Yeşeriyorum

Siyasal Rejim ve Kürt Meselesi

0

AKP irtica eylemlerinin odağı haline geldiği halde ülkenin bekası için AKP’yi yalnızca uyarmakla yetinen Anayasa Mahkemesi, DTP’yi affetmedi.

İrtica ile Mücadele Eylem Planı‘nın aslında DTP ve demokratik Kürt siyasetine karşı girişilen bir komplo olduğu açığa çıktı böylece.

‘Kızım sana söylüyorum gelinim sen dinle!’ atasözü bu durum için söylenmiş olsa gerek.

Daha seçim sürecinde DTP lileri meclise almamak için binbir alavere dalavereye başvuran devletin tüm organları partiler ve askeri yetkililer böylece Kürtlerin ‘şiddetsiz politik zemini‘ de ortadan kaldırmış oldu.

Ve ardından şiddete dayalı politik çatışma ortamı büyük bir maharetle gerçekleşme imkanı buldu.

Çünkü bu sistem savaştan ve kandan beslenmekte. Onların ‘ölümlere‘ ihtiyacı var bu insanlar gözlerini açmasın özgür mutlu refah ve adil bir gelecek özlemini bıraksın kendisine tebaa gibi davranan bu barbar düzene sessiz sedasız itiraz etmeden boyun eğsin diye.  Nazım’ın deyişiyle; ‘Bu sömürü,  bu zulüm,  bu bezirgan saltanatı’ ve yağma düzeni sürsün diye.

Çünkü bu sistem demokrasiye insan haklarına özgürlüklere farklılıkların kendini ifade edebilmesine karşı alerjik gösteren bir sistem. O sistemin F Tipi Cezaevlerine geçiş sürecinde açlık grevinde olan devrimci-komünist-sosyalist muhalefete ve siyasi tutuklulara ‘hayata dönüş‘ adı altında bombalarla gazlarla saldırarak imha etmesinde de açıkça görüldüğü üzere muhalifleri sistemin dışına çıktığında onu yoketme anlayışıyla hareket ediyor. Adana’da katledilen Erdinç Aslan geliyor aklıma. İşi şansa bırakmamak için yan yana duran iki kapıyı da kırıp iki evdekileri de katletmişlerdi polis güçleri. Buna benzer binlerce uygulama açıkça göstermiştir ki sistem, çizgiyi aşanlarla, hakkaniyetten, etikten, insani değerden yoksun bir biçimde hesaplaşmaktadır.

Bu sistem Seyid Rıza‘yı yaşını küçülterek, 17 yaşındaki Erdal Eren‘i yaşını büyüterek idam ederek ancak kendi sürekliliğini ve gücünü garanti altına alabiliyor. Korku toplumunun sindirilmiş birey bilincinden yoksun kitlelerinin kaderini teslim almanın yolu olarak zulmün ve şiddetin tüm olanaklarını ve sınırlarını zorluyor.

6-7 Eylüller, Sivaslar, Maraşlar, Çorumlar, aydınlara yönelik suikastler, kitaplara, gazetelere, dergilere saldırılar, yasaklamalar, toplatmalar, gazetecileri öldürmeler, Kürt illerindeki katliamlar köy yakmalar, faili meçhul cinayetler ve işkencelerle bugüne gelmiş olan bir sistem bu sistem.

Askeri faşist darbelerle ve darbelerden kalma mantalite ve uygulamalarla ancak kendini varedebiliyor. Ve sürekliliğini ancak böyle sağlayabiliyor. Elbette üyesi bulunduğu NATO ve Emperyalist-Kapitalist blok, onun gücüne ayrıca bir güç katıyor. Çünkü o sistem aynı zamanda emperyalizmin bölgedeki jandarması ve karakolu.

Kimliğini, kültürünü, dilini ve inançlarını özgürce ifade etmek ve ülkenin eşit ve onurlu yurttaşları olarak ayrımcılığa uğramadan yaşamak isteyen  Alevileri, Kürtleri ve Gayrımüslim azınlıkları, provokasyonlarla, katliamlarla terbiye etmeyi kendine ilke edinmiş ve ‘İç Tehdit’, ‘Dış mihrak’, ‘Kökü Dışarıdakiler’ gibi tamlamalarla güvenliği sağlama ve devletin bekaasını milletiyle bölünmez bütünlüğünü güvence altına alma gibi geleneksel söylemlerle toplumu zapturapt altına almış bir sistem bu sistem.

Örgütlenme özgürlüğünü sindirilmiş bir korku toplumunda zaten toplumun geniş kesimleri tarafından hemen hemen hiç kullanılmayan bir hak durumuna getirmiş olan bu sistem, her türlü mücadelede yoğun bir polis denetimi ve yasal engellemelerle geniş kitlelerin ülkenin geleceğine ilişkin söz söyleme haklarını ortak kanaatlerini ifade etme haklarını da zaten yok sayıyor.

DTP kapatıldı.

Şiddetten ve kandan beslenen güçler amaçlarına ulaştılar.

Kürt sorununu programına aldığı ve demokratik-eşitlikçi bir çözüm önerdiği için kapatılan ona yakın partiden birisi de DTP oldu.

Kürtlere tek bir yol sunuyorlar. Muhatap olarak ‘eli silahlı gerillaların çizeceği hatta ilerlemek.’

12 Mart darbesi’nde demokratik alanı kullanamadığı için Devrim mücadelesi için dağlara çıkmayı öngören ve girişimde bulunan Denizler, Mahirler, İbrahimler, Sinanlar geliyor akla. Ve 40 yıldır çok da birşeyin değişmediği görülüyor ülkemizde.

