Hafta SonuManşet

[Babil’den Sonra] Hüznün ve neşenin müziği: Klezmer

0
Barcelona Gipsy Klezmer Orkestrası, İspanya, 2012

Bugün 16.00’da Açık Radyo’da Babil’den Sonra programında Barcelona Gypsy Klezmer Orkestrası’ndan şarkılar dinleteceğim.

Hüzün ve neşe. Tıpkı Rebetiko şarkıları gibi Klezmer şarkılarında da hüznü ve neşeyi aynı şarkıda duyumsamak mümkün.  Belki de en çok bu nedenle her iki müziği de tutkuyla seviyorum ve yıllardır dinliyorum.

Her iki müziğin de göç olgusu ile doğrudan bir ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Tıpkı 20. Yüzyıl başlarında Anadolu’dan Yunan ana karasına göç edenlerin, geride bıraktıklarıyla yeni yaşam koşulları arasında yaşadıkları karmaşık duyguları Rebetiko şarkılarıyla ifade ettikleri gibi, 19. Yüzyıldan itibaren oradan oraya göç eden Orta ve Doğu Avrupa Aşkenaz Yahudileri de hüzünlü hikâyelerini bu şarkılara yüklemişler.

Her iki tür de akademik- salon müzikleri değillerdi. Gezgin müziklerdi ve tıpkı Rebetiko müzisyenleri Rebetisler gibi Klezmorimler de çoğunlukla nota bilmezlerdi ve meşk yöntemiyle müziklerini icra ederlerdi.

Her iki müzik türüne de yer altı dünyasının basit insanlarının müzikleri demek mümkün. Tıpkı Rebetisler gibi Klezmorimler de kentin kötü namlı mahallelerinde yaşar ve müziklerini de genellikle yaşadıkları bu kenar mahallelerde veya en azından kentin çeperlerinde gezerek icra ederlermiş. Her iki grupta yaşadıkları ve müziklerini icra ettikleri bölge yönetimleri tarafından çeşitli kısıtlamalara uğramışlar.

Rebetiko müziğinde buzuki ve baglamanın yerini Klezmer müziğinde insan sesine en yakın çalgılar olan keman ve klarinet alıyor. Baglama ve keman neşeli tınlamalarıyla hüznü dengelerken,  buzuki ve klarinet hüzünde ısrarcı oluyorlar. Her iki müzik türünde de akordeonun önemli bir yeri var ve melankolik sesiyle zaman zaman neşeye, zaman zaman da hüzne bir küçük omuz atıveriyor. Bir de galiba keman, klarinet, akordeon, buzuki ve bağlama kolay taşınabilir yapılarıyla da bu göçmen halkların müziklerinde öne çıktılar. Onların kaç-göç hikâyelerinde her zaman yanı başlarında yer aldılar, neşelerine ve hüzünlerine her zaman ve her yerde ortak oldular.

Rebetiko müziğinde sözler öne çıkarken Klezmer müziğinde çalgıların her zaman daha önde olduğunu görüyoruz. Klezmer şarkıcılarının Almanca-Ladino karışımı dilleriyle yorumladığı sözlü şarkılar da var ama ağırlık çoğu zaman çalgılarda.

Her iki türün müzisyenleri de 2. Dünya Savaşı sonrasında Amerika’ya gitmişler. Klezmer müziğinin Amerikan caz müziğinden ve benzer bir yaşam tarzını sürdüren cazcılardan daha çok etkilendiğini ve onları etkilediklerini daha sonraki yıllarda yapılan icralarda görebiliyoruz.

Rebetiko 1950’li yıllarda dünyadaki önemini yitirirken, Klezmer müziği savaş yıllarında sönümlense de bugün dünyada daha çok bilinen ve daha yaygın dinlenen bir müzik türü olmaya devam ediyor. Belki de bunda Amerikan caz müziği ile olan karşılıklı etkileşiminin de bir rolü vardır. Bilemiyorum. Bunun nedenini açıklamak müzikologların işi olsa gerek. Ben bir müzikseverim ve her iki müziği de eşsiz duygularla, bazen keyifle, bazen de hüzünle dinliyorum.

Barcelona Gipsy Klezmer Orkestrası, İspanya, 2012

                                        

Benim için Rebetiko müziği çok daha yakın olduğum ve sıklıkla dinlediğim bir müzik türü ama bugün Açık Radyo’da Babil’den Sonra programında Klezmer ve Çingene müziğinin genç gruplarından birisini, Barselona Gipsy Klezmer Orkestrası’ nı dinleteceğim.

Sandra Sangiao, Katalonya, İspanya

                                                              

Grup üyeleri ilk kez 2012’de Barcelona’da kutlanan Dünya Roman Günü’nde bir araya gelmişler. Grup tam anlamıyla melez bir grup.  Klarinetçi Robindro Nikoliç Sırp, akordeoncu Mattia Schirosa İtalyan, Kontrabascı İvan Kovaçeviç Sırp, Gitarcı Julien Chanal Fransız, Kemancı Vroni Schnattinger Alman. Vurmalı çalgılarda bir yunan sanatçı var: Stelios Togias ve grubun şarkıcısı Sandra Sangiao da bir Katalan… Farklı projelerde başka başka ülkelerden isimlerde bu renk cümbüşüne dâhil oluyorlar.

