Hafta SonuManşet

Salgado’nun yolundan; doğadan – Rana Göksu

0
Belgesel’in başlangıcında gösterilen Serra Pelada’daki maden

Dünyaca ünlü bir fotoğrafçı, onun sarsıcı sanatı ve dünyaca ünlü bir yönetmen tarafından çekilmiş bir belgesel… Öyle ki benim için de özel yeri olan bu fotoğrafçı, duygu dünyamın ve çalışma alanlarımın dönüşümünde hem sanatı hem de kişiliğiyle büyük paya sahip. Bu kişi, Sebastiao Salgado [1]. Ünlü Alman yönetmen Wim Wenders da Salgado hakkında belgesel çekerek kendisi için “Neden Salgado?” sorusunun cevabını aramış ve birçok röportajında da öncelikle bu soruyu yanıtlamış. Bizleri Salgado’da buluşturan cevapların birbirinden çok uzağa düşeceğini sanmıyorum. Etkileyici fotoğrafları, hayat hikayesi ve hayata bakışı. Belki de en önemlisi; fotoğrafların tesiriyle meydana gelen duygulanımın, bilinci yeni ufuklara taşıyabilecek kudrette olması.

Üç kişinin arayışları üzerine ortaya çıkan biyografik belgesel Toprağın Tuzu[1] (The Salt of the Earth / O Sal Da Terra) [2], dünya kamuoyu tarafından da övgülerle karşılanmış. Öyle ki IMDb’deki oylamada 8.4/10 puan almış, “En İyi Belgesel” alanında Akademi Ödülü adayı olmuş, Cannes, San Sebastian, Palm Springs gibi önde gelen film festivallerinden ödülle ayrılmıştır. Sadece Toprağın Tuzu hakkında kaleme alınmış çok sayıda yazıya ulaşmak mümkün. Bu yazıda ise belgeselin ışığında, Salgado’nun insanlığa dair duyduğu büyük hayal kırıklığını ve kürünü doğada bulma yolculuğunu anlatacağım.

Belgesel “Brezilya Serra Pelada’daki günümüzde kullanılmayan bir altın madeninde çekilmiş bir fotoğrafla [3]  başlar. Bu etkileyici karedeki madende, aşağıdan yukarı çamura bulanmış yaklaşık 50.000 insan çalışmaktadır. “(…) Köle gibi gözükebilirler, fakat tek bir köle yoktu. Sadece zengin olma fikri içindeki kölelerdi. Herkes zengin olmak ister. Orada her şeyi bulabilirdin: Aydınlar, üniversite mezunları, tarım işçileri, şehir çalışanları. Hepsi bir fırsat için gelmişlerdi. (…)” bunlar Salgado’nun fotoğraf için ifade ettikleri.

Belgesel’in başlangıcında gösterilen Serra Pelada’daki maden

Uruguaylı yazar Eduardo Galeano ise aynı fotoğraf için “Bir madenciler ordusu mu bu dağı tırmanan? Firavunlar zamanında piramitleri kıran işçilerin bir görüntüsü mü? Bir karınca ordusu mu yoksa? Karınca ya da kertenkele. Madencilerin derisi kertenkele derisi; gözleri kertenkele gözleri. Yeryüzünün bahtsızları, insana özgü bir hayvanat bahçesinde mi yaşıyorlar burada?” der.

Koca dağı yağmalayan bu kalabalık ne sadece Brezilya’ya özgü ne de başka bir coğrafyaya. Galeano’nun da ifade ettiği gibi yeryüzünün bahtsızları olarak hepimizin aşina olduğu bir talan düzeni. Öyle ki sınıf, eğitim, coğrafya, dil, kültür fark etmeksizin kimlik mefhumundan ari bir insanlık hali. Belgeselin başlangıcı için böylesi dehşet verici bir fotoğrafın seçilmiş olması elbette rastlantı değil. (Aslında rastlantı olarak da kabul edilebilir. Çünkü Wenders, bir galeride hayranlık duyarak satın aldığı bu fotoğraf ile Salgado’yu tanımış.) Bu bilinçli bir başlangıçtır. İnsanlığın geldiği sonun başlangıcıdır. Senelerce gittiği yerlerdeki göçleri, savaşları, açlığı, işçileri, başka insanlık hallerini ve dünyanın farklı yüzlerini kaydeden Salgado için de bu son, bir başlangıçtır.

Belgesel’in başlangıcında gösterilen Serra Pelada’daki maden

Salgado’nun fotoğraf yolculuğundan fazlasını vadeden Belgesel’de Salgado’ya oğlu Juliano Ribeiro Salgado ve ünlü Alman yönetmen Wim Wenders eşlik eder. Oğul Salgado ve Wenders’ın gözünden Salgado’nun fotoğraf yolculuğu izleyiciye aktarılır. Werner Herzog gibi 1965-1982 yılları arasında etkin olan Yeni Alman Sineması’nın yönetmenleri arasında sayılan Wenders [4], aynı zamanda bir fotoğraf sanatçısıdır. Bu sebeple fotoğrafla zaten özel bir ilişkisi vardır. 1997 yılında “Fotoğraf Adaleti Yeniden Kurar” başlıklı yazısında fotoğraf çekmeyi, dışarıdaki dünyaya bir odanın penceresinden bakmaya benzetir ve ona göre görülen dünya pencerenin çerçevesi kadardır. Haksız değildir. Wenders’ın bir anlamda adaleti yeniden bulan Salgado’nun yarattığı dünyaya duyduğu hayranlığın nedenleri de böylece daha anlaşılır hale gelir. Belgesel Wenders’a göre, Salgado’dan neden bu denli etkilendiğinin cevabını bulmak için güzel bir fırsattır.

Salgado ve Wenders

Salgado’nun 40 yılı aşan fotoğraf yolculuğundaki bazı duraklara gelirsek; “Other Americas” [5], Salgado’nun Ekvador, Peru, Bolivya gibi ülkelerdeki, And Dağları’ndaki ve Saraguro Bölgesi’ndeki hayatları belgelediği ilk büyük fotoğraf projesidir. Bu projesi sayesinde Latin Amerika yerlileri ve köylüleri ile uzun süre bir arada yaşayarak müziğe inanan insanlarla tanışmış, onların farklı inanç ve kültürlerine tanıklık etme fırsatı bulmuştur. 1981-1983 yılları arasında kurak kuzeydoğu Brezilya topraklarını ziyaret etmiş ve orada “topraksız işçi hareketi[2]”ne tanık olmuştur. Bu çalışmasıyla da Paris’te Kodak Ödülü’nü kazanmıştır.

 

Yerlilerin hayatını deneyimledikçe Salgado’nun insanın “özü”ne olan merakı artmış, bu merak onun Afrika’ya gitme kararı almasında etkili olmuştur. Afrika’da gerçekleştirdiği “Sahel: L’Homme en Détresse / Sahra: Izdırap İçindeki İnsan” projesiyle Orta Afrika’daki Atlantik Okyanusu ile Kızıl Deniz arasında yaşayan insanların içinde bulundukları ızdırap ve acı dolu yaşamlarına rağmen muhafaza ettikleri saygınlıklarına ve sabırlarına hayran kalmış. Etiyopya’da, Mali’de gördüğü vahşet, insanlığa dair hayal kırıklığının ve çaresizliğinin başlangıcı olmuş. 1980’lerin ortalarında, 15 ay boyunca “Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü” ile birlikte Sahel Bölgesi’nde [6]  yaşananları gözlemlemiş. Siyasetin iki yüzlülüğüne yakından şahit olarak, Etiyopya Hükümeti’nin açlıkla ölüme terk ettiği halkına karşı yiyeceği elinde tutması karşısında “Etiyopya’nın kuzeyindeki bu olay zalim bir politik dürüstsüzlüktü.” ifadelerini kullanmış ve Batı’nın Afrika’da yaşananlara karşı duyarsızlığı, büyük bir karamsarlığa kapılmasına neden olmuş ve Afrika yolculuğuna son vermiştir. Bu çalışmasıyla Fransa’da düzenlenen Arles Photo Festival’inde “Yılın En İyi Fotoğraf Kitabı” ödülünü kazanmıştır.

“Workers” projesi Salgado’nun 26 ülkeyi gezerek ortaya koyduğu, işçi profiline dair geniş çaplı bir fotoğraf albümüdür. Altı yıl süren bu fotoğraf yolculuğunda,  Güney Amerika’nın şeker kamışı işçilerini, Brezilyalı maden işçilerini, Fransız çelik işçilerini, Bangladeş’in gemi söken işçilerini, Hong Kong’ta kafeslerde yaşamaya mahkum edilmiş Vietnamlı çocukları fotoğraflamış, kısacası kapitalist dünyanın esiri olmuş her türden insan onun kadrajına girmiştir.

“Exodus” koleksiyonu için ise 47 ülkeyi gezen Salgado, albümün giriş bölümünde, “Her şeyden çok, insan ırkının bir olduğuna inanıyorum. Renkte, dilde, kültürde ve imkanlarda farklılıklar olabilir, ama insanların duyguları ve tepkileri her yerde benzerdir. İnsanlar ölümden kurtulmak için savaştan kaçıyorlar, servetlerini arttırmak için göç ediyorlar, yabancı topraklara yeni yaşamlar inşa ediyorlar, çok zor şartlara, sıkıntılara alışmak zorunda kalıyorlar…” ifadeleriyle insanlığa dair duyduğu karamsarlığı çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır.

Göçmenlerin cesaretine ayrıca saygı duyan Salgado bu projesini yedi yılda tamamlamıştır. Koleksiyonu hazırlamadaki amacını da şu şekilde açıklamıştır: “Umudum, birey, grup veya toplum olarak milenyumun eşiğinde zor durumdaki insanların acılarına son vermemiz. En basit haliyle, bireycilik, bencillik felakete dönüşmektedir. Bir arada var oluşumuzun yeni rejimini yaratmalıyız. (…) Umarım Exodus sergimi ziyaret edenler, fotoğrafları görmeden önce ve gördükten sonra artık aynı kişi olmayacaklardır. İnanıyorum ki ortalama bir insan bile çok büyük yardımlarda bulunabilir, illa ki maddi yardım ile değil, bu kavganın bir parçası olarak, katılarak, gerçekten Dünya’da neler olduğuyla yakından ilgilenerek.[3]

Salgado da Exodus koleksiyonu bittiğinde artık eskisi gibi olmadığını ve değiştiğini söylemiştir. “İnsanoğlunun çok güçlü, çok acımasız ve çok agresif olmaya başladığını gördüm, hastalandım.” sözleriyle insanlığa dair ümidinin kalmadığını ifade etmiştir. Bu süreçte özellikle Ruanda’daki soykırımda ve Kongo’daki katliamda insanların en yakınlarını, kapı komşularını dahi katletmelerine, ormanların içinde yaşam mücadelesi vermeye mahkûm edilen yaşamlara, binlerce insan cesedini kaldıran vinçlere ve bunun gibi vahşet dolu görüntülere şahit olmuş ve benzer nefretin Avrupa’da, Yugoslavya’da da hem Hırvat hem de Sırp güçleri tarafından gerçekleştirilmesi, bunun insanlığa dair bir sorun olduğu sonucuna varmasına sebep olmuştur.

 

Brezilya’daki çiftliğine dönen Salgado, yaklaşık on sene boyunca fotoğraf çekememiş, ancak bir röportajında umutlu bir şeylerin arayışı içinde olduğunu belirterek “Bu filmi Ruanda’da bitiremezdim.” demiş. Son koleksiyonu olan “Genesis” [7], insanlığın geleceğine dair karamsarlıktan başka bir duyguyu içinde barındıramayan biri için kurtuluş ya da yeniden yaratılış anlamındadır. Bu Koleksiyon için ilham kaynağını çocukluğunun geçtiği kurak topraklarda bulmuştur. Eşi Lelia’nın girişimleri neticesinde, tek bir ağacın dahi bulunmadığı Salgado ailesinin kurak çiftliği, yoğun bir ağaçlandırma projesiyle yaklaşık on senenin sonunda bir milli parka dönüşmüş. İki milyondan fazla ağacın yer aldığı bu ormana orada daha önceleri yaşayan hayvanlar bile dönmeye başlamıştır.

Sebastiao Salgado ve eşi Leila

Doğanın onarıcı gücünden etkilenen Salgado, Genesis için modernitenin uzanamadığı toplumlara ve mekanlara ulaşmak için keşfe çıkmıştır. Bu yolculuk kapsamında yeryüzünün insansız bölgelerine gitmiş, çeşitli kabileleri ziyaret etmiş, Amazon’daki Zo’élerle, Sibirya’daki Nenetlerle tanışmıştır.

Gezegene ve doğaya bir aşk mektubu” olarak tanımlanan bu Koleksiyon, Salgado’yu hayata tekrar bağlamış. Öyle ki bir röportajında son büyük fotoğraf projesi için “Genesis projesine başladığımda 59 yaşındaydım ve çok yaşlı olduğumu düşünüyordum. Şimdi 70 yaşındayım ve gayet iyi hissediyorum. Tekrar başlamaya hazırım. Hayat bir bisiklettir: İleri doğru gitmeye ve düşene kadar pedal çevirmeye devam etmelisin.’’ demiştir. Sekiz yıl süren keşfi neticesinde, insanlığın yabancılaştığı ekosfere karşı “Ben de bir kaplumbağa, bir ağaç ya da bir taş gibi çok doğaldım.”  sözleriyle Salgado, artık sanatıyla bizi daha anlamlı bir dünyayı keşfetmeye ve yeryüzü üzerine düşündüren umutlu bir yolculuğa davet etmektedir. Bu çağrı ise kesinlikle görülmelidir.

[1]Cüneyt Cebenoyan’nın 2 Mayıs 2015 tarihli “O An’ı Avlamak” başlıklı BirGün Gazetesi’nin internet sitesinde bulunan yazısında; ‘’Toprağın Tuzu’’nun belgesel için yanlış bir çeviri olduğu, Türkçe’de bir anlam ifade etmese de toprağın tuzu ifadesinin ‘’Matta’ya Göre İncil’’den kaynaklanan, İsa’nın balıkçı ve köylülere hitaben söylediği  ve “Siz bu toprağın efendilerisiniz” anlamına geldiğini belirtilmiştir. Belgesel’in ismine dair ileri sürülen başka bir neden ise Salgado’nun Portekizce’de tuzlu anlamına gelmesinden dolayı Wenders’ın kelime oyunu yaptığı şeklindedir.

[2]Orijinal adı ‘’Mouvement Sans Terre (MST)’’ olan önemli bir işgal hareketidir. Brezilya’da büyük toprak sahiplerinin arazilerine veya kullanılmayan devlet arazilerine köylüler tarafından el koyularak işletilmeye başlatılan ve aynı zamanda farklı bir sosyal yaşamı örgütleyen 400.000 köylüyü kapsayan politik bir toplumsal harekettir.

[3] http://www.olympusyollarda.com/fotograf-tarihinden/bir-sosyal-belgesel-dahisi-sebastiao-salgado/, Erişim tarihi: 18.08.2018.

 

 

Rana Göksu

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.