Ağırdan almak- Ayça Alemdaroğlu

Çocuk büyütmek zor iş. Özellikle ilk yıllarda uykusuz geceler, 5-15 kilo arası bir ağırlığı oradan oraya taşımanın belinizde, bacağınızda yaratığı arızalar, kısıtlanan hareketliliğiniz, artan giderleriniz vesaire gibi pratik problemler bir yana çocuk büyüdükçe ortaya çıkan duygusal ağırlıklar, ona daha fazla zaman ayıramamanın verdiği suçluluk duygusu, yanlış yaptığında doğru tepkiyi verip veremediğinizin ve bazen yeterince hayata bağlayadığımızın kuruntusu. Zaman zaman da korku, yaralı bir birey yetiştirmenin ve belki daha da ağırı onun sevgisini ve bağlılığını bir gün kaybetmenin korkusu… Eskiden çocukların anne baba üzerindeki duygusal yükü daha mı hafifmiş? Herhalde değildi ama babaannemin çocuklarının sevgisini kaybetmekten korktuğunu, ya da onlara yeteri kadar ilgi gösteremediği için suçluluk duyduğunu hiç duymadım. Babaannemin gençliğinde kadınlar için çocuk doğurup doğurmamak karar verilmesi gereken bir konu olmadığı gibi, çocuk büyütmek de bir plan ve program çerçevesinde icra edilmezmiş. Üç saatte bir meme vermek, uyku süresini her geçen gece biraz daha uzatmak için sinsi planlar yapmak, şehrin en gözde anaokuluna göndermek için bütün kaynakları seferber etmek vesaire gibi dertler de yokmuş. Nitekim çocuklar büyütülmekten çok kendiliğinden büyürmüş. Bu kendiliğinden olma durumunu, içinde barındırabileceği duygusal ve fiziksel şiddetler bir yana, özlememek mümkün değil. Yaşadığımız şehirler, eğitim sistemimiz ve yaşam tarzlarımız, çocukları hayata ‘doğallıkla’ dahil etmememize pek izin vermiyor. Peşinden koştuğumuz başarılar, alışveriş merkezlerinden ibaret boş zamanlar, kursa götürmezsen çocuğunun akranlarından geri kalacağını vaaz eden öğretmenler, rafine zevklere sahip çocuklar yetiştirmek uğruna tırlatmak üzere olan arkadaşlar…

Avrupa ve Amerika’da son yıllarda öne çıkan Ağır Ebeveyinlik Hareketi (Slow Parenting) yani anne-baba olma durumunu ağırdan alma, buldumcuk olmadan, fazla endişelenmeden, diken üstünde değil hafif arkana yaslanaraktan çocuk büyütmeyi vaaz ediyor. Bu hareket eskinin doğallığı ile bugünün çocuk odaklı yaşamını birleştirmeye çalışıyor ve ruhlarımızı ele geçiren hırslara ve sıkışmışlığa bir alternatif öneriyor. Bu alternatif, çocukların hayatını yakından kontrol eden ve heran heryerde çocuğun tepesinde olan ‘helikopter’ anneler ile onlardan daha hırslı olan ‘kaplan’ modellerine (bakınız Amy Chua’nın anıları) karşıt. Ağırlıktan kasıt her şeyi kaplumbağa hızıyla yapmak değil. Daha ziyade acele ettirmemek, yarışa koşmamak. ‘Ağır Yemek’ (Slow Food) gibi bir takım başka hareketlerle birlikte gündelik hayatın her alanına yayılan fast-food mantığının, hayatı standartlaştıran ve çabuklaştıran etkilerine karşı, yediğimiz ve yaptığımız şeylerin tadını çıkarmayı salık veriyor. Ağır anne babalar çocuklarına dünyayı acele etmeden, yarış yapmadan keşfedebilmeleri için imkan sağlıyorlar. Örneğin, çocuklarının zamanını kurslar ile doldurmak yerine serbest oyunu önemsiyorlar; alış-veriş merkezleri yerine doğada zaman geçiriyorlar; çocuğun gelişimini hızlandırdığını iddia eden pahalı oyuncaklar yerine çocuklarına evde ve doğada varolan şeyleri kullanarak kendi oyuncaklarını icat etmelerini teşvik ediyorlar. Rahatlık çocuğa her istediğini vermek olmadığı gibi ağırdan almak da onları amaçsız ve akranlarında geride bırakmak değil. En nihayetinde ‘yavaş’ anne-babalar zevkleri, hobileri ve kariyerleri olan ortaüst sınıflar ve hayat tarzlarını çocukların istilasından, sosyal konumlarını da olası bir irtifa kaybından korumak istiyorlar.

Ayça Alemdaroğlu –  Demokrat Haber

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR