DünyaManşet

50. yılında Martin Luther King’in ünlü konuşmasını yanlış hatırlamak – Gary Younge

0

Washington’daki yürüyüşten 50 yıl sonra, Dr. King’in ünlü konuşması, tıpkı ardından bıraktığı siyasi miras gibi, oldukça yanlış anlaşılıyor.

28 Ağustos 1963’de, Dr. Martin Luther King podyuma çıktığında, Adalet Bakanlığı izlemedeydi. Kışkırtıcı söylemlerde bulunmak için mikrofonun gaspedilmesinden korkan Kennedy’nin Adalet Bakanlığı ne olur ne olmaz hoparlörü susturmayı planladı. Bu olasılığa karşı, ses sisteminin yanına kalabalığı yatıştırması planlanan “He’s Got The Whole World in His Hands”i söyleyen Mahalia Jackson’ın bir kaydını tutan bir yetkili oturtuldu.

Washington’daki yürüyüşten ve o ünlü “Bir Hayalim Var” konuşmasından yarım asır sonra, bu olay titizlikle Amerika’nın vatansever mitolojisine kaldırıldı. Kennedy yönetiminin organizatörlerin yürüyüşü iptal etmelerine çalıştığını; FBI’ın insanların gelmesini önlemek için cesaretlerini kırmaya çalıştığını; ırkçı senatörlerin liderlere çamur atmaya çalıştığını; Amerikalıların yarısından fazlasının yürüyüş hakkında olumsuz görüşe sahip olduğunu görece az kişi biliyor ya da hatırlıyor. Bunun yerine, yürüyüş, kitlesel, çok ırklı dramatik bir ayrışma olarak değil ulusun kurucu ideallerine doğru yılmayan ilerlemesine örnek teşkil eden Benetton Technicolor’da bir cümbüş olarak alkışlanıyor.

Tarihin tekrar ambalajlanmasının merkezinde, King’in konuşmasının yanlış hatırlanması var. King’in konuşması, varlığını hala sürdüren Amerikan ırkçılığının keskin bir ithamı değil, mazide kalmış bir dönemin acılarına değinen dokunaklı bir dönem yazısına dönüştürülmekte. Bu yüzden, “I Have a Dream”in ellinci yıldönümünde konuşma hakkında sorulan en sık ve bence, en sıkıcı sorulardan biri “King’in hayali gerçekleşti mi?”, ikincisi ise “Başkan Obama King’in hayalinin gerçekleşmesini mi temsil ediyor?” Daha uzun yanıtlar soruların hak ettiğinden ilginç olsa da her iki sorunun da kısa ve net cevabı, “hayır”. King’in hayalinin, yalnızca tek bir konuşmanın retoriği ile sınırlı olmadığını biliyoruz. Onunki kadar dolu ve karmaşık bir ömrü, bir kısmı doğaçlama verilen onaltı dakikalık bir söylevle yargılamak, ne saygılı ne de ciddi olur.

Ne olursa olsun, King’in “Bir Hayalim Var” konuşmasının mirasına dair çağdaş her tür tartışma, o zaman öne sürülen konuları şimdi yorumlama biçimimizi teslim ederek başlamalıdır. Tarih boyunca ezilen bir azınlık oy kullanmaktan mahrum bırakıldığında “ırk”, “eşitlik”, “adalet”, “ayırımcılık” ve “tecrit” gibi kelimeler,  Amerika Birleşik Devletler’in başkanı siyahi olduğundan çok farklı bir anlama gelir. King, konuşmasında “zenci” (negro) sözcüğünü on beş kez kullandı; bugün, nihayet, bu ifade ırkçı kategoride yer alıyor.

Belki de King’in konuşmasının bugün nasıl anlaşıldığını kavramanın en iyi yolu, konuşmayı yapana yönelik tutumlardaki radikal değişimi düşünmek. Ölmeden önce King, toplumdan dışlanmak üzereydi. 1966’da onun hakkında olumsuz görüşe sahip olan Amerikalıların sayısı, olumlu düşünenlerin iki katıydı. Life dergisi, Riverside Kilisesi’nde verdiği Vietnam Savaşı karşıtı konuşmasını, “demagojik iftira” ve “Hanoi Radyosu senaryosu” olarak damgalamıştı.

Fakat King, otuz yıl içerisinde yüz karasından ikona yükseldi. 1999’da bir kamuoyu anketi, Amerikalılar arasında en çok hayranlık duyulan halk figürlerinden biri olarak King’in, hemen hemen Kennedy ve Einstein ile eşit olduğunu ortaya koydu. King; Franklin Delano Roosevelt, Papa II. John Paul ve Winston Churchill’den daha üst sırada yer aldı; yalnızca, Rahibe Teresa ondan daha çok seviliyordu. 2011’de National Mall’da birincil derecede kültürel arazinin dört dönümüne (acre) yerleştirilen 9 metre yüksekliğinde heykelin ön plana çıktığı anıtın açılışı yapıldı. Amerikalıların %91’i (%89’u beyaz) onayladı.

Bu evrim, yalnızca zamanla azalanan kötü duygular ve acı veren acılar meselesi değildi. King’i meşhur eden konuşmanın bugün nasıl anlaşıldığına ışık tutan uzun süreli bir mücadelenin sonucuydu. King’in doğumgününü federal tatil ilan etmek için sunulan tasarı, başarı umudu olmadan, King’in ölümünden sadece birkaç gün sonra sunuldu. Sendika lideri Cleaveland Robinson, 1969’da King’in dul eşiyle katıldığı bir mitingte, “Kongre’nin bunu geçireceğini umduğumuzu sanmayın” dedi. “Bundan sonra, o gün, bizlerin, Amerika’daki siyahilerin çalışmayacağını söylüyoruz, hepsi bu.”

Kongre, kavga dövüş de olsa tasarıyı geçirecekti. 1983’de Ronald Reagan istemeye istemeye Martin Luther King Günü’nü yasalaştırdığında King’in komünist sempatizan olup olmadığı soruldu. Reagan FBI’ın dinleme teyplerinin nihayet ortaya çıkmasına atıfta bulumarak, “Otuz beş yıl içinde öğreniriz, değil mi?” dedi.

Ülkenin King’i kabul etmesi, yasal ayrımcılığın sona ermesi gerektiği –  kitle yürüyüşleri, sivil itaatsizlik ve halk aktivizmi ile kazanılan – nihai mutabakatıyla sağlandı. King’in “Bir Hayalim Var” konuşmasının taslağını yazan Clarance Jones, “Amerika müptela, ırk ayrımına bağlı işlevsiz bir uyuşturucu bağımlısı ya da alkolik gibiydi” diyor. “Başka tedaviler denemiş ve başarısız olmuştu. Sonra çok aşamalı – iyileşme, pasif direniş, sivil itaatsizlik ve entegrasyon – programıyla Martin Luther King geldi ve Amerika’yı alenen vicdanıyla yüzleşmeye zorladı. Ve bu iyileşme programı, Amerika’nın tarihin en büyük politik değişimini benimsemesini sağladı.”

Beyaz Amerikalılar, King’e duydukları antipatinin geçtiğini ve bunun boşuna olduğunun farkına vardıklarında; o, ona hayran olmalarının kendi çıkarlarına olduğu bir dünya yaratmıştı. Onu kabullendiler, çünkü kısacası başka seçenekleri yoktu.

Geriye kalan tek soru, King’in hangi versiyonunun onurlandırılması gerektiğiydi. Onu yoksullara yardım için daha büyük hükümet müdahelesi isteyen  ya da 1967’de Riverside Kilisesi’nde yaptığı gibi Birleşik Devletler’i “bugün dünyadaki şiddetin en büyük tedarikçisi” yaftalayan bir lider olarak hatırlamak, doğruluk adına gelecek nesilleri gözden çıkarmaktır. Bu şeylerin savunuculuğunu yaptı. Ama bu sorunlar özellikle de savaş ve ekonomik kriz döneminde canlı, bölücü ve acil olmayı sürdürür. King’i bu sorunlarla ilişkilendirmek onu tartışmanın dışında bırakmaz, hayatta olduğu kadar ölümünde de tartışmalı bırakarak içine çeker.

