ManşetAnkara'nın iklim gündemiEditörün Seçtikleriİklim Krizi

[Ankara’nın iklim gündemi-1] Paris Anlaşması: Bir samimiyet testi

0

Dosya Haber: Hilal KÖYLÜ

*

Dünyanın ilk kapsamlı iklim anlaşması olarak bilinen Paris İklim Anlaşması’na Nisan 2016’da imza koyan Türkiye, anlaşmayı ancak aradan beş yıl geçtikten sonra Ekim 2021’de Parlamento’da onayladı. Böylelikle küresel ısınmayı iki derecenin altımda, bir buçuk derece seviyede tutmayı amaç edinen ülkelerle işbirliğini de kabul ederek, 2053’te ‘net sıfır emisyon’ hedefine ulaşacağını duyurdu.

Ancak sadece iklim ve çevre değil sosyal ve ekonomi politikalarında da yeni değişikliklere gitmesi beklenen Türkiye bugün “ev ödevini yapmadığı” eleştirilerinin hedefinde.

Türk hükümeti; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın adını Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştirerek yeni döneme hazır olduğunu duyurmuştu. Ancak 21-25 Şubat tarihlerinde bakanlık himayesinde Konya’da yapılan İklim Şurası,  ‘yeni bir dönem’ anlayışından uzak olunduğunu ortaya koydu.

İklim değişikliği ile mücadelenin yol haritasının değerlendirildiği İklim Şurası’na davet edilmeyen Çevre Mühendisleri Odası ile Meteoroloji Mühendisleri Odası, Türkiye’nin iklim kriziyle mücadelede başarılı olmasının mümkün olmadığına dönük itirazlarını daha da yükseltti. Bakanlığın, meslek örgütleriyle arasına mesafe koyması Türkiye’nin şeffaf politikalar ürütemeyeceği gibi bilimsel gerçeklerden de uzak kalacağı eleştirilerini beraberinde getiriyor. Türkiye’de ilk kez düzenlenen şuraya TBMM Çevre ile İklim araştırma komisyonlarının da davet edilmediği dikkate alındığında hükümetin iklim değişikliğiyle mücadele konusunda toplumun tüm kesimlerini kapsayan politikalar üretmekte yetersiz kalacağı da ortaya çıkıyor.

Paris’e giden yol

Peki Türkiye’yi Paris İklim Anlaşması’nı parlamentoda onaylamaya götüren süreçte neler yaşandı?

191 ülkenin taraf olduğu Paris İklim Anlaşması, emisyon azaltım adımlarıyla küresel sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutmayı ve 1,5 dereceyle sınırlandırılmasını hedefliyor. Türkiye, 2016’da imzaladığı anlaşmayı ancak beş yıl sonra 2021’de Meclis’te onayladı. “Paris Anlaşması’nın Onaylanması’nın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi” parlamento onayı aldıktan sonra 7 Ekim 2021’de Resmi Gazete’de yayımlandı.

2050’ye kadar sera gazı emisyonlarının sıfırlanması için ülkelerin ortak çalışmasını teşvik eden anlaşmaya Türkiye’nin bağlılığını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Nisan 2021’deki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmayla dünyaya duyurdu:

“Yatırım, üretim, istihdam politikalarımızda köklü değişikliğe yol açacak bu süreci 2053 vizyonumuzun ana unsurlarından biri olarak görüyoruz. Tabiata en büyük zararı kim verdiyse, doğal kaynakları kim vahşice sömürdüyse iklim değişikliğiyle mücadeleye en büyük katkıyı da onlar yapmalıdır.”

BM, Türkiye’nin 2053 yılına kadar net sıfır emisyon taahhüdü kapsamında hazırlaması gereken Ulusal İklim Eylem Planı’nı dört gözle bekliyor.

‘Ek’ yükümlülükler süreci uzattı

Paris anlaşmasının temellerini oluşturan BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 1992’de Rio’da imzaya açıldı. Sözleşme, küresel ısınmayla mücadele yolunda ilk uluslararası anlaşma olarak da biliniyor.

Gelişmiş ülkelerin iklim değişikliğine neden olan sera gazlarını atmosfere diğer ülkelerden daha çok saldıkları için daha fazla sorumluluk almaları gerektiğini öngören sözleşme, yükümlülüklerine göre ülkeleri “Ek 1, Ek 2 ve Ek Dışı” olarak üç gruba ayırdı.

Ek1’de OECD, AB ve pazar ekonomisine geçiş sürecindeki ülkeler yer aldı. OECD üyesi olduğundan Türkiye Ek1 grubundaki ülkelerden sayıldı. Türkiye’ye bu gruptaki diğer ülkeler gibi gelişmekte olan ülkelere iklim değişikliği ile mücadelede finansal yardım yapma ödevi verildiyse de,  ekonomisi bu ödeve uygun kapasitede olmayan Türkiye, ortada bir “haksız kategorileşme” olduğundan yakınınca 2000’li yılların sonunda Ek1 kategorisinden çıkarıldı. Sözleşmeye üye Türkiye, gelişmekte olan ülkelere finansal yardım yükümlülüğü taşımıyor, kısıtlı da olsa ek finans ve kredilerden yararlanabiliyor.

Paris’e ‘şartlı evet’

Türkiye gelişmekte olan ülkelere küresel ısınmayla mücadelede finansal yardım yapamayacağı gerekçesiyle Paris İklim Anlaşması’nı da ‘şartlı bir evet’ anlamına gelen beyanla kabul etti. O beyanda “Türkiye, Paris Anlaşması’nı gelişmekte olan bir ülke olarak ve ulusal katkı beyanları çerçevesinde, anlaşmanın mekanizmalarının ekonomik ve sosyal kalkınma hakkına helal getirmemesi kaydıyla kabul eder” denildi.

Paris Anlaşması, gelişmiş ve gelişmekte olan her ülkenin kendi belirleyeceği sera gazı azaltımı taahhüdünde bulunmasını öngörüyor. Taahhütlerin her beş yılda bir gözden geçirilmesi isteniyor. Ülkelerin taahhütleri de şeffaflık ilkesi gereği herkese açık.

Anlaşma, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin her ülkenin farklı sorumlulukları olabileceğine dönük hükmünü koruyor. Ülkeler, kendi ekonomik ve kalkınma koşullarına göre farklı sera gazı azaltım planı yapma hakkına sahipler. Ancak, ülkelerden iddialı olmaları ve toplumu iklim değişikliği ile mücadelede gerekenin yapılacağı konusunda ikna etmeleri bekleniyor.

Bu yüzden Paris Anlaşması ülkelere “Ulusal Katkı Belgesi” sunma ve uygulamaya dair raporlama yükümlülükleri getiriyor. Anlaşmanın en dikkat çekici yanı, ülkeler üzerindeki uygun emisyon sınırlaması gerçekleştirme baskısı yaratması. Örneğin eğer Türkiye, emisyonlarını sınırlama yönünde bir politika değişikliğine gitmezse ihracatta büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalabilecek. Özel karbon ödemeleri yüzünden yüksek emisyonlu ürünlerini ihracatta büyük zorluklar yaşayabilecek. Daha da kötüsü, ihtiyaç duyduğu “yeşil dönüşüm” için finansman kaynağı bulamayacak.

Paris Anlaşması’na taraf 110 ülke ulusal katkı beyanlarını güncelledi. Bunlardan en büyük kirleticiler arasında bulunan Birleşik Krallık yüzde 68, Avrupa Birliği yüzde 55, ABD yüzde 43 oranında, 2030 yılına kadar azaltım taahhüdü verdi.

‘İddiasız’ taahhüt 

Paris Anlaşması’nı onaylamasından sonra Türkiye’nin ulusal katkı beyanını gözden geçirmesi (indc-turkey-tur-20191210125308) ve iddialı emisyon azaltım hedefleri ortaya koyması bekleniyor. Çünkü Türkiye Küresel Karbon Atlası’na göre dünyada en fazla sera gazı emisyonuna neden olan ülkeler arasında 16’ncı sırada, küresel sera gazlarının yaklaşık yüzde 1’inden sorumlu ve kişi başı emisyonları her geçen gün artıyor.

Eylül 2015’te Birleşmiş Milletler’e sunulan ‘Ulusal Katkı Niyet Beyanı’nda 2012’de 430 milyon ton olan sera gazı emisyonlarının, azaltım önlemleriyle 2030’da 929 milyon ton olabileceğini planlanmıştı.  Yani Türkiye, sera gazı emisyonlarını azaltma taahhüdü vermiş değil. Ancak iki katından fazla artırabileceğini söyledi. Bu beyan “artıştan yüzde 21 oranında azaltım” olarak kayıtlara geçti. Türkiye’nin kulvarındaki Arjantin ve Brezilya, emisyonlarını 2030’a kadar 2005 yılı seviyesinin altında indirmeyi hedeflerken Meksika’nın 2026’da en yüksek emisyon seviyesine ulaştıktan sonra emisyonlarını düşürmeyi hedeflemesi dikkat çekiyor.

Ne yapmalı?

Türkiye’nin bu beyanının ötesine geçmesini mümkün gören iklim bilimciler;  emisyon azaltımı için hiçbir önlem alınmasa bile hesaplanan miktarın çok altında sera gazı emisyonu ürettiğine dikkat çekiyor.

TÜİK envanterine göre 2019’da 506,1 milyon ton CO2 olarak gerçekleşen emisyonların azalma eğiliminde olması Türkiye’nin lehine.

