Ana Sayfa Blog Sayfa 5303

‘Öğrencime dokunma’ diyene soruşturma

Hacettepe Üniversitesi’nde eğitim yılı, ‘stand açma’ yasaklarıyla başladı. Bu durum öğrencilerle yönetimi pek çok kez karşı karşıya getirdi. Öğrencilere yönelik en sert müdahale 11-13 Ekim 2010’da yapıldı. Beytepe Yerleşkesi’nde stand açan öğrencilere 300 çevik kuvvet mensubu müdahale etti.

Müdahale sonrası öğrenciler ve çalışanlar rektörlüğe yürüdü. Eğitim-Sen Hacettepe Ünversitesi İşyeri Temsilciliği, yasaksız üniversite kampanyası başlattı. Kampanyaya yaklaşık 350 üniversite çalışanı imza atarken Eğitim-Senli öğretim görevlileri, 3-4 Aralık’ta okulda stand açarak ‘Öğrencime dokunma’ ve ‘Asistan kıyımına son’ bildirileri dağıttı. Bu olayın ardından 1’i doçent, 8’i araştırma görevlisi, 2’si idari personel 11 kişi hakkında da soruşturma açıldı. Böylece 2010-2011 akademik yılının ilk yarısında soruşturma açılan üniversite çalışanı sayısı 30’u buldu.

‘10 dakika sonra gel, hesap ver’
Eğitim Sen Hacettepe Üniversitesi İşyeri Temsilciliği adına konuşan Mehmet Mutlu soruşturmaların keyfi yürütüldüğünü savundu: “Stand açma yasağını protesto etmek için stand kuruldu. Soruşturma açıldı. Soruşturma açılan 11 arkadaştan birine tebligat 13.20’de geliyor, ‘13.30’da savunmanızı verin’ diyorlar. Soruşturma yazılarında ‘sanık’ olarak ifadelerine başvurulacağı yazıyor. Sanki hakim karşısındayız.”

‘Lütuf değil hak’
Eğitim Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç’a göre Hacettepe’de uzun süredir öğrencilere ve öğretim üyelerine yönelik bir baskı var: “Atılan her adımı cezalandıran bir politika uygulanıyor. Eğitim Sen’in standları dahi yasadışı gibi gösteriliyor. Sendika olarak bütün çalışma alanlarımızda etkinliklerimizi sürdürme hakkına sahibiz. Bu da yasalarla güvence altına alınmıştır. 23 Aralık’ta ‘Üniversiteler ve Özgürlükler’ konulu panele davetliydim. Kapıda engellemeyle karşılaştım. Özel güvenlik güçleri aracı yumrukladı, tekmeledi.” (Umay Aktaş Salman)

Erkekler 2010’da 217 kadın öldürdü

Geçtiğimiz yıl Türkiye’nin hemen her yerinde her yaş, meslek ve statüden erkekler hemen her yaş, meslek ve statüden kadınlara fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik ve duygusal şiddet uyguladı. Şiddetin gerekçesi değişiyor gibi görünse de temelde yatan sebep, erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakküm talebiydi. Erkekler kadınları kendilerine ait bir mülk gibi görüyor ve kadınlar üzerinde sahip olduklarını düşündükleri haklardan boşandıktan – ayrıldıktan sonra da vazgeçmek istemiyordu. Çetelemize ancak gazetecilerin, editörlerin ve yayın yönetmenlerinin süzgecinden geçerek “haber olabilmiş” şiddet olayları yansıdı ama pek çok olayda görgü tanıklarının, mağdurların ya da faillerin sözleri şiddetin ilk kez yaşanmadığını gösteriyordu. Ölüm ya da ağır yaralanma, çoğu kez yıllardır süre giden şiddetin vardığı doruk noktasıydı. Şiddet olaylarının en az 42’sinde mağdurların tehdit altında olduğu çevrelerince biliniyordu, can güvenlikleri bulunmadığı, tehdit edildikleri ya da şiddet gördükleri gerekçesiyle daha önce karakola ya da savcılığa başvurmuştu.

Çocuklar taciz ve tecavüz mağduru

www.bianet.org haber sitesinde yayımlanan habere göre, yıl boyunca gazetelerden, internet sitelerinden ve haber ajanslarından derleyerek hazırladığı çetelelere göre, erkekler 2010’da en az 217 kadın ve üç çocuğu öldürdü, 164 kadın ve 4 çocuğu yaraladı. En az 381 kadın ve çocuk tacize, 207 kadın ve çocuk tecavüze maruz kaldı. Taciz ve tecavüze maruz bırakılanların büyük çoğunluğu çocuklardı. 23 kadının intihar ettiği öne sürüldü ya da şüpheli şekilde yaşamlarını yitirdiler. En az 646 erkek ve oğlan çocuğu cinayet, yaralama, taciz ve tecavüz olaylarının faili olarak gözaltına alındı, tutuklandı ya da aranmaya başlandı. Faillerinin öğretmenler ya da aile bireyleri olduğu taciz ve tecavüz olaylarının çetelemizde, “failin kimliği” haber değeri taşıdığından bu denli yüksek oranla yer bulabildiği düşünülebilir. Öte yandan rakamlar, taciz ve tecavüzün okullarda, evlerde, sokaklarda ne kadar yaygın olduğunu, kadın ve çocuklara en çok tanıyıp güvendikleri erkeklerin taciz ve tecavüzde bulunduğunu göstermek açısından önemli.

Tacizciler mahkemeden serbest

Gazetelere, internet sitelerine ve ajanslara yansıyan haberlerden, cinayet, yaralama, taciz ve tecavüz olaylarına ilişkin hukuki sürecin gelişimini izlemek her zaman mümkün olmadı. Ancak özellikle taciz ve yaralama olaylarında fail, sıklıkla savcılıktan ya da mahkemeden serbest bırakıldı. “Taciz” suçunun cezası iki yıldan az olduğundan mahkemeler cezaya hükmetse bile genellikle hükmün açıklanması geri bırakıldı. Tecavüz zanlılarının Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınması gecikeceği gerekçesiyle tahliye edildiği de kadınların buna karşı gerçekleştirdikleri protesto gösterileri de haberlere yansıdı. Haberlerde göremediğimiz için psikolojik, ekonomik ve duygusal şiddete dair veriler ise çetelemizde yer bulmadı. Ancak tüm şiddet türlerinin birbiriyle ilişkisini gözeterek 2010 yılı boyunca haberlere konu olan tüm olaylarda kadınların aynı zamanda psikolojik, sözel ve ekonomik şiddete maruz bırakıldığını söylemek elbette mümkün. Ayrıca ekonomik, sözel ve psikolojik şiddetin kadınları, kendilerine şiddetten uzak bir hayat kurmak konusunda güçsüz bıraktığını da hatırlamak gerek.

Şiddetin şehir ve bölgelere göre dağılımı

2010’da kadın ve çocuklara yönelik cinayet, yaralama, taciz ve tecavüz olaylarının şehirlere, bölgelere, fail ve mağdurların yaşlarına, failin mesleğine, failin mağdura yakınlığına ve şiddetin gerekçesine ilişkin oransal dökümleri şöyleydi:
2010’da kadın cinayetleri ve yaralama olayları en sık İstanbul ve Adana’da görüldü. Erkekler İstanbul’da 17 kadın ve çocuğu öldürdü, sekiz kadın ve çocuğu yaraladı. Adana’da ise sekiz kadın ve çocuk öldürüldü, sekiz kadın ve çocuk ise yaralandı.
Haberlere göre, taciz olayları en sık Samsun’da yaşandı. Samsun’da 16, Bursa’da 10, Kayseri’de altı kadın ve çocuk tacize maruz bırakıldı. Tecavüz olaylarının en sık yaşandığı il ise Bursa idi. Bursa’da 14, Samsun’da 11 kadın ve çocuk tecavüze maruz bırakıldı. Onları İstanbul ve Adana izledi.

Cinayet, yaralama, taciz ve tecavüz olaylarının en sık yaşandığı bölge, Marmara idi. 2010’da ölüm olaylarının yüzde 25’i Marmara, yüzde 19’u İç Anadolu, yüzde 17’si Akdeniz, yüzde 15’i Ege, yüzde 10’u Güneydoğu Anadolu, yüzde 8’i Karadeniz, yüzde 6’sı da Doğu Anadolu bölgelerinde yaşandı.

Yaralama olaylarının ise yüzde 26’sı Marmara, yüzde 19’u Akdeniz, yüzde 16’sı Karadeniz, yüzde 14’ü İç Anadolu, yüzde 13’ü Ege, yüzde 8’i Doğu Anadolu, yüzde 4’ü de Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşandı.

Taciz olaylarının en sık görüldüğü bölge yüzde 26 oranla Marmara idi. Onu yüzde 19’luk oranlarla Karadeniz ve Akdeniz bölgeleri izledi. Taciz olaylarının yüzde 16’sı İç Anadolu, yüzde 9’u Ege, yüzde 7’si Güneydoğu Anadolu, yüzde 4’ü ise Doğu Anadolu bölgelerinde görüldü.

Tecavüz olaylarının yüzde 28’i Marmara, yüzde 20’si Akdeniz, yüzde 18’i Ege, yüzde 16’sı Karadeniz, yüzde 7’si Güneydoğu Anadolu, yüzde 6’sı İç Anadolu, yüzde 5’i de Doğu Anadolu bölgelerinde yaşandı.
Kadınları en çok kocaları öldürdü, yaraladı

2010’da kadınları en çok kocaları öldürdü. Onları sevgili, baba, eski koca ve erkek kardeşleri izledi. Kadınları öldürenler arasında akrabaları, damatları, evlatları ve eski sevgililerinin yanı sıra üvey babaları, nişanlıları ve üvey kardeşleri ile kızlarının sevgili-erkek arkadaşları da vardı.

2010’da kadınları öldürenlerin yüzde 50’si kocaları, yüzde 13’ü sevgilileri, yüzde 11’i babaları, yüzde 8’I de eski kocalarıydı. Erkek kardeş ve akrabaların oranı yüzde 4, eski sevgililerin oranı ise yüzde 3’tü. Onları yüzde 2’lik oranlarla damat ve evlatları izledi.
Öldürülen kadınların yüzde 1’inin katil zanlısı kızlarının sevgili ya da arkadaşları, yüzde 1’ininki ise üvey babaları idi. Onları yüzde 0.5’lik oranlarla nişanlı ve üvey kardeşleri izledi.

Kadınları yaralayanlar arasında da ilk sırayı kocaları aldı. Onları babaları, sevgilileri, eski kocaları, akrabaları, üvey babaları, erkek kardeşleri, damatları, evlatları, eski sevgilileri, eski damatları, kızlarının sevgilileri, tanıdıkları ve arkadaşları izledi.
Kadınları yaralayanların yüzde 46’sı kocalarıydı. Yaralama olaylarının faillerinin yüzde 15’i mağdur kadınların babaları, yüzde9’u sevgilileri, yüzde 7’si eski kocalarıydı. Onları yüzde 5’lik oranlarla akraba ve üvey babaları, yüzde 4’lük oranla erkek kardeşleri, yüzde 3’le damatları izledi.

Kadınları yaralayanların yüzde 1’i ise evlatları, eski sevgilileri, kızlarının sevgilileri, eski damatları, tanıdıkları ve arkadaşlarıydı.

Taciz ve tecavüz failleri uzakta değil

Geçtiğimiz yıl tacize maruz kalanların yüzde 82.56’sı 18 yaşından küçüktü. Failler arasında ilk sırayı öğretmenler aldı. Kadınlara ve çocuklara çoğunlukla “tanıdıkları” erkekler tacizde bulundu ve taciz bir kereden çok tekrarlanmıştı.

Kadınlara ve çocuklara tacizde bulunanların yüzde 23.52’si öğretmenleri, 16.8’i arkadaşları, 10.8’i akrabaları, 7.56’sı amirleri, 3.8’i babaları idi. Onları yüzde 3.36’lık oranlarla sevgilileri, üvey babaları ve işverenleri izledi. Kadınları taciz edenlerin yüzde 0.84’ü nişanlıları, yüzde 23.52’si ise komşuları, aile dostları, mahalle esnafı, okul hizmetlisi, arkadaşlarının babaları, eşlerinin arkadaşları gibi bir şekilde “tanıdıkları” kişilerdi.

2010’da kadınlara ve çocuklara tecavüz edenlerin yüzde 91.30’u mağdurların tanıdıkları erkeklerdi. Tanımadıkları bir kişinin tecavüzüne maruz kalanların oranı ise yalnızca yüzde 8.69’du. Geçtiğimiz yıl kadınlara ve çocuklara en çok arkadaşları tecavüz etti. Onları sevgilileri, akrabaları ve babaları izledi.

2010’da tecavüz faillerinin yüzde 15.94’ü mağdurun arkadaşı, yüzde 14.49’u sevgilisi idi. Onları yüzde 6.52’lik oranlarla baba ve akrabalar izledi. Ardından 5.79’luk oranla öğretmenler geldi. Erkek kardeşlerin ve işverenlerin oranı yüzde 2.89, üvey babalarınki yüzde 2.17 idi.

Eski sevgililer, eski kocalar ve nişanlılar ise yüzde 0.72’lik oranlarla son sıralarda yer aldı. Tecavüz faillerinin yüzde 3.62’si mağdurun kocası idi. Ancak evlilik içi tecavüzün genellikle adli mercilere yansımadığından yola çıkarak gerçek rakamın bunun çok üstünde olduğunu düşünmek mümkün.

Fail ve mağdurların yaş gruplarına göre dağılımı

2010’da her yaştan erkek her yaştan kadını öldürdü, yaraladı, taciz ve tecavüze maruz bıraktı. Taciz ve tecavüz mağdurlarının büyük çoğunluğunu çocuklar oluşturdu.

Geçtiğimiz yıl en çok 30-39 yaş grubundaki erkekler, 20-29 yaş grubundaki kadınları öldürdü ya da yaraladı.

Cinayet faillerinin yüzde 35’i 30-39, yüzde 32’si 20-29, yüzde 26’sı 40-49, yüzde 23’ü 50-59, yüzde 10.34’ü 0-19, yüzde 8’i 60-69, yüzde 4’ü 80-89, yüzde 2’si de 70-79 yaşları arasındaydı.

Öldürülen kadınların ise yüzde 26.28’i 20-29, 25.71’i 30-39, 21.14’ü 40-49, 14.28’i 0-19, 9.14’ü 50-59, 1.14’ü 60-69, 2.28’i 70-79 yaş grubundaydı.

Kadın ve çocuklara fiziksel şiddet uygulayanların yüzde 35.36’sı 30-39, yüzde 23.17’si 20-29, yüzde 15.85’i 40-49, yüzde 9.75’i 50-59, yüzde 8.53’ü 0-19, yüzde 7.31’i ise 60-69 yaşları arasındaki erkeklerdi.

Fiziksel şiddete maruz kalan kadınların ise yüzde 27.86’sı 20-29, 25.40’ı 30-39, 20.49’u 0-19, 13.93’ü 40-49, 6.55’i 50-59, 3.27’si 60-69, 1.63’ü 70-79, 0.81’i ise 90-99 yaşları arasındaydı.

Taciz failleri arasında ilk sırayı 30-39 yaş grubu arasındaki erkekler aldı. Tecavüze uğrayanların yüzde 81.53’ü 18 yaşından küçüktü. Tecavüz olaylarında da hem failler hem de mağdurlar arasında yaşı 18’den küçük olanlar ilk sıradaydı.

Taciz olaylarının faillerinin yüzde 29.49’u 30-39, 23.02’si 20-29, 19.42’si 0-19, 11.51’i 40-49, 10.79’u 50-59, 3.59’u 60-69, 1.43’ü 80-89, 0.71’i de 70-79 yaşları arasındaydı.

Mağdurların ise yüzde 82.56’sı 20 yaşından küçüktü. 20-29 yaşları arasındaki mağdurların oranı 11.28, 30-39 yaşları arasındakilerin 4.61, 40-49 yaş grubundakilerinki ise 1.53’tü.

Tecavüz faillerinin yüzde 32.18’i, mağdurların ise yüzde 67.05’i 19 yaşından küçüktü. Faillerin 39.65’i 0-19, 29.31’i 20-29, 14.94’ü 30-39 yaşları arasındaydı. Onları 7.47’lik oranla 40-49, 5.17’lik oranla 50-59, 2.29’luk oranla 60-69, 1.14’lük oranla 70-79 yaş grubundaki erkekler izledi.

Tecavüz mağdurlarının yaşlarının oransal dağılımı ise şöyleydi: Yüzde 70.58’i 0-19, yüzde 17.05’i 20-29, yüzde 7.64’ü 30-39, yüzde 2.35’i 40-49, yüzde 1.17’si 60-60. Tecavüz mağdurları arasında son sırayı ise yüzde 0.58’lik oranlarla 50-59 ve 70-79 yaş gruplarındaki kadınlar aldı.

Faillerin meslek gruplarına göre dağılımı

Gazetelere yansıyan haberler her meslek ve statüden erkeğin kadınlara şiddet uyguladığını ortaya koyuyordu.

Her meslek ve statüden erkek cinayet işledi, kadınlara ve çocuklara cinsel ve fiziksel şiddet uyguladı.

Katil zanlısı olarak kovuşturmaya uğrayanların yüzde 19.11’i emekli, 17.64’ü ücretli çalışan/işçi, 16.71’i işsiz, 10.29’u çiftçiydi.

Onları 8.82’lik oranlarla polis ve askerlerle emekli polis ve askerler; yüzde 4.41’lik oranlarla şoförler, işverenler, sabıkalı/izinli hükümlüler izledi. Katil zanlılarının yüzde 2.94’ü esnaftı. Hem mühendislerin hem de öğretmenlerin oranı yüzde 1.47 idi.
Yaralanmayla sonuçlanan olayların failleri arasında ise ilk sırayı, yüzde 33.33’lük oranla asker/polis/korucular aldı. Faillerin yüzde 14.28’i esnaftı. Hem çiftçilerin hem de işçilerin oranı 9.52 idi. Onları yüzde 4.76’lık oranlarla emekliler, avukatlar, işverenler, şoförler, terziler, işsizler ve memurlar izledi.

Geçtiğimiz yıl tacizle en çok öğretmenler, tecavüzle ise güvenlik görevlileri suçlandı.

Taciz faillerinin meslekleri ve oransal dağılımı şöyleydi: Öğretmen/okul müdürü/öğretim üyesi yüzde 34.65, asker/polis/güvenlik görevlisi yüzde 11.88, esnaf yüzde 9.90, öğrenci yüzde 9.90, işçi/ücretli çalışan yüzde 6.93, büyükelçi/siyasetçi/yerel yönetici yüzde 5.94, işveren yüzde 3.96, işsiz yüzde 3.96, okul hizmetlisi yüzde 1.98, servis şoförü yüzde 1.98, işveren yüzde 1.98, emekli yüzde 1.98, okul aile birliği yöneticisi yüzde 0.99, amir yüzde 0.99, madde bağımlısı yüzde 0.99, sağlık memuru yüzde 0.99, sendikacı yüzde 0.99.

Tecavüz faillerinin meslekleri ve oransal dağılımı ise şöyleydi: Asker/polis/korucu/güvenlik görevlisi yüzde 20.20, mahkum yüzde 15.15, siyasetçi/yerel yönetici/muhtar yüzde 13.13, işçi/ücretli çalışan yüzde 12.12, emekli asker/polis/güvenlik görevlisi yüzde 5.5, işveren yüzde 5.5, işsiz yüzde 5.5, öğrenci 4.04, sağlık personeli/rehabilitasyon merkezi çalışanı yüzde 4.04, öğretmen yüzde 3.03, esnaf yüzde 3.03, emekli yüzde 3.03, çiftçi yüzde 2.02, memur yüzde 1.01, imam 1.01, otoparkçı yüzde 1.01, taksi şoförü yüzde 1.01. Tecavüz failleri arasında bir de Iraklı sığınmacı vardı.

Şiddete “bahane” çok

Geçtiğimiz yıl erkekler kadınları pek çok bahaneyle öldürdü. Karısını “kadınlık görevini yerine getirmediği için öldürdüğünü” söyleyen erkekler de vardı, “kendisine su vermediği için” öldürdüğünü söyleyen de. Bazı kadınlar “yemek zamanında hazır olmadığı” gerekçesiyle, bazıları “kocalarıyla birlikte olmak istemedikleri ” için öldürüldü.

Kocasını uyandırıp işe gidip gitmeyeceğini sorduğu ya da kocasından izin almadan hastaneye gittiği için şiddet gören kadınlar oldu. Bazı kadınlar boşanmak istedikleri, bazıları da evlenmek ya da birlikteliklerini çevrelerine açıklamak istedikleri için şiddete maruz kaldı. Namus, töre, kıskançlık, ihanet katil zanlılarının çok sık başvurduğu bahanelerdi.

Taciz ve tecavüz erkeklerin sıkça başvurduğu cezalandırma yöntemlerinden biriydi. Sevgilisine kendisini aldattığından şüphelendiği gerekçesiyle tecavüz eden erkekler de vardı, kendisinden ayrılmak istediği için tecavüz edenler de. İntikam için düşmanının karısına ya da kızına tecavüz eden erkekler de geçtiğimiz yıl gazetelere haber oldu.

Ancak bütün bu gerekçelerin temelindeki esas sebep, erkeklerin kadınları kendilerine ait bir mülk gibi görmesi ve erkekliklerini bu “sahip olma” üzerinden geliştirmesi, egemenliklerini kadın bedeni üzerinden inşa etme çabasıydı. Erkeklerin kadınlar üzerindeki hak iddialarının boşandıktan ya da ayrıldıktan sonra da devam ettiği görülüyordu.

Kadın cinayetlerinin “gerekçeleri”

Geçtiğimiz yıl kadınların yüzde 27.27’si ayrılmayı / boşanmayı istediği, boşandığı ya da barışmayı kabul etmediği, yüzde 8.18’i namus/töre bahanesiyle öldürüldü. Kadın katli olaylarında üçüncü ve dördüncü sırayı yüzde 3.63’lük oranlarla çocuğun velayetini almak istemek /çocuğunu görmesine izin vermemek ve evlilik / arkadaşlık teklifini kabul etmemek/aşkına karşılık vermemek aldı.

Taciz/tecavüze maruz kaldıktan sonra öldürülen kadınların oranı yüzde 2.72, boşanma sırasında dile getirdiği talepler nedeniyle öldürülenlerinki 1.81’di. Evlenmek ya da birlikte olduğunu açıklamak isteyen kadınlarla eşlerinin borç para almasını istemediği için ya da “yanlışlıkla” öldürülen kadınların oranı da 1.81 olarak belirlendi.