Bu çeşitlilik grubun repertuvarına da yansımış. Çok dilli bir repertuvarları var. Türkçe de dâhil birçok dilde şarkılar seslendiriyorlar. Balkanlar, İspanya, Orta Doğu ve Latin Amerika müziklerinden etkilenen grup konserlerinde başta Klezmer müziği olmak üzere Çingene ve özellikle Fransız Çingenelerinin Jaz Manouche müziğinin seçkin örneklerini seslendiriyorlar.

2014’de İmbarca albümünü yayımlamışlar. Romencede kelime anlamı “Gömme” olan albüm canlı kayıtlardan oluşuyor. Albümde Balkanlar, Orta ve Doğu Avrupa ve Ortadoğu Çingene ve Klezmer müziklerini içeren 7 şarkı var. Albümde 2 de beste yer almış.

Bu albümü çok sayıda konser takip etmiş. İspanya, İtalya, Yunanistan, Malta, Sırbistan, Slovenya, Almanya ve Fransa’da konserler veren grup 2015 ve 2017 yıllarında İstanbul ve Ankara’da da sahne aldı.

2015’de birçok Balkan ülkesinden sanatçıyı bir araya getiren grup, bu buluşmanın kaydını daha sonra Balkan Reunıon adıyla albüm olarak yayımladı. Bu albümde Makedon saksafoncu Ferus Mustafov, Çingene müzisyen Vlado Kreslin’in dışında Türkiye’den Nihan Devecioğlu da yer aldı.

Son albümleri 2016’da yayımlanan Del Ebro al Danubio/ Tuna’dan Geçiş. Albüme adını veren şarkı ile ilgili küçük bir notu da paylaşmak istiyorum.

Şarkının bir yerinde İspanya iç savaşının simge şarkılarından olan Ay Carmela da yer alıyor. Bu şarkı İspanya’da ünlendi ama tarihi çok daha öncelere gidiyor. Aslında Ay Carmela 1808’ de bir gerilla şarkısıymış, Napolyon’ un ordularına karşı savaşanlar tarafından söylenirmiş. Zaman içinde gerilla ruhunun tekrar uyandığı İspanyol İç Savaşı’ nda Franco’ nun ordularına karşı savaşanlar tarafından sözleri değiştirilip yeni savaştaki kahramanlıklara uyarlanmış. İki uyarlama da savaştan sevgiliye yazılmış mektup gibi. Sanki bu kadınlar ülkenin kendisini simgeliyor gibi. O kadın için duyulan özlem, kavuşma isteği ama o mutlu gün için önce savaşmak gerektiği “Ay Carmela!” larda ve “Ay Manuela!” larda öyle güzel anlatılıyor ki. Ben senin kahraman erkeğinim, karşımızdakiler zengin ve silahları var, bizde ise yürek ve sevgi var, kazanacağız! diyor şarkının iki versiyonu da.

Günümüz dünyasında hüzün ile neşe arasında gidip-gelen bir ruh halindeyiz bazılarımız. Ben de o gruba dâhilim. Hüzün de çoğu zaman daha ağır basıyor bende ama küçük de olsa hala bir umudum var.

Babil’den sonra yeryüzünün dört bir tarafına saçılmış olsak da; dillerimiz, ten renklerimiz, alışkanlıklarımız, geleneklerimiz vs. farklı farklı da olsa doğa karşısında hepimiz artık biraz daha çaresiziz. Daha geçen gün tepemize on beş yirmi dakika yağan ceviz büyüklüğünde dolu taneleri ile feleğimizi şaşırdık! Oysaki bilim adamları yıllardır “iklim, iklim!” deyip duruyorlardı. Açık Radyo’dan Ömer Madra yıllardır bir “sis çanı” gibi yaklaşan tehlikeye karşı bizleri uyarıyordu. Gökten dolu yağması bir bakıma iyi de oldu. Tanrının biz Türklere belki de ilk ciddi uyarısıydı bu dolu yağmuru. Dâhil olduğum birçok iletişim grubunda “iklim” kelimesinin daha çok telaffuz edildiğini duymak beni biraz umutlandırıyor.

Bir de tüm insanlığın ortak dili olan müzik umutlandırıyor beni. Ne diyordu şarkıda? : “…karşımızdakiler zengin ve silahları var, bizde ise yürek ve sevgi var, kazanacağız!”

Bugün 16.00’da Açık Radyo’da Babil’den Sonra programında Barcelona Gypsy Klezmer Orkestrası’ndan şarkılar dinleteceğim. Grubu WEB sayfaları üzerinden de takip edebilirsiniz: http://bgko.org/

 

Ercüment Gürçay

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.