Yeşeriyorum

Bütün çocuklar size zarfsız kuşlar gönderecek – Zeynel Özgün

0

“…

gülümsemeleri

serin dağ yelleriyle savrulan

kavruk yüzlü

haylaz çocuklar ülkesine adanmış

hüzünlü bir şarkıdır hayat…”

Bir yıl daha yaşasalardı, bugün bıyıkları terlemiş delikanlılar olarak toprak damlı evlerin küçük pencereli karanlık odalarında derin ve yorgun bir uykuda, gelecek günlere dair düşler kuracaklardı.

Bir yıl daha yaşasalardı, bugün belki de yeni doğacak çocuklarının kırılgan gelecekleri ile ilgili uzun ve koşturmalı bir telaşın içinde olacaklardı.

Bir yıl daha yaşasalardı, haylaz çocuklar ülkesinde ölüm bu kadar yakın ve soğuk, hayat ise hüzünlü bir ağıt gibi bu kadar ağır ve bu kadar iç kanatıcı olmayacaktı belki.

Üzerinden bir yıl geçmiş olmasına karşın her dokunulduğunda tuz basılmış derin ve taze bir yaranın keskin sızısı gibi canlı duran bu acının tarifini yapabilmek çok da kolay olmuyor aslında. Ve belki acıların en büyüğü ise bir yıl önce bir akşam vaktinde Roboski’de öldürülenlerin, aradan geçen bu süre içinde her gün başka bir şekilde defalarca yeniden öldürülmesi oldu.

Bilinenleri hatırlamakta, hatırlananları unutmamakta, unutturmamakta fayda var. Bir yıl önce, savaş uçakları tarafından akşam saatlerinde bombalanarak parçalanan otuzdört silahsız köylünün, anneleri, babaları, çocukları, kardeşleri ve bütün sevdikleri için kocaman bir “hayat” olan hikâyeleri, ya tazminat konusu haline getirildi, ya kaçakçı ilan edilerek öldürülmelerine haklı bir zemin yaratılmaya çalışıldı, ya “bu olayı terör örgütü gündemde tutuyor” türünden -üstü kapalı bile olmayan- tehditlerle gündemden düşürülmeye çalışıldı. Öldürülenlerin aile bireylerinden bir kısmı ardı ardına göz altına alınarak gözdağı ve tehditler sistematik ve kesintisiz olarak sürdürüldü.

Cinayetlerin Ankara dehlizlerinde kaybolmayacağı yönünde verilen sözlerden hemen sonra kurulan komisyonlar yaptıkları araştırmada, bir yıldan beri otuzdört silahsız Kürt köylüsünün Roboski’de öldürülmesi ile ilgili olarak uzunca bir süre herhangi bir sonuca ulaş(a)madılar!!!

Son günlerde alt komisyon başkanı, hazırlanan raporun açıklanması için koşul olarak “şartların normalleşmesi” durumunu ifade etmiş. Otuzdört köylünün öldürülmesi olayı ile ilgili bir “normalleşme” nasıl beklenebiliyor bunu anlamak mümkün değil. Bu komisyon başkanının hiçbir yakını savaş uçaklarından atılan bombalar ile parçalandı mı acaba? Çocuğu veya bir yakını bombalanarak parçalansaydı bu komisyon başkanının hayatı hiç normalleşir miydi? Komisyon başkanı ne kadar süre sonra otüzdört silahsız insanın öldürülmesi ile ilgili şartların normalleşebileceğini düşünmektedir acaba? Komisyon başkanı “normalleşti” deyince otuzdört hayatın sona ermiş olması gerçeği, sadece sayısal bir istatistiğe mi dönüşecek ve her şey hemen “geçmiş” mi olacak?

Komisyon başkanı aradan geçen bir yıla baktığında neleri görüyorsa, bundan sonra bunlardan başka bir şey beklememelidir. Bu bir yıl içinde normalleşme olmadıysa, son bir yıl içinde olan biteni değiştirmeden normalleşmeyi beklemenin mümkün olmayacağını da görmelidir.

Çünkü;

Aradan geçen bir yıl, yarayı daha fazla kanatmaktan başka hiç bir işe yaramadı.

Aradan geçen bir yıl, öfkeyi büyütmekten başka hiç bir sonuca yol açmadı.

Aradan geçen bir yılda, öldürülenlerin nerdeyse her gün yeniden öldürülmesi anlamına gelecek, yaklaşımlardan başka hiç bir şey yapılmadı.

Aradan geçen bir yıl, umutsuzca da olsa yerine gelmesi beklenen adaletin gerçekleşememesinin yarattığı düş kırıklıklarından başka hiç bir şey yaşatılmadı. Emir verenler açıklanmadı, suçlular yargılanmadı.

Aradan geçen bir yılda, Roboski’li annelerin, babaların, kardeşlerin ağıtlarından başka hiç bir şey duyulmadı.

Aradan geçen bir yıl içinde Roboski’de bir dakika bile normal bir hayatın yaşanmış olması mümkün değildir.

Uzun uzadıya tespitler yapmak, bitirilmiş otuzdört hayatla ilgili sahici duygular yaşanmasını sağlar mı bilemem. Oysa ben, sadece bir annenin veya bir babanın hissettiklerini anlayabilmenin böyle bir acıyı sahici olarak anlamaya çok az da olsa katkısı olabileceğini düşünüyorum.

Az da olsa, o “Meçhul Öğrenci Anıtı”ndaki annenin ve babanın söyledikleri, bu acıyı anlayabilmeye bir tercüman olabilir belki de:

“…

Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor

Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:

Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım

O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik

Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazdırmıştır:

Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler…”

Belki de Roboski’li çocukların hikâyesine dair en sahici tespittir:

“Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında

Bir teneffüs daha yaşasaydı

Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür

Devlet dersinde öldürülmüştür…”

Ve yine belki de, Roboski’li çocukları, sınıf arkadaşlarına en sahici mektuplarıdır:

“…

Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır

Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek…”

 

 

Zeynel Özgün

 

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.