Yeşeriyorum

Süryani Halkının Kalbi Turabdin’de Atıyor / Zeynep Tozduman

0

Yaklaşık 10 gün süren bölge gezisinde Süryani ve Kürt halkı  ile yaptığım görüşmeler, izlenimler beni yüreğin uçsuz bucaksız yakıcı bozkırında görmeyi istediğimiz o düş iklimine götürdü  durmaksızın. ”Çocuğun gördüğü düş olmasın artık, Barış” dedirten yüzlerce yürekle yaptığım söyleşilerde ortak özlem Barışaydı.

Bölgeye ilk geldiğim gün Kızıltepe havaalanından beni alan ekiple hep birlikte Kızıltepe belediyesine geçtik. İzsu kanal müdürü  İzzettin Karaboğa şahsında başkan Ferhan Türk için geçmiş olsun ziyaretinde bulunduk. Kızıltepe belediyesinle Süryanilerle ilgili ortak etkinlik yapmak ve dayanışmak için görüşmeler yaptık. Ekip içersinde yer alan Süryani dostum Eliyo Eliyo’nun özellikle tanık olmasını istediğim bu durum onu ne kadar umutlandırdı bilemem ama ben Bölge belediyelerinden umutluyum şahsım adına. Özellikle bölge belediyelerinin Süryanilerle ilgili yaklaşımları ve önerileri Süryani halkı için bir adım olacaktır. Acılar yaşayan halkların bir arada ve birlikte yürümesi vede ortak bir dil oluşturması için olmazsa, olmazdır böylesi birliktelikler ve dayanışmalar.

Süryani halkı  açısından güzelliklere ve yarına olan umudlara vesile olan Mardin/Midyat -Anhel’deki kilise açılışlarındaki mutluluk kadar bölge genelinde savaşın yakıcılığı da o denli yıkıcıydı. Anlık umutlar yetmiyor insana Süryani halkı tıpkı Nazım’ın dizelerinde olduğu gibi şarkı dinlemek değil,  şarkı söylemek istiyorlar hep birlikte. İsveç’te yaşayan Süryani can dostum, yoldaşım Sait Yıldız’ın köyü Anhel… Dostum beni bağışlasın açılışın birine çok geç gittiğim için. Diğerine ise açılış bittikten sonra gidebildim. Sanırım Sait dostum o köyün ikliminden almış direnmeyi ve bu günlere değin mücadele etmeyi diye düşündürüyor beni onlarca kalabalığı görünce. İki gün boyunca düğünde halaya durur gibi kilise açılışlarında şendi tüm köy halkı. Kilise restorasyonunda en çok emeği geçen sevgili dostum Eliyo ise bilinmeyen bir kahraman gibi kilise bahçesindeki yerini alıyordu. Geçici bir aşk gibi sarıyordu Anhel’i rüzgâr. Süryani köylerine yaptığım gezi sırasında ortak bir koro gibi hep aynı sorularla karşılaştım. Süryaniler basında çıktığı gibi yüzlerce aile olarak geri dönmemişti/dönememişlerdir. Dönmek, dönüş nasıl olmalı diye sürekli beyinlerde sorular uçuşurken… Nasıl mümkün olabilirdi.

Açılışlarda devlet erkânından temsilcilerin; kardeşlik edebiyatı ve iki güzel sözle mi? Süryanileri kandırdıklarını sanıyorlar. Kumdan kaleler ören anlayışlara karnı tok olan Süryaniler yasal güvenceler olmadan dönüşün olamayacağını pekâlâ biliyorlar. Süryani halkına; Süryaniler ve azınlıklar için Anayasal değişiklikler yapılmadan ve geri dönüş cazip hale getirilmeden, sosyal ve siyasal, can güvenliği verilmeden sanırım geri dönüşler sadece bir ütopya olarak gündemde kalacaktır. Devlet yöneticileri Süryani halkını kendi anavatanında görme konusunda gerçekten samimi ise İşte fırsat Anayasal değişikliklere Azınlıkları ve Süryanileri de dâhil etsinler.

