‘1915’e gelince İttihatçı olmak – Oral Çalışlar

1915 Ermeni tehciri konusunda, “Biz haklıydık” diyen seslerden değişik bir siyasi ittifak oluşmuş durumda. Meclis’teki ana akımlar (AK Parti, CHP, MHP); Talat Paşa’nın merkezini oluşturduğu İttihatçı kliğin yaptıklarının arkasında duran bir görüntü veriyorlar.
Bu ilginç bir durum. AK Parti; militarizmle, askeri vesayetle çatışırken ‘İttihatçı gelenek’, ‘İttihatçı darbecilik’ eleştirisini öne çıkarıyordu; ‘devlete egemen olan İttihatçılık’ın özgürlüğün önündeki temel engel olduğu iddiası öndeydi.
Türkiye’nin demokrasi arayışının tarihi; İttihatçılıkla, İttihatçılığın oluşturduğu ‘otoriter modernleşmecilik’le çatışmanın tarihidir. Bu nedenle Talat Paşa, günümüzdeki marjinal ulusalcıların simgesidir. ‘Ergenekoncular’ onun adına komiteler kurdular.

İttihatçılık darbecilikse
İttihatçılık, her şeyden önce despotizmdir, tepeden inmeciliktir. İttihatçı çizgiyi sürdürmek; farklılıkları tehlike olarak görmek, zoraki asimilasyonu savunmak, hatta imhayı bir ‘modernleşme projesi’ olarak değerlendirebilmektir. CHP’li Onur Öymen, Dersim katliamını savunurken de 1915 Ermeni tehcirini desteklerken de tam olarak bu çizgiden yola çıkmış “Uygarlık için gerekliydi”, “Ulus devlet için gerekliydi” gibi tezler ortaya atabilmişti.
AK Parti; farklılıkların önemini öne çıkardığı, parlamenter rejimin derinleşmesine vurgu yaptığı anlarda, ‘İttihatçılık’la arasına bir sınır çektiğini söyler ve ‘despotizm eleştirisi’ yapar. Örneğin Dersim tartışmasında, ‘imha ve asimilasyona’ yönelik değerlendirmeler, arka plandaki ‘İttihatçı’ zorbalığı da kaçınılmaz olarak hedef alır.

1915’te ne oldu?
Ahmet Refik Altınay 1881-1937 arasında yaşamış bir tarihçi, şair, yazar ve asker. Çok sayıda kitabından birisi “İki Komite İki Kıtal-Kafkas Yollarında” (Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2010). 1919’da kaleme alınan bu kitapta, Altınay’ın bir gözlem heyetiyle gittiği Anadolu’dan izlenimleri yer alıyor. Altınay, İttihatçı yönetimi eleştiren ve Ermeni tehciriyle gelişen felaketleri anlatan kitabına şöyle başlıyor: “Hiçbir zamanda Osmanlı milleti kendi fertleri tarafından bu derece zalimce bir haksızlığa uğramamıştır. Hiçbir devirde Osmanlı devleti dört beş zorbanın eşkıyalığı yüzünden bu derecede acıklı bir felakete uğramamıştır….” (s.3)
Altınay, 1915’i, ‘dört beş (İttihatçı) zorbanın Ermenilere zulüm ve katliam yapması’ olarak değerlendiriyor. Hedefinde ‘dar İttihatçı klik’ var: “Hemen iki kişi, Talat ve Enver, nüfuzları, baskıları ve yalanlarıyla, koca devleti parmaklarında çeviriyorlardı, memleket sahipsizdi.”

‘En masum, en günahsızlar’
1915’i, şöyle değerlendiriyor: “Nihayet Ermenilerin Van katliamı, askeri hareketlere engel oluşturmaları, İttihatçıların milli gayeleri için mühim bir fırsat ortaya çıkardı. Adil ve kuvvetine güvenilir bir hükümetin böyle bir vaziyet karşısında yapacağı şey, hükümet aleyhine isyanları gerçekleştirenleri cezalandırmaktı. Fakat İttihatçılar Ermenileri imha etmek ve bu suretle Vilayat-ı Sitte (altı il) meselesini de ortadan kaldırmak istediler. Fakat en masum, en günahsız, hiçbir suçları olmadığı halde tehcir felaketiyle mahvolan Ermeniler, Bursa, Ankara, Eskişehir ve Konya vilayetlerinde yaşayanlardı.”
1915 Ermeni tehciri; İttihatçılığın, zor yoluyla tepeden aşağıya kurmayı planladığı ‘ulusal devlet’ projesinin başlangıç noktası. Sonrasında; 1923 Rum mübadelesi, 1926 Şeyh Said bastırması, 1938 Dersim katliamı, 1942 Varlık Vergisi faciası, 6-7 Eylül 1955 saldırıları, 1960, 1971, 1980 askeri darbeleri geldi. Bunların aşağı yukarı tamamı, ‘İttihatçılığın başlattığı proje’nin parçası. Bütün bu ‘dram’ların öncülerinin Talatlar, Enverler olduğunu görebiliyoruz.
Başa dönersek.. 1915’teki ‘büyük acı’yı küçümseyen yaklaşımlar; İttihatçılığın tarihinin aklanmasına ve sahiplenilmesine katkıda bulunuyor. İttihatçı anlayışın mağdurları arasında sayılan AK Parti, ‘1915 tutumu’yla, İttihatçılık konusunda paradoksal bir görüntü veriyor.

Oral Çalışlar – Radikal

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR