Hafta Sonu

Yaşar Kemal: En heybetli uçan, en güzel konan kuş [1]

Karadeniz’in kuzeyinde savaş tamtamları çalarken, biz, denizin güneyinde Yaşar Kemal’i andık geçtiğimiz günlerde. 1923 yılında doğduğunu düşünen koca çınarın bedeni yedi yıl önce, 28 Şubat 2015’de aramızdan ayrılmıştı. Onun hakkında çok şey söylendi, yazıldı elbet. Ama daha çok söylenmeli, daha çok yazılmalı. Çünkü o dünyanın en heybetli uçan, en güzel konan kuşuydu benim dünyamda.

İyiliğe olan sarsılmaz inanç

Yaşar Kemal daha 7-8 yaşında çocuktu. Köyünde (Hemite) kartallar civcivleri kaptığı için vurulurdu. İsmail Ağa aynı nedenle kartalları vurur, ölülerini çocuklara verirmiş. Bir defasında kanadından yaralanan fakat ölmeyen kartalı diğer çocuklardan kaçırıp Hava Ana’ya getirmiş Kemal. Hava Ana ve Kemal günlerce uğraşıp, bereketli doğanın bin bir çeşit otunu merhem yaparak kartalı iyileştirmiş, sonrada dağa gidip onu serbest bırakmışlardı. Hava Ana kartala, onu serbest bırakırken usulca şöyle demişti:

“Bir daha civcivleri kapma, olur mu?”

Hava Ana iyiliğe inanıyordu, tıpkı Kemal’in babası Sadık Bey gibi. Van’dan Adana’ya uzanan yorucu göçün ardından Kadirli’de iskân komisyonu başkanı Karamüftüoğlu Arif Bey ona yörenin en değerli konak ve topraklarını vermek istemiş, ancak Sadık Bey kabul etmemişti. Çünkü Sadık Bey’in annesi Hırde Hatun’a göre yuvasından atılmış bir kuşun yuvası başka bir kuşa hayır getirmezdi. Çünkü Sadık Bey’e teklif edilen konak ve topraklar oralardan göç etmek zorunda bırakılan Ermeni Şemail’in yuvasıydı. Böyle deyince Sadık Bey, iskân komisyonu başkanı Arif Bey kızarak “Onlar kuş değil, Ermeni” demişse de, Sadık Bey onların da kuş olduğunda diretmiş; buna çok kızan Arif Bey jandarmayı çağırarak bu vazalak [2] Kürtleri kayalık Hemite’ye [3] götürmelerini emretmişti.

Fotoğraflar, imzası olan fotoğrafçılar tarafından Yaşar Kemal Vakfı’na hediye edilmiştir.

Aklı sıra ceza veriyordu Sadık Bey ve ailesine. Oysa Hemite, 1865 yılında göçer Türkmenlerin Osmanlı tarafından yerleşik hayata geçmeye zorlandığı bir köydü [4] ve iyi yürekli mert insanlar yaşıyordu o köyde. Sadık Bey sık sık şöyle derdi:

“Allah anamdan, Ermeni’den, kuştan razı olsun, beni bol kayalıklı Hemite köyüne gönderdiler, bol insanlıklı bir köye düştüm.”

İşte, Hava Ana o iyi yürekli, mert insanlardan yalnızca biriydi. Hemite’de kimse onların nereden geldikleriyle ya da kim olduklarıyla ilgilenmedi. Yaşar Kemal, daha dört buçuk yaşındayken babasının gözlerinin önünde katledilmesine [5] şahit olan, komünist olduğu gerekçesiyle neredeyse çocuk yaşlarda soruşturmalara uğrayan, zulüm gören, hapse atılan, hapiste bıçaklanan; sonra İstanbul’a göçmek zorunda kalıp bir süre yokluklar içerisinde yaşam süren koca çınar, bütün bu yaşadıklarına rağmen iyiliğe inanıyordu; çünkü o Hava Anaların, iyi ve mert insanların arasında büyümüş; merhametli Hırde Hatun’un torunu, temiz kalpli Sadık Bey ve Nigar Hanım’ın çocuklarıydı.

Yaşar Kemal’in iyiliğe olan inancından söz edince Dino ailesinden bahsetmezsek olmaz. O daha çocuk yaşlarda Adana’da yolunu çizmeye çalışırken ellerinden tutan Arif Dino’dan mesela. Veya onu, İstanbul’a göçerken uğradığı Ankara’da evinde misafir eden, ellerindeki bütün parayı bir keseye doldurup (50 lira kadar) ona verdiği için otobüs terminalinden eve geri dönmek için o kesenin içinden 75 kuruş istemek zorunda kalan Abdin Dino ve o zaman DTCF’de Fransız edebiyatı doçenti olan değerli eşi Güzin Dino’yu da unutmamalıyız. Çünkü Yaşar Kemal bu iyi insanları hiç unutmadı. O nedenle hep iyiliğe inandı, insanın da iyi olduğuna. ‘Kuşlar da Gitti’ de şöyle seslendi bizlere:

“İnsanlıktır bu… Kat kattır, en sağlam, en güzel mücevheri en alttadır, soydukça insanlığı, kabuğundan soydukça, bir kat, iki, üç, dört, beş kat, gittikçe aydınlanır insanlık, güzelleşir. Çirkin olan insanlığın en üst kabuğudur. Adam olan hem kendi kabuğunu, hem insanlığın kabuğunu durmadan soymaya çalışır. Soydukça ortalık aydınlanır, soydukça…”

Heybetli uçan, güzel konan kuş

Kuşların en önemli özelliğinin uçmak olduğu sanılır. Oysa kuşların en önemli özelliği uçmak değil konmaktır. Konmayı bilmeyen bir kuş yaşayamaz. Siz hiç havada yaşayan bir kuş gördünüz mü? Uçmak güzel de olsa yaşam karaya, toprağa dayanır; kuş olsanız bile. Yuvanız karadadır, ait olduğunuz yer hava değil topraktır. Ve asla havalandığınız yeri, yuvanızı, köklerinizi unutmamanız gerekir.

Yaşar Kemal bana göre dünyanın en heybetli uçan kuşuydu. Öyle yükselir, öyle yükselirdi ki, dünya koca kanatları altında küçülür, ufacık kalırdı. Yaşar Kemal uçarken aydınlıktan ve umuttan beslenirdi. Karamsarlığı hiç sevmedi. O nedenle Dostoyevski’yi çok beğenirdi. “Bence Dostoyevski, insanlığın en aydınlık yanlarından biridir” derdi. Kafka karamsarlığına uzaktı o. Fakat onu ilk etkileyen kitap Don Kişot’tu. Bunu kendi söyler. Bence en çok da Don Kişot’tan etkilenmişti. Çünkü Don Kişot da tıpkı İnce Memed gibi bir mecbur insandı.

Yaşar Kemal’in heybetli uçuşunun önemli bir dayanağı elbette dünya edebiyatının klasikleriydi. Arif Dino sürgünde olduğu Adana’da Yaşar Kemal’e kol kanat germişti. Dededen (eski Adana Valisi Abidin Paşa) kalma bir miktar toprak satınca Arif Dino, Yaşar Kemal’e yüzden fazla klasik hediye etmişti. Yaşar Kemal paketleri açınca Don Kişot’un üç tane olduğunu gördü. İkisinin yanlışlıkla fazla alındığını sanıp iade etmek isteyince Arif Dino ona şöyle dedi:

“Yanlışlıkla değil. Ömrünün sonuna kadar durmadan bu kitabı okuyasın, diye sana üç tane aldım.”

Bence Yaşar Kemal’i Yaşar Kemal yapan bir yan heybetli uçuşuysa bir diğer yandan da konmayı herkesten iyi bilmesiydi. Dünyayı kanatladı ama konması gereken yerin, ait olduğu yerin, içindeki iyiliğin kaynağının neresi olduğunu hiç ama hiç unutmadı. O, Van Gölü’nün kenarından kalkıp gelen bir Kürt ailenin Çukurova’daki kayalık Türkmen köyünde yetişen, Ermeni’nin, Türk’ün, Rum’un, Kürt’ün sözlü halk anlatılarıyla ve Anadolu doğasının şefkatiyle beslenen, aklını ve kalbini insanlığın ve doğanın her rengine, her tınısına sevgiyle açan cıvıltılı bir kuştu. Dünyayı bir uçtan diğerine uçar ama mutlaka ait olduğu yere konardı. Uçmanın büyüsüne kapılıp başka yerlere konmaya kalksa, köklerinin onu nasıl beslediğini unutup koparsaydı o köklerle bağını, inanın yine bir Yaşar Kemal olurdu tarih sayfalarında; fakat olurdu işte, öylesine.

*

[1] Bu yazıda anlatılan olaylar ‘Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor: Alain Basquet ile Görüşmeler’ (Yaşar Kemal, Yapı Kredi Yayınları, 2019, 9. Baskı) kitabına dayanmaktadır.
[2] Yaşar Kemal bu sözcüğü kullanıyor kaynak kitapta. Vazalak, ‘sözünü bilmez, geveze’ anlamına geliyor Dil Derneği sözlüğüne göre. 
[3] O zamanlar Hemite Köyü bugünkü gibi Osmaniye’ye değil Kadirli’ye bağlı.
[4] Binboğalar Efsanesi’nin ana teması yerleşik hayata zorlanan Türkmenlerdir.

[5] Sadık Bey’i bıçaklayan kişi, göç ederken Sadık Bey ve ailesinin ormanda ölmek üzereyken bulup yanlarına aldıkları çocuk Yusuf’tur.

Paylaş
Yazar:
Cihan Erdönmez