Bir süredir İkizdere vadisinin sit alanı ilan edilmesi ve HES lerle ilgili AKP hükümetinin hukuksuz uygulamalarına karşı yazılar kaleme alan Hürriyet gazetesi basyazarı Oktay Ekşi istifa etmek zorunda kaldı.
“Burma’daki seçimler ölü general ile yaşayan general arasında”
Demokratik partilerin hala çok marjinal olduğu Burma’da 20 yıl aradan sonra 7 Kasım’da yapılacak seçimlerde halka ölü general ile yaşayan general arasında seçenek sunuluyor.
Burma halkı için 1990’dan sonra yapılacak olan ilk ulusal ve bölgesel seçimlerde çok fazla seçim yapma şansı yok. Seçimlere katılacak olan 3 küçük ‘demokratik parti’nin toplam adayları, mevcut dikta rejimi lideri General Than Shwe’nin bin adayının üçte biri kadar dahi yok. Ülkenin en önemli muhalefet lideri Aung San Suu Kyi, seçimlere katılmıyor.
Hal böyle olunca General Than Shwe’nin yarışacağı tek ciddi kesim, ülkeyi 1962’den 1988 yılına kadar yöneten, 2002 yılında yeniden siyaset sahnesine çıkarak ancak 6 ay sonra ölen General Ne Win’in taraftarları oluyor. 1990 seçimlerinde siyasetten silinen Win taraftarlarının partisi Ulusal Birlik Partisi’nin (NEP) listesinde 1100 aday bulunuyor.
Mevcut askeri yönetim ile arasına mesafe koymaya çalışan NEP seçmenlere ‘siyasi canavarlar’ olmadıklarını, geçmişteki hatalarından öğrendiklerini söylüyor. Rangoon’dan bazı gözlemciler, NEP’in bu çıkışıyla orta sınıftan bazı kesimleri etkilediği görüşünde. NEP’ten etkilenen orta kesimler bunu ‘çizilen sınırlar’ dışına çıkmanın fırsatı olarak görüyorlar.
Sürgünde yaşayan Burmalılar da halkın iki generalden hiçbir beklentilerinin olmadığı görüşünde. Ancak, Burmalı gazetecilerin önemli haber aracı Irrawaddy sitesi, “NEP’in basın özgürlüğü vaadi ülkedeki birçok gözlemci üzerinde etkili oldu” diyor. Bazı gözlemciler, NEP’nin ileri bir adım atarak demokratik ve etnik partilerle işbirliği yapmasını umuyor.
Askeri rejim lideri General Than Shwe’nin gerçekten seçimleri kaybetme olasılığı yok. Küçük demokratik partiler seçim çalışmaları sırasında ağır bir şekilde engellendiler. Partisiyle 1990 seçimlerini yüzde 82 ile kazanan, ancak iktidar olması engellenerek 14 yıldır ev hapsinde bulunan Aung San Suu Kyi seçimlere katılmıyor. Bununla birlikte General Than Shwe, sonuçtan emin olmak için sandalyelerin dörtte birini ordusu için rezerve etmiş durumda. Burma anayasasına göre iktidar sandalyelerin dörtte birini orduya verebiliyor.
Böylece seçimlerde söz konusu olan tek şeyin General Than Shwe’nin egosu olduğu yorumu yapılıyor. Shwe seçimlerde, Suu Kyi’nin 1990’daki yüzde 82 seçim oranını geçerek, bir önceki diktatörden çok daha önemli olduğunu kanıtlama ‘başarısına’ ulaşmayı arzuluyor. NEP tamda bu noktada General Shwe’ye engel olmaya çalışıyor. Böylece seçimler, Mandalay’dan bir analistin sözleriyle, “Ölü general ile yaşayan general arasındaki yarış”tan başka bir şeyi ifade etmiyor.
Doğu Asya ülkesi, eski İngiliz sömürgesi Burma, 1947 yılında bağımsız oldu. Çeşitli ayaklanmalardan ve siyasal çekişmelerden sonra ülke 1962’de ordu komutanı Ne Win’in darbesi ile askerler tarafından yönetilmeye başlandı. Çoğunluğu Bamar, 7 ayrı etnik topluluktan oluşan 50 milyon nüfuslu ülke, yeterli derecede yer altı ve yerüstü zenginliklere sahip olmasına rağmen dünyanın en fakir ülkelerinden biri. BM verilerine göre ülke nüfusunun üçte biri açlık sınırı altında, yüzde 10 ise günlük yiyecek elde edecek paraya dahil sahip değil. (ANF)
“İçkiye sağlığımızı düşündükleri için zam yapıyorlarsa nükleer santralleri de kapatsınlar”
Maliye Bakanlığı, alkollü içkilere getirdiği yüksek zam oranını “sağlık” ile gerekçelendirirken, içki satışı yapan bir dükkan sahibi, “Sağlığımızı düşündükleri için zam yapıyorlarsa nükleer santralleri de kapatsınlar” dedi. Zamların, sahte içki satışını da artıracağını söyleyen dükkan sahibi, “Bu zamlar, kaçakçılara yarayacak” diye konuştu.
Maliye Bakanlığı’nın alkollü içkilerde Özel Tüketim Vergisi’ne (ÖTV) getirdiği yüzde 30’luk zammın ardından Bianet tarafından konuşulan bir içki dükkanı sahibi, ismini vermek istemediğini, daha önce ismi basında yer aldığı için Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK) ve Maliye Bakanlığı görevlilerinin gerekli gereksiz denetim yaptıklarını anlatıyor.
“Sahte içkiden satışı da buna bağlı ölümler de artar”
İstanbul’un merkezi semtlerinden birinde bulunan dükkan sahibi, söz konusu zamlar ile kaçakçıların pazar payının arttığını söyledi.
“Uyuşturucunun, silahın, kara paranın tüm rahatlığıyla dolaşımda olduğu bir şehirde hükümetin aklı içkide. Bir kere yüksek vergi her zaman yasal satış yapanların pazar payını azaltır, kaçakçının pazarını da artırır. Ayrıca sahte içki satışı da artacak sahte rakı zehirlenmelerinden ölenlerin sayısı da…”
Maliye Bakanlığının, söz konusu içki zamlarıyla 2011 bütçesi için 800 milyon dolarlık para beklediğini anlatan dükkan sahibi, ancak tam tersine bir bütçe açığı yaşanacağını savunarak, şöyle konuştu:
“Satış yapamayınca bizim gibi yasal işletmelerin devlete vereceği vergi de düşecek. Tezgah altında satış yapanlar da vergi veremeyeceğine göre… Çünkü her zamda yüzde 20 oranında pazar kaybediyoruz.”
“AKP’ye oy verenler de müşterim”
Röportaj sırasında içeri giren bir zabıta memuru, “denetleme” için geldiğini anlatıp, birkaç evrak imzalattı. Denetlemenin ardından Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in içki zamlarına ilişkin “Bizim için gelir değil, vatandaşın sağlığı önemli” sözlerini de değerlendiren dükkan sahibi, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Eğer sağlığımızı düşünüyorsa içkiye zam getirmeden önce nükleer santralleri durdursun, Burada sağlıkla ilgili bir tasarruf olduğunru düşünmüyorum. Zira ‘Fransız paradoksu’ denilen şey geçerli olmazdı. Yani Fransızlar, tereyağ da et de yer şarabını da içer ama dünyanın en sağlıklı insanlarıdır.
Ayrıca hükümet yetkililerinin şunu sormak istiyorum. Türkiye’de bir milyar litre içki tüketiliyor. Bunu tek başına AKP’yi desteklemeyenler mi içiyor? AKP’ye oy veren kesim de içki içiyor. Benim böyle o kadar çok müşterim var ki. Ayrıca referandumda Yetmez ama Evet diyenler bu uygulamaya ne diyecek merak ediyorum.”
Müşteriler: Araba kazaları da oluyor, onları da yasaklasınlar.
Dükkanda bulunan ve içki zammından şikayet eden müşteriler de isimlerini vermek istemiyor.
“Zaten şaraplar çok pahalı. Şimdi ayda 4 tane alıyorsak 2 tane alacağız. Sağlık yönünü çok düşünüyorsa bakan o zaman araba kazalarında da insanlar ölüyor arabaları da yasaklasın. O zaman hepimiz yürüyelim. Her şeyi akıllıca tüketince hiçbir zararı olmaz.”
Bakanlar Kurulu’nun alkollü içeceklerde yaptığı yeni vergi ayarlamasıyla, litrede rakının ÖTV’si 39,6 liradan 51,48 liraya, cin ve votkanın 44 liradan 57,2 liraya, taze üzüm şarabı 1,95 liradan 2,44 liraya yükseldi. Birada yüzde 63, diğer alkollü içkilerde yüzde sıfır olarak uygulanan nispi vergilerde ise değişikliğe gidilmedi. (Bianet)
Türkçe’deki ırkçı deyimler
Azınlık olmanın aşağılanmaya dönüştüğü ifadeler, tabirler, deyimler, atasözleri bütün dillerde olduğu gibi Türkçe’de de yoğun. Zaman içinde dile yerleşen bu ifadeler hakkında dilbilimciler, dildeki ayrımcılığın zihniyetteki ayrımcılıkla paralel olduğuna işaret ediyor. Buna en acı örneklerden biri de yine bir Ermeni olan, Yeşilçam’ın emektar oyuncularından Nubar Terziyan’ın yaşadıkları. Ayhan Işık vefat ettiğinde, gazeteye ilan vermiş Nubar Terziyan… Kral’ı gerçek evlat gibi sevdiğini, çok üzüldüğünü belirtmiş. İlanın mürekkebi kurumadan, Ayhan Işık’ın ailesi, “Terziyan ile hiçbir yakınlığımız yoktur,” diye açıklama yapmış. Ermeni ya… İşte Türkçe’deki ırkçı-ayırımcı tabirler, deyimler ve atasözlerinden en çok kullanılanlar…
Agop’un kazı gibi yutmak: Ermenilerin sözde açgözlülüğüne vurguyla, önüne konulan her yemeği çabuk yemek.
Alavere dalavere, Kürt Memet nöbete: Bir işte bütün yükü, sorumluluğu yetersiz kişiye bırakma durumunda söylenir.
Anladıysam Arap olayım: Söylenen bir şeyin anlaşılmazlığına inandırmak için kullanılır.
Arap eli öpmekle dudak kararmaz: Kirlipis-çirkin bir şeye bulaşmakla, insan kirlenmez anlamındadır.
Arap saçına dönmek: Bir şeyin karmakarışık olması.
Arnavut inadı: Aklı, mantığı ve evreni hiçe sayan ruh hali.
Çıfıt: Yahudileri aşağılamak için kullanılan bir tabirdir.
Çıfıt çarşısı gibi: Karmakarışık, içinde her şey bulunabilen yerler için kullanılır.
Çingene kavgası: Önemsiz atışmalarla başlayan, yakası açılmadık küfürlerle dolu kavga.
Çingene borcu: Tutarı pek önemli olmamakla birlikte, ufak ve dağınık borçların tümü.
Çingene çergesi: Pis ve yoksul yer.
Çingene düğünü: Gürültülü topluluk.
Çingene parası: Bozuk para.
Çingene çergesinde musandıra ne arar: Yoksul kimseden ne beklenir ki, anlamındadır.
Emeni dölü: Ermeni olmanın aşağılayıcı bir şey olduğunu belirtmek amacıyla kullanılır. Ermeni olmayan kişiler için kullanıldığında ‘hain’i ima eder.
Ermeni tohumu: Irkçı zihniyetten sıyrılamayanların diline dolanmış bir başka küfür.
Ermeni gelini gibi: Daima kırıtan, süzülen kadınlar için yapılan benzetme.
Gavur ölüsü: Oldukça ağır anlamındadır.
Gavur: Kasap.
Gavur etmek: Bozmak, işe yaramaz hale getirmek.
Gavur gavurluğunu yapar: Genellikle Türk milletine yapılmış haksızlık ve eziyetlerden bahsedilirken kullanılır.
Gavurun tembeli keşiş, Müslüman’ın tembeli derviş: Dini, çıkarları doğrultusunda kullanıp, çalışmadan yaşamanın yollarını bulanlar için kullanılır.
İstavroz fidesi: Hıristiyanlara karşı kullanılan alaycı bir söz, ‘gavur çocuğu’ anlamındadır.
İstavrozundan başlamak: Hıristiyanlara karşı kullanılan küfür tehdidi, sert küfür edileceğini belirterek göz korkutmak.
İstavrozunu şaşırmak: Neye uğradığını bilememek.
Mademki Ermeni istemeden vermeli: Nakarat olsun diye uydurulmuş, Ermenilerden her şeyin istenebileceğini ima eden bir deyim.
Papaz: Hoşgörüsüz, yaşlı kimse.
Papaza borcunu ödemek: İşemek, dışkılamak.
Papaza gitmek: Tuvalete gitmek.
Papazcı: Üçkâğıtçı.
Papaz olmak: İki kişi arasında ilişki bozulduğunda kullanılan bir tabir.
Papazı bulmak: Kötü bir sonuçla karşılaşmak, belasını bulmak.
Papaz uçurmak: İçkili alem yapmak.
Papazı kaçırmak: Eğlencenin dozunu kaçırıp rezalet çıkarmak.
Rum tohumu: Rumları dışlamak için kullanılan bir tabir.
Rum hatunu yatakta, Ermeni hatunu mutfakta yapmak: Her iki azınlık mensubu kadınları da sadece cinsel obje nesnesi olarak gören bu ifade, her şeyi yerli yerinde yapmak manasında kullanılır.
Sarı Yahudi: Paraya düşkün kişi.
Senin bu yaptığını Yunan gavuru yapmaz: İşlediğin kabahati, en kötü insan bile yapmaz anlamında kullanılan bir ifade.
Yahudi pazarlığı: Yahudilerin cimriliğine ve bu yüzden kıyasıya pazarlık yaptıklarına inanılarak, kullanılan bir deyim.
40 yıldır patriğin eşeğini becermek: Çok tecrübeli, görmüş geçirmiş, kül yutmaz.
(Sabah, Kenthaber)
Facebook’tan ‘öpüşme eylemi’ne sansür
İnternetteki sosyal iletişim ağı Facebook, Katolik Kilisesinin lideri Papa 16. Benediktus’a karşı eşcinsellerin başlattığı etkinlik sayfasını kaldırdı.
Papa’nın 6-7 Kasımda İspanya’ya yapacağı ziyaret polemik konusu olmaya devam ederken, eşcinsellerin Papa’ya karşı başlattığı kampanya sansüre uğradı.
Vatikan’ın eşcinsellere karşı olan tavrını protesto etmek isteyen Barcelona’daki eşcinseller, internet üzerinden yürüttüğü kampanya ile Papa’nın 7 Kasımda Barcelona’ya yapacağı ziyaret sırasında tüm eşcinselleri “öpüşme eylemine” davet etti. Binden fazla eşcinsel bu protestoya katılacağını duyurdu.
Facebook yönetimi, kuralları arasında “tehdit ve nefreti teşvik eden, ayrıca bir kişi veya bir gruba yönelik saldırı içeriği olan sayfaları kapatmak” olduğunu hatırlatarak, eşcinsellerin Papa’ya karşı oluşturduğu sayfayı kaldırdı.
Barcelona’daki eşcinsel dernekleri ise, söz konusu sayfanın bir arkadaş grubu tarafından oluşturulduğunu belirterek, “Her kaldırılan sayfaya karşılık yeni bir sayfa açacağız. Bu bizi yıldırmıyor, tam tersine daha fazla teşvik ediyor” ifadelerini kullandı.
Amsterdam’da yabancı düşmanlığı protesto edildi
Hollanda’da son dönemde yükselen aşırı sağ, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı başkent Amsterdam’da protesto edildi.
“Yabancı Düşmanlığı Karşıtı Platform” tarafından düzenlenen gösteriye katılanlar, aşırı sağcı Geert Wilders’ın desteğiyle kurulan azınlık hükümetinin, yabancılara olduğu kadar Hollanda’nın geleceğine de zarar verdiğini belirttiler.
Gösteride bir konuşma yapan Yeşil Sol Partisi (GL) eski milletvekili Fas asıllı Muhammed Rabbae, aşırı sağ ve Wilders;ın sadece azınlıklar için değil, Hollanda demokrasisi için de tehlike arz ettiğini söyledi.
Wilders’ın desteğiyle kurulan sağ azınlık hükümetini sert bir şekilde eleştiren Rabbae, Başbakan Mark Rutte’nin hafta içinde Mecliste çifte vatandaşlıkla ilgili yaptığı değerlendirmenin de kabul edilemez olduğunu belirtti.
Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF) Başkanı Nuri Karabulut ise yaptığı konuşmada, tüm yabancıları, aşırı sağ ve ırkçılıkla mücadelede ortak bir platformda buluşmaya çağırdı.
Yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın Hollanda’da hükümet politikası haline geldiğini öne süren Karabulut, “Bunun arkasında toplumu bölme politikasının yattığını” kaydetti. (ANF)
YouTube açıldı, 7884 site hala sansürlü
‘Sakıncalı’ içeriklerin çıkarıldığı YouTube video paylaşım sitesine 2.5 yıldır uygulanan erişim yasağı, mahkeme tarafından kaldırıldı.
Türkiye’de 2.5 yıldır yasaklı bulunan, dünyanın en popüler video paylaşım ağı YouTube’a uygulanan erişim engeli kaldırıldı.
Atatürk’e hakaret içeren videoların bulunduğu gerekçesiyle 2.5 yıl önce erişim yasağı uygulanan site, sözkonusu videoların kaldırılması ertesinde Türkiye’de erişime açıldı.
Edinilen bilgiye göre, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Soruşturma Bürosu Savcısı Kürşat Kayral, Emniyet Genel Müdürlüğü Bilim Suçları Büro Amirliği’ne yazı yazarak YouTube’un kapatılmasına gerekçe olan ve Atatürk’e hakaret içeren dört videonun siteden kaldırılıp kaldırılmadığını sordu.
Emniyetten söz konusu videoların kaldırıldığına yönelik cevap alan Kayral, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 8. maddesinin 9. fıkrasına dayanarak YouTube’a erişimin engellenmesi kararının kaldırılmasına karar verdi.
Savcı, siteye erişimin serbest bırakılması için Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na gerekli yazıyı yazdı. YouTube erişim, Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi kararıyla 5 Mayıs 2008’den beri engelleniyordu.
Yasağın kaldırılma süreci, merkezi Almanya’da bulunan International Licencing Service adlı bir telif ajansının Atatürk’e hakaret içeren videoların haklarını satın aldığını açıklamasıyla başladı.
Firma telif hakları yasaları uyarınca YouTube’ta ‘izinsiz’ kullanılan videoların kaldırılmasını talep etti ve bu videoları kaldırttı. Firma CEO’larından Erdem Karahan, “Kendi çözümlerimizi kullanarak o videoları kaldırdık. Arşivden Atatürk’ün görsellerini koruma yetkisi aldığımız için bizim için bir problem olmadı” açıklamasını yaptı.
Yasağa neden olan videoların neden bugüne kadar silinemediğini, şirketin bir diğer CEO’su Yücel Yolcu, “Bu içeriklerin şimdiye kadar sahibi yoktu ve bir içerği silmek isityorsanız sahibini bulmanız gerekir. Görselleri kimse sahiplenmedi. Bu görseller bu şirkete hak olarak verildi” şeklinde açıklamıştı.
Konuyla ilgili bugün açıklama yapan Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım da, telif yönteminin uygulanması yoluyla yargı kararının yerine getirildiğini, mahkemeye müracaat edilip tamamen bu filtrelemenin ortadan kaldırılabileceğini söylemişti.
YouTube sansürünün ardından, gözler diğer yasaklı sitelere döndü. Türkiye’de halen 7 binden fazla internet sitesine erişim engeli uygulanıyor.
Sadece 4 ayda 2600 site kapatıldı
Türkiye’de erişimi engelli internet sitesi sayısı 6 bini geçti.
Türkiye’de erişim engelli internet sitesi sayısı 6 bini geçti. Sadece son dört ayda Türkiye’den erişimi engellenen web sitesi sayısı 3 bine yakın.
Erişime engellenen sitelerin yarısı 5651 sayılı İnternet Kanunu’nda sıralanan gerekçelerle kapatılırken, diğer yarısına erişim çoğunlukla MÜ-YAP’ın şikayeti üzerine 5864 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Ek Madde 4 uyarınca engellendi.
5651 sayılı yasa uyarınca engellenen sitelerin büyük kısmı cinsel içeriği nedeniyle erişime kapatıldı. Onu bahis ve kumar oynatma ve teşvik etme, Atatürk aleyhine işlenen suçlar, uyuşturucuya teşvik etme, fuhuş da diğer gerekçeler arasında.
Bu erişime kapama kararlarının bir kısmında mahkeme kararı bulunurken, çoğunluk sadece Telekomünikasyon Kurumu’nun ve savcılıkların ‘tedbir’ kararı sonucu gerçekleşmiş. Örneğin geçtiğimiz hafta dünyanın en büyük iki müzik sosyal ağı olan MySpace ve last.fm’e MÜ-YAP’ın telif hakkı ihlali şikayeti sonucu uygulanan erişim yasağı, yalnızca Beyoğlu Başsavcılığı’nın aldığı ‘tedbir’ kararıyla yürürlüğe kondu. Engelliweb.com sitesinde verilen rakama göre şu anda 471 siteye erişim engelinde mahkeme kararı yok.
Öte yandan mahkeme kararı olsa bile, yurtdışı kaynaklı sitelerin sahiplerinin Türk mahkemesine itirazla uğraşmayacak olması, sansürü otomatik olarak sürekli hale getiriyor. Böylece özellikle yabancı kaynaklı siteler engellendikleriyle kalıyor. Bugün örneğin ateizmi veya evrim teorisini savunan pek çok site, basının gündeme getirdiği çok popüler olanları hariç, bugün hala erişime kapalı.
Cinsel içeriği yüzünden erişimi engellenen siteler sayı itibarıyla listenin başında. Ancak burada da sorun var çünkü Türkiye’de cinsel hatta “pornografik” içeriği izlemek yasak olmadığı için kapatma gerekçeleri genellikle muhafazakar vatandaşın “bu sitede fuhuş özendiriliyor” veya “ahlaki değerlerimi rencide ediyor” türünden şikayetler üzerine, ve yine mahkeme kararı olmadan, sadece Telekomünikasyon Kurumu görevlilerinin ‘tedbir’ kararıyla yapılıyor.
(Ntv)
Cumhuriyet Bir Nedir?
Cumhuriyeti konuşmaya olmadık bir yerden başlayacağım: ODTÜ Sosyoloji Bölümünün değerli hocası, hocam, Prof. Dr. Hasan Ünal Nalbantoğlu’nun bir doktora dersi esnasında aktardığı bir alıntıdan. Ünal Hocamız, Alman düşünür Husserl’in toplumların yaşadığı tarihsel süreçlerle ilgili bir mataforunu aktarmıştı bize bu derste. Elbette Ünal Hocamızın üstad anlatımıyla aktarmama imkan yok; ama mealen Husserl, toplumların yaşadığı devrimci dönemleri, su ve tebeşir tozu ile dolu bir kabın çalkalanması sonucu ortaya çıkan bulanıklığa benzetirken; toplumsal olanın, tebeşir tozunun tekrar dibe çöküp, suyun durulduğu andaki gibi, siyasi devrim dönemlerinin ardından zamanla tekrar yapılanacağını ön görürmüş.
Gerçekten, Husserl’in metaforuyla birlikte düşünürsek, devrimler, sofistike dinamikleri olan, toplumların olağanüstü bir hızla ve radikal ölçekte değişimler geçirdiği; bir yandan yeni bir geleceği müjdelerken, diğer yandan bu hızlı değişimin etkisiyle helmehelç olup, bulanıklaştığı tarihsel dönemler olarak görülmeli. Katı olan pek çok şeyin buharlaştığı, gözün gözü görmediği, güç çatışmalarının kafalar uçurduğu, etrafta eski yeni bir sürü değerin, doğrunun eğrinin uçuştuğu olağanüstü kaotik, kimi zaman da katastrofik olabilen dönemler.
Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu, 1919’dan, 1923’e, hatta belki daha ötesi 1938’e dek süren dönem gibi.
Basitçesi bu dönem Anadolu’da devrimci -köklü ve hızlı- değişimlerin yaşandığı bir dönemdir. İlkokuldan itibaren tüm ilk ve orta öğrenimimiz boyunca her gün bize ezberletilen “devrimleri” tek tek saymanın yeri burası değil. Ama dönemin, Anadolu’nun toplumsal ve siyasi hayatındaki etkisini anlatmak için şu söylenmeli: toplumun kuruluşundaki vareden aklın (raison d’être) hızla ve köklü bir şekilde değiştiği bir dönemdir bu yıllar. Nitekim, sonraki yıllarda tebeşir tozları dibe çökerken, Türkiye toplumu yeni baştan yapılanırken, geri dönüşü pek de mümkün olamayacak bir yolu katetmişti.
Haaa… Bu devrim hiç mi öncesizdi? Gökten zembille mi indi? Elbetteki değil…
Aslında gelecek Türkiyeliler için bize okullarda öğretilenden çok daha uzun sürdü. Türkiye Cumhuriyetini önceleyen Osmanlı imparatorluğu, kapsadığı geniş coğrafyanın farklı köşelerinde farklı hızlarda da olsa, modernleşme denen süreci fazlasıyla sarsıcı, karmaşık ve uzun süren bir gerçek olarak yaşadı. Hemen hemen Lale Devri denen dönemle başlatılabilecek olan bu yaklaşık üç asırlık uzuun süreç, özellikle son birkaç on yılında, İmparatorluğun bürokrasisinin içinde gelişen ve modernleşmeyi, Batılı gelişmiş endüstri toplumlarının sergilediği modeli kayıtsız şartsız her yönüyle taklit etmeye; yani Batılılaşmaya eşitleyen bir entelijansiyanın pratiğiyle, Anadolu coğrafyası için daha bir sancılı geçti.
Yani Cumhuriyetle birlikte yaşanan, Husserl’in metaforundaki bağlamında fazlasıyla “devrimci” bir devrim oldu. Toplumu tepeden ayağa helmehelç eden, iyisiyle, kötüsüyle eskiden kalan herşeye karşı neredeyse tiksinti ve kin güdüp, yok etmek için çabalayan bir devrim.
Elbette o günü bugünden bakarak yargılayıp, bütünüyle yerin dibine geçirmek bir sorun. Ama açıkçası Türkiyenin güncel siyasi hayatında yer alan kimi çevreler gibi, bugünü de ta o günden bakarak görüp değerlendirmek daha büyük sorun.
Bugün Türkiye için yeni bir gün. Eskiden ve “eski yeni”den süzülüp gelen tortular 87 yıl sonra nihayet dibe çökmeye, yine yeniden yapılaşmaya başlıyor.
Bugün daha demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü ve çoğulcu bir Türkiye’yi düşleyenler olarak, Cumhuriyetin bugüne kadar olan pratiğini kıyasıya eleştiriyor ve bir “yeni yeni”yi kurmak için mücadele ediyoruz.
Ancak her halükarda şunu da itiraf etmek gerekiyor ki, bu Yeni Türkiye düşü, bu düşü düşleyen ve bu uğurda kendini eleştiren muhayyileler de hatasıyla sevabıyla 87 yaşına basan Cumhuriyetin, belki doğrudan değil ama sancılı bir sürecin dolayımında ortaya çıkan bir ürünü.
İşte Cumhuriyet ve onun kurucuları, en çok da bu yüzden, saygıyı, ama bönce bir tapınışa vardırmadan, gerçek bir saygıyı hakediyor.
Çevre Bakanı “çevre koruma”ya devam ediyor hala

bizim dediysem
anlayın işte
sen ben bizim oğlanın değil de
oy çoğunluğumuzunya, var ya hani
şu; ona baraj, buna hes
hepimize nükleer deyip
hücceten “o ha pes” dedirten
adı neydi sahi onun
neydi … neydi …
neydi …
hah tamam
farz-ı mesel deroğlu
işte o
milliyet gazetesinin aktardığı habere göre (haber için bknz)
ikizderenin sit kapsamına alınmasına çok içerlemiş ve
“hemen bir kurul kurula
bu “sit”ler boy boy
iftara kadar “oh mon dio” sözler katiyetle edemem karadenizli kovboy” demiş
imdi
bu ahval ve şerait-i bir musiki eseri ile temsil edelim desek
en uygunu aşağıda verdiğimiz örnek olur zannımızca
gözümüzün önüne şöyle bir getirelim
“sözde” çevre bakanı farz-ı mesel deroğlu sahnede
ve başlıyor o billur sesi! ile notaları çığırmaya
“çevre kanununu yazsam yeniden
kimi çed raporları silinir gider
kimi çevreci tipler eylem der durur
kimi de benim gibi “sit” raporunu iç edertray lay lay
lala laylay” (şarkının orjinali)
lafımızı tahini bol bir pekmezle sonlandıralım
tek kelime diyorum be sana natural nature killers “sözde” çevre bakanı (filmin frgmnı)
“gölge etme
bi “sit”tir git
başka ihsan istemez”
anavarza
son söz:
dereler akar gider (dinle)
taşları yalar gider
bu dünya o farz-ı mesel’e de kalmaz
gün gelir o da sit’tir olur gider
Dünya boyutunda gezegenler çoğunlukta
Science (bilim) dergisinde yayımlanan yeni bir makalede, yerküre boyutlarındaki “küçük” gezengenlerin çoğunlukta olduğu iddia edildi.
ABD merkezli araştırma ekibinin bulguları, nispeten küçük boyutlardaki gezegenler Jupiter gibi dev boyutlardakilere oranla daha fazla sayıda.
Hawai’deki 10 metre boyutundaki Keck teleskopundan toplanan veriler, 22 yıldızın çevresindeki gök cisimlerinin incelenmesi sonucunda elde edildi.
Araştırma kapsamında incelenen yıldızların yüzde 1.6’sının dev gezegenlere, yüzde 12’sinin ise dünyanın on katı büyüklüğünde gezengenlere sahip.
Dünya boyutunda 23 gezegen
Kesk teleskopunun küçük boyutlardaki gezegenleri tespit etmekte zorlanması sebebiyle kesinleşmeyen veriler dünya boyutunda 23 tane gezengenin sözkonusu 22 yıldızın yörüngesinde olduğunu ortaya koyuyor.
Araştırma ekibinden doktor Andrew Howard, eldeki teknik imkanlara sözkonusu bulgulardan daha kesin neticelere varılmasının mümkün olmadığını söyledi.
Doktor Howard ayrıca Nasa’nın Kepler uzay teleskopunun incelemekte olduğu 156.000 yıldızın, 120 ile 260 arasında değişen sayılarda gezegeni yörüngelerinde barındırdığı sonucunun çıkabileceğini söyledi.
Doktor Howard’a göre başka gezegenlerde yaşam izleri bulunması ihtimali, dünya boyutlu gezegenlerde daha yüksek. (BBC)