Hugo Chavez: Monsanto ve GDO’ya karşı duran ilk lider

Venezuela Başkanı Hugo Chavez, ülkesinde çok sevilmesi, emperyalizm karşıtlığıyla ve çok renkli kişiliğiyle, kuşkusuz nevi şahsına münhasır biri olarak hatırlanacak. Belki daha az bilinen bir yönü ise Monsanto ve GDO’lu tohumlara hayır diyen ilk lider olması. 

2004 yılında, 60 milyondan fazla çiftçiyi temsil eden bir uluslararası çiftçi kuruluşu La Via Campesina Chavez Yönetimi’nin Monsanto ile anlaşma imzaladığını öğrenince, yönetimi Monsanto ve Cargill’in Venezuela’da transjenik soya üretimi yapmanın yollarını aradıklarına dair uyarır.
Bunun üzerine Nisan 2004’te Chavez, “bu proje bitti” der, Venezuela topraklarında GDO’lu tarım yapılmasını yasakladığını açıklar. Böylece Başkan Chavez, Monsanto’nun 2,000 kilometre karelik bir alanda GDO’lu soya üretme planlarına da engel olmuş olur. Chavez, bu kararını Venezuela Anayasası’nda yer alan Gıda Egemenliği ve Güvenliği maddelerine aykırı olduğu için aldığını belirtir. Chavez, bu tarım alanlarının Monsanto’nun GDO’lu soyası yerine yerel bir bitki olan yuka üretimi için kullanılacağını ve dünya çiftçilerinin yararlanabileceği ve yerel tohumların korunacağı büyük bir tohum bankasının kurulacağını açıklayarak büyük bir adım atar.
Günümüzde Güney Amerika’daki soya üretimi gerçek bir çevre felaketi olarak nitelendiriliyor.
Yüksek protein içerikli soya fasulyesinin yaklaşık %80’ini hayvan yemi olarak kullanılmakta. 2010 verilerine göre, dünya soya üretiminde %33 ile birinci sıradaki ABD’yi, %27 ile Brezilya ve 21% ile Arjantin takip ediyor. Dünya soya üretimin %77’i GDO’lu soya. Arjantin, Brezilya, Paraguay, Uruguay, Şili ve Bolivya’da soya üretimini sadece GDO’lu soyadan oluşmakta ve büyük kısmı ithal amaçlı.
“Yeşil Altın” olarak görülen GDO’lu soya üretiminin, bir de genel olarak monokültür olarak uygulandığını da unutmayarak, bu ülkelerde yol açtığı çevre felaketlerini genel başlıklar altında toplayabiliriz:
  • İklim değişikliği, ısı artışı, su havzalarının kaybolması ve sera gazı emisyonu
  • Biyoçeşitliliğin azalması
  • Ormanların yok edilmesi
  • Aşırı pestisit ve herbisit kullanımına bağlı olarak toprak, su, insanlar ve vahşi tabiatın zehirlenmesi
  • GDO’lu tarımın yayılması
  • Toprak mülkiyetinin çiftçiden kurumsal şirketlere geçmesi
  • Gıda egemenliğinin yitirilmesi
  • Açlık oranında artış yaşanırken, kurumsal karlılığın da artması
  • Yerel halkın taşınmak zorunda kalması

Bazı çarpıcı örnekler:
  • Brezilya’da, Amazon bölgesinde 1,2 milyon hektardan daha büyük bir alan soya üretimi için yok edildi (2010 verileri). 2007’de GRAIN yayınladığı bir bildiride önümüzdeki 10 yıl içinde soyanın Amazon Havzası’nın çoğunu ele geçireceğine ve işler bu hızla giderse tropik ormanın kuruyarak bir bozkıra dönüşebileceğine ve Brezilya’nın önlem alması gerektiğine dair uyardı. Bunun sadece Brezilya’yı değil, tüm dünyayı ilgilendirmesinin nedeni ise Amazon Ormanı’nın devasa bir biyokütle olarak küresel iklimi düzenlemede oynadığı rol. Amazon Ormanı’nın yok olması, kendi başına atmosfere 90 milyar ton karbon salınmasına yol açarak küresel ısınma %50’lik bir ivme kazandırmaya yeterli.
  • Paraguay’da Atlantik Yağmur Ormanı’nın tahminen %90’nın ekim alanı için yok edildi, binlerce bitki çeşidi, yüzlerce ender kuş ve jaguar gibi nesli tükenmekte olan hayvanlarla birlikte. (2011 verileri)
  • Arjantin’de soya üretimine ayrılan 18 milyon hektarlık alan, ülkenin tarım alanın %50’sinden fazlasına tekabül ediyor.(2010 verileri)
2012’de Peru GDO’lu gıda ithaline, üretimine ve kullanımına 10 yıllık bir yasak getirdi. Aynı yıl, Meksika ise kendi mısır türlerini korumak için GDO’lu mısır ekimini yasakladı. Ancak bu iki iyi haber haricinde, bu bölge GDO’nun insan sağlığı ve doğa üzerindeki tüm tehlikelerine açık. Venezuela’nın bu kadar erken bir tarihte GDO’ya hayır demesinin değeri bugün daha net olarak görünüyor.
Ayşe Bereket 

Ayşe Bereket
Ayşe Berekethttp://aysebereket.wordpress.com
Diplomat ailesiyle, sonra da kendi başına birçok ülkede yaşadıktan sonra İstanbul’a yerleşti. New York New School for Social Research’ten mezun olduktan sonra, birçok farklı işin yanı sıra uzun yıllar teknik ve kitap çevirmenliği ve editörlük yaptı. Kafayı Monsanto ve GDO’ya takan Ayşe, bir uluslararası STK’nın Tarım ve Gıda Kampanya Sorumlusu, ardından da Kuzey Kutbu Kampanya Sorumlusu olarak çalıştı. Şu anda bir yandan harıl harıl akademik raporlar ve STK raporları çeviren Ayşe, Yeşil Gazete’ye ve çiçeğe böceğe daha fazla vakit ayırabilmenin de keyfini çıkarıyor.

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR