalbindeki feda etme mentalitesi. Bu bazı yerlerin ve bazı insanların görmezden gelinebileceğini, harcanabileceğini ve isimlerinin daha ulvi amaçlar için “ilerleme” başlığı altında silin gideceği fikri. Bu mentaliteyi ön sıralardaki komüniteler fosil yakıtların çıkarılması ve işlenmesi için zehirlendiklerinde de gördük. Aynı toplulukların onları korumayan bir iklim tasarısını geçirmek adına tekrar kurban edildiğini gördük. Şimdi ise uluslararası iklim zirvesinin içeriğinde ev sahibi ülkenin vatandaşlarının haklarının, “gerçek ilerleme” denen bir serap için kurban edildiği ve görmezden gelindiğini görüyoruz.

Eğer Glasgow’da, geçen sene yapılan zirve laf salatası ise bu seneki -daha başlamadan- çok daha uğursuz. Bu zirve kan, kan ve daha çok kan ile ilgili. Kan ki, Mısırlı kolluk güçleri tarafından şu anki yöneticilerinin gücünü korumak adına kurban edilen kabaca 1000 göstericinin kanı. Kan ki, hala suikaste uğrayanların kanı. Kan ki, sokaklarda dövülen, hapishanede işkence edilen ve genelde ölenlerin kanı. Kan ki, Alaa gibilerinin kanı.

Zirvenin dünya çapında yükselen otoriter rejim ile iklim kaosu arasındaki bir çok bağlantıyı aydınlatan bir projektör haline gelmesi ve bu uğursuz senaryoyu değiştirmesi için hala zaman var. İtalya’da sırf elindeki gücü kaybetmemek için iklim çöküşünden kaçanların da içinde bulunduğu mültecilere karşı halkını korkuyla besleyen Giorgia Meloni gibi faşist liderlerin izledikleri yolun ve Afrikalı mültecilerinin kapılarına gelmesini engellemek için Sisi gibi acımasız liderlere nakit akıtmaya devam eden Avrupa Birliği’nin izlediği yolun aydınlatılması gerekli. İklim adaletinin – ister ülkenin içinde ister ülkelerin arasında – siyasi özgürlükler olmaksızın imkansız olduğunu kanıtlamak için zirvenin gerçekleşeceği aşırı koşulları avantaja çevirmek için hala zaman var. Hala organize edilecek, ayağa kaldırılacak ve uygulanacak güç var.

“Benden farklı olarak, sen hala yenilmedin,” diye yazmıştı Alaa 2017 yılında. Büyük teknoloji şirketlerinin sponsor olduğu dijital çağda insan hakları ile ilgili yıllık konferans olan RightsCon’a konuşma yapması için davet edilmişti. Konferans Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılacaktı ama Alaa, Tora Hapishanesi’nde parmaklıklar ardında olduğu için bir mektup göndermeyi uygun bulmuştu (o sıralar hapiste 4. senesiydi). İnternet’i bir yaratıcılık, deney ve özgürlük alanı olarak koruma zorunluluğu hakkında harika bir metindi. Ayrıca parmaklıklar ardında olmayan, günlük alacağı kalori miktarından daha fazla konuda kendi hayatını kontrol edebilen ve adalet, demokrasi ve insan hakları konusunda konuşmak için bir konferansa gidebilen herkese bir meydan okumaydı bu metin. Bu özgürlük ile Alaa’nın tutsaklığı arasındaki uçurumda ise sorumluluk yatıyor. Yalnızca özgür olmanın değil aynı zamanda özgür davranmanın ve özgürlüğünü tam bir dönüşüm için potansiyel yaratmaya kullanmanın sorumluluğu. Çok geç olmadan.

Şimdi on binlerce, görece özgür COP27 delegesi, Şarm el Şeyh’e uçmak için hazırlık yapıyor, ortalama kasım ayı sıcaklıklarına göz atıyor ( en yüksek sıcaklık 28 derece), ihtiyaçları olacağını düşündükleri eşyalarını paketliyorlar (ince t-shirtler, sandaletler, bir mayo – ne zaman lazım olacağını bilemezsiniz), Alaa’nın yenilmez olmakla ilgili sözleri ise yeni bir aciliyet kazanıyor. Zirveye katılan herhangi bir Mısırlı’nın özgürce hareket edemeyecekleri garantisini düşündüğünüzde, zirveye katılmakta özgür olan yabancılar özgürlüklerini nasıl kullanacak? Henüz yenilmediler mi?

Mısır’a, kendileri gibi insanların sahip oldukları özgürlük için gezegenimizi ve siyasi iklimizi iktidarsızlaşatıran aynı ekonomik çıkarlara karşı savaştıkları ve öldüğü gerçek bir ülke gibi değil de sadece bir zeminmiş gibi mi davranacaklar? Yoksa Mısır’ın hapisaneleri ile ilgili dehşet verici gerçekleri yeşil pırıltılı konferansın gündemine getirmeyi başaracaklar mı? Mısırlı güvenlik güçlerinin her zaman uyguladıkları şiddetin televizyon şovunu mahvetmesini göze alamayacakları için onları pamuklara saracaklarını bilerek tutuklanmayı göze alacaklar mı? Copcivicspace.net altında bir araya gelen, Kahire’de geriye kalan birkaç sivil toplum örgütünü araştırıp onlara nasıl yardımcı olabiliceklerini düşünecekler mi?

İhtiyaçları olanın ne acıma ne de sadaka olduğunu ilk söyleyen Alaa olurdu. Aksine Chiapas’tan Filistin’e kadar birçok mücadeleyle dayanışma içinde olan kararlı bir enternasyonalist olarak her ulusta cepheleri olan bir savaşta yoldaşlara çağrıda bulundu. RightCon’a hapisaneden gönderdiği mektupta şöyle diyordu: “Size sesleniyoruz, güçlü yandaşlar aradığımız için değil ortak küresel problemlere yüzleştiğimiz ve evrensel değerleri paylaştığımız için ve dayanışmanın gücüne katı bir inançla sarıldığımız için sesleniyoruz.”

Anti-demokratik ve faşist güçler dünya çapında yükseliyor. Ülkeler peş peşe özgürlüğün değersizleştiğini ya da ellerinden kayıp gittiğini tecrübe ediyorlar. Ve bütün bunlar birbiriyle bağlantılı. İyisiyle kötüsüyle siyasi gelgitler dalgalar halinde sınırları aşar, tam da bu yüzden uluslararası dayanışma daha büyük bir “ilerleme” hedefinin çıkarı adına asla feda edilemez. Mısır devrimi Tunus devriminden etkilendi ve sırasıyla “Tahrir’in ruhu tüm dünyaya yayıldı. Occupy Wall Street de dahil olmak üzere Avrupa ve Kuzey Amerika’da gençlerin önderlik ettiği diğer hareketlere ilham verdi, bu ilhamla yeni anti-kapitalist ve eko-sosyalist politikaların doğmasına yardımcı oldu. Aslında Tahrir’den Occupy’a Bernie Sanders’ın 2016 kampanyasından, Alexandria Ocasio-Cortez’in Kongre’ye seçilmesine ve Yeşil Yeni Düzen savunmasına kadar dümdüz bir çizgi çekebilirsiniz.

Ama tabii ki diğer taraf da müttefiklerine ilham veriyor. Alaa’nın Donald Trump’ın seçilmesinden sonra RightsCon’a yazdığı gibi Amerika Birleşik Devletleri’ndeki insanların “kendi demokrasinizi düzeltmeniz” gerekiyor çünkü “demokrasinin derin kökleri olduğu ve hakların kırılgan olduğu toplumlarda insan haklarına yönelik en ufak bir gerileme, daha da kötü ihlaller için bir bahane olarak kullanılır.”

Mısırlı protestocular, 22 Kasım 2011’de Mısır, Kahire’deki Tahrir Meydanı yakınlarındaki ara sokaklarda polisin yoğun baskıları sırasında yükseltilmiş bir yapıdan bakıyorlar. Fotoğraf: Ed Ou

Onların yapmasını sağlamak özgürlüğe mal olur

Mısır’daki grupların şu sloganı bahsettiğimiz bağlantıyı güçlendiriyor: “Özgür sivil alan olmadan iklim adaleti olmaz!” İnsan hakları saldırı altındaysa doğa da öyledir demenin farklı bir yolu sadece. Filipinler’den Kanada’ya Brezilya’ya hatta Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar tüm dünyada topluluklar ve organizasyonlar çoğunlukla baskı ve şiddete maruz kalıyorlar, bu topluluklardaki insanların ezici bir çoğunluğu topraklarını, onu kirleten ve iklim krizini tetikleyen maden çıkarma projelerinden korumaya çalışan yerli halklar. Yaşadığımız yerde insan haklarını savunmak, yaşanabilir gezegeni savunmaktan ayrı düşünülemez.

Dahası, bugün anlamlı iklim yasaları çıkaran devletlere baktığımızda politik özgürlüğün henüz bozulmamış olduğunu görüyoruz. ABD Senatosu ve Biden yönetimi, Enflasyon Azaltma Yasası’nı kusurlu da olsa geçirmek için sınırları zorladı ve en azından şimdilik Senatör Joe Manchin’in petrol ve gaz izinlerine ilişkin zehirli ek anlaşmasının  ortadan kalkmasını sağladı. Bu durum senato ya da Biden’ın birden iklimdeki ışığı görmesiyle olmadı. Bu gerçekleşti çünkü direkt halk baskısı, araştırmacı gazetecilik, sivil itaatsizlik, yasama dairelerinde oturma eylemleri, davalar gibi şiddet içermeyen her türlü araç gereç halkın cephanesinde hala var. Ve tabii ki kanun yapıcılar yasanın geçmesini sağladı çünkü kasım ayında halkın karşısına elleri boş çıktıklarında olabilecek şeyler onları korkutuyor. Eğer Amerika Birleşik Devletleri politikacıları halkın kendilerinden korktuğundan daha çok halktan korkmasaydı, bunların hiç biri olmazdı.

Açık olan tek bir şey var: İklim krizine karşı durmak için yapılması gerekenleri, özgürlüğümüzü kanıtlamadan, oturma eylemleri olmadan, politik liderleri utandırmadan ve halka gerçeği söylemeden yapamayacağız. Eğer gösteriler yasaklamış ve uygunsuz gerçekler Sisi’nin Mısır’ında olduğu gibi sistematik bir şekilde “yalan haber” olarak suç muamelesi görüyorsa, oyun bitti demektir. Kaç yaşında olursa olsun, hangi hareketin parçası olursa olsun iklim hareketinin bir parçası olan herkesin açıkça bilmesi gereken tek şey bu. Eylemler, protestolar, oturma eylemleri ve araştırmacı gazetecilik olmasa emin olun olduğumuzdan daha kötü durumda olurduk. Ve bahsettiğim bu özgürlüğünü ifade etme biçimlerinden herhangi biri Mısırlı bir aktivisti ya da gazeteciyi Alaa’nın hücre komşusu yapmak için oldukça yeterli.

BM İklim Zirvesi’nin Şarm el Şeyh’de yapılacağı duyurulduğunda, ülkedeki ve sürgündeki Mısırlı aktivistler iklim hareketini boykot etmek için çağrı yapabilirdi. Bir çok farklı sebepten yapmamayı seçtiler. Çünkü istedikleri şey dayanışmaydı. Bunun yerine Kahire İnsan Hakları Çalışmaları Enstitüsü uluslararası toplulukları zirveyi “Mısır’da işlenen suçları aydınlatmak ve Mısırlı yöneticileri değişme zorlamak” için kullanmaya çağırdı. Kuzey Amerikalı ve Avrupalı aktivistlerin kendi hükümetlerinden zirveye katılımlarını Mısır’ın en basit insan hakları gerekliliklerini yerine getirmesini şerh koşarak gerçekleştirmeye zorlamalarını umuyorlardı. En azından gösteri düzenlediği veya rejim hakkında onları övmeyen bir açıklama yayınladığı veya yabancı hibe almak gibi “suçlar” nedeniyle hapishanelerde olan düşünce mahkumları için geniş bir af talebinin gelmesini istiyorlardı.

Bu çeşit bir dayanışma tabii ki sağlanabilirdi. Hala sağlanabilir. Ama zirvenin başlamasına bir aydan az zaman kaldığı şu güne (zirve 6 Kasım’da) kadar küresel iklim hareketi sessiz kalmayı tercih etti. Birçok grup dilekçelere imza attı, zirve sırasında insan haklarının durumu ile ilgili bir avuç makale yayınladı – New Yorker’da Bill McKibben tarafından yazılan Alaa hakkında çok güçlü bir makale de dahil – Almanya’da çoğunluğunu Mısırlı sürgünlerin oluşturduğu aktivistler “Alaa Özgür Olana Kadar COP27 Yok” ve “Mısır Hapisanelerinde Yeşil Yıkamaya Hayır” yazılı pankartlarla ufak protestolar düzenlendi. Ancak şimdiye kadar Mısır’ı yöneten rejim kadar küstah bir rejimi endişelendirecek türden uluslararası bir baskı görmedik.

Yaklaşan iklim zirvesinin ev sahipliğini Sisi’ye vermenin etik boyutları hakkında konuşulmaya başlandığında, endişeler uluslararası ziyaretçilere neler olacak sorusuna yoğunlaşıyor. Mısırlılara yapılan muameleyi görmeden pankartlarını sallamakta ve konferans alanının dışında gösteriler yapmakta özgür olacaklar mı? LGBTQ+ aktivistleri güvende olacaklar mı? Bu endişeler gayet doğal.  Ancak bu yaklaşım Suudi Arabistan’da uluslararası feminizm konferansı düzenleyip, oradaki kadınların yıl boyu çok daha kötü şartlarda yaşadığından hiç bahsetmeyip, ziyaretçi kadınların özgürce şort giyememelerinden ya da araba kiralayamamalarından şikayet etmeye benziyor. Bu açıkça dayanışmanın başarısızlığı. Aynı şekilde Sharm el-Sheikh’e gelecek delegelerin otel odaları fiyatlarının şişirilmesine olan siniri de benzer, şimdiye kadar hapishanelere kapatılan düşünce mahkumlarının ihlal edilen haklarına bu kadar sinirlenmediler.

Veya Şarm el Şeyh’e gelecek tüm o büyük ABD ve Avrupa vakıflarını düşünün. Size çevresel yağma hakkında araştırma yapmanız ve bunu anlatmanız için fon sağlayacaklar, Mısır gibi bir ülkede bu hayatınıza mal olabilir. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün bildirdiği gibi “Başkan el-Sisi, 2014 yılında ‘ulusal çıkarlara’ veya ülkenin bağımsızlığına zarar veren, kamu güvenliğini ya da emniyetini zedeleyen işler yapmak amacıyla yabancı kaynaklardan ya da yerel kuruluşlardan fon talep eden, alan ya da yardımcı olan herkesin ömür boyu hapis veya ölüm cezasına çarptırılacağını bildiren kararnameyi ceza kanununa ekledi.” Fon aldığınız için ölüm cezasına çarptırılıyorsunuz.

