Acayip kentlerin acayip rüzgârları! – Menekşe Kızıldere

Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
Koştum ama yetişemedim.
Soraydım söylerdi herhalde
Soramadım.

Cahit Külebi

Çok acayip havalara maruz kalıyoruz değil mi? Bulutlu ama yağmıyor! Rüzgâr dolanıyor kentin yukarılarında ama esmiyor! Güneş var ama görünmüyor…

12

Şair Külebi 1949’da daha uçsuz bucaksız kentler surlarının, tepelerinin, vadilerinin dışına taşmamışken bile kentten geçen rüzgâra yetişememiş. Kırlarda yetişebilmiş ancak. Demek ki daha ellilerin başında başlayan bir doğa insan çatışması başlamış bu topraklarda. Doğada çatışma olur mu hiç? Olmaz tabii ki, doğada uyum vardır, uyumlaşma vardır. Evrimin en garip türü insanoğlu en zalim ve ahmak yırtıcıya dönüşmüş ya, bu yüzden ben buranın hâkimiyim diyerekten taşı yontup baltaya çevirir çevirmez, doğal tahribata başlamış. Özellikle 1950’lerin başında gelişmiş ülkeler sanayileşmenin bedelini sağlık ve doğal varlıkların kaybıyla ödedikten sonra, gelişen teknolojiyi çevreyi korumaya dair önlemler alarak kullanmaya başladılar. Bu durum, Princeton Üniversitesinden Amerikalı Profesör Richard. A. Falk’un “This Endangered Planet” (Tehlikedeki Bu Gezegen) kitabında da bahsettiği gibi çevre tahribatına karşın teknolojiye güvenme, ‘teknoloji nasıl olsa bir yolunu bulur’ bahanesini yarattı. Böylelikle gelişen ülkeler hakkıyla önlem almazken, gelişmekte olan ülkeler doğa tahribatını ve çevreyi kirletmeyi kalkınma ve gelişme uğruna bir hak olarak gördü. Neticede 2015 Aralık ayında Fransa Paris’te yapılacak olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi Taraflar Konferansı’nda (COP21 Zirvesi) iklim değişikliğinin geri dönüştürülemez noktaya varmadan engellenmesi için, acilen hükümetlerin ne kararlar alması gerektiğini konuşacak, belki de, son nesil olduk. Köprüden önce son çıkıştayız.

TARIM TOPRAKLARI KURAKLIKLA YOK OLDU

Hala bazı bilim çevreleri ve siyasetçiler ‘iklim değişikliği var mı’ diye tartışadursun. İklim değişikliği en başta en kırılgan bölgeleri vuraraktan, Kuzey Yarım Küre’nin ortalarına geldi. Evrensel gazetesinin 2 Ağustos 2014 tarihli haberinde Kuzey Yarım Küre’nin göbeğindeki Türkiye’nin Kuzey Batısı İstanbul’da Haliçte hortum yaşandığı bildiriliyor. Tayfunlarıyla meşhur Bangladeş ya da Myanmar değil, hortum ve yoğun yağmur ardından Taksim’de Tünel’de su baskını yaşandığı bildiriliyor. Üstelik bu yıllık yağış rejimine bağlı beklendik bir alışılageldik su baskını da değildi. Aynı günlerde İstanbul Teknik Üniversitesinden Prof. Dr. Orhan Şen Türkiye’nin iklim kuşağının subtropical iklim kuşağına değiştiğine dair çalışmalarını basına yansıttı. Kuzey Yarım Küre’nin ortalarında bol bereketli yağışlı iklim kuşağı yaşanırken Ortadoğuda yer altı su kaynaklarının tükenmesi, verimli toprakların kaybı çoktan alarm vermeye başladı bile. Nihayetinde Ortadoğu ülkeleri çok uzun yıllar sürecekmiş gibi görünen iç çatışmalar ve dahi iç savaşlara sürüklendi. Mart 2015’te yaptığı araştırmada, Kaliforniya Üniversitesinden Colin Kelly, ‘Verimli Hilal’ olarak bilinen Mezopotamya’nın verimli tarım topraklarının nasıl kuraklıkla yok olduğunu ortaya koydu. ‘Verimli Hilal’ Türkiye, Suriye ve Irak toprakları üzerinde. Susuzluktan öte, Suriye, Irak ve ne yazık ki son günlerde Türkiye güvenlik sorunları ve savaşın kendisiyle kavrulmakta. Columbia Üniversitesinden Dr. Richard Seager, 2015’te yayımladığı araştırmasında iklim krizinin savaşı bizzat başlatmasa da savaşı başlatan çatışmaları başlattığını bildirdi.

Peki, Ortadoğu’daki çatışmalardan uzak, Filipinler’deki ve Amazonlar’daki sel baskınlarını, Afrika’daki kum fırtınalarını evindeki televizyondan izleyen, her gün işine gidip evine dönen, emeğinin ve ekmeğinin peşinde vatandaş iklim krizi ile nerede yüzleşiyor? İklim değişikliği sadece Paris Konferansı’nda tartışacak olan hükümetlerin ve onlar samimi kararlar alsın diye uğraşan çevreci sivil toplumun mu sorunu?

NEDEN ESSİN?

Esmiyor… Neden essin ki? Nasıl esecek? Kuzey Ormanları Savunması sosyal medya aracılığı ile bize bu aralar hep bunu soruyor; Neden essin ki? Biz de içimizden cevaplıyoruz: Nasıl esecek? Şu betonların arasından nerde esecek bu rüzgâr? İstanbul Teknik Üniversitesinden Prof. Dr. Kasım Koçak geçtiğimiz günlerde basına yansıttığı bir çalışmasında İstanbul’un Kuzey Ormanlarının yörenin yağış düzeni üzerindeki önemini anlattı ve ormanlardaki tahribatın bu düzeni nasıl bozduğunu anlattı.

Doğanın düzeni bozulunca şayet hele ki beton yığınlarına dönüşmüş ucu bucağı olamayan plansızca büyüyen kentler su, hava, toprak krizlerini çok ağır yaşamaktalar. İşte her gün işine gidip evine dönen, emeğinin ve ekmeğinin peşinde vatandaş iklim krizi ile burada yüzleşiyor. Hatta tam olarak şöyle yüzleşiyor: İçme suyu havzalarında su oranı ciddi şekilde düştüğü için alternatif pahalı çözümler üreten yerel yönetimler faturayı vatandaşa kestiği ve su faturası beklenmedik şekilde yüksek geldiği gün. Yosun kokulu dip suyunu musluktan içtiği gün. Hatta musluk suyundan hastalandığı gün. İçmek için damacana suya normalden daha fazla ödediği gün. Enerji piyasası dalgalanmaları sebebi ile ısınamadığı, ısındığında çok ödediği gün. Başkaları da ısınamadığı ve üretemediği için kömürü geçtik linyiti yaktığında kirli havayı soluduğu gün. Ülke enerji politikası, bol güneşe ve rüzgâra rağmen kömür odaklı olduğu için ve ülkenin en verimli topraklarında termik santraller yapıldığı ve çiftçi akrabaları madenlerde çalışmaya mahkûm edildiği ve en temel iş güvenliği önlemleri bile alınmadığı için, madenci akrabası yerin kilometrelerce altında öldüğü gün. Gürül gürül akan deresinin kenarındaki bahçesi tarlası canı ancak o yöreye can verecek kadar olan deresinin üzerinde dört tane hidroelektrik santral yapıldıktan sonra, toprağı kuruduğu ve santralde de vadedildiği gibi iş sahibi olamadığı için gelip bir Ekümenapolisin ücra köşesine göç ettiği gün. Kaya gazı çıkaran çok uluslu büyük şirket yer altı suyuna envai çeşit zehir karıştırdığı için ne tarlasına, ne bahçesine, ne çocuğuna içirecek su bulamadığı için. Hiçbir zaman geçmeyeceği köprülerin, kullanmayacağı havaalanlarının ve enerjisinin üretildiğini görmeyeceği nükleer santrallerin vergilere yansıyan payını emeğinden ödediği gün. Hiç bilmediği büyük kirletici zengin ülkeler, hiç bilmediği uzak yoksul ülkelerin havasını, suyunu, toprağını mahvettiği için ülkesine kum fırtınaları, kirlilik, yoksulluk, açlık taşındığı gün. Komşu ülkesinden savaştan kaçan mülteci komşusunu kaldırımda ailesi ile dilenirken gördüğü gün… Biz sıradan insan, her gün her yerde iklim krizi ile yüzleşiyoruz. Farkında değiliz!

DÜNYAYI KİM KURTARACAK?

Bu sebeple iklim krizi tam da; emekçinin, gencin, yoksulun, çifçinin, kadının, çocuğun, LGBTİ bireyin, beyaz yakalının, emeklinin, dindarın… Özetle halkın sorunudur. Bu yüzden dünyanın her yerinde iklim mücadeleleri birer halk hareketidir. Hatta adalet mücadelesidir.