Bir koca karısını ve kızlarını rüyasında soyunduklarını gördüğü için öldürdü. Oğlunun evinde kalmak istediği, kocasına su vermediği, koyunları otlatmadığı, cinsel ilişkiye girmediği, kadınlık görevlerini yapmadığı, yemek vaktinde hazır olmadığı, evi temizlemediği, çamaşırları yıkamadığı, kendisine yeni elbise aldığı, çalışmayı istediği gerekçesiyle öldürülen kadınların oranları ise yüzde 0.90’dı.
Geçtiğimiz yıl bir kadın evden kaçıp evlendiği, bir başkası bilezikleri için bir diğeri de miras gerekçesiyle öldürüldü. Bir kadın kızını korumaya çalışırken, bir diğeri kızıyla evlenmesine izin vermediği genç tarafından öldürüldü.

Bir kadın önce tecavüzcüsüyle evlenmeye zorlandı ardından hem tecavüzcüsü hem de kocası olan erkek tarafından öldürüldü.

Bir kız çocuğu zorla evlendirilmek istediği için intihar etti. Bir başkası sığınma evi dönüşünde yaşamını yitirdi.

Koruma kararıyla evden uzaklaştırıldığı halde evine girip eşine şiddet uygulayan bir erkek mahkeme heyetini “Ne olmuş yani eşimdir, döverim de severim de” diyerek azarladı. Bu gerekçelerin oranları da yüzde 0.90 idi.

Yaralanmayla sonuçlanan şiddetin “gerekçeleri”

Erkek şiddetinden yaralı kurtulan kadınlar arasında da ilk sırayı, ayrılmak / boşanmak istediği ya da barışmayı kabul etmediği için şiddete maruz kalan kadınlar aldı. Onları tartışma sırasında ve kıskançlık gerekçesiyle şiddete maruz kalan ve yaralı kurtulan kadınlar izledi. Erkekler kadınları evlilik/arkadaşlık tekliflerini kabul etmedikleri ya da aşklarına karşılık vermedikleri gerekçesiyle de yaraladı.

Kadınların şiddetten yaralı kurtuldukları olaylarda, şiddetin gerekçesi ve oransal dağılımı şöyleydi:

Tartışma sırasında yüzde 11.36, kıskançlık yüzde 9.09, evlilik / arkadaşlık tekliini kabul etmediği ya da aşkına karşılık vermediği için yüzde 4.54, kocasını şikâyet ettiği için yüzde 4.54, arkadaşlarıyla gezdiği için yüzde 4.54, kocasına para vermediği için yüzde 4.54, ayrılmayı / boşanmayı istediği ya da barışmayı kabul etmediği için yüzde 3.36, çocuk velayetiyle ilgili tartışmada yüzde 2.27, haber vermeden hastaneye gittiği için yüzde 2.27, miras nedeniyle yüzde 2.27, namus / töre bahanesiyle yüzde 2.27, kredi kartı borcu nedeniyle yüzde 2.27, annesini korumaya çalışırkenyüzde 2.27, sigara külünü yere dökmemesini istediği için yüzde 2.27, kocasını uyandırıp işe gidip gitmeyeceğini sorduğu için yüzde 2.27, birlikte uyuduğu köpeği yatağa pislediği için yüzde 2.27, kocasıyla ilişkiye girmediği için yüzde 2.27, kocasının tedavi olmasını istediği için yüzde 2.27.

Taciz ve tecavüz “gerekçeleri”

Tecavüz, erkeklerin kadınları kendileriyle evlenmeye zorlamak ya da cezalandırmak için sıkça başvurduğu bir yöntemdi. Seks işçileri ve zihinsel engelli kadın ve çocuklar arasında tecavüze uğrayanlar çoktu. Gazetelere ve ajanslara evlilik içi tecavüz vakalarına dair haberler de yansıdı.

Tecavüz olaylarının gerekçeleri ve oransal dağılımı şöyleydi: Ayrılmayı / boşanmayı istediği ya da barışmayı kabul etmediği için yüzde 30.76, zihinsel engelli olduğu için yüzde 30.7, birlikte olmayı/evlilik teklifini kabul etmediği için yüzde 15.38, intikam için yüzde 15.38, kıskançlık gerekçesiyle yüzde 7.69.

Geçtiğimiz yıl kadınlara ve kız çocuklarına taciz uygulayan erkeklerin ortak özelliği kadınların ya da kız çocuklarının yakınlarında yaşamaları; onlarla öğretmen-öğrenci, amir – memur, işveren – çalışan gibi hiyerarşik bir ilişki kurmaları idi. Taciz failleri arasında öğretmenler, okul müdürleri, okul hizmetlileri, servis şoförleri, kırtasiyecilerin varlığı dikkat çekiyordu. Tacizcilerin bir kısmı daha önce bu suçtan kovuşturma geçirmiş ya da ceza almıştı. (habervesaire.com)

Onun adı EFES PİLSEN!

0

Turkish Airlines Euroleague G Grubu’nda Efes Pilsen Partizan’ı 79-76 yenerek ilk deplasman galibiyetini elde etti ve 2’de 2 yaptı.

Turkish Airlines Euroleague G Grubu’nda Efes Pilsen Sırbistan’da Partizan Belgrad’ı 79-76 yenerek ilk deplasman galibiyetini aldı. Efes Pilsen bu skorla top 16’da 2’de 2 yaptı.

