Hafta SonuManşet

57 yıl önceki acı itiraf – Şahin Tekgündüz

0

Saat pazar sabahının yedisi. Koca meyhanede iki kişiyiz. Akis Dergisi’nin ofisinde ve matbaasında kesintisiz yaşanan on sekiz saatlik bir çalışmanın yorgunluğunu atmaya çalışıyoruz. Neredeyse dört saattir konuşuyor, gülüyor, küfürler ediyor, şiirler okuyor, mezemsi bir şeyler tırtıklıyor ve su gibi şarap içiyoruz.

Gittikçe gerginleşiyor. Yeni bir şeyler söyleyeceğinden ama ciddî bir tereddüt yaşadığından eminim. Kısa bir sessizliğin ardından beklediğim gibi oluyor, Çubuk şarabıyla dolu bardağından bir yudum daha içiyor; masanın üstündeki elimi sıkıca tutup, kanlanmış gözlerini gözlerime çivi gibi dikiyor “Ulan domuz, biliyor musun şimdi ağlayabilirim, sakın şaşırma!” diyor. Tepkimi ölçmek için bir iki saniye daha gözlerimin içine dik dik bakıyor. Göz bebekleri titriyor. Neredeyse ağlayacak. Elimi daha da sıkıp “Pis komünist, ben seni hep polis zannettim. Yakın zamana kadar… Eşşekliğime doymayım. Senin gibi güzel insanı polis zannetmek!.. Ağzımıza sıçtılar, gölgemize varıncaya kadar birbirimizden şüphe eder olduk” diyor. Ve gerçekten, hıçkırıklarını sakınmadan ağlıyor. Sakın şaşırma diyor ama şaşırıyorum. Ellerimiz bir kez daha kenetleniyor. Benim de boğazım düğümleniyor, gözlerim doluyor ama ağlamıyorum. Elinin tersiyle gözlerindeki yaşı siliyor. Son bir kez daha şarap bardaklarımızı tokuşturuyoruz. Bu itiraftan sonra ikimizin de söz söyleyecek hâli kalmıyor.

Sarsılıyorum ve düşünüyorum. Polis olmamdan şüphelenmesi aslında son derece doğal. Söyledikleri de çok doğru, gerçekten gölgemize varıncaya kadar birbirimize güvenmez hâle getirdiler bizi. Bunu, kurucusu olduğum Sinema Tiyatro Derneği’nde de arkadaşlarla birlikte az mı yaşadık. Aramıza katılmak isteyen her üniversite öğrencisine “polis mi acaba?” diye baktık güven duyuncaya kadar. Bunlar arasında hemen hepimizin kuşkuyla yaklaştığı isimse şair Sunullah Arısoy’du. Üniversite öğrencisi değildi, sinema ve tiyatroyla ilgisini bilmiyorduk, ortak tanıdıklarımız pek yoktu, sadece şair olarak adını duyardık. Derneğe üye olmak istediğinde araştırdık, Sümerbank Genel Müdürlüğü’nde çalıştığını öğrendik. Bir devlet kurumunda çalışıyor olması bile kuşkulanmamız için yeterliydi. Kuşkularımızı ve güvensizliğimizi kıran ise, onu, Metin Toker’e tavsiye ettiğini ve Akis Dergisi’nde iş bulmasını sağladığını öğrenmemiz olmuştu. Bütün bunlar, hızla geçiyor birkaç saniye içinde zihnimden.

Garsonu çağırıp hesap istiyoruz. Yediklerimizin dışında hesabın en önemli kalemi, masanın yanında toprak zemine sıralanmış boş Çubuk şarabı şişeleri. Garson sayıyor, birisi tam boşalmamış yedi şişe… Yer Ankara Rüzgârlı Sokak’taki Hafız’ın meyhanesi; beni polis sandığını itiraf eden de şâir ve mizah yazarı Hasan Hüseyin Korkmazgil

Hasan Hüseyin’le 1960 yılının son aylarında tanıştım. Daha Mamak Muhabere Okulu’nda yedek subayım ve Nijat Özön, ardından da Tarık Dursun Kakınç ayrıldığı için, Akis Dergisi’ne film eleştirilerini ben yazıyorum. Hasan Hüseyin ise derginin redaktörü. Cumartesi günleri yazımı ona bırakıyor, birkaç cümle konuştuktan sonra da “Haftaya görüşürüz” diyerek ayrılıyorum. 1960 yılıyla birlikte askerlik görevim sona eriyor, 2 Ocak 1961’de Akis Dergisi’nde kadrolu muhabir olarak çalışmaya başlıyorum. Metin Toker dışında dergidekiler Doğan Avcıoğlu’nun ağabeyi Hamdi Avcıoğlu, ünlü gazeteci Atilla Bartınlıoğlu, yazıişleri müdürü Kurtul Altuğ, arşiv sorumlusu Hamdi Konur, redaktör Hasan Hüseyin Korkmazgil, Metin Toker’in kardeşi müessese müdürü Mübin Toker ve Kerim adında gelgit işlerine bakan bir eleman…

Korkmazgil’le kısa sürede dost oluyoruz. Ortak dostlarımız şâir Sunullah Arısoy ve ressam Hakkı Torunoğlu dostluğumuzu iyice pekiştiriyor. Ben haftanın hemen her günü dergide Hasan Hüseyin’le birlikteyim. O, Metin Toker dâhil, dergiye giren tüm yazıları, inanılmaz bir titizlikle didik didik ediyor, yanlışlarını düzeltiyor ve dil bütünlüğüne ulaştırıyor. Benim Türkçe konusundaki duyarlılığım o dönemde başlıyor. O büyük bir dil ustası ve dili şâir duyarlılığıyla kullanıyor. Ben de muhabirlik dışında özel ilgim nedeniyle, üstüme vazife olmadığı halde, derginin matbaada basıma hazırlanması çalışmalarına katılıyorum. Bu nedenle de Cumartesi geceleri sabaha karşı baskı kalıpları rotatifte basılıp dağıtıma girmek üzere Güneş Matbaası’na götürüldükten sonra ayrılıyorum dergiden. Bu işgüzarlık sonuçta sırtıma sorumluluk olarak yükleniyor ve yaklaşık bir yıl kadar sonra Akis’ten ayrılmama neden oluyor.

Birlikte çalıştığımız iki yıl boyunca Hasan Hüseyin’le öylesine çok şeyi paylaşıyoruz ki, hangi birini anlatayım? Bir zamanlar polis olduğumdan şüphelenip sonra da sırdaşlığını kazanacak kadar yakını olduğumu mu?.. En mahrem duygularını bile çekinmeden açtığını mı?.. Bir gün “Akşam Delisi” adlı şiirini niçin ve kimin için yazdığını yalnız benim bildiğimi mi?.. Zamanı geldiğinde bir gün bunların hikâyesini de anlatacağım. Şimdi o şiiri bir yana bırakıp, onun “şiir doğurma” sancılarından söz etmek istiyorum.

Akis Dergisi’nde tamgün çalışmaya başladığım dönem. Haber peşinde koşmak için dışarda olmadığım saatlerde hep Hasan Hüseyin’le birlikteyim. Hapisten kısa bir süre önce çıkmış ve Sunullah Arısoy’un aracılığıyla Akis’te çalışmaya başlamış. Mahkûmiyet psikolojisinin ağır baskısı hâlâ üzerinde. Paranoya derecesinde kuşkulu, ürkek ve tedirgin. Masanın üzerindeki o siyah Ericsson telefon çalmaya başladığında önce çevresine bakınıyor, telefona elini uzatıp geri çekiyor, “Beni mi, beni mi?..” diye soruyor, mecbur kaldığı için âhizeyi kaldırıp bir süre şaşkınlıkla kulağına tutuyor, karşıdan gelen sese göre konuşup konuşmamaya karar veriyor. Böyle durumlarda yakınındaysam telefonu ben açıyorum. Arayanın kim olduğunu sorarken korkulu gözlerle bakıyor gözlerime. Baskıcı, ceberut devletin en değerli ve en güçlü kişilikleri bile nasıl ezdiğini ve sudan nedenlerle nasıl yıllarca mahpuslarda tutup nasıl sindirdiğini bire bir izliyorum.

Ama Hüseyin’in devrimci kişiliği, şâir yaratıcılığı ve yılların baskısının yarattığı direnci bu tutukluğu kısa sürede geride bırakmasını sağlıyor. En önemli şiirlerini ve kitaplar dolduran mizah öykülerini o dönemde yazıyor. Ben onun yeni bir şiire ne zaman başladığını ve ne zaman bitirdiğini anında anlıyorum. Bazen günlerce burnundan soluyor, sorulanlara yanıt vermiyor ya da tersliyor, odasına kapanıp saatlerce yazıp çiziyor, sabahları ise işe kan çanağına dönmüş gözlerle geliyor ve kimseyle konuşmuyor. Biliyorum ki yeni bir şiirin doğum sancılarını çekmekte…

Sonra bir sabah yüzünde güller açarak giriyor kapıdan. Artık o eski Hüseyin gitmiş, yerine gözlerinin içi gülen ve önüne gelene takılıp espriler yapan mutlu biri gelmiştir. İşte o zaman patlatıyorum sorumu: “Doğurdun değil mi?..” Önce öfkeleniyor, sonra “Ne sanıyorsun domuz, doğurdum tabii, nur topu gibi…” diyor ve kolumdan tutup odasına çekiyor, başlıyor okumaya:

“güneşse güneş benim beyoğlubeyler

topraksa toprak benim beyoğlubeyler

bir şey var anlamadığım bu sokaklarda

eski saraylarda bu yeni saltanatlar

saksılarda çiçek diye kızgın namlular

demirin kömürün petrolün kalleşliği

bir şey var anlayamadığım bu sabahlarda

kayguysa kaygu benim beyoğlubeyler

bayramsa bayram benim beyoğlubeyler

ya siz kimsiniz

……………

……………”

O yıllarda yazdığı en önemli şiirlerden biri, bin dizelik bir destan olan ‘Kızılırmak’. Hüseyin’in Kızılırmak’ı doğurması en az üç ay sürüyor. Şiirin tamamlandığı günleri ve sonrasını anımsıyorum da yaşadığımız ortak mutluluğun büyüklüğünü ve coşkusunu hâlâ yüreğimde taşıyorum. O destan kitabın ilk iki basımının da kapak tasarımını ve baskı takibini ben üstleniyorum. Her iki kitap da büyük ilgiyle karşılanıyor. Kızılırmak destanını okuması için özel toplantılara davet ediliyor. Akis’e tanışmaya ve kitap imzalamaya gelenler her geçen gün artıyor.

Hasan Hüseyin o destan şiiri ilk kez benim evimde Grundig 23 ses kayıt cihazına baştan sona okuyor. O şiiri okurken bir yandan Çubuk şarabı içiyoruz, bir yandan onun fotoğraflarını çekiyorum. Yalçın Cerit, Nihat, Nevzat, Rüştü Asyalı kardeşler, Hakkı Torunoğlu, Orhan Suda ve daha kimler kimler… O fotoğrafların negatifleri Odak Reklam’ın tasfiyesinde, ses bandı ise 12 Mart kargaşasında yok oluyor. Ama kaybolmayan fotoğraflar hâlâ Hasan Hüseyin’le ilgili kitapları ve kapaklarını süslüyor.

Hey gidi Hasan Hüseyin Korkmazgil hey, sen de o güzel insanlar gibi erkenden çekip gittin aramızdan…

 

 

Şahin Tekgündüz

[email protected]

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.