Tüm bunlar biraz kafa karıştırıcı. Rejimin sivil toplum kavramına karşı bu kadar bariz bir düşmanlığı varken neden fon sağlayıcılar ve yeşil gruplar Mısır’a davet edilsin ki? Katılacak herkesi rahatsız edecek olan gerçek şu ki hiçbir şey Şarm el Şeyh’i uluslararası iklim aktivisti ve fon sağlayıcılarının kuzey-güney adeletsizliğini protesto ederek ve hükümet tarafından onaylanmış bir kaç grupla görüşerek geçirecekleri iki hafta boyunca kar amacı gütmeyen bir hayvanat bahçesine dönüştürmek kadar Sisi’nin otoritesini güvenceye alamaz. Neden? Çünkü Mısır kesinlikle olmadığı bir şeye benzeyecek: Özgür ve demokratik bir toplum. Gelecek tatilinizi geçirmek için şirin bir yer. Ya da yabancı yatırımınızı yapmak için. Doğal gazınız için iyi bir kaynak. Veya yeni bir Uluslararası Para Fonu Kredisi’ni emanet etmek için.

Her halükarda Mısır Hükümeti, demokrasiye benzer bir şeyi taklit edebilmek için Şarm el Şeyh’de çılgınca bir balon inşa ediyor. Sivil grupların sorması gereken bu balonun içinde güvende miyiz olmamalı. Zirvenin ev sahibi ülke neden bir balon inşa etme ihtiyacı hissediyor olmalı.

Bir zamanlar meydan, şimdi bir eğlence çadırı

Coca-Cola sponsorlu iklim zirvesinin tüm planlarındaki en Orwellian ayrıntı resmi alan içinde “Çocuk ve Gençlik Eğlence Çadırı” kurulması. Belirlenen 250 metrelik bir alanda kurulacak olan çadır “Dünya’nın dört bir yanındaki gençlerin seslerini bir araya getiren konuşmalar, eğitim, yaratıcılık, politika brifingleri, dinleme ve rahatlama için toplanma yeri sağlayacak” bir alan. Gençliğin “doğruyu konuşmanın gücü” verecek bir alan.

Hiç tereddütüm yok, bu çadırdaki genç insanlar Glasgow İklim Zirvesi’ndeki gibi çok güçlü konuşmalar yapacaklar. Gençler gerçek iklim liderleri oldular ve iklim aciliyetinde çaresizce ihtiyaç duyulan aciliyet ve etik netliği ortaya koydular. Aynı etik netliğe şimdi de ihtiyacımız var.

10 yıl önce, bu sene Cop27’ye gelen iklim grevcileri kadar genç ve daha genç Mısırlılar devlet onaylı bir eğlence çadırına sahip değildi. Devrimleri vardı. Tahrir Meydanı’na sel olup aktılar, farklı bir ülke talep ettiler, her zaman korkuyu bir gölge gibi peşlerinde taşımadıkları, gençlerin hapishanelerde kaybolmadığı, ortaya çıktıklarında ise ölü yüzleri şiş ve kanlı olmayan bir ülke. Bu devrim onlar doğmadan önce hüküm sürmeye başlayan bir diktatörü devirdi. Ancak daha sonra hayalleri siyasi ihanetler ve şiddet tarafından ezildi. Son mektuplarından birinde Alaa, hücresini tutuklandıklarında daha çocuk olan gençlerle paylaşmanın ne kadar acı verici olduğundan bahsediyor. “Tutuklandıklarında reşit bile değillerdi, şimdi ise yetişkinliğe erişmeden buradan çıkmak için savaşıyorlar.”

2011 yılında meydanı ele geçirmeye yardım eden gençlerden biri de Alaa’nın olağanüstü kız kardeşi Sanaa Seif’ti. (Alaa’nın Mona ve Sanaa olmak üzere 2 kız kardeşi var). O zaman daha 17 yaşındaydı, Al Gornal adındaki devrim gazetecisinin kurucu ortağıydı, gazete Tahrir’in sesi haline gelmiş ve on binlerce kopya basılmıştı. Sanaa aynı zamanda 2013 yılında Oscar adayı olan “The Square” isimli belgeselin editörü ve kameramanıydı. Kendisi bir kaç kere insan hakları ihlallerine karşı ve erkek kardeşinin serbest bırakılması için konuşması sebebiyle tutuklandı. Bir ropörtajda bana eğlence çadırına gidecek aktivistlere iletmek istediği bir mesajı olduğunu söyledi: “”Biz denedik. Güçlenmek için doğruyu konuştuk.” Şimdi pek çoğumuz “20’li yaşlarımızın çoğunu hapiste geçirdik. Gittiğinizde diğer genç insanların sesi olabileceğinizi hatırlayın… Lütfen bu mirasa sahip çıkın. Lütfen gerçeğin gücünü konuşun. Etkisi olacaktır. Mısır Halk Cumhuriyeti’nin gözleri sizin üzerinizde.”

Mısırlı demokrasi yanlısı aktivist Alaa Abdel El Fattah’ın kız kardeşi Sanaa Seif, 14 Haziran 2022’de Londra’da bir fotoğraf için poz veriyor. Fotoğraf: Carl Court

İklim zirvesi yaklaştıkça ve Alaa’nın açlık grevi uzadıkça, Sanaa büyük yeşil toplulukların şimdiye kadarki sessizliğine karşı olan sabrını kaybediyor. Geçen hafta twitter’da “Dürüst olmak gerekirse iklim hareketinin ikiyüzlülüğünden bıktım,” diye yazdı. “Mısır’dan aylardır bu #COP27’nin yeşil badananın çok ötesin geçeceğine ve sonuçların korkunç olacağına dair uyarılar yağıyor. Ancak hala çoğunluk insan hakları durumunu görmezden gelmeyi seçiyor.”

Söylemek istediği şey, iklim aktivizminin neden sıklıkla elit bir grubun işi ve insanların aile üyelerini hapisten kurtarmaya çalışmak gibi günlük endişelerinden neden kopuk olarak anlaşıldığını net bir şekilde açıklıyor. “#ClimateAction’ın bugünün ötesini düşünme lüksüne sahip birkaç kişiye özel yabancı bir kavram olarak kalacağını garanti ediyorsunuz.” “İklim değişikliğine karşı koymak ve insan hakları için mücadele birbirleri ile bağlantılı mücadelelerdir, birbirlerinden ayrılmamalılardır. Özellikle BP ve Eni gibi şirketler tarafından desteklenen bir rejimle uğraşıyorsanız. Gerçekten her iki konuyu da savunmak bu kadar zor mu? #FreeThemAll #FreeAlaa.”

Bu zor değil ama oldukça fazla cesaret gerektiriyor. Dünya’nın dört bir yanında pek çok demokraside ışıklar gidip gelirken, Mısır’a gelsin ya da gelmesin tüm aktisitlerin iklim zirvesine getirmeleri gereken mesaj aslında basit: Siyasi özgürlükler savunulmadıkça anlamlı bir iklim eylemi olmayacak. Ne Mısır’da ne de başka bir yerde. Bu konular tıpkı kaderlerimiz gibi iç içe.

Saat ilerliyor ama hala doğru olanı yapmak için zamanımız var. İnsan Hakları İzleme Örgütü, zirvenin kurallarını belirleyen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi sekreterliğinin “gelecekte COP’a ev sahipliği yapacak ülkelerin ev sahibi ülke anlaşmasının bir parçası olarak ülkede insan hakları kriterlerini geliştirmeyi taahhüt etmesi” kuralının da eklemesi gerektiğini savunuyor. Bu zirve için artık çok geç ama iklim adaleti konusunda endişe duyanların, on yıl önce bir tiranı devirdiklerinde dünya çapında milyonlarca kişiye ilham veren devrimcilerle dayanışma göstermeleri için çok geç değil. Hatta Sisi’yi Kızıldeniz’de yeşil renkli bir reklam kabusu beklentisi ile korkutarak henüz kameralar gelmeden bazı zindanların kapılarını açmaya ikna etmek için bile zaman var. Çünkü Alaa’nın hücresindeki tüm umutsuzluğa rağmen bize hatırlattığı gibi, henüz yenilmedik.

Makalenin İngilizce orijinali

More in COP27

You may also like

Comments

Comments are closed.