Kültür Bakanı Ömer Çelik’in geçmişte ülkelerini terk etmek zorunda kalmış gayrimüslimlere “memlekete dönün” çağrısında bulunması elbette ki önemsiz değil.
Geçmiş iktidarlar döneminde ağır baskılara ve sistemli ayrımcılığa uğrayan Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin, Süryanilerin ve diğer gayrimüslim grupların bu topraklara ait olduğunun yetkili bir ağız tarafından anımsatılması, her şeyden önce, gayrimüslimleri düşman olarak görmeye şartlandırılmış kalabalıklara verilen ezber bozucu bir mesaj olarak değerli.
Ancak eğri oturup doğdu konuşalım ve Çelik’in art arda yaptığı benzer içerikli iki açıklamanın, somut birtakım adımlarla desteklenmediğini, altlarının boş olduğunu da görelim.
Hükümet belli ki, 2015 öncesinde, soykırımın inkârı nedeniyle üzerinde oluşacak baskıyı hafifletmek için yollar arıyor. Bunlar arasında, Ermeni meselesinde iç ve dış alanda çalışmak üzere bazı sivil toplum örgütlerinin harekete geçirilmesi gibi adımlar da var. Yurtdışındaki gayrimüslimlerin memleketlerine davet edilmesi de, böyle bir paketin parçası gibi görünüyor.
Geçmişteki bazı haksızlıklara karşı çıkarak, bunlar nedeniyle mağdur olmuş gayrimüslimlerin ülkelerine geri dönmeleri gerektiğini söylemek, hükümet açısından taktiksel açıdan son derece rahat, risk içermeyen, kolay bir adım gibi görünüyor.
Kolay, çünkü her şeyden önce, geriye dönecek insan sayısı son derece sınırlı. Yıllar yıllar önce Los Angeles’a, Paris’e, Kudüs’e, Atina’ya ya da başka bir dünya şehrine yerleşmiş birilerinin, sırf Türkiye’de gayrimüslimlere yönelik iktidar bakışında bir değişiklik oldu diye her şeyi bırakıp geri dönmesinin ne kadar mümkün olduğunu az çok hepimiz tahmin edebiliriz. Bu tahmini, hükümet de yapıyordur şüphesiz. Dolayısıyla, “Geri dönün” çağrısı yapmak, ekonomik ve siyasi anlamda iktidara fazla bir yük yüklemiyor.
Sonuç doğurması pek kolay olmayan, ancak söylemsel cazibesi nedeniyle özellikle dışta puan toplamaya yarayacak bu tip bir açıklamanın inandırıcı olabilmesi için, öncelikle geçmiş suçlar konusundaki tavrının çok net olması, ondan sonra da, ülkelerini o suçlar nedeniyle terk etmek zorunda kalmış insanların güvenini kazanabilecek somut icraatlarla desteklenmesi gerekir.
Bakan Çelik’in açıklamaları, bu bakımdan önemli eksiklerle malul, ve bu eksikler, görülüyor ki, muhatapları üzerinde bir yetersizlik hissi uyandırıyor her şeyden çok.
Görüştüğümüz, Türkiye’den uzak topraklarda yaşamaya mecbur edilmiş Rum, Ermeni, Yahudi ve Süryani vatandaşlar, Çelik’in sözlerinin geçmişe göre önemli bir değişimi ifade ettiği konusunda hemfikir de olsa, geri dönmek konusunda pek de olumlu konuşmuyor, somut adım, somut önlem, somut icraat; laf değil iş görmek istiyor.
Bu somut adım ve icraatlar çok geniş bir alana yayılıyor: Vatandaşlıktan çıkarılanlara yeniden vatandaşlık mı verilecek? Geçmiş haksızlıklar için özür mü dilenecek? Uğranacak zararların tazmini konusunda adım atılacak mı? Gayrimüslimleri devlet memuru yapmayan zihniyet nasıl değişecek? Türk ve Müslüman olmayana hayatı zindan eden yaklaşımlar ne olacak? Eğitim sistemi? Ders kitapları? Bürokratik ayrımcılıklar? El konulan mal-mülk?
Bakan Çelik’in şahsında, hükümet, eğer gayrimüslim vatandaşların geri dönüşü konusunda gerçekten ciddiyse, onlardaki bu temkinli duruşun ima ettiği değişimi hayata geçirebilecek pratik adımları atmak üzere bir program hazırlamalı ve bunu bir an önce muhataplarıyla paylaşmalı ki, var olan güvensizlik daha da derinleşmesin ve dede-nine topraklarına dönmek isteyen insanlar için bir güven ortamı tesis edilebilsin.
Doğrusu budur. Talebimiz ve beklentimiz de öyle…
Rober Koptaş – AGOS