Dış Köşe

Çerçöplemek – Dharma

0

Geçen hafta elçilik randevuma giderken erkenden Kızılay’da buldum kendimi ve köşedeki simitçide kahvaltı etmeye karar verdim. “Bir simit ve bir sakallı lütfen”.. Çayı cam bardakta almak isteyince beni alt kattaki oturma alanına yönlendirdiler, ince belli çayımı alıp masalardan birine geçtim. Yan masamdaki kişi belli ki bir kahvaltı tabağı almış, ya acelesinden ya iştahsızlığından bir kısmını tabakta bırakmıştı. Yanlız olmanın ve masamın sütunun arkasına denk gelmesinin yargısız alan özgürlüğü ile uzanıp tabağı kendi masama aldım. Domates, salatalık, maydanoz, bir parça peynir, birkaç zeytin katık oldu simit yanına. Yerken bir yandan kendi kendime gülümsedim beklenmedik kahvaltı keyfiyle, bir yandan da yanımda birisi olsa yapamayacağım bu davranışı yapmanın hafifliğini yaşadım.

5

Çocukluğuma inmem gerekir mi bilmem ama tabakta yemek kalması beni hep çok üzmüştür. Tam da bu nedenle yakın arkadaşlarla çıktığımız yemeklerde bitiremeyenlerin tabakları benim önüme gelip temizlenir. Bu davranışımın arkasında aslında beleşçilik ya da açlıktan çok, ziyan olma haline dayanamamam yatıyor. Ancak öyle zamanlar oluyor ki, kendimi açıklamaya çaba harcamak yerine içim acıya acıya izin veriyorum dolu tabakların masadan kalkmasına.

Biraz uzattım aslında, bugün anlatmak istediğim hikaye bunlar değildi. Yine de bir hikaye daha sokacağım araya :) Geçtiğimiz ay Çerçöp çorbacılar ile yüzyüze tanışma fırsatım olmuştu. Çerçöp çorbacılar, marketlerden, pazarlardan atılmak üzere olan ya da atılmış sebze/meyveler ile yemekler hazırlayarak isteyen ve ihtiyacı olanlara dağıtmak için yola çıkmış bir oluşum. Yurtdışında “freeganism” diye bilinen, aslında tüketim karşıtı ideolojiye ait bu akım, atılmış yiyecekleri toplayarak kaynak kullanımını azaltmayı amaçlar ve gittikçe yaygınlaşan bir hareket. “Çerçöplemek” benim uydurduğum bir terim ama “beleşcilik”ten daha çok hoşuma gittiği için bunu kullanmak istedim.

6

Çerçöp çorbacıların kurucularından Hande ile yaptığımız sohbetler sonrası zaten uzun zamandır aklımda olan bu hareket için kıpırdanmaya başlamıştı içim. Tek yapmak zor geliyordu, beraber yaparız diye konuştuğumuz insanlar olmuştu, ama bir türlü denk gelemedik. Bugün, Hasan’ı dolmuşa bırakmak için pazar yakınına gidip pazarın henüz toplanmadığını gördüğümde “Ben biraz toplayacağım sanırım” dedim. Hasan, ki hep benim en abuk hallerimde bile yargısız varolmuştur yanımda, normalce “Tamam, ben de şuradan birşeyler alıp dolmuşa gideceğim” dedi. Yani birlikte toplamadık ama onun varlığı beni cesaretlendirdi.

Çevredeki dağılmış, ezilmiş, savrulmuş yiyecekleri görünce önce içim cız etti. Sonra ufak ufak sağlamları ayırt etmeye, yerden birşeyler toparlamaya başladım. İlk başta su kenarına varmış bir ceylan ürkekliğinde yaklaştım ilk brokolime. Yavaş yavaş bir sincap rahatlığında portakalları aldım, soğan yığınını karıştırdım elimle, turplardan seçtim. Beni gören bir amca yanına çağırıp portakal verdi, şükranlarımı sunup ayrılırken yanındaki amca torba içine elmalar doldurdu, nar da koydu, arkadaşı da iki nar bir iceberg ekleyerek verdi torbayı bana. “Yanlış anlama kızım bizi bak tamam mı” dedi amca, ben tam emin olamadım neyi yanlış anlayacağımı “Asıl sen beni yanlış anlama olur mu” dedim.. Arada uşuşan “Öğrenci misin” sorusuna otomatik kafa sallamış olmamın ağırlığı hafifçe hissederek bu güzel insanlara “Bolluk bereket dolsun satışlarınız” diyerek vedalaştım.

Elimde iki torbayla toplamaya devam ettim, hop bir siyah turp, ah biraz da pancar!  Şu soğanlar da fena değil! Tam yavaş yavaş dönecekken bir kasadan havuçlar savruldu önüme. “Alabilir miyim bunları?” diye sordum ve onayı alınca toplamaya başladım şekilsizlikleri nedeniyle tercih edilmemiş bu havuçları. Amca hemen “Bırak onları bırak, gel buraya” diyerek bir torba açıp tezgahı yığdı içine! Havuç, turp, marul, maydonoz, roka, tere, taze soğan.. Yine “Öğrenci misin” sorusuna “Evet” dedim, sanki öğrenci değilsem bunu yapmam çok ayıpmış gibi bir his yükselmişti göğsüme. “Bak” dedi pazarcı amca, “her hafta gelip buluyorsun beni tamam mı, lazımsınız siz bize”. Boğazımdaki düğüm ile teşekkür ettim, bolluk bereket dileklerimi ona da iletip yüklendim dönüş yoluma.

7

Tüm yol “Öğrenci değilim yaa, neden öyle dedim, haftaya gidip öğrenci değilim ben amca, kusura bakma diyeceğim” diye içimden yeniden oynadım o anları. Arabam ile görülmemek için hızlı hızlı sürüp gittim. Ruhumda bu güzel insanların bol gönüllülüğünün patlayan neşesi ile suçluluğum dans ettiler. Şu anda halen bir an biri öne çıkıyor, bir an diğeri. Amacım pazarcılardan ürün istemek değil, atılanları değerlendirmek, kendi kaynaklarımı da doğanın kaynaklarını da tüketmemek iken kendimi sorgulamak, insan ilişkileri, ekonomik kalıplarım da nereden geldi yine?

Fark eder miydi “hayır, öğrenci değilim” desem, değişir miydi tavırları? Ben kabul edebilecek miyim öğrenci değilken yerlerden turp topladığımı? Tavırları değişmezdi belki ama, bakışı değişirdi sanki. Ama yine de ben öğrenci olmasam da bunu yapıyor olmayı kabul ediyorum. Yani ilk soruya hayır, ikincisine evet diyorum ve haftaya öğrenci olmadığımı söylemeye niyet ediyorum. Bu soru işaretlerini de bir süreliğine rafa kaldırıp bol yeşilli, bol limonlu, narlı, portakallı salatamı yapmaya gidiyorum.

(Annecim, parasız değilim, sağlığım da keyfim de yerinde, beni merak etme)

Bu yazı cittavritti.wordpress.com/ dan alınmıştır

 

4

 

Dharma

 

 

 

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.