Peter Wooders tarafından International Institute for Sustainable Development‘da (IISD) yayınlanan yazıyı Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Deniz Demirel‘in çevirisiyle sunuyoruz.
***
Antalya’daki G-20 Liderler Zirvesi ve Paris’teki UNFCC’nin COP21’den birkaç gün önce, 12-13 Kasım tarihlerinde, pek çok Türk uzman, akademisyen ve aktivistin katılımıyla İstanbul’da ‘Ben de Varım!’ sloganıyla İklim Forumu gerçekleştirildi.
Kolombiya Üniversitesi Dünya Enstitüsü Direktörü Jeffrey Sachs, endüstriyelleşme öncesi döneme oranla Dünya’nın 1°C daha sıcak olduğunu ve bu sıcaklığın en azından 0,5°C daha artacağının kesin olduğunu belirtmişti. Türkiye’nin INDC değerleri (Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkı Niyetleri) sunulmuştur ve değerler emisyon oranlarındaki büyük yükselişe işaret etmektedir. Yani şu anki koşullar değişmezse 2030 yılındaki emisyon değerleri 2012 emisyon değerlerinin üç katına çıkacaktır (Bkz Tb 1). Türkiye, INDC’de beyan ettiği sera gazı salımlarını azaltma yönündeki politikasını uygulamada başarılı olsa bile 2030 yılındaki emisyon değerleri şimdikinin yine de iki katından fazla olacaktır.
Forum boyunca, pek çok farklı oturumda bu resmi tahminlerden kaynaklanan hayalkırıklığı dile getirildi. Emisyonlardaki artışın en büyük nedeni ise Türkiye’nin kömüre dayalı elektrik üretimi planları [1]: Türkiye, 2030’a kadar kömür ve linyit santrallerinin kapasitesini 35 GW’a yani şimdiki rakamın 3 katına çıkarmayı hedefliyor ama asıl rakamın bu tahminlerden de fazla olacağı belirtiliyor. Çünkü şimdiye kadar yapılmış ve yapılması tasarlanan kömür ve linyit santrallerinin toplam kapasitesi 65 GW.
Forum süresince yenilebilir enerji (2GW’lık rüzgar enerjisinine ek olarak yapılacak santraller ve yeni güneş enerjisi sistemleri) olası kömüre dayalı geleceğe güçlü bir alternatif olarak sunulmuştur. Bir dizi çevresel, toplumsal, ekonomik, politik ve hukuki tartışma yapılmış ve analizler sunulmuştur. Ancak Forum temsilcileri çok temel bir soruya cevap verememiştir: neden tüm olumsuz ve bariz etkilerinin yanı sıra hiç bir mali avantajı olmayan kömür tercih sebebi olmaktadır?
Küresel Teşvikler Girişimi (GSI) ve CAN (Climate Action Network – İklim Eylemleri Ağı) Avrupa, ‘Değişen Bir İklimde Fosil Yakıt Teşviklerini Anlamak’ adı altında, kömüre ve yenilenebilir enerji alternatiflerine odaklanan ilgili teşviklere dair bir oturum düzenlemiştir. Bu kapsamda GSI’dan Peter Wooders ve Kemerburgaz Üniversitesi’nden Doçent Doktor Sevil Acar, Türkiye’nin kömüre ve yenilebilir enerjiye verdiği en güncel teşvikleri açıklamışlardır. Bu teşvikler, Küresel Teşvikler Girişimi Mayıs 2015’de yayınlanmış ve G-20 ülkeleri arasında fosil yakıt üreticilerine hükümet desteğini inceleyen OCI (Oil Change International)’nın yeni raporundaki Türkiye bölümünde ve ayrıca GSI tarafından güncellenmiştir.
Bu rapordaki bulgular aşağıdaki gibidir:
Kömür madenciliğine ve kömüre dayalı elektrik üretimine verilen bilinen ve nicel teşvik 2013 yılında 627-730 milyon ABD Doları olarak tahmin edilmektedir. Bu teşvik büyük oranda Türkiye’deki küçük ve rekabetsiz taşkömürü endüstrisine (bir tekel olan TTK aracılığılıyla ) ve bir kamu kurumu olan TPAO’nun petrol aramacılığına verilen destek sayesinde sağlanmaktadır.
Türkiye bankaları aracılığıyla fosil yakıt üretimine verilen belirlenmiş destek 2013-2014 yılları arasında yaklaşık 1 milyar ABD Doları’na ulaşmıştır. Bu miktarın 300 milyon ABD Doları, ulusal teşviktir.
Pek çok teşviğin miktarı, kolaylıkla saptanamayıp, tam olarak da belirlenememektedir. Bu sebeple, teşvik miktarlarına ilişkin tahmin rakamlarının düşük olabileceği belirtilmektedir. Yeni Yatırım Teşviki Projesi, 2012 yılında Türkiye pazarına girişinden itibaren, kömür madenciliğine ve enerji üretimi oluşumlarına, vergi (gümrük vergisi dahil) indirimleri, işverenlere sosyal sigorta primi ve başka avantajlar gibi pek çok teşvik sunmaktadır. Bu paket dahilinde sunulan destek göz önüne alınarak, yapılan tahminlere göre bu teşvik miktarı ilerleyen zamanlarda artabilir. Yani yazarlara göre, eğer 2014-2030 yılları boyunca 14,5 GW’lık linyit santrali kurulursa bu teşvik, 11,6 milyar ABD Doları’na ulaşabilir.
Rüzgar ve güneş enerjisi de büyük oranda tarife garantisi planı aracılığıyla teşvik almaktadır. Ancak yenilenebilir enerji için tarife garantisi düzeyi [2] ve buna ulaşmak için çekilen idari zahmetler sebebiyle, rüzgar enerjisi oluşumlarının büyük kısmı; tarife garantisini tercih etmek yerine rekabetçi bir şekilde elektrik piyasasında satış yapmaktadır. Sağlık ve Çevre Paktı’nın bir araştırması baz alınarak çıkarılan sağlık etkilerinin maliyeti, farklı tip enerji üretimi seçenekleri arasında bir seçim yapmamıza imkan sağlamaktadır. Kömür kullanımının sebebiyet verdiği sağlık sorunları masrafları dahil edildiğinde, rüzgar enerjisi, üretilen birim elektrik anlamında çok daha ucuzdur. 2030 yılı masrafları tahminleri yapılırken rüzgarın kömürden daha az maliyeti olduğunu ve sağlık sorunları masrafı göz önüne alındığında güneş enerjisinin daha da az maliyetli olduğu anlaşılmıştır (bkz Tb 2 ). Oturum sırasındaki bir tartışmada – ve Forum kapsamındaki diğer tartışmalarda- kömüre kıyasla yenilebilir enerjinin karşı karşıya kaldığı fazladan idari ve bürokratik engel olduğu belirtilmiştir.
Türkiye’nin kömüre dayalı bir geleceğin peşinde koşmasının hiç bir belirgin ekonomik, toplumsal ve çevresel gerekçesi bulunmamaktadır. Türkiye politikacılarını, geniş ölçekli yenilebilir enerji sistemlerinin, güvenilir bir şekilde ve makul fiyata elektrik üretebileceğine ikna etmek için daha fazla tartışma ve kanıt gerekmektedir. Ayrıca bu konuyla ilgili etraflıca bilgilenmek adına daha fazla veri ve analiz ihtiyacı bulunmaktadır. Örneğin; Yeni Yatırım Teşviki Projesi’nin çıkardığı maliyetlerin daha iyi anlaşılmasıyla beraber, popülasyon ve ekonominin ana unsurları üzerinde, bu teşviklerin yol açacağı reformların kavranması gerekmektedir.
Küresel bazda, başarılı kömür teşviki reformlarının ve enerji üretimi yöntemi olarak kömürün yürürlükten kaldırılması örneklerinin sayısı artmaktadır. Bu başarının sırrı; sosyal olarak savunmasız grupların korunması ve yeterli düzeyde yenilenebilir enerji oluşum stratejileri gibi, iyi düzenlenmiş tamamlayıcı politikalardır. Türkiye’nin temiz enerji lideri olabilmek için büyük bir fırsatı bulunmaktadır. Ayrıca toplumsal sağlık ve refah da bu fırsatın iyi değerlendirmesine bağlı olabilir.
[1] Greenpeace ve CEE Bankwatch Network’üne ait bir araştırma, şu anki sera gazı miktarının %28,7’nin enerji üretimi kaynaklı olduğuna dikkati çekiyor. Eğer hükümetlerin artan kömür kullanımı hususundaki tahminleri gerçekleşirse, 2023’e kadar inşa edilecek kömür santrallerinden kaynaklanacak gaz emisyonu 300 MtCO2e’ye ulaşacak ki bu da şu an sektörün ürettiği CO2 emisyonunun 2,5 katına eşit bir miktadır.
[2] Rüzgar ya da su ile üretilmiş olan elektriğin kWh başı fiyatı 0,073 ABD Doları, güneş enerjisiyle üretilmiş olanınki ise 0,133 ABD Doları’dır. Bu rakamlar, kullanılan ekipmana bağlı olarak değişiklik gösterebilir.
Yazının İngilizce Orijinali
Yazı: Peter Wooders
Yeşil Gazete için Çeviri: Deniz Demirel
(Yeşil Gazete, IISD)