Video Röportaj: Müjgan HALİS
14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine giden yolda, seçim sürecine odaklandığımız video dizisinin yirminci konuğu, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) İstanbul 2. bölgeden 4. sıra adayı ve Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Koray Doğan Urbarlı. Urbarlı ile seçim öncesi hakim olan gerilimi, LGBTİ+’ları merkezine alan nefret söylemlerini ve ötekileştirmeyi, seçimi ve “İlk turda bitirelim” talebini konuştuk.
*
Seçime son hafta gerilimle girdik. Nasıl yorumluyorsunuz bu gerilimi?
Aslında beklenmedik bir şey değildi, herkesin aklının ucunda olan bir şeydi. Çünkü çok uzun bir süredir iktidarda olan bir yapı var. Ve her türlü çıkar ağının birbirine geçtiği bir yapı. Şimdi o yapıyı devletten, hükümetten, iktidardan sökmenin arifesindeyiz. Bu yüzden de onlar da bırakmak istemiyorlar. Ve artık 21 yılda söyleyecekleri herhangi bir söz üretebilecekleri herhangi bir siyaset kalmadığı için de işin en ilkel olan kısmı olan şiddete dönüyorlar. Ve insanları korkutarak ‘bakın, kaos ortamı oluyor’ diyorlar. Yaşadık da zaten bunu iki seçim arasında. Fakat artık net bir şekilde kendilerinin de dahil olduğu bir durum var. Zaten Cumhur İttifakı‘na baktığımızda da bu şiddeti körükleyecek bir ittifak kurulmuş durumda.
Erzurum‘daki olaylardan sonra yasal ve yasa dışı terör örgütlerinin kol kola girdiği azgın bir azınlık olarak tabir ettim Cumhur İttifakı’nı ve hala da aynı şekilde düşünüyorum. Yani bunu yaşayacağız. Yaşıyoruz. Umarım çok daha büyümeden kaybettiklerini anlar ve kabul ederler.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun seçimi darbe olarak nitelemesini nasıl yorumladınız?
Daha önce de söylemişlerdi, hatta Türk Dil Kurumu‘nu (TDK) falan da buna dahil etmeye kalkışmışlardı hatırladığım kadarıyla. Darbenin bir açıklaması olarak da; seçimler yoluyla hükümeti değiştirmek.
21 yılın verdiği zihin yapısıyla asla kendileri dışında birinin yönetebileceğini düşünemiyorlar, bunu ifade edemiyorlar. Şunu anlayabilirim: ‘Biz Türkiye’yi belli bir yola soktuk’ dersiniz, kendinizce iyi bir yoldur bu ve bu yoldan dönülmenin, başkasının iktidara gelmesinin bu yola darbe vuracağını söyleyebilirsiniz. Bu siyasi bir sözdür, yüzde 100 katılmam ama bunu söyleyebilirsiniz. Fakat Soylu’nun ve diğerlerinin söylediğinde başka bir ima da var aslında; ‘muhalefet kazanırsa bir darbe olabilir de’ iması da var, esas tehlikeli şey bu zaten. Esas karşı durulması gereken şey bu. Siz kaybettiğiniz anda iktidarı bırakmamak için planlarınız olduğunu ifade ederseniz o zaman demokrasiyle işiniz olmaz, demektir.
LGBTİ+’lar iktidar söylemine neden bu kadar çok malzeme ediliyor?
Onların deyimiyle başlayayım; ‘LGBT’ci’yiz, ne olacak? Bir dönem herkesi terörist ilan ediyorlardı. Şimdi toplumun yüzde 60’ını terörist ilan ettiğinizde kimse terörist olmamış oluyor haliyle. İktidarı elinde tutan ‘azgın bir azınlık’ var şu anda karşımızda ve iktidarı kaybetmek üzere olan… Ve bu insanlar şu anda kendi o gruplarını konsolide edebilmek için, o dar çekirdeği tutabilmek için kimi şeytanlaştırabiliyorlarsa onları şeytanlaştırıyorlar. Bu LGBTİ+’lar olabilir, Kürtler olabilir, Aleviler olabilir [Kemal Kılıçdaroğlu] Kılıçdaroğlu videoyla bunun önünü kesti ya da başka gruplar olabilir. Yeri gelir ‘ülkenin kalkınmasını engelleyen‘ çevreciler de olabilir, onlar için sorun değil. Aslında ‘Müslüman değil’ demek istiyorlar LGBTİ+ karşıtlığıyla, ‘yerli-milli değil’ demek istiyorlar, dertleri bu.
Bir seçim sürecini tank, top, uçak ve LGBTİ+ üzerine kuramazsınız. Kurarsanız kaybedersiniz.
AK LGBTİ+’lar vardı, bunun unutulduğunu mu düşünüyorlar?
