Çok önemli bir mesele olduğunu düşünmüyorum ama konu hakkında yazılıp çizilenler, şu yumurta hadisesi üzerine birşeyler söylemeyi gerekli kılıyor.
Baştan belirteyim: Roni Margulies’e yumurta, boya vb atılmasını doğru bulmuyorum. Roni Margulies, isminde “devrimci”, “sosyalist”, “işçi” sıfatları geçse de bir süredir AKP’ye soldan destek misyonu üstlenmiş (gerçi ıslak sabun gibiler; şu aralar daha ziyade ‘soldan’ konuşuyorlar… referandum sürecindeki pozisyonlarını telafi çabası olsa gerek), faaliyetleri Beyoğlu semtiyle sınırlı bir partinin önde gelen mensuplarından… Dolayısıyla devrimci gençlerin protesto etmesini gerektirecek biri değil. Üstelik söz konusu protestolar, haketmediği bir önemin atfedilmesine sebep oluyor. Hasılı gereksiz bir iş.
Margulies’e Çanakkale’de düzenlenen protestonun ardından daha ziyade Margulies gibi düşünen çevrelerden tepki geldi. Tepkiler arasında bir imza kampanyası da var. İmza metninde gençlerin protestosu “saldırı” olarak ifade edilmiş ve kınanmış. Merak ettiğim şu: Bildiriyi imzaya açanlar, “…Düşünce engellenemez. Bizler aşağıda imzası olanlar; kimler tarafından ne amaçla yapılırsa yapılsın Roni’ye yönelik saldırıyı kendimize yapılmış sayıyor ve kınıyoruz” diyerek tepkilerini neden Roni Margulies ile sınırlı tutmuşlar? Margulies’ten kısa süre önce benzer bir protesto Burhan Kuzu’ya, ondan biraz önce de Egemen Bağış’a yapılmıştı. Bu çifte standartın nedenini merak ettim. Ortada bir “saldırı” varsa, bu iktidar sahiplerine yönelik olunca meşruiyet mi kazanıyor? Ya da iktidarın politikalarını sahiplenenlere yönelince mi “şiddet”e dönüşüyor? İnsan hakları savunusunun ilk koşulu, senden farklı düşünenin hakkına sahip çıkmaktır. İmzacılar, “düşünce engellenemez” demişler ama kendilerinden olmayanın (Kuzu’nun) “düşüncesini ifade etme hakkını” sahiplenmeye yanaşmamışlar. İroni yaptığım sanılmasın, gerçekten bu konuda ne düşündüklerini merak ettiğim için soruyorum. Tabii verilecek cevaba karşı kendi cevap hakkımı saklı tutarak.
* * *
Tek tepki imza kampanyası değildi. Çok sayıda köşe yazarı da konuyu ele aldı; Margulies’e yönelik protestoyu ağır bir dille eleştirdi. Sağdan gelenler bir yana solda olduğunu söyleyenlerden iki örneğe bakalım. (Örnekler çoğaltılabilir ama yerimiz dar.)
Baskın Oran, Burhan Kuzu’ya yönelik protestonun ardından öğrencilerine sahip çıkan öğretim üyelerini deyim yerindeyse ‘fırçalıyor’. Bunları şımartırsanız “bugün yumurta atanlar yarın taş atar” diyerek Kuzu’nun yakın tarihi okuma yöntemiyle ortaklaşıveriyor. Bildiğimiz o kof “kışkırtılan, kullanılan gençlik” edebiyatı… Devam ediyor, “Böyle ‘devrimci, antiemperyalist gençler’ varken faşistlere ne gerek var?” deyip yaşına, tecrübesine ve bilgisine yakışmayacak bir demagojiye girişiyor: “Bu ‘ulusalcı sosyalist’ öğrenciler bunca sivri yazar varken neden Margulies’e saldırdılar? Sakın Yahudi olduğu için olmasın? Hrant niçin seçilmişti?”
Biliniyor, bahsi geçen gençler, Gençlik Muhalefeti ve Öğrenci Kolektifleri, Hrant’ın katledilmesi karşısında yükselen protestonun en önündeydiler. Hâlâ öyleler. Olup bitenin Margulies’in yahudiliğiyle en küçük bir ilgisinin olmadığını aslında Baskın Oran da en az Roni Margulies kadar iyi biliyor. Ucuz bir davranışla protestocu gençleri ve onlara destek verenleri faşistlerle aynileştirerek köşeye sıkıştırmaya çalışıyor.
Benzer bir demagoji de Mithat Sancar’dan geldi. Sancar da Margulies’e yapılan protestoyu Ahmet Kaya’ya yönelik linç girişimiyle özdeşleştirdi. “Seni (Ahmet Kaya’yı) linç etmeye kalkanlar, kıyafet değiştirerek Roni’ye yöneldiler şimdi de. Sana çatal atmışlardı, Roni’ye ise yumurta ve boya. Irkçılık bataklığından besleniyorlar hepsi de!”
Biri seçimlerde solun bağımsız adayı, diğeri BirGün’ün eski yazarı iki profesörün bir zamandır girmiş oldukları yolda geldikleri noktaya bakar mısınız? AKP yöneticilerinin devrimci gençlerle ilgili “Ergenekon bağlantılı” iddiasını daha ileri taşıyıp “ırkçı”, “faşist” diyorlar. Bundan sonra nerelere savrulacaklarını tanrı bilir.
* * *
Peki bu öfkenin sebebi ne ola ki?
Türkiye’de birkaç yıldır sol siyasetten devrimci düşünceleri tasfiye etme çabasına tanık oluyoruz. Bu sürece en büyük desteği, bir zamanlar bu düşünceleri temsil etme iddiasında olan kişiler verdi. Devrimcileri küçümsediler, aşağıladılar… Globalleşen dünyayı anlamayan cahil ve hödük sürüsü muamelesi yaptılar. Ama olmadı. Olmuyor. Devrimci gelenek en zayıf düştüğü anda bile inatçı ve genç bir kuşak tarafından yeniden sahipleniliyor. Onlar ise iktidarın gölgesine sığınmış olmanın itibarsızlığıyla başbaşa kalıyorlar. Paylarına düşen, her gün bir televizyon kanalında boy gösterip çok ciddi adamlar olarak sağa sola akıl vermeye devam etmek. Onlar da biliyor: Sözlerinin, emeğin mücadelesini veren çevrelerin, örgütlerin, partilerin, sendikaların nezdinde artık hiçbir değeri yok. Bu hazin sonu sindirmek kolay olmasa gerek.
Gideni tutan yok. Ama giderken dönüp dönüp küfür etmeyin.
(Birgün Gazetesi)