Vicdani retçi Halil Savda’yı yine tutukladılar. Bu kez Doğubeyazıt Kapalı Cezaevi’ne attılar.
Suçu aynı: Halkı askerlikten soğutmak.
Son olarak 1 Ağustos 2006’da İstanbul’da İsrail Konsolosluğu önünde yaptığı basın açıklamasında soğutmuş halkını askerlikten.
Bu konuşma nedeniyle çarptırıldığı beş ay hapis cezası kesinleşince, geçen hafta bir sabah kaldığı otelden alınıp götürülmüş.
Halil, büyük suçu işlediği gün İsrail’in Lübnan’ı işgaline tepki amacıyla yapılan basın açıklamasında İsrailli vicdani retçiler Itzik Shabbat ve Amir Paster’e destek vermişti.
Halil Savda, askere gitmemek için 1996 yılından beri direniyor.
Hem de bir adım geri çekilmeden… Bilmeyenlere, kendisiyle yeni tanışanlara kısa bir hayat hikâyesi kendi ağzından:
“1974 Şırnak/Cizre Kocapınar Köyü doğumluyum. İlkokul okudum. 1993 yılında 1 ay Cizre ve Şırnak nezaretlerinde gözaltında kaldım. O zaman yoğun işkenceler yapıldı. PKK’ye yardım yataklık suçundan Diyarbakır DGM’de ceza aldım. 1996 yılının başında tahliye oldum. 1996 mayısında askere gittim. Manisa Batıkışla’da. Dağıtımdan sonra gitmedim. 1997 yılının kasım ayında Mersin’de PKK’ye üye olmam dolayısıyla gözaltına alındım. Adana DGM’de 15 yıl ceza aldım. Yeni TCK ile tahliye edildim. Tahliye edildiğim 18.11.2004 tarihinde askeri firar olmam nedeniyle Antep Şehit Kamil Jandarma Karakolu’na kelepçeli götürüldüm. Orada 6 gün tek başıma nezarethanede tutuldum. Yatak yoktu. Bir bank, 4-5 askeri battaniye vardı. İçeride ailemle defalarca görüşme istemime rağmen izin verilmedi. 25.11.2004 tarihinde Tekirdağ’a götürüldüm. Ertesi gün firar suçundan dolayı Çorlu/Tekirdağ Askeri Savcılığı’na götürüldüm. Savcılıkta vicdanen ve inanç bakımından askerlik yapabilecek durumda olmadığımı söyledim. Orada çok kısa konuştum. Ondan sonra 8. Mekanize Piyade Tugayı Disiplin Cezaevi’nde 8 gün kaldım. Tecrit odasında tutuldum. Tek battaniyeli, bir askeri battaniye uzunluğunda bir yer. Sonra götürüldüğüm Beşiktepe Kışlası’nda vicdani retçi olduğumu açıkladım. Yine Tugay Komutanlığı’na yazdığım bir dilekçe oldu. Orada:
1) 1993 yılında gözaltına alındığımda gördüğüm işkencelerden ötürü vicdanen askerlik yapamayacağımı,
2) Ordunun ve askeriyenin benim hümanist, özgürlükçü düşüncelerimle ve yaşam tarzımla bağdaşmadığını belirttim.
Yine Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) imza attığını, AİHS’nin 9. maddesinin vicdani ret hakkını tanıdığını, ancak Türkiye’nin bunu iç hukukuna almadığını, bunun da AİHS’ni ihlal olduğunu, bana AİHS’nin ilgili sözleşmesine uygun bir muamelenin yapılmasını istedim.”
Halil Savda, kendisiyle söyleşi yapıp yayımladığı için hakkında 21 yıl hapis cezası istenen gazeteci Birgül Özbarış’a destek için yapılan bir basın toplantısında da açıkça, lafı hiç dolandırmadan devletinin yüzüne çarpıyordu: “Halkı askerlikten soğutmak hayırlı bir iş. Hayırlı olmayan şey, halkı askerliğe ısıtmaktır. Toplumsal barış için ve bu ülkeye barışın tesis edilmesi için halk askerden ve askerlikten soğumalı, soğutulmalı.”