Unutulacağını düşünmüyorlar aslında. Siyaset yapma şekli zaten bir gün onu söylemek bir gün bunu söylemek üzerine. Bunu bilerek yapıyorlar zaten. Yani geniş kamuoyunu aptallaştırmak üzerine AKP‘nin seçim beyannamesini okuyun, keşke bunlar iktidar olsaydı dersiniz. 21 yıldır iktidarda olduklarını bile reddederek ‘bunu yapacağız, şunu yapacağız’ diyorlar. Hatırlarsınız depremden sonra [Recep Tayyip Erdoğan] Erdoğan çıktı, imar affı, dedi; affı olmayan bir suçtur. İmar haklarını kim çıkardı? Bunu söylediğinde mecliste affı vardı.
Şu anda YouTube‘da dönen onlarca reklam var; spesifik olarak bireylere-hedefe hazırlanmış. Biraz önce AKP’nin ‘ekolojik köprüler’ yaptığına dair bir video izledim, bir kaplumbağa var, şoför duruyor kaplumbağa ezilmesin diye karşıya geçiriyor. Ama ‘artık buna gerek yok’ diyorlar, sonra ‘çünkü AKP ekolojik köprüler yaptı’. Nereye yaptı, Kuzey Ormanlarına. Orası zaten ekolojik köprüydü, sen kaplumbağayı düşünmedin ki.
Hayvan haklarının bu seçimde çok az dillendirildiğini görüyoruz. Ne dersiniz?
Evet, söylem olarak duymuyoruz ve orada çok enteresan da bir mücadele sürüyor. Seçim dönemi olduğu için ben sürekli bir şeyler paylaşıyorum, tweet atıyorum, şunu yapıyorum, bunu yapıyorum ve mesela [Hayvan Hakları İzleme Komitesi] HAKİM’le imzaladığımız sözleşmenin altına hala tepki içeren mesajlar geliyor. Küfür, diyeyim hatta. Çünkü sokakta yaşayan hayvanlara yönelik büyük bir nefret oluşturmuş durumdalar. Ve bu konuda siz, ‘ben o tarafta değil de bu tarafta yer alacağım’ dediğiniz anda örgütlü bir tepkiyle karşılaşıyorsunuz.
Sokakları temizlemeye çalışmak diye bir fikir var ve bu sokakları temizlemeye çalışmak, hayvanlarla başlayabilir ama hayvanlarla da kalmayacaktır, bunu düşünmek gerekiyor. Yani zaten sokakları temizlemeye çalışan insanların siyasi profillerine baktığımızda da hep aynı çizgiyi görüyorsunuz. Sokaktaki yaşayan canlıya düşman, başka ülkelerden Türkiye’de yaşamak zorunda olduğu için Türkiye’ye gelen insanlara düşman, LGBTİ+’lara düşman, farklı görünenlere düşman. Hep böyle bir sokağı temizleme, o sokağı tek bir çizgi haline getirme fikri var.
Bu seçimi ilk turda bitirmek neden önemli?
Çünkü 14 Mayıs ile 28 Mayıs arasını iki şekilde geçirebiliriz, iki ihtimal var. 14 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu kazanırsa, 28’ine kadar ilk günleri mutlu, biraz meraklı ve en sonlarında hükümetin, Cumhurbaşkanı’nın çalışmaya başladığı bir şekilde geçirebiliriz. Bakanların bir bölümü belli olur. Bazı kararlar alınır. Mesela İstanbul Sözleşmesi‘ne tekrar dönülür.
İlk turda bitmezse; her gün bir iki tane Erzurum‘da yaşanan gibi haber alırız. İzmir‘de yaşanan gibi haber alırız. Bir tedirginlikle gider bu 14 gün ve ikinci turda yine Kılıçdaroğlu kazanır.
Biz o 14 günü niye tedirginlikle geçirelim, niye insanların canı yansın?
D’hont sistemi nedeniyle TİP’e oy vermekten imtina etme duygusu gelişmeye başladı? Bu işin doğrusu ne?
Enteresan bir şekilde bu sistem sanki yeni uygulanıyormuş gibi bir izlenim var. 60 yıldır uygulanan bir sistemden bahsediyoruz, her Ramazan‘da ‘sakız orucu bozar mı’ tartışması gibi bir tartışma bu, her seçimde de oylar bölünüyor tartışması yapılıyor.
Tek bir kural var; barajı geçen her parti aynı sayıda oyla milletvekili çıkartır, sistemin özü bu. 90 bin oyla milletvekili çıkıyorsa, 89 bin oyla çıkaramaz ve o 89 bin oy da birinci partiye yazılmaz. 60 yıldır bu sistemde hiçbir zaman birinci partiye yazılmadı bu oylar, niye bu seçimle yazılsın?
Stratejik oy verme adı altında bir siyaset mühendisliği yapılmaya çalışılıyor. Partiler şunu yapmalı: Niye başkalarına oy vermeyeceğini anlatmak yerine niye kendilerine oy verilmesi gerektiğini anlatsalar, siyaset yapmaya başlasalar bu bence çok daha yararlı bir normalleşme hamlesi olur.