Ancak anlaşmayı onaylamak için epey vakit kaybeden Türkiye’nin tarihindeki en büyük orman yangınlarının yaşandığı bir dönemde imza atmasına rağmen, iklim eylemlerini hayata geçirmek için ağırdan aldığı söylenebilir.

Bilim insanları, iklim uzmanları ve aktivistlerine göre, hiç gecikmeden yapılması gerekenler kabaca şöyle:

  • Kömürden çıkış takvimi belirlenmeli, yeni kömür yatırımları ve fosil gaz sahası arama çalışmaları durdurulmalı.
  • 2050’de karbon sıfır bir ülke kurgulayabilmek için şehirlerde emisyonun azaltımı ve iklim krizine adaptasyonu önceleyen stratejik eylem planları kurgulanmalı.
  • Denizlerde koruma alanları oluşturulmalı.
  • Doğal alanların ve biyoçeşitliliğin korunmasına öncelik verilmeli.
  • Küçük çiftçi güçlendirilip, ekolojik tarım desteklenmeli

Ekonomiye Paris katkısı

Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’na taraf olmasının ekonomiye yük getirip getirmeyeceği anlaşma onayından önce en çok tartışılan konular arasında yer almıştı. Bu tartışma bugün de sürse de; hükümet onayın ekonomiyi güçlendireceğini söyleyenlerin tarafında yer almayı tercih ediyor. Ancak, bu tercihin uygulamaya nasıl yansıdığını zaman gösterecek.

Bugün Türkiye’nin üç fosil yakıtı (petrol, doğalgaz ve kömür) kullanmayı bırakması, güneş ve rüzgar gibi yenilebilir enerji kaynaklarına yönelmesi iklim krizini durdurmasının temel şartı olarak görülüyor. Rüzgar ve güneşi merkeze alan bir enerji dönüşümünün, teknoloji içeriği yüksek bir sanayi gelişimini de beraberinde getirebileceği hesaplandı. Güneş ve rüzgardan elektrik üretim kapasitesinin artmasının sanayi üretimindeki değer zincirini de büyüteceği biliniyor.

Düşük karbonlu bir gelişme, fosile dayalı ekonomik yatırımlara göre daha fazla istihdam yaratıyor. Örneğin; her 1 milyon dolarlık yatırımın, sürdürülebilir enerjide 15-30, enerji depolamada 4-12, enerji verimliliğinde 10-18, çevre dostu şehir altyapılarının geliştirilmesinde 10-15, atık ve geri dönüşümde 15-40 kişiye yeni istihdam yaratma potansiyeli var.  Bunun karşısında hükümetin 1 milyon dolarlık kömür yatırımının 10 inşaat aşamasında bir, termik ve maden işletmesinde iki kişiye istihdam yarattığı gerçeğini önümüzdeki süreçte göz ardı edip etmeyeceği de bir çeşit iklim kriziyle mücadelede samimiyet testi olacak.

3 milyar 157 milyon dolarlık finansman

Kasım 2021’de İskoçya’nın Glasgow kentindeki BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 26. Taraflar Konferansı’na katılan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum,; Türkiye’nin iklim kriziyle mücadelede samimi olduğunun bilinmesini istedi.

İklim krizini sadece çevresel bir kriz olarak değil kalkınma ve güvenlik krizi olarak da gördüklerini söyleyen Kurum, dünyanın 1,2 santigrat derece ısındığına dikkat çekerken, bu sıcaklığın 1,5 santigrat derecede kalması için Paris Anlaşması’nı onaylayan her ülke gibi Türkiye’nin de üzerine düşeni yapacağını duyurdu.

Kurum, Türkiye’nin Paris Anlaşması’na onayı sonrasında Dünya Bankası, Alman Federal Çevre Doğa Koruma ve Nükleer Güvenlik Bakanlığı, Fransa Avrupa ve Dış İlişkiler Başkanlığı, BM ile Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) ile bir mutabakata vardığını da Glasgow’da açıkladı. Bu mutabakatla Türkiye’ye iklim değişikliğiyle mücadele için 3 milyar 157 milyon dolarlık bir finansman sağlandı.

Kurum’un, “Yeşil kalkınma için bu kaynağı üç sene içinde kullanacağız. 2053’e geldiğimizde net sıfır emisyona ulaştığımız, karbon nötr bir ülke olduğumuz bir sürece dahil oluyoruz” sözleri de; Paris Anlaşması sonrası yaşanacak her iklim krizi tartışmasında Türk hükümeti için bir başka samimiyet testi niteliğinde.

21-25 Şubat 2022 tarihlerinde düzenlenen İklim Şurası, Türk hükümetinin bu testi geçemediğinden öte, geçmek istemediğinin de göstergesi oldu.  Çünkü şura sonucunda kömürden çıkışa dair bir karar alınamadı. Şurada doğalgaz ve nükleer enerjiye destek veren kararlar alınmasına tepkiler büyüdü.

 

 

 

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.