21 Aralık 2006’da çıkarıldığı ilk duruşmada da asla boynu bükük değildi. Vicdani ret açıklamasında bulunmuş bütün yoldaşları gibi… Ülke gibi, Tarhan gibi, Bal gibi… Ve diğer her biri gibi… Utanç verici 318. maddeye karşı, derdini anlamayanlara haykırıyordu:
“Askeri savcının hakkımda verdiği firar iddiası doğru değildir. Firar suçlamasını kabul etmiyorum. Ben firar etmedim, kaçmadım. Ben sivilim, asker değilim. Asker olmayı kabul etmiyorum. Bu gerçeğe rağmen bana halen asker muamelesi yapılıyor. Bu, uluslararası sözleşmelere, evrensel hukuka ve özgür iradeye bir saldırıdır. Israrla ‘sen askersin’ dayatması bir zulümdür. Bütün bu gerçekler ortada iken, askeri savcının firar suçlaması ve mahkemenizce yargılanmam, Türk demokrasisinin ve yargısının bir utancıdır. Ben psikiyatri tedavisini kabul etmiyorum. Doktorlarla da özel görüşmeyeceğim. Mahkeme tarafından böyle karar verilse de doktorun hiçbir sorusuna cevap vermeyeceğim.”
İkinci duruşmada da bir şey değişmeyecekti. Çorlu 5’inci Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi, Halil Savda’nın askerliğe elverişli olup olmadığının tespiti için psikolojik ve fizyolojik adli rapor talebinde ısrarcıydı. Savda da muayene olmayı reddettiğini yineledi.
Ama biliyorsunuz, daha o zamanlar askeri vesayetten kurtulamamıştık, sevgili okur. Polis, jandarma ve adli tıp burnumuzu sürtebilmek için her şeyi yapabiliyordu o karanlık günlerde.
Nitekim 17 Ocak 2007 günü koğuşuna giren askeri inzibatlar, Savda’yı doktora götürmek istediklerini bildirdi.
Savda, “Karara itirazım var. Ben psikolojik olarak kontrolden geçmeyi reddediyorum. Ben vicdanen askerlik yapmak istemiyorum. Ben sakat ya da hasta değilim. Çürüğe ayrılmak istemiyorum. Bir vicdani retçi olarak askerlik yapmayı reddediyorum, bu nedenle beni doktora götürmenizi istemiyorum” diye karşılık verdi. Askeri inzibatlar üzerine çullandı ve Halil’i sürükleyerek hastaneye götürdüler.
Ah bu kirli memleketin kirli jandarmasını, kirli yargısını, kirli tıp adamlarını eğitmek tabii ki ona kalmıştı.
Savda hastanede kendisini muayene etmek isteyen doktorları, “Tıp etiği açısından yaptığınız doğru değildir. Beni iradem dışında muayene edemezsiniz” sözleriyle uyarıyordu. Oradaki doktorlar, besbelli etiği kendilerini asla bağlamayacak milli düşman belliyordu. Halil’i zor kullanarak muayene ettiler. Sonra mahkeme tutuksuz yargılanması kararı alınca Tekirdağ Beşiktepe 8. Mekanize Tugayı’na gönderildi, disiplin koğuşunda işkence gördü. Avukatlarına ulaşamadı. 5 gün açlık grevi yaptı. Çıplak taş üstünde hücrelerde yatırıldı. Ağır dayak yedi.
6 ay sonra serbest bırakıldı. Sonra, 2008’de tekrar tutuklandı. Çünkü vicdani retçiler arasına yeni katılan, yıllar boyu işkence görmeyi göze alarak bu direnişe güç veren yoldaşlarını desteklemek için meydanlardaydı. “Herkes bebek doğar” diyordu.
Ne korkunç bir felsefi önerme, değil mi?
Şimdi 2006’daki bir konuşması yüzünden bir kez daha hapishanede.
Bu memlekette siyasetin ve genel olarak hayatın askeri vesayetten kurtarılmışlığına şükredip bizim gibi münafıklara sövenlere sormak gerekmez mi?
İki paşanın tutuklanmasıyla militarizmin beline kazma vurulabiliyor mu?
318 gibi bir madde hâlâ duruyorken “Askere gitmeyin” dediği için ve yalnız bunun için bir insan daha hapiste çürütülüyorken, nasıl bir sivil tepki göstereceksiniz?
Bu devlet, vicdani ret hakkını kabul etmek zorunda. Daha fazla can yakmadan. Çünkü sonu gelmeyecek hiç kimsenin askeri olmamak için her şeyi göze alanların. Çünkü onlar biliyor.
Ben de hep tekrarlıyorum:
Gün gelecek, insanlık tarihinin yeniden yazımında kahramanlıklarıyla göğsümüzü kabartanlar; arkalarına adsız şehitlerin dev gölgesini almış, savaşlarda kazandıkları madalyalarla göğüsleri süslü, omuzları apoletlerle ağırlaşmış muzafferler olmayacak. Tarihin şu insana dar gelen loş döneminde her şeyi göze alarak vicdani ret hakkını savunan; direnişleriyle insana ve vicdana selam yollayanlar olacak.
Yıldırım Türker – radikal