İklim ve EnerjiManşet

Sürdürülebilir Kentsel Gelişim: Kentlerin iade etme zamanı geldi

0

Fiona Woo imzasıyla Guardian’da yayınlanan yazıyı, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Erdem Üngür‘ün çevirisiyle sunuyoruz.

 

* * *

Kentleri besleyen doğal kaynakların giderek azalması nedeniyle kentsel planlamanın en baştan yenilenmeye ihtiyacı var.

Kentlere dair kavrayışımız teoride ve pratikte bir dönüm noktasında. Bütün dünyada, kentsel alanlar karmaşık ve hızla evrilen zorluklarla yüzleşmekte.


Peki, kentlerimizi yaşanabilir habitatlara dönüştürmek için ihtiyacımız olan değişiklikler nelerdir? Vatandaşları, yönetimleri, kamusal ve özel sektörü birlikte çalışmak üzere biraraya getiren ve onlara ilham veren bir kent nasıl şekillenir? Geleceğin kentlerini yaratmak için karar vericilere, kent plancılarına, mimarlara ve yatırımcılara yol gösteren en iyi  kavramın hala “sürdürülebilir kentsel gelişim” olduğu söylenebilir mi?

Sürdürülebilirliğin klasik tanımı 1987 tarihli Brundtland raporundan gelmektedir: “Sürdürülebilir gelişim, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama becerisini riske sokmadan, bugünün ihtiyaçlarını karşılayan gelişimdir”. Fakat terim zamanla her yöne çekilebilen bir lastiğe dönmüştür. Ancak nasıl yorumlanırsa yorumlansın net olan birşey var: Sürdürülebilir gelişim artık yeterli değil. Çünkü “gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama becerisi” çoktan risk altına girmiş durumda.

İnsanlık gezegenin ürettiği gelirle geçinmek yerine, doğal sermayesinden yemekte ve gezegenin direncini zayıflatmaktadır. Ekosistemlerimizin ne kadar tahrip edildiğini düşünürsek, bugün sürdürülebilecek olanlar 20 sene öncesine göre çok daha azdır. Doğal olarak, kentler ve kentsel alanlar bu tahribatın başlıca katılımcıları durumundalar.

Bugün Afrika’da 400 milyonun üzerinde insan kentsel alanlarda yaşamaktadır ve bu sayı 2050’de üç katına çıkacaktır. Sanayileşmekte olan birçok ülkede, şiddet kaynaklı göç ve (iklim değişiminin de dahil olduğu) doğal felaketlerin geçinmeyi zorlaştırması gibi itici faktörler hızlı kentleşmeye neden olmaktadır. Kentlere olan kitlesel göçü gıdaya, sağlık hizmetlerine ve eğitime kolay ulaşım, daha iyi bir yaşam beklentisi gibi çekici faktörlerle de açıklamak mümkündür.

Kentleşme sürecinde giderek artan kaynak yoğunluğunun izini sanayi devrimine kadar sürebiliriz. O zamandan beri kaynak üretimine ve kullanıma karşı olan ilgisizlik, dünya çapında iklim değişiminde ve toprak karbonunun, ekilebilir alanların doğal verimliliğinin ve biyoçeşitliliğin kaybında önemli rol oynamıştır.

Afrika’nın kırsal alanlarında üretilen büyük miktarlardaki kömür, mutfakta kullanılmak üzere kentsel alanlara taşınmaktadır. Bu, metropolün sınırları dışındaki alanlara olan bağımlılığını gösteren sayısız örnekten bir tanesidir. Kentte elimizin değdiği neredeyse herşey hinterlandda çıkarılmakta ve imal edilmektedir. Yani kentin emdiği hammaddenin büyük kısmı kentin içinde değil, gezegenin kalan kısmında üretilmektedir. Artık kentin iade etme zamanı gelmiştir.

Yeniden Üretici Kentsel Gelişim

Kentlerin sadece kaynak verimli ve düşük karbon salınımlı olmasını değil, bunların ötesinde kendisini besleyen ekosistemleri geliştirmesini sağlayacak yeni bir kentsel politika gerekmektedir. Çözüm, belirsiz ve hedefsiz sürdürülebilirlik kavramının ötesinde düşünebilmekte ve aktif olarak toprağı, ormanları ve dereleri yeniden üretmeye yönelik çalışmalarda yatmaktadır. Amaç varolan kötü koşulları sürdürmek değil, onları iyileştirmektir.

Bu yeni kentsel politikayla birlikte kentsel alanlar, fosil yakıta daha az bağımlı, yenilenebilir enerjiyi destekleyen, su döngüsüne yeniden eklemlenen, atıksuyun yeniden kullanılmasını ve içindeki besleyici maddelerin kazanılmasını kentsel atık yönetiminin merkezine koyan yeniden üretici kentlere dönüşeceklerdir. Bunun gerçekleşmesi için gerekli olan teknik ve yönetimsel çözümler hali hazırda mevcut ancak şu ana kadar yapılan uygulamalar hem sayıca çok az, hem de çok yavaş.

Hayalden Gerçeğe

Politik çerçevelerin sağlanması, iklim koruma hedeflerini gerçekleştiren ve giderek artan küresel enerji talebini karşılayan sosyal ve ekonomik bir gelişmenin temelini oluşturur. Politik çevre, sermayenin uzun vadeli ve sürdürülebilir teknolojilere yatırım yapmasında kritik bir role sahiptir.

Sonuç olarak kentsel altyapının yeniden üretici sistemlere dönüşümü bütünsel bir yaklaşım, eşgüdümlü eylem ve politik diyalog gerektirmektedir. Kamusal, özel ve sivil toplum gruplarının katılımcı bir süreç içerisinde bir araya getirilmesi hedeflenmelidir. Yetkililer arasında sektörler arası bir yaklaşım da gereklidir.

Bu bağlamda güney yarımküredeki kentsel merkezlerin sahip olduğu avantajlardan biri, hali hazırda varolan bir altyapının dönüştürülmesine gereksinim duymamalarıdır. Altyapının olmadığı durumlarda yeniden üretici sistemler en baştan kurulabilir. Bu şekilde bu kentler ve ülkeler, sanayileşmiş ülkelerin gelişme politikalarının üzerinden sıçrama imkanına kavuşacaklardır.

 

Makale: Fiona Woo

Yazının özgün hali

Yeşil Gazete için Çeviren: Erdem Üngür

(Yeşil Gazete, Guardian)

You may also like

Comments

Comments are closed.