Ve yakın tarihimizden bir örnek daha. 23 haziran 1996’daki HADEP kongresi. Babamla birlikte gitmiştik. Ankara’ya gitme amacımız aslında Kürt Sorunu’na Demokratik-Barışçı Çözüm talebini programına aldığı için kapatılmaistemiyle dava açılan Emek Partisi‘nin eylemine katılmaktı. Gelmişken HADEP’in de kongresine katılalım demiştik. ‘Türkiyelileşme Projesi’ adıyla yeni bir sürece başlamıştı HADEP. Ama kongre salonuna girerken daha bir gariplik olduğunu sezmiştim. Çünkü üst aramalarını POLİS yapıyordu. Ve bir Türk bayrağı asılıydı kongre salonunda. Biraz umutlanmıştım artık Türkler de duyacak Kürtlerin acılarını ve ortak bir alan yaratılabilecek diye. Ama olmadı. Ve sonuç gece belli oldu. Salonun ortasına asılan ‘TÜRK BAYRAĞI‘, sistemin derin güçlerinin provokasyonu ile indirildi.

24 Haziran günü yani ertesi gün de Emek Partililere saldırdı devletin kolluk güçleri ve sivil faşistler. Öyle bir saldırı idi ki polis ve sivil faşistler kaldırım taşlarını söküp insanların üzerine attılar. Yaralılar hastanelerden toplanıp gözaltına alındı.. 23 ünde faşist statükocu güçler HADEP e, 24  Haziran da da Emek Partililere saldırdı. O gün  hatırladığım kadarıyla 700 civarında YARALI vardı. Bir kamyonet dolusu KIRIK COP  toplandı. Ve Kürt Sorunu’nun demokratik-barışçıl yollardan Kürt ve Türk emekçilerinin gönüllü ve adil bir onurlu birliği temelinde çözülmesini savunan iki yasal parti, faşizmin barbarlığından ve statükonun devamını sağlama isteğinden nasibini aldı.

Şimdiki süreci nasıl anlamak gerekir?

Bölünmeyi önleyecek olan demokratik siyaseti yasaklayarak, sistem kendi eliyle halklar arasında kin ve düşmanlığı tırmandıracak bir ortama neden olmuştur. Gerginlik çok ciddi boyutlara ulaşmaya başladı bile. Muş örneğinde ve İstanbul’da DTP lilere silahlarla saldırılar düzenlenmesi ve devletin sadece eylemcileri tutuklaması, Kürtleri zorunlu olarak PKK çizgisinde kalmaya zorlayacaktır. Ve sistemin derin egemenlerinin de istediği sanırım bu.

Bu kapatma olayı ve öncesinde yaşanan olaylar göstermiştir ki Ergenekon denilen güç aslında sistemin ta kendisidir. Ve Ergenekon Operasyonu, Kemalist-Türkçü kılıfına bürünmüş oligarşik militarizmle, İslamcı sermaye ve siyasetin  ABD önderliğindeki bir ‘AL GÜLÜM VER GÜLÜM’ operasyonu ve uzlaşma konseptidir.

Şimdi ne olacak?

İç savaş tehlikesi gibi bir gerçek var ortada. Ve artık Kürtlerin güvenini kolay kolay yeniden tesis edemeyecek hükümet. Ve Türkler, artık çok daha duygusal ve duyarlı ama bu duyarlılık çatışmaları tırmandıracak bir hatta ilerlemekte. Tokat’ta katledilen 7 askerden 2’sinin yakınlarının BARIŞ çağrısında bulunması elbette anlamlı ama artık kardeşliğe, birlikte yaşama vurgu yapan sesler, faşizan milliyetçi hengamede çok cılız kalmakta.

AB sürecinde Demokratikleşme doğrultusunda adımlar atılmadan önce ‘Bağırsak Kurtlarını Temizleme Operasyonu‘ adı altında bir operasyon başlamıştı. Devrimci muhalefet, yargısız infazlarla, işkenceler ve gözaltında kayıplarla yokedilmek istenirken cezaevlerinde de azgın ve barbar saldırılar düzenlenmişti.  Dikensiz bir gül bahçesi isteyen militarist sistem, faşizme ve barbarlığa  karşı ezilen mazlum halkların, emeğin, eşitliğin, insanca yaşama hakkının, özgürlüklerin yanında tavır koyanları sindirmek için çok yönlü bir saldırı başlatmıştı. Çünkü demokratikleşme sonrasında sosyalist-komünist bir çizginin kitlesellik kazanarakgüçlü bir muhalif yapıya bürünmesini istemiyordu. Sanırım şu an yine benzer bir anlayış var sistemin yaklaşımında. Afganistan konusunda destek isteyen ABD ile yine Kürtler üzerinden pazarlık yapıldığı iddiaları var. Ve Kürt Özgürlük Mücadelesinin tasfiyesinin amaçlandığı iddiasında DTPliler. Kürt Sorunu’nu, DTP’siz çözmeye çalışanlar yine aynı oyunu sergiliyorlar denilebilir mi? Bence denilebilir.

Kürt-Türk çatışmasına doğru giden bu süreçte Kürtlerin, silahların gölgesinde haklarını arama ve savunma durumuna itilmesi ve çatışmaya zorlanması, orta vadede büyük acıları ve yıkımları da beraberinde getirecektir.

Kendisine İNSANIM diyen herkesin, statükocu derin güçlerin çatışmanın her iki tarafındaki savaştan ve kandan beslenen güruhların bu oyununa karşı seslerini örgütlü bir şekilde yükseltmeleri zorunluluktur.

Barışı savunmak, gerçeği savunmaktır.

Barışı arayalım.

Sevgiyle.

Oktay Çaparoğlu
15.12.2009
İzmir

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.