Bill McKibben‘in New York Times‘da yayınlanan makalesini 350 Türkiye.org için Alidost Numan çevirdi
***
Bazıları, elindeki tek gereç bir çekiçse tüm problemleri bir çivi olarak görürsün der. Keşke bundan ibaret olsaydı. Başkan Trump’ın bir çekici var ama, dünya hayret ve endişe içinde izlerken, o bunu sadece başkalarının inşa ettiği şeyleri kırmak için kullanıyor. Bunun son ve en kaygı verici örneği, Paris İklim Sözleşmesi’ni yok etmeye yönelik kararı: Neredeyse 200 yıllık bilimsel araştırma ve 20 yıldan uzun sürerek Suriye ve Nikaragua hariç tüm ülkelerin anlaşmaya varmasını sağlayan sabırlı diplomasi ardından, Perşembe akşamüstü Beyaz Ev’in gül bahçesinde yaşanan, yarışma programları sonuç sahnesini andıran açıklama geldi: Biz yokuz.
Bu aptalca ve neticeleri umursamaz bir karar, ABD’nin Irak savaşını başlatmasından beri aldığı en ahmakça karar. Fakat, alışılan şekilde de aptalca ve umursamaz değil. Yerine, gezegenimizde medeniyetin ivmesini sağlayan güçlerden ikisinin, diplomasinin ve bilimin inkarı anlamına geliyor. Medeniyetimizin küresel ısınmadan sağ çıkma ihtimalini azaltıyor, ama aynı zamanda medeniyetimizin kendisini de küçültüyor zira bu medeniyet büyük bir oranda bu iki güce dayanır.
Önce bilim. 1800lerin başlarından beri iklimimizin nasıl işlediğinin, güneşe olan mesafesi göz önünde bulundurulduğunda gezegenimizin neden olması gerektiğinden daha sıcak olduğunun sırrını yavaş yavaş çözmekteyiz. Fourier’den Foote’a ve Tyndall’a, Arrhenius’dan Revelle’e, Suess’e ve Keeling’e araştırmacılar karbondioksidin ve başka sera gazlarının hava sıcaklığını düzenlemekteki rolünü çözdü. 1980’lere gelindiğinde, süper-bilgisayarlar iklimi giderek artan bir güçle modellememizi sağladı, olası kaderimizi anlayabildik. Bu büyük beyinler bizi tam zamanında gerektiği şekilde uyardı.
Şimdi, bu binyılda ise bu uyarıların gerçeğe dönüştüğünü gözlemlemeye başladık. 2014’ün yeni bir küresel hava sıcaklığı rekoru kırdığını gördük, sonra 2015 bu rekoru kırdı ve 2016 da yine kırıp geçti. Kuzey Buz Denizi’nin buzunun rekor bir hızda yok olduğunu seyrettik ve büyük Antarktika buzullarının çözülmesinin ilk aşamalarını ölçtük. Kuraklık, sel ve orman yangınlarında endişe verici artışlar kaydedebilip bunları atmosfere saldığımız sera gazlarına doğrudan bağlayabildik. Bu, gezegen tarihinde bilimsel metodun en büyük ölçekli uygulamasıdır. Hipotez ve kuşku arasında süregelen münazaranın nihayetinde, gezegenin idamesinin en hayati unsurları hakkında güçlü bir konsensüse varılmasıdır. Dünyanın her tarafında mantıklı insanlar bunu anlıyor. Sandy Kasırgası’nın Wall Street’i vurmasından hemen sonraki hafta, Bloomberg Businessweek’in kapağında tepeden aşağı, eski seçim sloganlarına bir göndermeyle, yazdığı gibi “Bu Küresel Isınma, Aptal!”
Ancak Trump’ın parçaladığı tek şey bilim değil. Paris Sözleşmesi, bilimden çok daha karışık olan ve ister istemez taviz ve yakışıksız geri adımlar içeren diplomasi sanatının yüksek bir başarısıydı. Yine de, onyıllarca çalışmanın ardından, dünya müzakerecileri neredeyse tüm ülkeleri bir uzlaşmaya ulaştırdılar: Suudilerle deniz seviyesindeki Marshall Adalıları, Çinliler ve Hintlileri. Yüz doksan beş ulus Paris Sözleşmesi’ni müzakere etti; Amerika Birleşik Devletleri de buna dahildi.
Bozuk Amerikan siyasi süreci, anlaşmanın sürecini zaten daha o zamandan büküp değiştirmişti. Paris’in gerçek bir antlaşma değil de bir dizi gönüllü mutabakat olmasının sebebi, Dünya’nın, herhangi bir bağlayıcı belgeyi bizim boğazına kadar petrol parasına batmış Senato’muzda üçte iki oyla onaylanmayacağını anlamış olmasıydı. Üstelik, anlaşmanın ABD’den istediklerinin çok az olmasına rağmen: Başkan Barack Obama’nın kömürlü termik santrallardan usulca uzaklaşmasıyla daha verimli araçlara yönelmesi mesuliyetlerimizi yerine getirirdi.
Bu değişiklikler ve başka uluslarca kabul edilen benzerleri, küresel ısınmanın sonunu getirecek değildi. Fazlasıyla küçük adımlardı. Ancak Paris’in verdiği umut, sözleşmenin dünya hükümetleri ve sermaye pazarlarına o derece kuvvetli bir işaret vereceğiydi ki, hedefler tavan değil taban olsun; sözleşme ile sarsılıp harekete geçirilerek yenilenebilir enerjilere doğru çok daha hızlı adımlar atmaya başlayacağımız, belki de küresel ısınmanın fizik süreçlerini yakalayabileceğimizdi. Bunun gerçekleşmeye başladığının işaretleri de var: Güneş enerjisinin düştükçe düşen fiyatı, daha bu bahar Hindistan’ı planlanan dev kömürlü termik santral artışından vaz geçip yerine daha fazla güneş paneli kurmaya ikna etti. Çin, rüzgar türbini inşa edebildiği hızda kömür madenlerini kapatıyor.
Ve Başkan Trump, gerçekleştirilebilir bir gelecek için en iyi umudumuzu baltalamak ve geçmişi yeniden tesis etmek için acayip bir girişimle, hamlesini tam da bu anda yapmayı seçti. Birkaç fosil yakıt derebeyi (saltanatı Rusya’nın hidrokarbon varlıklarının engelsiz geliştirilmesine dayanan Vladimir Putin de muhtemelen bunların arasında) memnun olmuş olabilir; ancak ülkenin ve dünyanın büyük kısmı bu olayı olduğu felaketin ta kendisi olarak görüyor. Her eyalette çoğunluk, eyaletin siyasi eğilimi ne olursa olsun, Amerika’nın sözleşme dahilinde kalmasını istiyordu.
Tüm bunları göz önünde bulundurunca, bizler tabii ki karşı koymaya devam ediyoruz. Federal hükümet vaadlerinden dönerken, geriye kalanımız vaadlerimiz üzerine her zamankinden fazla gayret göstereceğiz. Kentler ve eyaletler şimdiden %100 yenilenebilir enerji vaadinde bulunuyor bile. Son katılan Atlanta oldu. İklim hakkında tereddüt edip kararsızlık gösteren her liderin bir Donald Trump olarak görülmesini sağlayacağız; ve tarihin bu ismi hak ettiği zillette yargılayacağından emin olacağız. Sadece iklim değişikliğini ciddiye almadığı için değil, aynı zamanda medeniyeti ciddiye almadığı için.
Yazının İngilizce Orjinali
350 Türkiye.org için çeviren: Alidost Numan