Avrupa projesi ve reform arayışı – Karel Valansi

Karel Valansi’nin yazısı t24.com.tr sitesinden alındı

25 Mart 1957 tarihinde, Avrupa Birliği’nin temellerini atan Roma Anlaşması imzalandığında, Avrupa ülkeleri yüzyıllar boyunca süregelen savaşları sonlandırmak, Avrupa kıtasına o çok özlenen barışı getirmek ve kalıcı kılmak istiyorlardı. Böyle bir örgütün Almanya’yı da kontrol altında tutacağı düşünülüyordu. Önce Fransa ve Almanya ile başlayan sürece, daha sonra İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg katıldı.

İngiltere ise o zaman da pek taraftar değildi. Dönemin Başbakanı Clement Atlee bu fikri destekleyen altı ülke için İkinci Dünya Savaşına atfen şu sözleri sarf etmişti; “Altı ülke, dört tanesini diğer ikisinden kurtarmak zorunda kalmıştık.” İngiltere birkaç yıl sonra başvursa da, Charles de Gaulle’un vetoları nedeniyle topluluğa katılabilmek için 12 yıl beklemek zorunda kalmıştı.

Avrupa Kömür Çelik Topluluğu’ndan önce Avrupa Ekonomik Topluluğu’na, daha sonra Avrupa Topluluğu ve en nihayetinde günümüzdeki Avrupa Birliği’ne (AB) dönüşen bu dev barış projesi, 1980’lere kadar daha çok ekonomik bir işbirliği olarak kaldı. Soğuk Savaş’a Avrupa ülkelerinin verdiği bir cevap olarak da kabul edilen bu girişim, bugünün aksine ABD’nin de tam desteğiyle ilerledi ve arasına yeni üyeler katarak sınırlarını genişletti. Gerçek gücünü ise Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından elde etti. Rus tehlikesi ortadan kalktıktan sonra Avrupalılar arasında daha sıcak ilişkiler başladı. Önce ekonomik sınırları kaldıran üye ülkeler, daha sonra Schengen ile fiziki sınırları da kaldırdılar. Ulusal gücün ötesinde milletlerarası entegrasyon amaçlayan birliğin bir sonraki adımı ortak para birimi Euro’nun kabulü oldu.
Bugün, altmış yıl sonra, Avrupa ülkeleri arasında barış ve Avrupa halkları arasında birlik idealiyle hayata geçirilen bu anlaşmanın yıldönümünde, AB’nin geleceği her zamankinden daha çok tartışılıyor. Avrupa Birliği başarılı oldu mu? Bu soruya verilebilecek tek bir cevap var; evet.

AB, iki dünya savaşına sahne olmuş, defalarca yıkılmış Avrupa kıtasına barış getirmeyi, savaşları durdurmayı başarabildi. Bu bile tek başına bu projenin başarılı olduğunu söylemeye yeter. Bugün Avrupa ülkeleri arasında bir savaşın çıkması olasılıklar içinde bile değil. AB ülkelerinin oluşturduğu ekonomik blok ise büyüme hızı Asya ülkeleri ile yarışamasa da hala güçlü ve hala yarışta.

Ancak yeterli mi? Hayır.

AB’nin reforma ihtiyacı var. Günümüz şartlarına uyum sağlamak, küresel tehditlere ve kendi iç anlaşmazlıklarına çözüm bulmak için bu gerekli.

Küresel terör örgütleri artık Avrupa sokaklarında cirit atarken AB ülkeleri bu soruna “gözden uzak gönülden uzak” diye cevap veremiyor. AB sınırlarının hemen ötesinde süren savaş hali, Orta Doğu’daki istikrarsızlık durumu, sadece terörizm olarak değil, mülteci akını ile de karşılık buluyor. Kış ayları geride kaldığına göre yeni bir göç dalgasının daha Avrupa sınırlarına yaklaşması muhtemel. AB’nin mülteci sorununa artık bir çözüm geliştirmesi gerekiyor.

Buna bağlı olarak yükselen milliyetçilik ve artan yabancı düşmanlığı kendine popülist liderlerde ve aşırı sağ partilerde yer buluyor. Sol partilerin durumu ortadayken, liberalizm, küreselleşme, kapitalizm sorunların temeli olarak algılanıyor. Halklardan gelen değişim talebi, hayal kırıklıkları, sesini duyurma ihtiyacı, ekonomik sorunlar, -ama doğru ama yanlış- tam da duymak istediklerini dile getiren popülist liderlere olan desteği arttırıyor. Bunun sembolü de ABD’nin yeni başkanı Donald Trump.

Trump’ın AB karşıtı sözleri ve ülkesinin dünyadaki rolünü yeniden kurgulaması AB’de yaşanan huzursuzluğa bir yenisini ekliyor. Bir diğer önemli güç Rusya’nın Avrupa’nın aşırı sağ parti liderlerini ağırlaması ise Moskova’nın böl-yönet stratejisini ve güçlü bir AB’den duyduğu çekinceyi gösteriyor.

AB artık yoluna 27 ülke ile devam etmeye hazırlanıyor.

İngiltere’nin ayrılma kararı sonrası korkulduğu üzere Brexit’i takip eden ülkeler olmadı henüz. Hatta son Hollanda seçimleri AB’ye duyulan inancın devam ettiğini gösteriyor. Ancak daha önümüzde kritik Fransa ve Almanya seçimleri var.

İngilizler haklı mı? Gemiden kaçan kurtulur mu?

Henüz değil. Marine Le Pen’in yükselişine rağmen Fransa dahil birçok ülkede AB’ye desteğin sürdüğü araştırmalarda kendini gösteriyor. Avrupa halkı henüz umudunu yitirmiş değil. Ancak çözümün nasıl olacağı, hangi yolun izleneceği net değil. AB’nin kendini yenilemesi gerekiyor. Belki de Brexit o beklenen çözüm seçeneğini sunar ve daha modüler, daha katmanlı bir birlik yapısının geliştirilmesine sebebiyet verir.

Bugünlerde, Roma Anlaşması’nı imzalayanların duydukları güvene ve paylaştıkları geleceğe yönelik vizyona ihtiyacımız var.

Karel Valansi – t24.com.tr

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR