Hafta SonuManşet

[Babil’den Sonra] Anadolu halk baladları 32 yıldır öksüz

0

Yıl 1943. O yıllarda Türkiye’de yayın yapan tek radyo TRT Ankara Radyo’sudur. Her on beş günde bir Pazar günleri saat 10.00’da radyodan farklı bir ses ulaşır kulaklara. Bu ses alışılmış mugannilerden farklı bir tarzda türküler söylemektedir. Bu türküler bilindik türkülerden farklı olarak sözleriyle ve yorumlanış biçimiyle şiir yanı ağır basan Anadolu halk baladlarıdır adeta. Bu baladlar Pir Sultan Abdal, Ali İzzet, Muhyi, Dertli gibi Alevi ozanlarından yorumladığı deyişleridir çoğu zaman. Program her Pazar “Bas bariton Ruhi Su türküler söylüyor” anonsu ile açılır. Program büyük ilgi görür.

O yıllarda Ruhi Su aynı zamanda Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde solist sanatçı olarak çalışmaktadır. Bastien Bastienne, Madam Butterfly, La Boheme, Satılmış Nişanlı, Fidelio, Maskeli Balo, Yarasa, Figaro’nun Düğünü, Rigoletto, Aşk İksiri, Konsolos operalarında rol alır. Opera çalışmalarından vakit buldukça türküler söyler, derlemeler yapar.

Ruhi Su’nun Alevi deyişlerini yorumlaması dönemin iktidar sahipleri tarafından komünizm propagandası olarak nitelenir ve 1945 yılında bir gün Mesut Cemil onu yanına çağırır ve “Ruhi’ciğim seni harcamayalım, bu programa bir müddet ara verelim” der. Ruhi Su “Ben bu yolda harcanmaya razıyım” dediyse de faydası olmaz ve Mesut Cemil, radyodaki işine son verir.

Opera ve radyo programı dışında Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde bir de koro kurmuştur Ruhi Su. Kısa bir süre sonra koro çalışması da okul yönetimince yasaklanır. Yeni bir deneme de sonuç vermez. Koro yeniden engellenir. Bu dönemde koroya devam eden ve ailece görüşmeye başladıkları Sıdıka Su ile ölene kadar sürecek beraberlikleri başlar. Operada çalışmaya devam ederken askerliğini de yedek subay olarak tamamlar. Her ikisinin de birbirlerinden habersiz bir biçimde TKP içerisinde politik çalışmaları sürmektedir.

Sonrası malum. 1951 TKP tutuklamaları. İstanbul 1. Şube’nin Sansaryan Han tabutluklarında Ruhi Su için işkenceyle geçen uzun günler- geceler başlar. Türkü yakmaya orada da devam eder. Bu nasıl İstanbul zindan içinde, kayboluverdi gündüzüm gecem deyişi o günlerden kalmadır. Bir de sevgilisi Sıdıka Su için Mahsus Mahal türküsünü orada yakmıştır.

Onun ardından hemen Sıdıka Su da aynı davadan tutuklanmış ve İstanbul’a, Sansaryan Han’a getirilmiştir. Dört buçuk ay sonra her ikisi için de Harbiye Cezaevi günleri başlar. Cezaevinde nişanlanırlar. Haftada bir görüşme şartı genelde uygulanmaz. Bazen görüşme izni çıkar. Diğer zamanlarda da gizlice mektuplaşırlar. Üç buçuk yıl boyunca aynı cezaevinde kalırlar.  Sonunda davaları sonuçlanır ve her ikisi de 5’er yıla mahkûm edilirler. Kısa bir süre sonra kalan cezalarını tamamlamaları için Ruhi Su’nun Adana Cezaevi’ne, Sıdıka Su’nun da Sultanahmet Cezaevi’ne gönderilmeleri gündeme gelir ve 29 Eylül 1954’de Nişantaşı Hükümet Tabipliği’nde hemen evlenirler. Nikâh şahitleri de Behice Boran ve eşi Nevzat Hatko’dur. Nikâhtan sonra yürüyerek Harbiye’ye, cezaevine dönerler. Yaklaşık dört yıldan sonra ilk kez, dört duvarın dışında, gri bir sonbahar gününde, bir astsubay ve iki askerin gözetiminde de olsa yan yana yürünen yarım saatlik yolculuk, her ikisi için unutulmaz bir andır. Ruhi Su yolda askerlerden izin ister ve dört yol ağzındaki bir kitapçıdan Goya albümü alır ve Sıdıka Su’ya imzalayarak hediye eder. Kendi koğuşlarına dönerler. Rastlantı bu ya, Sıdıka Su yıllar sonra emekli olduğunda ilk maaşını evlendikleri o binada ve aynı odada alır. Yıllar önce yaşadıkları bir an gözlerinin önünden geçer, duygulanır.

Ruhi Su Adana Cezaevi’ne, Sıdıka Su da Sultanahmet Cezaevi’ne gönderilirler. Gizlice mektuplaşmaya devam ederler. Cezalarının bitiminde Sıdıka Su, Ankara’ya, Ruhi Su’da Konya-Çumra’ya gönderilir. 20 ay sürer sürgünlük. Sıdıka Su bütün çabalarına rağmen Ankara’dan ayrılma izni alamaz ve bu sürede hiç görüşemezler. 1958 Eylül ayı sonunda Ruhi Su’nun sürgünlük günleri biter. Sonunda Sıdıka Su’ya da izin çıkmıştır. Bir hafta Çumra’da savcının evinde birlikte kalırlar. Evlere, üzüm bağlarına davet edilirler. Unutulmaz bir haftadır o hafta. Çumra halkıyla tren istasyonunda vedalaşırlar. Son kez onlara türküler söyler Ruhi Su ve kadehler bu kez onun özgürlüğü için kaldırılır. Yıllar sonra savcının izini bulurlar. Oğluyla görüşürler ama savcı çoktan hayata veda etmiştir. Onu her zaman sevgi ve saygıyla yâd ederler.

Ankara’ya dönüşte Etimesgut’un dışında, tarlalarının ortasında çoğunlukla işçilerin oturduğu yoksul bir mahallede, suyu, elektriği olmayan, toprak zeminli, iki göz odası olan bir evde 20 ay yaşarlar. Her gün 12 kilometre yürüyerek Etimesgut’a imza vermeye gider-gelirler. Yere hasırlar serilir, sonra kilimler de edinirler. Ruhi Su kartondan elbise dolapları yapar, Sıdıka Su’nun annesinin verdiği lambayla aydınlanırlar. Bir de soba ayarlanır. Üç-beş kap kacak, bir de ocak. Ev yaşanabilir, şirin bir ev halini alır. Çokça misafir ağırlarlar tarlanın ortasında yer alan o mütevazı, her yanı sevgi ve emek kokan evde. En sık mahallede yaşayan işçileri ağırlarlar. Başmisafir de ozan Ali İzzet Özkan olur. Yatılı gelir, sabahın beşine uyanıp türkü söylemeye başlarmış. Bazen otostopla Ankara’ya konser veya oyun izlemeye giderler. 6 yıl aradan sonra ilk kez Arthur Miller’in Satıcının Ölümü oyununu heyecanla izlerler. Oyundan sonra Ruhi Su, Cüneyt Gökçer’i tebrik etmeye gider ve onun ne yapacağını bilemez halde soğuk davranışı karşısında çok üzülür.

Yıllar sonra Sıdıka teyzeye evinde yer alan çok sayıdaki renkli Bohemya porselen lambayı sorduğumda cevabı “O günlerimizi aydınlatan oydu, gaz lambasında oturmayı da severdik. Bunu bilen dostlarımız da bize hediye olarak lamba getirirlerdi. Sonra biz de fırsat buldukça satın aldık ve hep lamba biriktirdik” olmuştu. O lambalar bugün de hala Sıdıka Su’nun Beyoğlu’da uzun yıllar yaşadığı evde çalışır vaziyette duruyorlar.

Ruhi Su’nun 1912’de Van’da başlayan ve 1940’lı yıllarda Sıdık Su ile Ankara’da kesişen zorluklarla, yokluklarla, sıkıntılarla dolu geçen, onurlu ve mücadeleci hayat hikâyesi çok uzun. Sayfalar dolusu yazabilirim: Sürgünden sonra Ankara günleri. İş bulma çabalarına karşı çıkarılan gizli-açık engellemeler. En sonunda zar zor bulunabilen eşya taşıma işi. Gözetim bitince Aydınlıkevler’de taşınılan bodrum katı. 1959’da Ilgın Su’nun doğumu. Eşya taşımasına gönlü elvermeyen dostların iş bulma çabaları. Adana’da Atıf Yılmaz ile 40 gün süren bir film müziği çalışması. Sonra 1959’da Ruhi Su’nun İstanbul’a gidişi. Taksim Belediye Gazinosu ve sonraki zamanlarda geçinebilmek için diğer bazı gece kulüplerinde verilen türkü dinletileri. Film müzikleri. 1960’da Sıdıka ve Ilgın Su’nun da İstanbul’a gelmesi. Bir halk oyunları kitabı çalışması. İMECE ile yayımlanan 6 adet 45’lik ve 11 adet LP. Beş sene süresince siyasi yasaklı olmaları nedeniyle üye olamasalar da Ruhi Su’nun türküleriyle TİP’e destek verdiği dayanışma konserleri. Diğer yurt içi konserleri. 1977’den sonra alınabilen pasaport sayesinde çıkılan yurt dışı konserleri. Öğrenciler yetiştirmesi. 1 Aralık 1975’de Dostlar Korosu’nun kurması. 12 Eylül günleri-yılları. Sonra yakalandığı amansız hastalık. Hasatlığının tedavisi için bütün dünyadan aydınların başlattığı uluslararası kampanyaya rağmen pasaport verilmemesi. Pasaport verildiğinde de işin işten geçmiş olması… Ruhi Su 20 Eylül 1985’de hayata veda etti.

Ölümünün ardından 1987’den itibaren öğrencileri Ruhi Su Dostlar Korosu’nu sürdürdüler. Sıdıka Su ve Ilgın Su 1996’da kurdukları vakıfla, Ruhi Su’ nun öğrencileri ve dostlarının da özverili çabalarıyla Ruhi Su’nun adını yaşatmaya çalıştılar. Yurt içinde çok sayıda konserler verildi. 1991’de Almanya’da iki konser yapıldı. Sergiler açıldı. Söyleşiler düzenlendi. 1985-2001 yılları arasında 4 kitap çıkarıldı.  2005’de bir belgesel yayımlandı. 1986 yılından sonra daha önce plaklarında yer almayan türkülerle Ruhi Su’nun sesli külliyatı tamamlanmaya çalışıldı. Bugün bu çalışmalar sonucunda yayımlanmış 20 CD’de toplanan 27 albümü müzik maketlerde bulmak mümkün. Uzunca bir süre vakfın Beyoğlu’daki merkezinde bir müzik okulu faaliyet gösterdi. Onlarca öğrenci bu okulda eğitim aldı.

1943’de Ruhi Su ile Ankara’da yolları kesişene ve Ruhi Su’nun öldüğü 1985’e kadar yoldaşlığını sürdüren Sıdıka Su’yu da 18 Ekim 2006’da son yolculuğuna uğurladık. Sıdıka Su, Ruhi Su’dan devraldığı mirası son nefesine kadar yorulmadan, bıkmadan, usanmadan taşıdı.

Eminim ki hayatının bir anında onlara dokunan herkesin anlatacağı başka başka onlarca- yüzlerce hikâye vardır. Benim Ruhi Su ile ilk tanışmam kasetleri aracılığıyla oldu. 1970’li yılların sonuydu. Abimin kasetleri arasında kırmızı etiketli kasetler vardı. İlk kez o kasetlerde dinlemiştim sesini. Sonra 12 Eylül geldi geçti. 20 Eylül 1985’de, Ruhi Su ile aynı günde babamı kaybettim. 21 Eylül’de babamı toprağa verdik. Ertesi gün, 22 Eylül 1985’de de arkadaşlarla Ruhi Su’nun cenaze törenine katıldık. Mahşeri bir kalabalık vardı Şişli’de. 12 Eylül’den sonra aynı kalabalığı bir kez de Behice Boran’ın cenazesinde yaşamıştık. Ruhi Su omuzlarda arabaya kadar taşınmıştı. Zincirlikuyu’ya kadar uzanan bir kortej anımsıyorum. Olaylar çıkmıştı. Biz mezarlığın kapısına ulaştığımızda çoktan cenaze töreni sona ermişti. Gözaltına alınanlar vardı.

1989 yılının sonlarında Ruhi Su Dostlar Korosu’nun açtığı ses sınavlarına katıldım ve koroya kabul edildim. 2013 yılına kadar koroda kaldım. Yurt içinde ve yurt dışında sayısız konserler verdik. 2012 yılında kurulan Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği’ne üye oldum ve bugün de derneğin bir üyesi olarak, çok şey borçlu olduğumu düşündüğüm Ruhi Su’nun bizlere bıraktığı emaneti, o güzel dili taşımaya çalışıyorum.

Bu güzel dili Ruhi Su, 1974’de yayımlanan Şiirler Türküler uzunçalarının sonunda şöyle anlatıyordu: Şaman dualarından, Dedem Korkut’a; Dedem Korkut’tan Köroğlu’na, Yunus Emre’ye, Pir Sultan Abdal’a, Karacaoğlan’a, Dadaloğlu’na, ondan ona, ondan ona, ondan da çağımızın büyük ozanlarına sürüp geldi bu güzel dil. Hep doğru gördü, doğru söyledi bu telli kur’an. Onlar bize yalnız bu dünyayı sevdirmekle kalmadılar, daha mutlu ve daha adil bir dünyanın da geleceğini söylediler. Belki o dünyayı görmediler ama görmüşçesine söylediler” diyordu.

Ruhi Su, ölümünden hemen önce Zeynep Oral’a verdiği bir söyleşide: “Anamı, babamı hiç tanıyamadım.1. Dünya Savaşı’ nın ortada bıraktığı çocuklardanım… Öksüz olduğumu çok kimseye söyleyemedim. Toplumumuzda hâlâ aşiret anlayışı var. İlk iş ‘Kimlerdensiniz?’ derler. Kendini yetiştirmiş olmanın önemi hâlâ anlaşılamadı…” diyordu.

Zeynep Oral’ın yazısını ilk kez okuyup, Ruhi Su, kimlerdendi acaba diye düşündüğümde benim ilk aklıma gelen, bu güzel dili dünden alıp bugüne taşıyan çağdaşı olan ozanlar geldi. Ruhi Su da en çok bu güzel dili bugüne taşıyan bu ozanlar ailesine dâhil olabilirdi. Evet, bence Ruhi Su, Atahualpa Yupanqi’nin, Mercedes Sosa’nın, Paul Robson’ın, Woody Guthrie’nin, Pete Seeger’ın,  Şalyapin’in,  Theodor Bikel’in, Yves Montand’ın ve daha birçok çağdaşı sanat- müzik insanının ait olduğu ailedendi.

Bugün Açık Radyo (94,9) Babil’den Sonra programında opera sanatçısı, halk müziği derlemecisi, besteci, saz ustası, koro yönetmeni, müzik öğretmeni, halk türküleri yorumcusu, müzik yazarı, şair, film müzikleri bestecisi bu çok yönlü sanatçının, Ruhi Su’nun, halk türküleri yorumlarından örnekler dinleteceğim.

Birkaç gün sonra da, ölümünden sonra her yıl olduğu gibi, öğrencileri, sevenleri, dostları onu 32. ölüm yıl dönümünde de türküler söyleyerek anacaklar.

Ruhi Su, önümüzdeki hafta, 20 Eylül Çarşamba günü, Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi’nde saat 20.00’de başlayacak bir etkinlikle anılacak. Etkinlik Ruhi Su’nun 1982’de konser vermek için gittiği Avustralya’da çekilen 23 dakikalık bir belgeselin gösterimiyle başlayacak. Etkinliğin müzikal bölümü, koronun 1975’de kuruluşunun ardından korist olarak koroya katılan müzisyen Emin İgüs ve bu yıl 42. yılını yaşayan Ruhi Su Dostlar Korosu’nun Mutlu Ödemiş yönetiminde söylediği türkülerle devam edecek. Koronun eski şeflerinden Refik Köksal ve Hüseyin Tutkun da birer türküde koroyu yönetecekler.

Etkinlik ücretsiz ve herkese açıktır.  Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği yayımladığı davet metninde bütün Ruhi Su sevenlerini anma etkinliğine ve konsere davet ediyorlar. Etkinlik duyurusuna derneğin WEB sitesinden ulaşabilirsinizwww.ruhisu.org.tr

Diliyorum ki çağlar boyu sürüp gelen bu güzel dil hiç susmasın. Yeryüzünde yaşayan tüm canlılar için daha adil, daha barışçı ve daha güzel bir dünyanın müjdecisi olmaya bugün de yarın da devam etsin.

 

Ercüment Gürçay

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.