Oysa onu yasal ayrımcılığa karşı ikna edici biçimde ve zor kullanarak konuşan bir adam olarak hatırlamak, onu ilkeli tavrı kriz anında ülkeyi kurtaran uyumlu bir figür olarak sunar.

King’in uzun süreli arkadaşı, Riverside Kilisesi konuşmasının taslağını hazırlayan Vincent Harding, “O konuşma, son derece ve kasten yanlış anlaşılır,” diyor. “En az araştırma, en az değişiklik, en az iş gerektiren kısımlar alınır. Ülkemiz, King ile birlikte çalışmanın en kolay yolunu seçti. Çok güçlü bir şeyin ona bağlandığının ve onun da o güçlü şeye bağlandığının farkındalar. Ama onun daha o zaman tartışmaya açtığı türden konuları ele almaya gerçekten hazır değiller.”

Ülke, bunun yerine, “Bir Hayalim Var”ın yalnızca King’in mirasını baltalamakla kalmayıp konuşmanın kendisi hakkında da doğru olmayan bir hikaye anlatan bir versiyonunu anımsamayı seçti. King, söylevinde yüzyıllardır devam eden  ikinci sınıf vatandaşlığın sonuçları ile yüzleşmek için hem yasal çözümün sınırlarına hem de ekonomik ıslah ihtiyacına açıkça değinmişti.

“Bir asır sonra Zencinin yaşamı, ne yazık ki, ırk ayrımının kelepçesi ve ayrımcılığın zincirleriyle sakat bırakılmıştır,” dedi (vurgu benim). “Bir asır sonra, Zenci, engin maddi refah okyanusunun ortasında ıssız yoksulluk adasında yaşıyor.”

Mantıklı hiçbir okuma King’in vizyonunu, Jim Crow’un yürürlükten kalkmasıyla sınırlandıramaz. Anca yazılı ayrımcılığı ırkçılıkla birleştirerek ve King’in yalnızca başka yerlerde söylediklerini değil konuşmadaki bol bol aksini ortaya koyan kanıtı da gözardı ederek, Amerika’nın ırksal sorunlarına yanıtın yasayı değiştirmek olduğu iddia edilebilir.

***

Konuşmanın siyasi içeriğini değerlendirirken, ayrımcılık ile ırkçılığı birbirinden ayırmak şarttır. King’in sözcüklerinin yazılı, yasal ayrımcılığa son vermek ile olduğu ölçüde, hayal gerçekleşti. “Sadece Beyazlar” tabelaları kaldırıldı; yasalar çıkarıldı. 1979’dan beri Birmingham, Alabama’da yalnızca siyahi valiler var. Ekonomik, toplumsal ya da siyasi ilerlemenin önündeki tek engel sadece siyah olmak – ırkçılığın tarihsel mirasının aksine – idiyse, bu engel resmen ortadan kalktı.

Fakat, konuşmanın ırkçılığı sonlandırmak üzerine olduğu düşünülürse, gerçekleşmesinin yanından bile geçilmediği aynı kesinlikle söylenebilir. Siyahların işsizliği, beyazların nerdeyse iki katı; yoksulluk içinde yaşayan siyahi çocukların yüzdesi, beyazlarınkinin nerdeyse üç katı; Washington, DC’de siyahi erkeklerin ortalama ömür uzunluğu, Gazze Şeridi’ndekilerden düşük; 2001’de doğan her üç siyahi erkek çocuktan biri, ömür boyu hapse girme riski taşıyor; 2004’de suçlu oldukları için haklarından edilen siyahi erkeklerin sayısı görünürde 15. Değişikliğin oy kullanma haklarını güvence altına aldığı 1870’den daha fazla.

