Yeşeriyorum

COP17 Durban zirvesinin ardından – Levent Kurnaz

0

[COP17 Durban zirvesinin ardından dünya kamuoyu ne aşamaya geldi, Türkiye bu konunun neresinde?]

Dünyada iklimin değişmekte olduğu tartışılmaz bir gerçek. Günümüzde bilimciler artık bu değişikliğin varlığını değil büyüklüğünü ya da bu değişikliği durdurmak için neler yapılması gerektiğini tartışıyorlar. Ülkemizde ise iklim değişikliği bizi değil, Pasifik Okyanusu’ndaki Tuvalu devletini ilgilendiren bir sorunmuş gibi davranılıyor. Oysa dünyanın neredeyse tüm ülkeleri bu sorunun varlığını kabul etmiş durumdalar ve çözüm yolları araştırıyorlar. Bu yoldaki çabaların ilk adımı olarak 1992 yılında Rio’da düzenlenen zirveye katılan ve içinde bizim de bulunduğumuz 194 ülke Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ni imzadılar. Bu sözleşmeyi imzalayan ülkeler iklim değişikliğinin ve yaratacağı kötü sonuçların öngörüldüğünü ve bu sonuçların engellenmesi için kanuni bağlayıcılığı olan protokoller yapılacağını kabul ediyorlardı.

Bu sözleşmenin şartlarına göre her sene yapılan iklim değişikliği değerlendirme toplantılarının üçüncüsünde, Kyoto Protokolü kabul edildi. Bu protokol 2007-2012 yılları arasında atmosferdeki sera gazlarının miktarını sınırlamayı amaçlayan bir anlaşmadır. Bu anlaşma kapsamında dünya ülkeleri temelde iki gruba ayrılmışlardır. Birinci gruptaki ülkeler gelişmiş ülkelerdir ve bu ülkeler karbondioksit salımlarını 2012 yılının sonunda 1990 salım seviyesinin %5 altına çekmeyi taahhüt ederler. İkinci gruptaki ülkeler de gelişmekte olan ülkelerdir ve bu ülkelerin bir azaltma sorumluluğu yoktur.

Gelişmiş ülkeler grubundaki ABD bu anlaşmayı kabul etmemiştir. Çin, Hindistan ve Brezilya da azaltma sorumluluğu olmayan ikinci grup ülkeler arasındadır. Ülkemiz de bu anlaşmayı yürürlüğe girme tarihinden sonra kabul ettiği için herhangi bir sorumluluk almamıştır.

Son üç senedir Avrupa Birliği öncülüğündeki dünya ülkeleri 2012’de geçerlilik süresi dolacak olan Kyoto Protokolü’nün devamı niteliğinde bir anlaşma üzerinde çalışmaktalar, ancak bu anlaşma iki temel sebepten başarıya ulaşamıyor. İlk olarak gelişmiş ülkeler kendileriyle birlikte gelişmekte olan ülkeler de bir sorumluluk almadan ellerini taşın altına koymak istemiyorlar. İkincisi de, gelişmekte olan ülkeler, bugün atmosferdeki karbondioksit miktarının sorumlusu olarak gelişmiş ülkeleri gördükleri için önce onların büyük kısıntılar yapması gerektiğini söylüyorlar.

Bu hava içerisinde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Durban şehrinde düzenlenen senelik BM İklim Değişikliği toplantısı sürpriz bir anlaşma ile sonuçlandı. Uzun süren pazarlıklar sonucu varılan bu anlaşmanın iki önemli özelliği var. Birincisi, ABD dahil tüm ülkelerin bu anlaşmanın kanuni bir bağlayıcılığı olmasını kabul etmeleri. İkincisi ise bu anlaşmanın hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin sera gazı salımlarına kısıtlama getirmesi. Taraflar 2015 yılına kadar kimin ne kadar azaltma yapacağına karar verecekler, sonrasında bu anlaşma tarafların meclislerinde kabul edilecek ve 2020 yılında uygulamaya başlanacak.

Bu anlaşmaya taraf olan tüm devletler bunu bir başarı olarak sunarken dünyadaki tüm çevre örgütleri bir bozgun havası içerisindeler. Bu bozgun hissinin sebeplerini anlayabilmek için bu anlaşmanın sağlanmasında en fazla kimlerin çıkarı olduğuna bakmalıyız.

Yeni iklim anlaşmasının en büyük çıkar sahibi Avrupa Birliği’dir çünkü bu anlaşma olsun ya da olmasın kendi kamuoyu baskısıyla AB sera gazı salımlarında bir azaltmaya gitmek zorundaydı. Ancak AB bu azaltmaya kendi başına gittiği zaman diğer ülkelere göre ciddi bir ekonomik zararla karşı karşıya kalacaktı. Bu anlaşmanın varlığı AB’yi bir yanda sera gazlarının salımını azaltma yolunda karşılaşacak ekonomik sorunlar diğer yanda da kamuoyu baskısı ile uğraşmaktan kurtardı.

İkinci kazanan ABD’dir. Çünkü artık dünya kamuoyu karşısında uzlaşmaz ülke görüntüsünden çıkacaktır. Dünya ülkelerinin aksine Amerikan kamuoyu iklim değişikliğini bir sorun olarak görmediğinden Başkan Obama üzerinde ciddi bir iç baskı unsuru bulunmamaktadır. Dışarıdan gelen baskıları da bu şekilde engellemiş oldular.

Üçüncü kazanan grup da da Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ekonomilerdir, çünkü bu ülkelerin ekonomileri dışarıya sattıkları ürün ve hizmetlere dayalıdır. Bu durumda bu ülkelerin ürünlerini satın alan gelişmiş ülke tüketicileri her geçen gün bu ürünlerin sebep olduğu sera gazı salımlarını sorgulayarak yakın gelecekte bu ülke ekonomileri için ciddi bir sorun haline gelebilirdi.

Peki çevre örgütleri bu anlaşmayı neden yeterli bulmuyorlar?

  • Çünkü, 2020 yılını beklemeden hemen büyük bir kesintiye gitmemiz gerekiyordu. Bilimsel açıdan 2020 yılını beklemek dünyanın ortalama sıcaklığının 2oC’den fazla artacağını kabullenmek demektir. 2oC’lik bir artış iklim değişikliğini durdurabilmek için konulmuş bir hedeftir. Çünkü 2oC üzerine çıkan bir sıcaklık artışı geri besleme mekanizmalarının devreye girmesiyle artık ilerlemesi durdurulmaz bir hal alacaktır.
  • Çünkü bu toplantıda kesin sayılara dayalı bir anlaşmaya varılmamış olması yakın gelecekte tüm ülkelerin bir tür koyun pazarlığı seviyesinde sera gazlarını azaltma konusunu masaya yatırıp sonuçta kimsenin ekonomik açıdan canının yanmayacağı bir anlaşmaya varacaklarının bir göstergesidir. Her ülke kendi ekonomik çıkarlarını önde tutacağı için üzerinde anlaşılacak indirim miktarı gereken miktarın çok altında kalacaktır. Yeni anlaşma üzerinde ne kadar uzun süren bir pazarlık olursa aslında bu anlaşmaya varmak istemeyen ülkelerin de hiçbir şey yapmadan yola devam etmek için o kadar uzun süreleri olacaktır.

Ülkemizin bu toplantıya Çevre Bakanı yerine Kalkınma Bakanı ile katılması bile iklim değişikliğini bir çevre sorunu olarak değil de bir kalkınma sorunu olarak gördüğümüzün bir göstergesidir. Toplantı sırasında ülkemiz sera gazı salımlarında hiçbir indirime gitmeden büyümeye odaklanarak gelişmiş ülkelerden para ve teknoloji yardımı alma stratejimiz bizi ileride oluşacak çevre sorunlarıyla mücadelede de yalnızlığa mahkum edecektir.

Levent Kurnaz

twitter.com/#!/leventkurnaz

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.