Cehennem varolsun, başka şey istemiyorum – Ümit Kıvanç

Soru basit, cevap ihtimalleri çok çeşitli: Bu, neyin fotoğrafıdır?

6 egemenBagisOylama

Şöyle bir resimaltı konabilirdi buna: “Koca bir toplumun yüzüne tükürülürken…” Veya “Hepimize -haydi nah demeyeyim- nanik yapılırken” de olabilir.

Hayır, İslâmcı muhteremler, yanlış anlamayın, kimse sizden tavır, tepki vs. beklemiyor. Sakın kendinizi faşizan baskılar altında hissetmeyin. Ali İsmail’in katillerine sarılabilirsiniz rahat rahat.

Zaten artık kimsenin size bir şey yapması gerekmiyor. Yapacağınızı yaptınız kendinize. Silemeyeceksiniz, unutturamayacaksınız, düzeltemeyeceksiniz.

Tekmelerle hatırlanacaksınız. Bin dört yüz sene önceki o kısacık Asr-ı Saadet’e dair hikâyenizin yaratabileceği, artık sadece acı bir tebessümdür. İç kaldıran kafa kesme görüntülerinin yüreklerinizi pırpır ettirişini unutalım haydi bir anlığına. Buradaki şu hazin fotoğrafla yaşayacak ve yaşatılacaksınız.
Oylamadan başka sonuç bekliyordum da hayal kırıklığına uğradım, o yüzden bunları yazıyorum sanmıyorsunuzdur herhalde. Umarım… Yüce Türk adaletinin Ali İsmail’in cansız bedenine indirdiği son tekme de beklenmedik bir şey değildi. Hayal kırıklığını, öldürülen çocukların, gözü çıkarılan gençlerin yüzüne bakarak, tâ içimde yaşadım, atlattım. Tedavi oldum. IŞİD’den bu yana, artık sizden bir şey beklememeyi öğrendim. Kalan son saflık kırıntılarımı da Paris katliamının rüzgârı süpürdü götürdü. Hiçbir şey beklemiyorum. Aman ha! Size bişey olmasın…

Çok şey öğrendim sayenizde. Babaannemin tertemiz, adaletçi Müslümanlığından sözettiğimde kızdınız: “Din eve hapsolsun, babaanneninki gibi kalsın, di mi!” dediniz. Hapsolmasın. Dindar olmayan herkesi önüne katıp kovalasın. Kırbaçlasın. Kafa da kesebilir. Sokakta döve döve insan da öldürebilir. Konunun sizinle alâkası yok, kaygılanmayın. Zaten sizinkiler kafa kesmedi ki! Vurdu, döverek öldürdü, yaktı, göz çıkardı. “Yarın bu meydanda cesetlerinizi sayamazsınız!” diye haykırdı. Çoluk çocuğun eline sopa tutuşturup üstümüze saldı. Palayla kadına saldırdı. “Emri ben verdim” diye övündü.

Bir de çaldı. Odalara sığmayacak kadar parayı evlerine istifledi. Eşi görülmemiş bir soygun çarkı dönsün diye, şehirleri mahvetti, ırmakları kuruttu, memlekette ne güzellik varsa bozmaya ahdetti. Kazandı. Ahlâkı gökyüzüne uzanan cam-çelik yığınlarının altında kaldıkça, Süleymaniye’nin önünde arkasında rant tapınakları yükseldikçe kazandı da kazandı. İhale çarkları, olağan hortum mekanizmaları yetmedi, altın kaçakçılığı, saatler, tepsilerde neme lazım rüşvetleri (“proaktif rüşvet”), saklayacak yer bulunamayan parayla mecburen alınan villalar, “kucağımıza oturacak”lar hediye edildi ortamımıza. Süflîydik, hepten sakil olduk.

Bunları dindarlar yaptı. Evet, o kadar basit: bütün bu gaddarlıklar ve düzenbazlıklar dindarların işi. Rüşvet paraları dualarla sayıldı, rüşvetçilere dualarla sahip çıkıldı. Bilumum kirli işlere besmele çekilerek başlandı, inşallahlarla her şey ama her şey eğilip büküldü, memleketin her yeri açgözlü şebekeler kurulup paylaşıldı, sonra namaza gidildi. Ali İsmail’in katilleriyle saf tutmaktan gocunacak kaç kişi çıkar? Hırsızlığı aklayanlarla, Meclis’i, millî iradeyi lağıma sokup çıkaranlarla selamı sabahı kesecek ümmet mensubu kaç kişidir? (Gözünde dolar işaretleri, yüreğinde tahakküm hırsıyla mükâfatlı alçaklık seferine çıkmamış, zalime biat etmemiş Müslümanların sanırım çoğunu tanıyorum, isim isim saysam kaç eksik kalır acaba? Temiz saydıklarımın çoğu da listeden çıktıklarına göre, bu şimdi daha kolay.)