King’in hayal nakaratında harekete geçirdiği imgelerin çoğu, – küçük siyahi erkek ve kız çocuklar, küçük beyaz erkek ve kız çocuklarla elele (veriyor) – basit olsa da bu vaat edilen ülkeye nasıl ulaşabileceğimizin tarifi, kesik kesik ve muğlaktı. (Georgia’ya geri dönün, Lousiana’ya geri dönün…nasılsa bu durumun değişebileceğini ve değişeceğini bilerek.”) Fakat konuşma sadece ayrımcılıktan ziyade, açıkça daha geniş ırkçılık üzerineydi. İkisinin arasındaki ayrımı geçiştirerek – ya da bilfiil yanlış yorumlayarak – bu bahar Anayasa Mahkemesi’nin Oy Kullanm Hakkı Yasası’nı tahrip ettiğinde etkin bir biçimde yaptığı gibi, ırkçılığı geçmişin bir dalaleti saymak mümkündür. Ancak o zaman siyahiler ile beyazların maddi konumu arasındaki muazzam, devamlı farklılıklar süregelen kurumsal, ekonomik ve politik dışlamanın sonuçlarından ziyade bireylerin başarısızlığı olarak anlaşılabilir. Ancak o zaman konuşmanın tek satırına – King’in “tenlerinin rengiyle değil kişiliklerinin muhtevasıyla yargılanacak” yeni nesiller görme arzusunu dile getirdiği –  vurgu yapılması bir anlam ifade edebilir.

Günümüzde özellikle bu yanlış okuma, pozitif ayrımcılık tartışmalarında belirgindir. King, tarihsel eşitsizlikleri düzeltmek için iş ve üniversiteye giriş başvuruları yaparken ırk ve etnik yapıyı dikkate alma taraftarıydı. “Toplumumuzun yüzyıllardır Zencilere karşı özel bir şey yaptığını göz önüne almadan,” diye yazdı, “gelecek için bir formül yaratmak imkansız”.

Fakat bu hak, pozitif ayrımcılığa karşı ırkçılık aleyhtarı kılıf olarak King’i kullanmak için “kişiliklerinin muhteviyatı” satırına dayanmakta. Reagan, 1986’da şunları söyledi: “Her kadın ve her erkeğin başarmak için eşit fırsatlara sahip olduğu bir topluma mensubuz. Bu yüzden, kota kullanmına karşı çıkıyoruz. Renk körü bir toplum istiyoruz. Dr. King’in sözleriyle, insanları “derilerinin rengiyle değil, kişiliklerinin muhteviyatıyla yargılayan” bir toplum”.

Bu tür çarpıtmalar, “Bir Hayalim Var”ı tartışırken Harding gibilerin ve siyahi entelijensiyanın önemli bir bölümünün seslendirdiği duygu ikilemini açıklıyor. Ağızlarını kenetleyen konuşmanın kendisi değil, King’in asimile edilme ve mesajının yozlaştırılma biçimi. King’in Amerika’nın daha iyi günlere yılmaz ve kaçınılmaz ilerlemesini öven vatansever bir maskota yüceltilmesinin acısı sık sık tezahür ediyor.

***

Dolayısıyla, King’in konuşmasının anlamını yüceltme konusunda azımsanmayacak oranda anlaşmazlık mevcut. Ne gariptir ki, ırksal bereberlik konusu ele alındığında, bu farklılıklar en çok ırk açısından dile getiriliyor.

2011 Ağustos’unda yapılan bir kamuoyu anketinde, King anıtının açıldığı ay, siyahların büyük çoğunluğu hem hükümetin “siyahların ve diğer azınlık gruplarının sosyal ve ekonomik konumlarını geliştirmeye çalışma”da önemli rol oynadığını hem de “siyahlara karşı ayrımcılığın azaltılması için yeni yurttaş hakları yasaları gerektiğine” inandıklarını söylediler. Beyazlar için bu rakamlar sırasıyla, yüzde 19 ve yüzde 15 idi. Buna karşılık, siyahların sadece yüzde 29’una karşılık, beyazların yarısından fazlası kendi yaşamları boyunca siyahlar için yurttaşlık haklarının “oldukça geliştiğine” inanıyorlardı. Beyazlar Obama’nın politikalarının “siyahi halka yardım etmek için yardım teşvik etmede… çok ileri gittiğine” siyahlardan neredeyse altı kat fazla inanırken, siyahlar yeterince ileri gitmediğine inanan siyahların sayısı beyazların iki katıydı. Diğer anketler, Amerika’nın ırksal eşitliği sağladığını düşünen beyazların sayısı siyahların dört katı olduğunu gösteriyor. Kısacası, George Zimmerman’ın beraatine ırk açısından kutuplaşmış tepkiler ortaya konurken, siyah ve beyaz Amerikalıların başından geçen tecrübeler birbirinden çok farklı. Ayrımın yasal olarak uygulanması yasaklansa da, fiili tecrübesi hala yaygın. Geniş çapta tanınan coğrafi sınırların ırkları ayırdığı ABD şehirlerinden birine yapılacak bir gezi, bunu doğrulayacaktır. Siyahların ve beyazların aynı sorunları görmesi daha az olası, temel nedenler konusunda anlaşamamarı daha çok olasıdır, bir çözüm yolunda uzlaşmaları ise olası değildir.

“’Derilerinin rengi’ ve ‘kişiliklerinin muhteviyatı” ile ilgili o tek satıra bu kadar dikkat kesilenlere soruyorum,” diyor Harding, “okullarımızın ve müşterek tasarruflarımızın yeniden ayrılması ile birlikte, merak ediyorum, hayata beraberce dahil olmaya istekli olmadığınız takdirde o kişilerin kişiliğinin muhteviyatını nasıl anlayacaksınız?”

Siyah ve beyaz Amerikalıların görüşlerinin örtüştüğü sadece tek bir soru var, o da King’in hayalinin gerçekleştiğine inanıp inanmadıkları. Son yedi yıldır belli başlı anketörler tarafından bu soru ne zaman sorulsa, siyahlar ile beyazlar arasındaki fark yüzde 10’un üzerine nadiren çıkmış. King’in hatırlattığı sorunların çözüldüğüne inanmakta uzlaşıyor, ama bu sorunların ne olduğunda uzlaşamıyorlarsa, kaçınılmaz sonuç, siyahların ve beyazların aynı konuşmayı dinlerken bile çok farklı şeyler işittikleridir.

***

King dirilecek olsaydı, Amerika’daki cezaevlerine, işsizlik kuyruklarına, aşevlerine ya da şehirde yoksulların gittiği okullara bakar ve uğruna ömrünü harcadığı hayalin gerçekleştiğini düşünürdü demek saçma olur. Bu eşitsizliklerin ister kötü seçimler yapan bireylerden isterse de kurumsal ayrımcılıktan kaynaklandığına inanın, böyle bir dünyanın King’in yaratmaya baş koyduğu dünyaya benzediğini iddia etmek absürd olurdu.

Bu manzaranın, Beyaz Saray’daki siyah adamın varlığıyla çok değiştiği de iddia edilemez. Obama’nın seçilmesinin, King’in mirasıyla bağlantılı olduğu iddiasında doğruluk payı vardır. Obama’nın da sık sık dile getirdiği gibi, yeni nesil siyahi politikacıların gelmesini sağlayan koşulları yaratan yurttaşlık hareketi olmadan seçilmesi mümkün olmazdı. Fakat, yurttaşlık hakları hareketinin amacı, herkes için eşitlikti, birilerini yüceltmek değil.

Siyahi bir başkan seçmenin sembolik değeri, elbette, sorgulanamaz. Fakat, sonuç olarak Afrikalı-Amerikalılar’ın Obama kaybetseydi daha kötü bir durumda olabilecekken, maddi olarak şimdi de daha iyi bir durumda da olmadıkları ve Obama’nın başkanlığında artan siyahlar ile beyazlar arasındaki ekonomik uçurum hala gerçekliğini koruyor. Amerika’nın ilk siyahi başkanının yükselişi, siyahi Amerikalıların yaşam standartlarındaki düşüşe denk geldi. Aklı başında kişiler, Obama’nın sorumluluğunu bir dereceye kadar inkar edebilirler. Ama gerçek, yadsınamaz.

Sembollerin önemi yabana atılmamalıdır, ama gerçekle de karıştırılmamalıdırlar. Yeterli temsil edilmeyen insanların liderlik pozisyonlarındaki varlığı, ancak bu yetersiz temsil ediliş şartlarını yaratan engellere meydan okuyorsa, önemli ölçüde anlamlıdır. Aksini iddia etmek, eşit fırsatları, sistemin farklı göstermelik fırsatlarla takas edilmesi demektir; bu sayede, sistem farklı görünür, ama işlevi aynıdır.

Son tahlilde, King’in rüyasının gerçekleşip gerçekleşmediğini sormak, hem genel politikasını hem de konuşmasının kendine has uzun soluklu hedefini, yanlış anlamaktır. King, yalnızca sınırlı bir gündemin peşinden giden türden bir aktivist değildi. King’in genel hattıyla bütün konuşması, özelde de hayal bölümü ütopiktir. Kendisini bir karabasanın ortasında bulan King, tarihi yanlışların düzeltildiği ve iyinin galip geldiği daha iyi bir dünyanın hayalini kurdu. Bu yüzden, konuşmanın benim için anlamı ve büyük ve bu yüzden, baştan sona, zamanın sınavından geçtiğine inanıyorum.

***

İdealizmin alaya alındığı ve “realizm”in ölçüsüz piyasa güçlerinin ve askeri saldırının “kaçınılmazlığı” için bir bahane haline geldiği Thatcher’li yıllarda İngiltere’de büyüdüm. Bu ajandaya karşı gelmek, sağda olduğu kadar solda da, mantıksız ve gerçek dışı sayılıyordu. Realizmin, hayalcilere ayıracak zamanı yoktur.

Doğru, sadece hayallerle yaşayamayız. Ama ütopik fikirlerin yokluğu, bizi net bir ideolojik ve ahlaki merkezden yoksun bırakır ve bu yüzden, siyasetin özgürleştirici potansiyelinden mahrum bırakıldığı ve her durumda uygun olana indirgendiği bir boşlukla karşı karşıya kalırız.

King, 1963 yazında karar sürecindeki yurttaşlık hakları tasarısı ve beyazların gergin olmasıyla birlikte, seslenişini hemen elde edilebilir ve pragmatik olanla sınırlandırabilirdi. On maddden oluşan bir plan açıklayabilir, kanunların daha sıkı olmasını talep edebilir ya da Kuzey’de yeni sivil itaatsizlik gösterileri düzenlenmesini gerekli görebilirdi. Mümkün ve pragmatik olanın ne tatmin edici ne de süürdürülebilir olduğu bir zamanda kendisini mümkün olanın çağrısına indirgeyebilirdi.

Bunun yerine, kendini tribüne attı. Tasvir ettiği dünyayı inşa etmenin boşuna bir çaba mı yoksa sadece zorlu bir görev mi olduğunu bilmeden, siyaset çölünde sesinin bir gün onu etkileme gücü olanlar tarafından duyulacağını ümit ederek haykırdı. Böyle yaparak, yakın gelecekte olası görünmeyenin de gerekli, mücadeleye ve söz etmeye değer olabileceğine inanmanın saflık olmadığını gösterdi. King’in hayalinin temelini oluşturan idealizm, modern haklarımızın üzerine inşa edildiği kaya ve pragmatik parazitlerin beslendiği ettir. Daha iyi bir dünyanın hayalini kuran olmasaydı, uyanmamızın ne anlamı olurdu?

Gary Younge, The Nation, 14 Ağustoıs 2013

Çeviren: Özde Çakmak – Yeşil Gazete

(Yeşil Gazete)

More in Dünya

You may also like

Comments

Comments are closed.