Gelecekle ilgili yazarken, ortalıkta insanın başını derde sokabilecek bir tekinsizlik dolaşır. Kaynağı şudur: Temennilerin ve/veya korkuların, sezgiler ve beklentiler üzerindeki manipülatif etkisi. Bundan kurtularak gelecek hakkında yazma çabası çok nafile bir çaba, iddiası çok komik bir iddia olurdu. Çünkü her şeye tamam desek bile, detayına girmeyelim ama, bu felsefi açıdan kabul edilebilir bir olasılık değil. O zaman dağılalım mı? Bence dağılmayalım ama yine de yazmaya devam ediyorsak, pozisyonumuza netlik kazandıralım ki, karşılıklı saygımız pekişsin.
Evet, bu manipülatif etkiyi kabul ediyorum ve sezgilerimi, beklentilerimi, umut ettiğim geleceğe ulaşmaya hizmet edecek akılla kurup, bunu kaleme alıyorum. Ama söz veriyorum, size hiç yalan söylemeyeceğim.
Şimdi, 2011 yılı hakkında konuşabiliriz:
Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir derler. Aslında 2011’in de gelişi 2010’un sonlarından itibaren belli oldu. 2010 yılının sonu itibariyle, inkâr etmekten ve inkâr dinlemekten yorgun bir insanlık var karşımızda. Şimdi birbirine saygı gösteren her iki kişide olana benzer, samimiyet bekliyor yeryüzüne yerleşen hayat. Malumun ilâmını alkışsız karşıladı. Zaten sözün bittiği yere çok yakın kıyılardaydı. Gördü, baktı, artık kendisine söyleyecek yalanı yok, şimdi değişim zamanı. (Sizi duyuyorum. Ama yalan söylemeyeceğim dedim, hipnotize etmeyeceğim demedim. Aklınıza mukayyet olun.)
“Son” kelimesi size ne çağrıştırıyor bilmiyorum. Nokta gibi bir an mıdır örneğin? Bir uçurum kenarı gibi, bitiş ve başlangıcın buluştuğu yerde midir? Bana azalarak yok olmayı düşündürüyor şimdi. İnkâr da böylece son bulacak gibi geliyor.
Nasıl mı mesela?
İşe gidiyoruz, ama eskisi gibi değil. Bir yerde bir yanlış var, biliyoruz. Alışveriş ediyoruz, ama eskisi gibi değil. Vicdanımızı zedelemeden üretilmiş gerçek bir yumurtanın peşindeyiz!
İçimize sindiremediğimiz gerçekleri hazmetmeye çalışıyoruz. Devletimizin tövbekâr bir katil olduğunu, ilan etmesiyle öğreniyoruz. Yani artık resmen biliyoruz.
Kürtlerin Kürtçe konuştuğunu fark ediyoruz. Kürtler de şöyle diyor: “Evet konuşuyoruz, bakın yaza da biliyoruz.” Hak veriyoruz, çok açık ki, yaza da biliyorlar. Bana öyle geliyor ki, bizim ellerimiz neden birbirimizin boğazına sarılı diye şaşırarak bakacağız 2011’de. “Neden bahsediyorduk?”diye soracağız birbirimize. Sonra anlayacağız ki o eller bizim ellerimiz değil. Böylece o elin yok oluşunu izleyeceğiz.
Dünyada da malumun ilâmı devam ediyor. Peki, bu nasıl mümkün oldu? Piyasa şartları diyelim. Gerçeğin daha çok alıcısı var artık. Bir de ortak pazarı var: İnternet.
Sanıyorum 2011’de hayatın üzerindeki kurucu etkimizi fark edeceğiz. Fark etmek zor bir süreçtir. Çok acı verir. Ama şifasını da yanında taşır. Değişeceğiz. Pekiyi, neye dönüşeceğiz? İşte bu noktadan sonrası insanlık açısından bir sınav. Umuyorum ki bizler, yeryüzünün biricik ve aynı zamanda küçücük birer parçası olduğumuzu bilerek, yaşamın herkes için ona verilmiş bir armağan olduğunu kavrayarak, buna saygı göstererek, hep birlikte kazanabileceğimizi, böylece çok daha mutlu bir hayat süreceğimizi anlayarak ve en önemlisi bu fikri tercih ederek 2011’i kurabiliriz.
Metin burada bir parmak oluşturdu. Ve bu parmak şimdi sizi gösteriyor. Eğer bu değişime siz de inanıyorsanız, kendi hayatınızdan başlayan küçük bir adımla yola koyulun. İnkâr ettiğiniz gerçeklerinizi ve dışarından kibir gibi görünen öfkenizi gözden geçirin. İnsanlarla konuşun, insanları dinleyin. Ümitlenin ve ümit verin. Bir araya gelin ve birlikte bir şeyler üretin. Üreticiyseniz, kooperatif kurmanın yollarını arayın. Çalışansanız örgütlenme, sizinle aynı durumda olan insanlarla birlikte davranma fikri üzerinde düşünün. Halk iken, yeni bir siyaset önerisini, toplumun her kesime sağlayacağı kamusal faydaları düşünerek değerlendirin. Doğayla daha çok zaman geçirin, doğa sizi ikna edecektir, çünkü doğa hayatın ta kendisidir.
Ödev değil, ilham vermek için bunları yazıyorum. Aklınıza gelen iyi bir fikir varsa, siz de yazın.
2011’i birlikte kuracağız. Neden yaratıcı ve iyimser olmayalım?