Bu yıl şubat ayında, Türkiye’de iklim krizini kendine dert edinen insanlarca bir kampanya başlatıldı. İklim İçin Kampanyası. İklim İçin en temel hedefi iklim değişikliği sorununun halkın sorunu olduğunu anlatmak, bu farkındalığı yaratıp, bu krize çözüm için gerekli adımların atılmasını sağlamak. Böylece dünyada aynı mücadeleyi veren halklara katılıp dünyanın her ülkesindeki hükümetlerin iklim krizine samimi çözümler getirmesini sağlamak. Duyar gibiyim; dünyayı biz mi kurtaracağız yani? İşe kendi dünyamızı kurtarmakla başlayabiliriz aslında! İklim İçin Kampanyası bu yıl kasım ayında Antalya’da gerçekleştirilecek olan ve iklim krizi ile ilgili acilen samimi kararlar alamsı gereken gelişmekte olan ülkelerin katıldığı G20 Zirvesi öncesi bir İklim Sosyal Forumu düzenlemekte. Forumda her sözü olan kendi oturumunu düzenleyip, kendi derdini paylaşabilir. Aşağıda forumun daveti ve ilgili bağlantıları paylaşacağım.

Profesör David Harvey 17 Çelişki ve Kapitalizmin Sonu kitabında özellikle gelişmekte olan ülkelerin bu doğayı feda etme ısrarını kalkınma ve ülke itibarı takıntısı olarak tanımlamakta. Yukarıda sıraladığım günlere bakınca nelerin feda edildiğini görünce, bu gerçekten de takıntıdan başka bir şey olamaz. Peki, şu geldiğimiz noktada gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler bu konuya nasıl bakıyor? Gelişmiş ülkelerin katıldığı ve yakın zamanda gerçekleşen G7 zirvesinden çıkan en güzel karar, bu ülkelerin enerji için artık kömür gibi geleneksel ve riski, doğal tahribatı fazla enerji üretim yöntemlerini terk edip, temiz ve yenilenebilir üretime geçiş yapacaklarını açıklamasıydı. Böylece topu G20 ülkelerine bırakmış oldular. Şimdi sıra G20 ülkelerinde.

Betondan, yağmuru geçirmeyen ve rüzgârın esmediği mahallelerimizde, tarfiğin, gürültünün içinde işte bu gelişmeleri izleyeceğiz. Fakat artık tüm bu gelişmelere müdahil olabileceğimiz bir çağda yaşıyoruz. Kuzey Ormanları Savunucularının dediği gibi Kentimize #NefesOl’a biliriz. İklim İçin’in çağırdığı üzere G20’ye sözümüzü söyleyebiliriz.

Cahit Külebi’nin kentte göremediği rüzgarı, belikli kentlilere küskün. Rüzagarı, temiz yağmuru, pırıl pırıl güneşi kentlere geri getirmeliyiz! Bunu hemen şimdi kendimiz için ve sonunu getirdiğimiz bir doğa bırakmamak için çocuklarımız için yapmalıyız.
Umutla…


İKLİM FORUMU ÇAĞRISI

G20’ye “İklim İçin” söyleyecek sözümüz var!

G20 ülkelerinin “liderleri”, şimdiye kadar sebep oldukları sosyal, ekonomik ve ekolojik krizlere bir yenisini daha eklediler: İklim krizi.
Bizler de hep birlikte mücadele ettiğimiz alanlara bir yenisini ekliyoruz; gezegende adil yaşama hakkımızı ve iklim adaleti arayışımızı. Türkiye’nin başkanlığında yapılacak G20 zirvesi öncesinde 14 Kasım’da büyük iklim yürüyüşümüzü gerçekleştireceğiz.

Yürüyüşte hep birlikte G20’den ortak taleplerimizi dile getireceğiz. Ortak taleplerimizi, sosyal forum gibi özgürce bir ortamda tartışarak, birlikte hazırlamak için 12-13 Kasım 2015’de Boğaziçi Üniversitesi Garanti Kültür Merkezi’nde İklim Forumu düzenliyoruz.  Forum kapsamında yer alması için önereceğiniz toplantı ve oturumlarla ilgili lütfen aşağıdaki linkte bulabileceğiniz formu doldurunuz.

G20’den büyük olduğumuzu gösterelim; geleceğimizi gelin birlikte talep edelim.

Başvuru için:
http://iklimicin.org/forum-basvuru/
CALL FOR PARTICIPATION IN CLIMATE FORUM – FIRST ANNOUNCEMENT
http://iklimicin.org/call-for-participation/
Kampanyanın adresi: http://iklimicin.org/

KUZEY ORMANLARI SAVUNMASI – İSTANBUL’A NEFES OL
http://nefesol.kuzeyormanlari.org/

 

Bu yazı evrensel.net/ den alınmıştır

11.Menekşe Kızıldere

 

 

Menekşe Kızıldere

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR