Hafta SonuManşet

Vebal

0
foto Şenay Boynudelik

Adamlardan iri yarı olan arkama geçiyor, kollarımın altından tutup beni kaldırıyor. Ufak tefek kızıl saçlı olan da o esnada üzerimdeki pijamayı çıkarmaya çalışıyor. Üçüncüsüyse, az konuşan hatta neredeyse hiç konuşmayan adam, özenle ütülenip sandalyenin üzerine bırakılmış gömleği eline alıyor, sonra da beceriksiz parmaklarıyla düğmeleri açmaya koyuluyor.

Rüya ile gerçek arasında gidip geliyor gibiyim. Uzayıp kısalan sesler içinde silik bir anıyı geri çağırmaya benziyor her şey.

İri yarı olan, “görünüşte bir deri bir kemik, ama amma da ağırmış ihtiyar,” diye söyleniyor.

Sen de her şeyden şikayet edersin, zavallının kaburgaları derisini delip çıkacak neredeyse,” diye azarlıyor onu, nasırlı elleriyle pijamamın üstünü çekiştirip duran kızıl saçlı.

İstersen gel yer değiştirelim, oradan konuşması kolay. En zor işleri hep bana yüklersiniz zaten.”

Huysuzları oldum olası sevmem. Şimdi bunun yaptığı da iş mi? Altı üstü kollarımın altından tutup beni oturur pozisyona getirecek. Neyse ki kızıl saçlının eli çabuk. Pijamayı çıkarır çıkarmaz hızlıca gömleği üzerime geçiriyor. İyi de bir adam olmalı, süratine tezat çok özenli, incitmemek için özel gayret gösteriyor. Bir annenin çocuğunu vaftiz törenine hazırlaması gibi; her ayrıntıya dikkat ederek pantalonumu, çoraplarımı, ceketimi kutsal bir uysallık ve bilinç içinde giydiriyor. Başımın üzerinde kalan son zavallıları yumuşacık bir fırçayla tarayıp sağa doğru yatırıyor. Sonra seri ama yumuşak temaslar eşliğinde yüzüme pudra sürüyor. Şimdi yeniden onlardan biri gibiyim.

İşi bitince de uzaklaşıp “Bak ne kadar yakışıklı oldun,” diyor, eserini inceleyen bir sanatçı gibi karşıdan bana bakarken.

Sonra kapı tıklatılıyor, az konuşan üçüncü adamın açtığı kapıdan, oğlumun “Hazır mı?” diye soran sesi duyuluyor.

Neredeyse hazır olacak, iki dakika daha verin bize lütfen,” diye yanıtlıyor az konuşan.

Ardından diğer ikisi kollarımın altından sıkıca tutup beni doğrultuyorlar. İri yarı olan düşmemden korkar gibi kocaman elleriyle koluma sımsıkı yapışıyor. Bu bana biraz cesaret veriyor.

foto Enzo Sellerio

foto Enzo Sellerio

Bütün dünya tamamen sessizliğe gömülmüş sanki. Ama bu sessizlikte beni utandıran bir şey var. Elena mutfak kapısının önünde ayakta bekliyor, zamana direnen kadınsı çizgileriyle hala saygı ve istek uyandıran bir heykel gibi.

Beni görür görmez hıçkırmaya başlıyor Elena: ‘’Salvo, Salvom benim, kocam benim. Beni bırakıp nereye gidiyorsun?’’

Oğlum Ruggero usulca omuzlarına dokunarak onu sakinleştirmeye çalışıyor. ‘’Anne, artık ne senin, ne de bizim yapabileceğimiz bir şey var.’’

Zavallı Elena, ne kadar da solgun görünüyor. Ayakta sallanıp duruyor, gözleri kan çanağı. Şimdi dün geceden beri hiçbir şey yememiştir o. Ruggereo da, kızım Giusi de ısrar edip durmuşlardır, ama eminim sevgili karım onlara direnmiş, ağzına lokma koymamıştır. Bilmez miyim ben onu, hele bir kez hayır dedi mi? Fikrini değiştirebilene aşk olsun. Dünya bir araya gelse onu ikna edemez.

Salonun tam ortasına bırakıyorlar beni. Rengarenk çiçeklerden yapılmış bir arajmanın kokusu odayı doldurmuş. Oldukça gösterişli bir çiçek. İnsan böyle zamanlarda anlıyor ailesinin kendisini ne kadar sevdiğini.

Ne güzel bir hava var dışarıda, güneş içini ısıtıyor insanın. Şu terasın kapılarını açsalar da biraz hava girse içeri. Eskiden olsa kahvaltıyı yapar yapmaz bağ evine kaçar akşama kadar dönmezdim. Zeytin ağaçlarının dibini çapalayıp toprağı havalandırmak lazım. Hava sıcak, akşam üzeri domatesler, patlıcanlar da sulanmalı. Ben gidince bağ evini ihmal etmeseler bari. Ölecek zavallı sebzelerin hepsi.

Zavallı Elenam benim, Giusi’nin koluna girmiş bir adımını diğerinin arkasından atmakta zorlanarak yürüyor. Sonra yanıbaşıma oturup elimi avuçlarının içine alıp ağlamaya başlıyor.

Ne kadar üşümüssün Salvo, ellerin buz gibi.”

foto Şenay Boynudelik

foto Şenay Boynudelik

Güzel Elenam benim, şu siyahların içinde, şu solmuş yüzünle bile ne kadar güzelsin. Üzülme üzüm gözlüm, eğme başını yana böyle. Seninle geçen kırkbeş yılın her anı inan dünyalara bedel benim için. Hem sonsuza dek bırakmıyorum ki seni, er ya da geç birlikte olacağız yine. O zamana kadar birazcık nefes al bari. Ve bu vedayı her ikimiz için de kutsal bir hediye gibi kabul et.

Hiç de kolay bir adam olmadığımı biliyorum. Ama şimdi giderken, ben iyi bir hayat yaşadım, diyebiliyorum. Öylesine basit, sade, katkısız, aldısı verdisi belli bir hayat ki hiç pişmanlık bırakmıyor geriye. Eğer varlığının devamı başkasının insafına kalırsa insan sevmeye devam edebilir mi? Sen beni hala sevmeye devam edebilir misin Elena? Sevgi taşınması ağır bir yüke dönüşmez mi? Beni zamanın dışına iten, varlığıma dair bütün olanakları yok eden bu yolculukta, aslında tek başıma olmaktan korkmuyor değilim. Evet korkuyorum, ama korkunun ecele faydası yok.

Giusi yaklaşıp elini Elena’nın omuzuna koyuyor, Elenanın yüzüne doğru çok önemli bir şey söyleyecekmiş gibi eğiliyor.

‘’Anne kutuyu nereye koyacağız?’’

Koskoca insanlar hiçbir şeye tek başlarına karar veremezler. Sana sormadan buna bile karar veremiyorlar değil mi? Kabul et, bunda senin de suçun var Elena. Onları kendine bağımlı yetiştirdin. Sana hep ihtiyacları olsun, ki seni asla bırakamasınlar istedin.

Elena, Giusi’nin arkasından sesleniyor. “Kapıyı açık bırakın, kapıyı kapatmak gidişini hemencecik kabullenmek olur. Hem birazdan haberi alan kasabalılar da gelmeye başlarlar.”

Giusi ve Ruggero kapıyı açık bırakarak salona geliyorlar, onlar da yanıma oturuyorlar. Giusi başını kardeşinin omzuna yaslıyor, yanaklarından süzülen yaşlar Ruggero’nun eline düşüyor. Ruggero dönüp kız kardeşini saçından öpüyor. Sarılıyor ona.

İyi iki çocuk yetiştirdik biz, vefalı çocuklar ikisi de. İçim rahat giderken, birbirlerine de annelerine de iyi bakacaklar.

Merdivenlerden çıkıyor birileri, haber tez duyulmuş. Kısık, kısacık bir selamla içeri dalıyorlar. Elena onları görünce tekrar ağlamaya başlıyor. Sarılıyorlar birbirlerine. Zeytinimizi alan Tano ve onun karısı. Tano ellerini göbeğinin üzerinde kavuşturup alnını kırıştırmış, kaşlarını alnının ortasına birleştirmiş, alt dudağını sarkıtmış. Böyle yeterince üzgün göründüğüne inanıyor olmalı.

Ruggero, ‘’Nasılsınız?‘’ diye sorduğunda Tano, yüzündeki ifade değişmesin diye bütün vücuduyla bir kütük gibi dönüyor.

‘’Ah ne kadar üzgünüz Ruggero, bilsen ne kadar üzgünüz. Kulaklarıma inanamadım duyduğumda. ‘’

Ben seni bilmez miyim Tano? Sevinçten kulaklarına inanamamışsındır. Son sattığım zeytinlerin parasının bir kısmını ödememiştin. Çocukların da, Elena’nın da haberi yok. Üstüne yattım diye keyiften bizim evin merdivenlerini üçer beşer inersin şimdi. O kaşlar aşağı yukarı oynamaya başlar buradan çıkar çıkmaz. Giderken bağış kutusuna fazladan yirmi lira daha atarsın ki “Ah ne kadar iyi kalpli , cömert adam desinler.“ Benim paramla iyilik yaparsın sen kurnaz Tano.

Tano’nun sahte üzüntüsü, yolunmuş tavuk kafalı karısının vızır vızır vızırdayan sesinden iyice sinirlerim tepeme çıkmaya başkamışken başucumda üç gölge görüyorum.

Kan dolaşmaya başlıyor gibi damarlarımda. “Boş ver gitme,“ diyor içimden bir ses. Bak onlar daha burada. Vakit var o zaman. Azıcık daha oyalan. Seksen iki senenin yetmiş altısı onlarla geçti, bir kaç yıl daha geçse ne olur? Toto, ilkokulda sıra arkadaşımdı en önde otururduk biz. Pietro ile Gabriele en arkada. Sınıfın en uzunları onlardı çünkü. Ders bitene kadar sürerdi bu ayrılık. Zil çalar çalmaz dördümüz bir arada yine. Toto büyükannesiyle yaşardı. Annesi babasını hatırlamıyordu bile, o çok küçükken ölmüşlerdi. Hepimiz kollardık onu. Toto ile ben başka karınlardan doğmuş ikizler gibiydik. Konuşmak için kelimelere ihtiyacımız yoktu, gözüne baktım mı anlardım ne düşünür, ne ister. Hepimizin ayrı ayrı sırdaşıydı Toto. Toprak gibiydi, verilen emeğin kıymetini bilirdi, bir verirdin bin geri verirdi. Hepimizin gözbebeğiydi. Sabahtan akşama dek avare avare sokaklarda, bağlarda gezen kasaba çocuklarıydık biz. Yazın meşin gibi olana dek denizden beri gelmezdik. İçimizde filizlenen her dalın çiçek açışını gördük. Kuruyan dallarımızı birlikte koparıp attık. Ne bu kasabadan ne de birbirimizden ayrıldık. Şimdi ilk giden benim işte. Başımda iki büklüm duruyorlar. Tek söz çıkmıyor ağızlarından. Biraz küskün, sitemkar duruyorlar öyle. Oturmaları için yer gösteriyorlar onlara, gidip oturuyorlar. Ne geçiyor akıllarından biliyorum.

Hadi boşverin, ben önden gidip bir keşfedeyim bakalım. Kasabanın dışındaki en güzel kumsalları benim sayemde bulmadınız mı? Size kalsa sittin sene akvaryumda balık gibi aynı suya girer çıkardık. Orayı da keşfetmek bana kaldı. Bekleyeceğim akşam üstleri sizi orada, kahveleriniz benden, ev sahibi sayılırım. ”

Günün geri kalanında da gelenlerin arkası kesilmedi sağolsunlar. Ne kadar çok sevenimiz varmış. Hepsi de birbirinden sıkıcı. Cenaze evine cenaze evi denmesinin nedeni ölen yüzünden değil inanın. Taziyeye gelenlerin sıkıcılığından. Anladık eğlenmeye gelmediniz ama daha fazla da karartmayın canım içimizi. Teskin etmek yerine daha çok acısını körüklüyorsunuz insanların. Felaket tellalı hepsi. Herkesin bir yakını, akrabası, arkadaşının arkadaşı, akrabasının bir tanıdığı benimle aynı hastalığa yakalanmış. Tümörümün bile hiçbir özelliği yok, herkesin tümörü ile aynı. Felaket hikayeleri anlatmakta en çok kim başarılı yarışması var sanki. Biri bitirmeden, öbürü başlıyor.

Elena ve çocukların omuzları düşmüş, renkleri beyazdan sarıya, sarıdan yeşile dönüyor. Yorgun görünüyorlar. Giusi hiç dayanamaz yorgunluğa. Hemen ateşi çıkar hastalanır.

Bu bir kaç gün zor geçecek tatlı kızım benim. Her acı geçer sen merak etme. Bu da hayatın bir parçası değil mi? Bir bizim başımıza gelmiyor ki.

Sana olur ne olursa Elena. Sen zor alışırsın bilirim. Sevmezsin yalnızlığı. Koltukta uyursun bir süre. Yatmazsın sağ yanına. Geçmişle hesaplaşır durursun. Yapma. Ayakkabılarını ters giymiş de yürüyor gibisin, yalpalıyorsun şimdi. Anılara takılıp düşüyorsun, kanayan dizlerini silecek bir mendilin yok yanında. Keşke sana bu acıları yaşatmasaydım. Bir kedi gibi iz bırakmadan kaybolup gitseydim. Olmuyor işte. Şimdi giderken sana bıraktığım, benden kalan her şeye sahip çıkarak yaşamalısın. İkimiz için de sarılmalısın hayata.

Gidenden gelenden zaman nasıl geçmiş belli değil. Ev bir dolup bir boşalıyor. Herkes bir parçası olduğu bu ritüeli layıkıyla yerine getiriyor. Rahip Giovanni eve geldiğinde herkes saygıyla ayağa kalkıyor. O eliyle herkese oturun diye işaret ettikten sonra Elena’yı ve çocukları teselli etmek için benim yolcuğumun nasıl olacağını anlatıyor. Hiç gitmediği bir dünyanın güzelliklerini anlatıyor. Bizim bilmediğimiz bir sırrı bilmenin gizli kibriyle mırıldanıyor duaları. Tanrı’nın kırallığına girebilmem için kutsal suyla vaftiz ediyor yine beni. Suda ve ruhta yeniden doğmam için kutsuyor. Nefesi benden geri kalan her şeyi unutuşun başlangıcına doğru uçuruyor. Herkes beni ıssızlığa alıştırmak için olsa gerek alçak sesle konuşuyor.

Akşama doğru her şeyden şikayet eden iri yarı adam çıkıp geliyor. Kapısı açık olan eve saygılı adımlarla girip salonun kapısından sessizce, ‘’Sinyora, araba aşağıda hazır. Gidebilir miyiz artık?‘’ diye soruyor Elena’ya.

Elena çocuklara dönüyor: ‘’Beni babanızla yalnız bırakın biraz.’’

Herkes saygıyla odadan çıkıyor. Bana tek başına veda etmek istiyor Elenam.

foto: Şenay Boynudelik

foto: Şenay Boynudelik

‘’Salvo, sana veda etmek ne kadar zor bir bilsen. İşte birlikte geçen koskoca bir ömrün sonu. Sana veda etmeden önce söylemem gereken son bir şey var. Bunu sana şimdi söylemem doğru değil biliyorum ama daha önce söylemem de doğru değildi. Bütün bu olanların içinde doğru yoktu. Doğrular insanları olduklarından daha mutlu etmiyor ki. Tam tersi sana söylemem gereken şey, hepimizi birden mutsuz edecekti. Ama artık konuşmam gerek. Bunun vebalini sana tekrar kavuşuncaya kadar taşıyacak gücüm yok. Ahh ben bunu sana nasıl söyleyeceğim?’’

Hiçbir şey söyleme Elena, kim ispat edebilir ki doğruluğunu? Senin gözüne değmiş bir bakış mı? Toto’nun yalnız odalarda devirdiği onlarca şarap şişesi mi? Benim sabahlara dek tavanda izlediğim gölgelerin boğazıma sarılıp beni nefessiz bırakışı mı? Sessizliğe gömdüğümüz, yalnız bir rüya olarak kalır. Oysa gerçek dediğimiz tezcanlı bir tümör gibi sarar her yerimizi, bizi hazırlıksız gitmeye zorlar. Dile gelmedikçe hiçbir şey gerçek değildir. Sakın bir şey söyleme Elena.

69-senay-boynudelik

Şenay Boynudelik

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.