Bu dünyaya hükmetmek, bu dünyanın zevkini tatmak, keyfini çıkarmak, malla mülkle kendini güçlü, mütehakkim hissetmek için, başkalarına boyun eğdirdikçe duyulan sapıkça tatmin duygusu için oldu bütün bunlar. Tahakkümünüz batsın. Zulüm, hırsızlık, yolsuzluk. Dindarlar yaptı. Dindarlar savunuyor. Canhıraş bir savunma telaşıdır gidiyor gazete sütunlarında, televizyon ekranlarında.

Ben, dine ve dindarlara atfettiğim iyilikler, dürüstlükler, en azından kötülük sınırları nedeniyle çok yanıldım, çok ıztırap çektim. Nöbetler geçirdim, titredim, sayıkladım. Çok gördüm, çok dinledim. Riya perdesinin gerisinde, içinizden yükselen alkış seslerini duydum; İslâm sandığınız şey mevziler, topraklar, cariyeler, iş merkezleri, oteller, HES ihaleleri kazandıkça. Gençler, çocuklar öldürüldükçe, gözler çıkarıldıkça, sizin yüreğinizde tel dahi titremedikçe söylediğimden, hissettiğimden, yaşadığımdan utandım. Öyle bir utanç ki bu, yaratıyor yaratıyor ortalığa yayıyorsunuz, hepimiz boğuluyoruz bu utançla; bir tek size bir şey olmuyor. Sizin tavır göstermeniz gerekmiyor, siz sorumlu değilsiniz, üstünüze gelenler emperyalistler gibi davranıyor, muazzam faşizan baskılar altında çile çekiyorsunuz. Halbuki ne kadar mazlum ve mağdursunuz. Şu fotoğraftaki kadar saf, temiz, mazlum ve mağdursunuz.

Ateşim düştü. Nöbet geçti. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Hepimiz kaybettik. Dindarlık tarafını seçti. Sahiden, şu fotoğraftakisiniz işte.

Mütehakkim sahtekâr laikçiler sizin layığınızdır. Üçkağıtçı müteahhitler layığınızdır. Faşist polis şefleri, gizli dümenlerin kalpsiz yürütücüleri, ajanlar, layığınızdır. Darbeci dolapçı generaller layığınızdır. “İdealist subay – üçkağıtçı politikacı” piyesi tekrar sahnelenebilir. Adaleti tam da canevinden, aranacağı, bulunamayacağı yerden, bulunamadığında hepimizi yaralayacağı yerden vuran hizmetkâr savcılar, yargıçlar layığınızdır. Ali İsmail’in katillerini kucaklayan güruh sizindir; buyurun. “Yol ver geçelim…”ciler, komşusunu kesen, çocuğuna insanların yakılışını seyrettirenler layığınızdır. Adnan Oktar’ın kedicikleri layığınızdır. Akit layığınızdır. Doğru dürüst hapse sokmamak için özel otel kurduğunuz Mehmet Ağar layığınızdır. Nihayet kucaklaştığınız Doğu Perinçek, layığınızdır.

Kendi kendinize atfettiğiniz saflık, duruluk, arılık, şu anda dünyanın en pespaye yalanına dönüşmüş bulunuyor. Plakası sökülmüş polis aracı kadar masum ve temizsiniz ancak. Şu fotoğraftaki kadar. Buna karşılık pişkin pişkin dolaşıyorsunuz ortalıkta. Sizi Müslümanlığa Allah tayin etmiş, seçmiş, sizin işleyeceğiniz günahı baştan affetmiş. Çift okeyiniz doğuştan “verilmiş”, zarınız doğuştan düşeş.

İşte bu yüzden şu yukarıdaki, yalnız sıradan bir günahkârın hepimize küfür ve hakaret etmesinin değil sizin kendi suçlarınız karşısındaki pişkinliğinizin resmidir. Egemen Bağış layığınızdır.

Çok fena şeyler yaptınız kendinize. Bize yaptıklarınız, yapacaklarınız, bunların yanında hiç kalır. Aç çocuklar çıplak ayaklarını soğuğa batıra çıkara yavaş yavaş ölüme yürürken milyonluk Mercedes’lerde gezen din âlimleri, layığınızdır. Helâl saray olmaz; o koskoca haram abidesi layığınızdır.

Hayalim şudur: Kabul etmediğimiz için bizi ezmek istediğiniz her şey gerçek olsun, Allah öbür dünyaya geçen her kuluna, günahına sevabına göre muamele ediyor olsun. Cennet, ama öncelikle, özellikle cehennem varolsun.

Cehennem varolsun, başka bir şey istemiyorum.

______________________________

(NOT: Bu fotoğrafı Al Jazeera Türk‘ten Zeki Öztürk çekmiş. Eline sağlık.)

Bu yazı riyatabirleri.blogspot.com.tr/ den alınmıştır

Ümit Kıvanç

 

Ümit Kıvanç 

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR