Hafta SonuManşet

Ben çilek olmaya karar verdim – İbrahim Baran Kurt Gündüz

0
Atitlan Gölü

Daha tatlı, daha sulu, daha renkli, daha kokulu olacağım.

Arzunun Botaniği isimli muhteşem kitapta, elmanın tatlılığını kullanarak tohumlarını dünyaya yayma hikayesi anlatılıyor. Lale aynısını güzellikle yapıyor. Marihuana sarhoşluk/aşkınlıkla, patates ise kontrol duygusunu ve karınları doyurarak. Kendilerini baskın tür olan insanlara cazip kılarak tohumlarının dört bi yana yayılmasını sağlıyorlar. Kitabı yıllar önce okuduğumda çarpılmıştım. Anladıklarımı, aynı dönemde okuduğum Ekoloji (cep rehberi) isimli diğer muhteşem kitapla birleştirince dünyadaki yerimi kafamda bayaa bi oturtmuştum. Cansız canlıdan, ilk canlılar sonraki canlılardan daha bilgeler. Ben bu dünyanın en genco türünün bi üyesiyim. Aklım varsa, taştan, sudan, bakteriden, bitkiden, mantardan, hayvandan öğrenir, öğrendiklerimle evin küçüğü olmanın tadını çıkartırım.

Hayattaki en büyük rehberim, çocuğum, kardeşim, dostum Fıstık öldü malum 4 Şubat’ta. Neredeyse 19 sene boyunca öğrettiği dünyalar kadar şeyi, geçişinde öğrettikleriyle parlatıp, mühürledi sağ olsun canımın içi. O kadar güzel veda etti, o kadar güzel kazıdı ki kalbime geçiciliği, yaslar ve bırakamamalar anlamlarını yitirdiler benim için. Babamın mezarına ellerimle gömdüğüm şey Fıstık’ın bedeninden çok daha fazlasıydı.

Fıstık ile birlikte

Kendimi bildim bileli, hadi 5 yaşımdan başlasın süreç, bütün kızlar beni öpsün, bütün oğlanlar da benimle maç yapmak, oyun oynamak istesin, aslanım benim desin diye çabalıyorum. Hayatımın en kısa özeti budur diyebilirim.

Son derece romantik bi çocuk olarak, bu öpülme sürecini, pek bilindik senaryolar çerçevesinde hayal ettim ve yaşadım. En muhteşem kızı bulacağım, deli gibi aşık olacağım, o da bana deli gibi aşık olacak, sonsuza kadar mutlu yaşayacağız. Ailemin, toplumun, tüm filmlerin, kitapların, şarkıların özendirdiği, cennete giden tek yol. Tüm kelimesi haksızlık olmasın diye, yüzde 99 ifadesini kullanayım hadi. Bu yolda, bi kişiden ötesini sevmek “sadakatsizlik”tir, “yıkım” getirir. Ayrılık yıkımdır. Geçicilik yıkımdır. Ölüm yıkımdır. Mutlu sona tek yolla ulaşılır. Ulaşamamak yıkımdır.

Vallahi hep bu yoldan yürüdüm ben. Bildiğim kadar yaşıyorum en nihayetinde. Senaryoya hep bağlı kaldım o yüzden. Muhteşem tanımına uygun bi kız mı gördüm, kendi yöntemlerimle peşine düştüm. Karşılık bulamadıysam bi yıkıldım. Tarumar oldum. Karşılık bulduysam bi göklere yükseldim önce. Dünya toz pembe bi yere dönüştü. Valsler kuş seslerine karıştı. Hayaller havada uçuştu. Sonra tez zamanda dev beklentiler başladı. Her şeyimi tatmin etsindi o muhteşem kız. Aşırı zeki ve komik olsundu, hep benimle oynamak istesindi, hep istekle sevişsindi, gözü benden başkasını görmesindi vs. vs. Tabi ben de aynı dev yükün altına girmeliydim. Her şey olmalıydım. Her şey ve her şeyin en iyisi. Beklentilerimi karşılayamadığı ya da beklentileri karşılayamadığım günler geldiğinde kıyaslar başladı. Onun diğer kadınlarla kıyası, benim diğer erkeklerle kıyasım, ilk günlerimizin sonraki günlerle kıyası, kadınlarla erkeklerin kıyası.. Karşılanmayan beklentiler ve kıyas kaybetme korkusunu getirdi. Kaybetme korkusu zaten her zaman “korkusu” kısmının düşmesi ve “kaybetme” ile sonuçlanıyor. Doğa kanunu gibi bişe bu.

Evrende hiçbişeyin kaybolmadığı, her şeyin sadece dönüştüğü ayı gibi açık olmasına rağmen ne dramlar ne arabeskler yaşadım. “Dünyanın en büyük aşkı” nasıl biterdi. Bitmemesi için dibini dibini kazımalı, “en sevdiğim”le konuşamayacak hale gelene kadar kanırtmalıydım. Bi gün olamayacağını anladığımda da yıkımlardan yıkım, cehennemlerden cehennem beğenmece. Yıllarca yas tutmaca.

Yaşadığım herhangi bişeden gram pişmanlık duymuyorum. Benim yolum, benim sınavım bu. Aşk ve ölüm en büyük öğretmenler benim için. (Ta..aklı bi doğumun kahramanı olmadım henüz, bilemiyorum kafasını.) Canımın en çok yandığı anlarda bile kalbimi kapatmak yerine büyütmeye gayret etmemin motivasyonu bu oldu. Aynı bakış açısıyla da olsa, hep daha güzel, daha ince, daha zarif, daha dolu dolu sevmeye çalıştım. Hiçbişe boşa gitmedi. Her tercih bu adamı getirdi. Ki bayaa seviyorum kendisini.

Amma velakin.. Fıstık’ın geçişiyle açılan kapı beni kendimce daha gerçek bi aleme taşıdı. Başta kendi kutsallarım olmak üzere tüm kutsallara sırıtası olan birine dönüşüyorum günbegün. Beni sadece gerçeğin kurtaracağına inancım sonsuz. Yatağa yattığımda kendimi ikna edemediğim hiçbişeyi sürdürmemeye bayaa kararlıyım. Kalbim ne derse o olacak. Hz.Muhammed’in “bi elime güneşi, öbürüne ayı verseler..” şeklinde bi resti var ya hani, normal vatandaş olarak bayaa anlıyorum artık kendisini. Fıstık’la birlikte bissürü sürüncemedeki zımbırtı da öldü içimde. Böylece kimsenin bişesi, hiçbir kalıbın nesnesi olmamaya karar verdim. Kendimi bildim bileli “kıymetlimsss” şeklinde takılıyor, dağlara taşlara da yüzük sahibi olmanın propagandasını yapıyordum. Attım a.ına kodumun yüzüğünü sonunda lavların arasına. Oh be. Atar atmaz sevgi doldu her yerim. Hindistan’a yüzüksüz, kalıpsız, ne verirse almaya teslim halde gittim.

Hindistan

Eskiden bi kadınla muhabbet derinleşmeye başlayınca gerilirdim ufak ufak. (Ki, kadın-erkek, uzun zamandır havadan sudan konuşmayı bıraktım. Bana ne ulan üstünüze yapıştırdığınız etiketlerden. Kimsiniz, hikayeniz ne, ne hissediyorsunuz, onu merak ediyorum ben.) Çünkü belli bi çıplaklığa ulaşınca ister istemez öpesim geliyor kadınları, aşırı güzel oldukları için. Dudaklarım yerine gözlerimle, kelimelerimle, gülüşümle öpüyorum çoğu zaman. Bi kadının mülkü olup diğer kadınları öpememek çok üzücü. Bi kadını öpünce başka bi kadının ya da erkeğin üzülmesi de çok üzücü. Kendi üzülmelerimden, yaralanmalarımdan bildiğim için uzak duruyorum yıllardır kalbimin istediklerinden. Ve yine eskiden, erkeklerle örtülü, örtüsüz bi rekabet içinde yaşardım. Erkeklerin çoğunluğu kendini doğrudan ifade etmediği/edemediği için genelde örtülü olur bu durum. İki avcı birbirini eyler, çeşitli üstü kapalı anlaşmalar yapar, bi yandan da gözleri, akılları avdadır her zaman. Rekabetin, “ekmek kavgası”nın olduğu yerde güven bi noktanın ötesine geçemez. Birbirini parlatmak yerine, gölgelemek, yer yer aşağı çekmek esastır. Çünkü hepimiz tohumlarımızı en geniş ölçekte yaymanın peşindeyiz.

“Kimse benim olmasın, ben kimsenin olmayayım, isimsiz, kalıpsız, sadece çok seveyim” kafasıyla yaklaşınca ışık hızında dönüşmeye başladı kurduğum ilişkiler. 1 sene önce benim olsunlar diye çıldıracağım, tapılası kadınları sadece gülümsetmek, mutlu etmek istedim. Başka erkekleri öpmelerini, gözlerinin içleri aşkla parıldar halde gülmelerini sırıtarak izledim. Sadece parlatmak istedim renklerini, ışıklarını çoğaltmak istedim. Ve yaptım da çok şükür. Biraderlerimi (brother’ı güzel karşılıyor bence) gram dışarıda tutmadım. Ortamlarda önceliği kadınlara vermedim. Her ruha denk saygı duydum, denk sevgi ve şefkat gösterdim. Bi birader hikayesini anlatırken, çevremde olan güzel kadınların bi ayrıcalığı yoktu, her şeyimle dinlemeye, paylaşmaya devam ettim. Avlanma refleksinden sıyrılmış, koşulsuz sevildiğini hisseden kadınların çiçek açışlarını izlemek her hücremi yeniliyor, iyileştiriyor sanki. Rekabet hissinden sıyrılmış, yine koşulsuz sevildiğini hisseden erkeklerle kana kana oyun oynayabilmek her güne daha mutlu uyanmamı sağlıyor resmen. Aşkı yaymak, aşka sahip olmayı bine katlar, net. Koşulsuz sevmek, beklentili sevmeleri si.er atar : D

San Marcos, Guatemala’da oturduğum kumsalda bi gece manzaram şöyleydi.. Önümde masalsı Atitlan Gölü, arkasında mıknatıs gibi kendine çeken 3 adet yanardağ, gökte dolunay, arkamda orman, ve bi saatten sonra ortaya çıkan yüzlerce ateşböceği. Hangi birine bakacağımı şaşırdığım bi an fark etmiştim, birini seçip diğerlerinden vazgeçmenin anlamsızlığını. Bazılarına daha çok hasrettim belki, daha uzun baktım o yüzden. Hiçbirini diğerinden güzel bulmadım ama. Hiçbiri benim olsun da istemedim açıkçası, aksine herkes tadını çıkarsın istedim güzelliklerinin. O zaman hissettim şu an hissettiklerimi ilk kez. Aynı yolda yürüyesim, duvarlarıma biraz daha kafa atasım varmış lakin. Sindirmek için bi aşk, bi ölüm daha yaşayasım varmış. Biraz Hindistan, biraz vipassana lazımmış.

Atitlan Gölü

Avlanmayı bıraktım diye tohumlarımı saçmaktan vazgeçtiğim sanılmasın. Sözlerim, gülüşüm, spermlerim eskisinden çok daha ferah yayılmaktalar. Çok daha hafifçe öpülüyor, görülüyor, seviliyorum. Beni öpen, bi başka ben olan bi biraderimi de öpsün, artık bundan kaygı diil, mutluluk duyuyorum. Kaldı ki, her yer sadece benim tohumlarımla çiçeklenmesin. Ne o öyle, devletin diktiği çam ormanları gibi, monokültür sucks. Kalbim cendereye girecek, başına muhtar oturtulacak bi arkadaş diil, ben denedim, kendisi ısrarla kustu, ben de yolumu bi minik kaydırıverdim. Tüm evrenle birleşebilmem için minik ayrılıklar, her şeyin parçası olabilmem için minik kayıplar yaşamam icap ediyordu. Yaşayınca, ayrılık ve kayıp diye bişeler olmadığını da fark ettim, kafamda soru işareti kalmadı. Herkesin çeşit çeşit yollarına, verilmiş sözlerine, enerjiyi dönüştürme biçimlerine saygıyla, kendi yolumda efil efil yürümeye devam edeceğim bakalım.

Conquistador gitti, çilek geldi. Çileğe rağbet bol, çilek kafası temiz :D

Bu yazı, yazarının da onayı ile sosyal medya hesabından alınmıştır

 

 

 

İbrahim Baran Kurt Gündüz

baranikodeniyor.wordpress.com/

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.