Mardin/Midyad -Narlı köyündeki İskender De Basso dostumun evinin açılışında bende en çok iz bırakan ise Suriye’den getirilen Süryani halk oyunları ekibiydi. Canlı olarak ilk kez tanık olduğum izlediğim ve katıldığım bu halay için eski bir halk oyuncusu olarak beni derinden etkiledi. Yaşadığım coğrafyada bunca yıl nasıl oldu da Süryani halk oyunu Şexani, Bagiye, Hassade, Delilo ve Bablekanı görmedim diye hayıflandım doğrusu. Boşuna değil Süryani halkına ilk adım attığım günlerde SÜRYANİ KOMŞUMU İSTİYORUM demem. Boşuna değil yönetenlere inat ÖTEKİNE sevdalanmam. Benim bile tanık olmadığım/olamadığım kimbilir? Nice güzel kültürleri var. Ve bu kültür insanlığın en büyük mirasıdır. Bütün kültürlerin, bütün yasak dillerin, dinlerin özgür olduğu bir Mezopotamyada birlikte yaşamak insanı ancak ve ancak yüceleştirir, zenginleştirir.

Yönetenlerin Barış konusunda samimiyeti (samimiyetsizliği) ne kadar ise Süryani halkının geri dönmesini istemeleri de aynı orandadır. Bölgeden başlayıp Türkiye’nin her yerine barış gelmediği sürece geri dönüşlerden bahsetmek mümkün değildir.

Özlemlerle, acılarla hüzünlerle yoğrulmuş bir coğrafya artık “yoruldum” diyor. Bunu Batman/ Hasan keyfin ormanların yakıldığı dağlarda, askeri sevkiyatların ardı kesilmeyen yollarında, Dicle’nin sularında, hewsel bahçelerinde, Midyad-Üçköye girişdeki güvenlik kontrollerinde, insanların gözbebeklerinde… görmek mümkündür. Acılardan o kadar yaşlanmış ki bölge bir yıl evvel gördüğüm güneş, ay yıldızlar ve sular bile yaşlanmış. Yaşlı akıyor Dicle. Edi Bese diyor yürekler… Acı çekmek özgürlükse diyen ozanın sözleri düşüyor toprağa.

Acılara, hüzünlere, hasretliklere rağmen umud var umud o yaşlı coğrafyada. Barışın geldiği gün herkes genç bir gelin gibi kuşanacak en güzel sözlerini. Bir sevgiliyi bekler gibi bekliyorlar barışı. En güzel sözler ise 1 Haziran’dan bu yana şimdilik çeyiz sandıklarında saklı.

Ah Bethnahrin! Kalplerin kanayan yarası. Düşlerin en pembesinin çizildiği Midyat Anhel’den, Mor Gabriel manastırına yıldızlı, sıcak esen bir gecede düşlerle beziyoruz yolları. Adımladığımız, kanımızla emzirdiğimiz bu yollar şafağın habercisi olacak bir gün. Çekilen acılar o büyük gün için… Güneş yeniden  doğacak Mezopotamya’ya. Bethnahrin’i bir baştan bir başa taçlandırılacak barış, cıvıl, cıvıl oynayacak kırlarda çocuklar. Bir sevgiliye kavuşur gibi kavuşacak halklar birbirine. Anhel deki yaşlı Süryani teyze bahar çiçeklerine bezenmiş elbisesiyle, üç köydeki papazın karısının yüzündeki hüzün mutluluğa, Kafro’daki 3 bilinmeyenli denklem; (İskender Alptekin’nin cenaze töreninin ardından neleri götürdü bilinmez ama)  Kafro da yeniden dirilecek İsa.

Şimdi o coğrafya ağlıyor ölülerine İsa’nın çarmıha gerilişindeki acı kadar geriyor yürekleri. Yürek telleri bir bir koparılırken, gözlerden korkunun feri çekiliyor. İşte böyle bir atmosferde Diaspora’dan ve ülkenin her yerinden Turabdin’e gelen yâda gelemeyenlerin kalbi hep Turabdin’de atıyor. Gelenlerin özlemle karışık gözyaşlarına, gelemeyenlerin suları karışıyor. Gözyaşından bir denizde boğuluyor herkes. Oysaki sadece sevmek ve yaşamak istediler Bethnahrin’de. Yasak ve haram bir aşk gibi durmaksızın yaktı Turabdin özlemi. Yandıkça/yakıldıkça daha bi sevdiler ülkelerini. Çoğaltan bir aşkla sevmeyi öğrendiler kürdüyle, ermenisiyle, ezidisiyle, Süryaniler.

Şimdi de Midyat’dan yolculuğumuz Nusaybin’e olsun. Nusaybin, dünyanın ilk üniversitesinin kurulduğu yer. Hala kalıntıları olan bu ilçede ise hemcinsim, yoldaşım kadın bir belediye başkanı AYŞE GÖKKAN yönetiyor Nusaybin’i. Özgür kadının değdiği her yer bir cennete dönüşüyor diye düşündüren o kadar çok hizmeti var ki. Hele Nusaybin Kültür merkezini ve belediyecilik anlayışını görünce. Halklarla elele birlikte olmayı, kadını özgürleştiren ve yüceleştiren anlayışı ile Kent kadın meclisi olarak ilk kez burada bir kadın heykelini görüyoruz. Nusaybin Mor Yakup kilisesine yapılan çirkin saldırı karşısında Belediye olarak sahip çıkan başkanımıza teşekkür etmek ve dayanışma içersinde olmak için Süryani heyetiyle birlikte gittik ziyaretine. Yerellerde özgür kadınların daha fazla seçilmesi ile bölgenin özgürleşeceğine inananlardanım. Nusaybin’de dikilen kadın heykeline sembolik de olsa Süryani tarihinde büyük önemi olan İSHTAR tanrıçasının adının verilmesi talebinde bulunduk sohbetin belini kırarken. Başkan Ayşe Gökkan’nın belediye meclis kararlarının Süryanice de yazılması için kadrolu Süryani bir arkadaş istemesi ise Türkiye’de çok dilli belediyecilik anlayışının bu topraklarda yaygınlaşması açısından çok anlamlı bulduğumu söylemeliyim.

Diyarbakır’a gittiğimde düşlerin ve sevdaların şehri ise yanıyordu, bir şehir direniyordu düşmemek için, yaptığımız görüşmelerde de hep aynı dil konuşuluyordu aynı fotoğraf çiziliyordu. Onurlu ve kalıcı bir barışın tesis edilmesi için ne mümkünse yapılmalı diye haykırıyordu sözcükler. Bilmediğimiz bir dilde alfabeler sanki sadece BARIŞ için yazı icad edilmiş duygusu yaratıyordu içimizde. Karacadağdan çığlıklar bir rüzgâr gibi esiyordu şehrin tepesine. Savaş daha fazla yakmadan barışmak gerek diyordu Amed. Kadim Süryani Meryem ana kilisesinde ise Son kalan ermeni asıllı Bayzar teyze ve Sıtkı amca bir film karesindeki siyah-beyaz fotoğraf gibi direniyordu Sur’ların ardında. Ah! Acıların ve gözyaşların anavatanı Amed. Neden bu kadar kanatıyorlar seni diye boğuk bir sesle haykırıyor, sessizce ağlıyordum adımlarken Amed’i.

Kısacası Bölgeden İstanbul’a çalıştaya giderken yüreğimin bir yarısı haritanın kan damlayan yerinde kalmıştı. Sol yanım, insan yanım acıyordu/düşüyordu cephede düşer gibi Turabdin’nin orta yerine. Yolculuk fiziki olarak İstanbul’a idi ama nedendir bilemiyorum yürek yolculuğum sürekli Mezopotamyaya seyir halindeydi. Gökyüzünde uçarken yıldızları toplayıp, toplayıp Mezopotamya’nın kalbine hızla atıyordum. Kimbilir? Belki yıldızlar duyar da sesimi! O coğrafya Süryani renginden bir gökkuşağını yeniden inşa eder.

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.