Akademisyenler neden tutuklandı? – Arif Ali Cangı

Bu yazı haberekspres.com.tr/ den alınmıştır

Barış İçin Akademisyenler grubundan tutuklanan Esra Mungan, Kıvanç Ersoy, Muzaffer Kaya, ve Meral Camcı 22 Nisan’daki ilk duruşmada tahliye edildi. Tutukluluğun kaldırılmasının gerekçesi suçun TCK’nın 301.maddesi kapsamında değerlendirilebileceği, bunun için de Adalet Bakanının iznine ihtiyaç olduğu.

TCK madde 301; “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama” başlığını taşıyor, Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve Devletin yargı organlarını alenen aşağılayan kişinin, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı öngörüyor.

ISTANBUL 13. AGIR CEZA MAHKEMESI’NDE BUGUN GORULEN DURUSMADA HAKLARINDA TAHLIYE KARARI VERILEN AKADEMISYENLER  YDR. DOC. ESRA MUNGAN ILE YRD. DOC. MERAL CAMCI, TUTUKLU BULUNDUKLARI BAKIRKOY KADIN KAPALI CEZA INFAZ KURUMU’NDAN CIKTILAR. MUNGAN VE CAMCI’YI CIKISTA AILELERI VE OGRENCILERI KARSILADI. FOTOGRAF: TANER YENER/ISTANBUL,(DHA)
Foto: Taner Yener,(DHA)

TCK 301; ifade özgürlüğünü cezalandıran sabıkalı bir kanun maddesi. Eski Ceza Kanunundaki numarası 159’du. Bu kanunun hışmına, kimler uğramadı ki; Orhan Pamuk, Hrant Dink, Ragıp Zarakolu, say say bitmez, tek dertleri yazılarıyla, sözleriyle düşünce dünyasına katkıda bulunmak olan çok sayıda düşünce suçu mağduru bu kanun maddesinden yargılandılar. Mağduriyet, yalnızca yargılanmak, ceza almakla kalsa iyi Sevgili Hrant Dink gibi nefret cinayetine kurban gidenler de oldu.

Düşünceyi hapseden bu kanunun tartışmasını ayrı bir yazıya bırakalım, akademisyenlere dönelim. Barış için akademisyenler bildirisinin yayınlandığı günlerde, bildirinin düşünceyi ifade ve yayma özgürlüğünün tipik bir örneği olduğunu anlatmaya çalışmıştım.[1]

Siyasi iktidarın başı ve diğer yetkilileri tarafından yapılan sürekli hakaret ve tehditlerle yaygınlaşan nefret söylemleriyle ve tutuklanma ile geçen üç ayın sonunda dört akademisyen üzerlerine atılı suçun ‘terör örgütü propagandası’ yerine “Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama” olabileceği gerekçesiyle salıverildiler. Bu şekilde soruşturma yapılması Adalet Bakanının iznine bağlı olan bir suçtan dolayı dört akademisyen 38 gün haksız yere tutuklu kalmış oldu.

Şimdi sormak lazım;

TCK 301.maddesinin cezası 6 aydan 2 yıla kadar, erteleme kapsamında olan bir ceza, akademisyenler bunun için mi tutuklandılar? “Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” diyen TCK 301/3. maddesi neden dikkate alınmadı? Akademisyenlere baştan “terör örgütü propagandası” suçunun yakıştırılması sırf tutuklanmaları için miydi? Bu konularda Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nde sürekli mahkum olurken, hukukçular bunları neden okumaz, neden görmez, neden bilmez, neden uygulamaz?

Her şey bir yana, akademisyen hakkındaki tutuklamanın kaldırılmış olması, hak ve özgürlükler adına, hukuk adına umut verici. Şimdi yapılması gereken; aynı bildiri nedeniyle haklarında soruşturma açılan tüm akademisyenler için Adalet Bakanı’ndan izin istenmeli, izin çıkmadan soruşturmalar sürdürülmemelidir.

Barış İçin Akademisyenler bildirisi nedeniyle açılan soruşturmalar önünde sonunda akademisyenlerin beraatları ile sonuçlanacaktır. Bu soruşturmaya yol açan, izin veren siyasiler, linç kampanyasını başlatan ve sürdüren gazeteler, yazarlar ile soruşturan, tutuklayan hukukçuların sonu ise o kadar parlak değil, onlar için hükmü Tarih Mahkemesi verecektir.

[1] Akademisyenler hain ve alçak mı?

 

Bu yazı haberekspres.com.tr/ den alınmıştır

12-Arif Ali Cangı

 

 

Arif Ali Cangı

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR