Dış Köşe

Çılgın değil akılcı projelere ihtiyaç var – Şahin Alpay

0
Geçenlerde “Nükleer santrallar için referandum yapalım!” diye yazdım (12 Nisan). Özetle şunu diyordum: Yapılması gereken, bütün nükleer santral projelerini iptal ve mevcut bütün nükleer santralları kapatmaktır.

Ama ne yazık ki çeşitli çevreler yıllardır ülkemizde nükleer santrallar kurulması için uğraşıyor. Hükümet kararlı. “‘Hayır’ çıkacağına dair en küçük bir umudum yok, ama referandum istemekten başka çare göremiyorum. Referandumda ‘evet’ çıksa bile, hiç değilse referandum kampanyası sırasında halkı ve ilgilileri işin riskleri konusunda bir nebze olsun bilinçlendirmek mümkün olabilir.” (12 Nisan) Dikkatli okurlarımdan hemen tepki geldi. Yönelttikleri eleştiri özetle şuydu: “İyi niyetinizi anlıyoruz, ama öneriniz insan haklarına saygı gösterilsin mi, gösterilmesin mi; örneğin ölüm cezası olsun mu, olmasın mı diye referandum yapmak kadar abes…” Eleştirilere hak veriyorum. Çünkü nükleer enerjiye karşı oluşumuzun tek ve yegane sebebi bunun ahlaka aykırı, insanoğluna tehdit olması.

Yazının çıkmasından sonra geçen günler içinde Türkiye halkının nükleer enerjiye “evet” dediğini düşündüğüm için ne kadar, ne kadar yanıldığım ortaya çıktı. Önce Dünya Bağımsız Araştırmacılar Ağı (WIN) ile Gallup’un yaptığı araştırmaya göre Türkiye’de, Fukuşima’dan önce de nükleere destek verenler % 45 ile azınlıktaydı; şimdi oran 41’e indi. “Hayır” diyenlerin oranı İKSara Araştırma Şirketi’ne göre % 59 (Milliyet, 29 Nisan), A&G Araştırma’ya göre ise % 64 (Hürriyet, 29 Nisan). Bundan çıkardığım sonuç şu: AKP hükümeti eğer, iddia ettiği gibi demokratik ilkelere saygılı ise halkın üçte ikisinin karşı olduğu, nükleer santrallar yapma çılgın projesinden mutlaka, ama mutlaka vazgeçmeli.

Başbakan Erdoğan merakla beklenen, İstanbul’la ilgili “çılgın” projesini de 27 Nisan’da büyük tantana ile açıkladı. Projenin beni heyecanlandırdığını söyleyemem. Daha doğrusu, “Türkiye dünyanın bilmem kaçıncı harikasını inşa edecek” üslubuyla sunulan “İstanbul Kanal” projesine hiç sıcak bakmıyorum. Kanalın her iki yanına da yerleşim öngörüldüğüne göre, bu proje İstanbul Boğazı çevresinde yaşayanları tanker facialarından korusa bile, kanalın çevresinde yaşayanları nasıl koruyacağını anlamış değilim. Kanal yerine, Nabucco’ya ve başka boru hatlarına yüklenilse, Boğaz trafiğinde güvenliği azami artıracak önlemler alınsa, daha akılcı davranılmış olmaz mı, diye düşünüyorum.

Öte yandan İstanbul’un sorunu nüfus yoğunluğu iken, bunu katlamanın manası nedir, anlayamıyorum. Uygar ülkeler, büyük şehirlerdeki nüfus yoğunluğunu azaltmak için devlet dairelerini, büyük işyerlerini, sanayi kuruluşlarını başka şehirlere taşınmaya özendiriyor. Kısacası, 2 yıl süreceği söylenen fizibilite etütleri tamamlandığında, başta doğal çevre olmak üzere çeşitli açılardan uygunsuz olduğu sonucuna varılıp, bu “çılgın” projeden vazgeçileceğini umuyorum. Umutsuz da değilim.

Malumunuz AKP hükümetinin, değilse bile Başbakan Erdoğan’ın bir “çılgın” projesi daha var: Parlamenter sistem yerine bir tür başkanlık sistemini geçirmek ve kendisini başkan seçmek. İtirazlarımı çeşitli yazılarda dile getirdiğim için (son olarak, 8 ve 10 Şubat 2011), bunu niçin “çılgın” bulduğumu burada tekrarlamayacağım.

Diyeceğim şu: Türkiye’nin “çılgın” yani akıl, mantık ve vicdanla bağdaşmayan değil, akla, mantığa ve vicdanlara uygun projelere ihtiyacı var. Türkiye’nin gelecekte dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olmasının yolu ne nükleer enerjiden ne de İstanbul Kanalı’ndan; öncelikle demokratik anayasa ile Kürt sorununu çözmekten geçer. Ekonomi alanında başta gelen akılcı proje de eğitime yüklenmektir. AB Komisyonu’nun yakınlarda yayımlanan raporuna göre Türkiye eğitimde, AB’ye üye ve aday ülkeler arasında en geride geliyor (Bkz. Vatan, 21 Nisan). 21. yüzyılı, bilgi toplumunu yakalamak için, başka her şeyden önce eğitime, araştırma-geliştirmeye yatırım yapmalıyız.

Zaman

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.