Karşılıklı sayılarla başlayan maçın 5. dakikasını Efes Pilsen, 10-9 önde geçti. Efes Pilsen Rakocevic ile ev sahibi ekip ise Gist ile sayılar buldu. 10. dakikada Jawai’nin sayılarıyla öne geçen Partizan mt:s, ilk periyodu 21-19 önde kapamayı başardı.İkinci periyoda Kerem Tunçeri’nin sayılarıyla başlayan Efes Pilsen, 24-21 öne geçerken, Partizan mt:s, Katic ve Vesely’nin sayılarıyla skorda dengeyi kurdu. 14. dakika 28-28 berabere geçildi. Kerem Gönlüm’ün skorer oyunuyla yeniden öne geçen Efes Pilsen, devreyi 40-34 önde kapadı.Üçüncü periyotta Efes Pilsen, Kerem Gönlüm ve Rakocevic’in sayılarıyla üstünlüğünü sürdürdü. 24. dakika 48-39 Efes Pilsen lehine geçildi. Partizan  Jawai’nin sayılarıyla 28. dakikada farkı 4 sayıya (56-52) kadar çekmeyi başarırken, Kerem Tunçeri’nin sayılarıyla farkı 7 sayıya çıkaran Efes Pilsen, son periyoda 59-52 önde girdi.Son çeyreğe Murray’ın turnike basketiyle başlayan Efes Pilsen, 32. dakikada 11 sayılık (65-54) farka ulaştı. Bu dakikadan sonra Efes Pilsen, 3 dakika sayı üretemedi. Gist ile sayılar bulan ev sahibi ekip farkı azalttı. Son dakikaya 70-69 Efes Pilsen lehine skorla girildi. Son dakikada taraftarının desteğini alan Partizan’ın öne geçme çabalarına, Kerem Tunçeri’nin sayılarıyla izin vermeyen Efes Pilsen karşılaşmadan 79-76 skorla galip ayrıldı.(G) Grubu’ndaki ikinci galibiyetini alan Efes Pilsen, bu sezon THY Avrupa Ligi’nde ilk kez deplasmanda maç kazandı.

MAÇTAN NOTLAR
Karşılaşma öncesinde taraftarların oylarıyla en başarılı futbolcu seçilen, Galatasaray’ın da eski oyuncusu olan Partizan futbol takımından Sasa İliç’e ödül verildi. 20 bin kişilik salonu dolduran Partizan taraftarları arasında maçın son bölümünde kavga çıktı. Kavga güvenlik görevlilerince yatıştırılırken bir taraftar salonun dışına çıkarıldı. Karşılaşmada Efes Pilsen, ribaundlarda rakibine 33-31 üstünlük sağlarken, 6 ribaundla en çok ribaund alan oyuncular Gist, Jawai ve Kecman olurken, Efes Pilsen’de en çok ribaund alan oyuncu 5 ribaundla Roberts oldu.

PARTİZAN MT:S: 76 – EFES PİLSEN: 79
Salon:
Belgrad Arena
Hakemler: Juan Carlos Arteaga  (İspanya), Marek Cmikiew  (Polonya), Carmelo Paternico  (İtalya)
Partizan: Milosavljevic  8, Boziç , Katiç  6, Gist  19, Vesely  9, Jerrells  15, Kecman  9, Klobuçar , Luçic , Jawai  10
Efes Pilsen: Wisniewski  2, Rakoçevic  23, Thornton  5, Kerem Gönlüm  14, Vujçic  3, Roberts  9, Kerem Tunçeri  13, Raduljica , Nachbar , Murray  6, Sinan  4
1. Periyot: 21-19
Devre: 34-40
3. Periyot: 59-52

EUROLEAGUE’DE GÜNÜN SONUÇLARI:
CAJA LABORAL: 86 – LIETUVOS RYTAS: 89
ZALGIRIS: 64 – OLYMPIAKOS: 71
PARTIZAN: 76 – EFES PİLSEN: 79
MONTEPASCHI: 68 – REAL MADRİD: 78

(Ntvspor)

BBC beş dil servisini kapatıyor

BBC Dünya Servisi, Makedonca, Arnavutça, Sırpça, Karayipler için İngilizce ve Afrika için Portekizce bölümlerini kapatma kararı aldı.

İngiliz hükümetinin kesinti planlarının BBC Dünya Servisi’nin 2 bin 400 çalışanından yaklaşık 650’sinin işini kaybetmesi anlamına geleceği anlaşılıyor. Planın ayrıntıları bugün açıklanacak, ancak sızan bilgiler Makedonca, Arnavutça, Sırpça, Karayipler için İngilizce ve Afrika için Portekizce servislerinin kapatılması kararının BBC Üst Kurulu ve Dışişleri Bakanlığı’nca onaylandığına işaret ediyor.

Dışişleri Bakanlığı kurulduğundan bu yana BBC Dünya Servisi’nin bütçesini sağlıyor. Bu nedenle alınacak stratejik kararlarda söz sahibi. Ancak bakanlığın Dünya Servisi’nin yayın politikasına müdahale etme yetkisi yok. Hükümetle BBC yönetimi arasında ekim ayında varılan anlaşmayla Dünya Servisi’nin bütçesi Dışişleri Bakanlığı’ndan alınarak televizyon ruhsatlarıyla oluşturulan ana BBC bütçesinin kapsamına aktarılmıştı.

BBC, kesintilerin hükümetin kamu harcamalarını azaltma planlarının bir parçası olduğunu savunurken, sendikalar planı ”vahşi kesintiler” olarak niteledi. BBC yönetimi, 272 milyon sterlin bütçesinde 46 milyon sterlin tasarruf yapmak zorunda olduğunu savunuyor.

Dünya Servisi’nin 32 dilde yayın yaptığı internet, televizyon ve radyo platformlarında dünya genelindeki dinleyici, izleyici ve okuyucu sayısı toplam 240 milyonun üzerinde.

‘KESİNTİ İNGİLTERE’NİN ÇIKARLARINA DA AYKIRI
Times gazetesi, planlar arasında BBC’nin Çin ve Rusya’da kısa dalga radyo yayınlarının sona erdirilmesinin de bulunduğunu kaydederken, kesintiler ve küçülme nedeniyle kurumun haftalık dinleyici sayısının yüzde 20 azalacağı tahminlerini aktardı.

Financial Times’ta kesintileri değerlendiren Westminster Üniversitesi’nden Prof. Steven Barnett, kesintilerin İngiltere’nin küresel etkinliğine darbe vuracağı uyarısında bulundu.

Barnett, ”Bu vahşi kesintiler, Dünya Servisi’nin yarattığı dev yumuşak gücün dikkate alınmadığını ortaya koyuyor. Önemli bölgelere yayın yapan dil servislerinin kapatılması sadece dinleyicilerin değer verdikleri bir hizmetten mahrum bırakılması anlamına gelmemekte, aynı zamanda İngiltere’nin kendi çıkarlarıyla da çelişmektedir” görüşünü dile getirdi.

Guardian’da ise adı açıklanmayan bir BBC Dünya Servisi çalışanının ”Olup bitenleri şok olmuş bir halde izliyoruz. Dünya Servisi’nin en kara günü, bugünkü haliyle bildiğimiz Dünya Servisi bir kaç ay sonra yok olacak” sözleri aktarıldı.

TÜRKÇE YAYINLAR DA ETKİLENECEK
Dünya Servisi, 1932 yılında yayına başlamıştı. Bir dönem dil servisi sayısı 70’e yaklaşan BBC Dünya Servisi zaman içinde yayın yaptığı dil sayısını 32’ye düşürdü.

2006 yılında da BBC Arapça televizyonun kurulmasına kaynak yaratmak için büyük bölümünü Balkan ve Doğu Avrupa dillerinin oluşturduğu 10 bölüm kapatılmıştı. 2008 yılında Romence servisinin yayınına son verilirken, bugün açıklanacak kesinti planlarıyla beş bölüm daha kapatılmış olacak.

Yayınına 1939 yılında başlayan BBC Türkçe servisinin kapatılmayacağı, ancak kesintilerden ağır şekilde etkileneceği anlaşılıyor. BBC Türkçe servisini de kapsayan kesintilerle ilgili ayrıntıları, BBC yönetimi tarafından açıklandıktan sonra önümüzdeki saatlerde aktaracağız.

‘VAHŞİ KESİNTİLER’
BBC’de örgütlü sendikalardan NUJ (Ulusal Gazeteciler Sendikası) bugün öğle saatlerinde BBC Dünya Servisi’nin yayın yaptığı Bush House önünde bir gösteri düzenleyeceğini açıkladı.

NUJ Genel Sekreteri Jeremy Dear, Parlamento Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Richard Ottoway ve Kültür, Medya ve Spor Komitesi Başkanı John Whittingdale’e birer mektup göndererek planların gözden geçirilmesi çağrısında bulundu. Sendika, ”Eğer sızan haberler doğruysa bu derin kesintiler İngiltere’nin ulusal çıkarlarına zarar verecektir” uyarısında bulundu.

Dear, ”Bu değerli ulusal hizmeti hedef alan vahşi kesintilerin sorumlusu, uyguladığı politikalarla İngiltere’de kaliteli kamu hizmetini yerle bir etmekte olan hükümettir” dedi.

BBC: KESİNTİLER ZORUNLU
BBC Dünya Servisi Genel Müdürü Peter Horrocks ise kapatma kararlarının dil servislerinin performansları ya da programların kalitesiyle ilgili olmadığını söyledi. Horrocks, Dışişleri Bakanlığı’nın sağladığı bütçede yaşanan kesintiler nedeniyle bu planları uygulamak zorunda kaldıklarını, artık çabalarını dünya servisinin hizmetlerine daha fazla ihtiyaç duyan ve bu hizmetlerin daha büyük katkı sağladığı diller üzerine yoğunlaştırmaları gerektiğini kaydetti.

BBC pazartesi günü de yine tasarruf önlemleri çerçevesinde internet hizmetlerinde kesintiye gideceğini, yüzlerce internet sitesinin kapatacağını ve bu çerçevede de 360 çalışanın işine son vereceğini duyurmuştu. (Ntv)

Beyaz bereye sarılmış 3 kalaşnikof mermisi

Kanaltürk ve Bugün gazetesinin Ankara temsilciliğine dün gece bir paket geldi. Paketin hedefi, 10 gün önce “Bi Ermeni Var: Hrant Dink Operasyonunun Şifreleri” adlı kitabı çıkan Bugün gazetesi yazarı Adem Yavuz Aslan’dı. Yozgat’tan gönderildiği anlaşılan paketin içinden bir beyaz bere ve o berenin içine yerleştirilmiş 3 kalaşnikof mermisi çıktı. Kanaltürk’te canlı yayına çıkan Aslan şöyle dedi: “Kitap piyasaya çıktığından beri tehditler alıyordum. Ancak bu açıkça ‘Sonun Hrant Dink gibi olacak’ demek.” Emniyet görevlileri Kanaltürk binasında paketi inceliyor.

Kitap’ta Dink’in cinayetiyle ilgili bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış önemli bilgiler yer alıyor. Aslan’a göre , 4 yıl boyunca gizli kalan birçok gerçeği gözler önüne seren kitapta, cinayet planının tüm ipuçları jandarmada bulunuyor. (Radikal)

SDP ve TÖP üyelerinin tutuklanması ve adil yargılanma hakkı – Hüseyin Güngör

21 Eylül 2010 gece yarısı evleri basılan Sosyalist Demokrasi Partisi Genel Başkanı Rıdvan Turan, Toplumsal Özgürlük Platformu sözcüleri Oğuzhan Kayserilioğlu, Tuncay Yılmaz ve birçok partili, dergi çalışanı, sendikacı Devrimci Karargâh örgütüyle bağlantıları oldukları gerekçesiyle gözaltına alındılar. Gözaltında, komedi filmlerine tas çıkartacak gülünç soru ve ithamlarla karşı karşıya kalan tutuklular, hukuk kurallarıyla bağdaşmayan temelsiz, muğlâk suçlamalara dayanılarak 25 Eylül’de savcılık tarafından tutuklandılar.

Tutukluluk suresi dört ayı aşmasına rağmen, KCK davasına benzer biçimde, henüz iddianame hazırlanmamış ve ne zaman hazırlanacağı hakkında da hiç bir bilgi verilmemektedir.

Sıra Kimde Basın Açıklaması
26 Ocak'ta Sıra Kimde İnisiyatifi SDP ve TÖB üyelerine yapılan hukuksuzluklara karşı bir basın açıklaması yaptı.

Oysaki kişi hak ve özgürlüklerinin korunması demokrasinin işleyebilmesinin ön koşuludur. İnsanlık tarihi boyunca verilmiş mücadeleler sonucu kazanılmış ve birinci kuşak haklar olarak tanımlanan medeni ve politik haklar, sosyal ve ekonomik haklardan daha öncelikli konumda demokratik ülkelerin anayasasında, yargı hukukunda bir biçimde güvenceye alınmışlardır.

Türkiye’nin imza koyduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. Maddesi Adil Yargılama Hakkı’na ilişkin düzenlemeleri içerir. Sözleşme de yer alan adil yargılanma hakkıyla ilgili bazı temel hükümler şöyledir:

  • Her kes gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, davasının makul bir sure içinde, hakkaniyete uygun ve acık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.
  • Bir suç ile itham edilen her kes, suçluluğu yasal olarak ispat edilinceye kadar suçsuzdur.
  • Her sanık kendisine yöneltilen suçlamaların niteliği ve nedenlerinden en kısa zamanda, ayrıntılı olarak haberdar edilmelidir.
  • Adaletin etkinliği ve inanırlığını zedeleyebilecek gecikmeler olmaksızın, makul süre zarfında duruşma garantisi verilmelidir.

Bu temel prensipler üzerinden bakıldığında, söz konusu tutuklama ve yargılamaların hukuken sorunlu olduğu açıkça görülmektedir. Son dönemlerde yaygınlaşan tutuklama biçimleri, iddianamelerin çok gecikilecek biçimde sonradan hazırlanması, tutuklulara yönelik bağdaştırma yoluyla suç isnat etme gayretkeşliği gibi olgular, hukukçular tarafından eleştiri konusu olmakta ve yargılamaların muhaliflere yönelik siyasi operasyon olduğu algısını doğurmaktadır. Birey-toplum-devlet bağlamında bu durum, asgari demokratik hukuk normlarıyla çelişmekte, kişi hak ve özgürlüklerinin korunmasına aykırılık oluşturmaktadır.

Eski CMK’ ya göre savcı iddianameyi 6 ay içerisinde hazırlamak durumundaydı, şimdi ise bu nokta muğlak. Makul süre tanımı, yargının içinde olduğu siyasal koşullanmışlığa bağlı olarak, KCK davasında olduğu gibi, yıllarca sürebilir.

Bu nedenle ilk yapılması gereken davaya ilişkin iddianamenin bir an önce hazırlanmasıdır.

Demokratik teamüllere uygun olarak kişilerin adil yargılanma hakkı korunmalıdır.

Yargılamaların tutuksuz ya da denetimli serbestlik altında devam etmesi gerekir. Yargılamaların tutuklu olarak yılarca sürmesinin kendisi cezaya dönüşmüştür. Yargılanan kişilerin beraatı durumunda, ortaya çıkan adaletsizliklerin AİHM’ de devletin ödediği tazminatlar dışında hem hukuki hem de vicdani telafisi olamamaktadır. Hatırlanması gereken şey, gecikmiş bir adaletin, adalet olmadığıdır.

Başbakana bir çağrım var

Yang Wen-li ve Reinhard von Lohengramm

İzlemiş olduğum diziler ve filmler içinde “Ginga Eiyuu Densetsu” yani (benim çevirimle) Galaktik Kahramanların Efsanesi (GKE) isimli anime serisi benim için bambaşka bir yere sahiptir. Bu seri bilim kurgu ve anime tarihi için de önemlidir.

Yüz on küsur bölümlük GKE’de aristokratik ve militarist bir imparatorluk toplumu ile bu toplumdan kaçarak demokratik düzenlerini kurmaya çalışan başka bir toplumun çelişkileri sürmekte olan savaşın eşliğinde ele alınır. Arkaplanda sosyal farklılıklar ve savaş teması kesintisiz olarak devam ederken hikayenin olgunlaşmasıyla iki tarafın ordularının başına geçen iki genç asker odak haline gelir. Zaten seriye benim açımdan değerini katan da bu iki karakterin farklılıklarıdır.

Demokratik toplumun ordularının başına geçen Yang Wen-li aslen tarihçi olmak isteyen, savaştan ve askerlikten pek hazetmeyen, “bitse de gitsek” diyen bir stratejik dehadır. İmparatorluk ordularının başına geçen Reinhard von Lohengramm ise aristokrasiye duyduğu nefret ile motive olan ve çocukluğundan beri lider olmayı hedeflemiş yetenekli bir hırs küpüdür.

İki karakterin arasındaki temel çelişki birinin üstüne yıkılan liderliği mecburiyetten kabul ediyor oluşu, diğerinin ise liderliği amaçlamış ve iktidar için çalışmış olmasıdır.

İktidarın insanları değiştirmesi, bir insanı hangi durum ve özelliklerin lider haline getirdiği, liderlik konumunu kaybeden insanların neler yaşadığı gibi konuları işleyen eserler kendimi bildim bileli ilgimi çekmiştir.

Liderlik ve iktidar meselesi üzerine düşündükçe liderliği hedefleyen insanların toplum için daha büyük bir tehlike oluşturduklarını farkettim. Çünkü bu tip insanlar kaybetmeyi veya zamanı gelince iktidardan vazgeçmeyi kolay kolay hazmedemiyorlar.

Gelelim cennet Türkiyemize… Son haftalarda asabiyet ve kibir konusunda kendini aşan başbakan tam da bu özelliğinden dolayı bizzat Türkiye’nin kronik bir sorunu haline gelmektedir. Giderek “emekli olmayı bilmeyen siyasetçiler” kervanına katılacağının sinyallerini veren başbakana bir çağrım var:

Tadında bırakınız ve emekli olunuz.

Lakin Türkiye’de yaşıyoruz. Bu da başbakanın ölene kadar siyaseti bırakmayacağını neredeyse garantiliyor.

Öfkeli başbakan

Tayyip bey’in geçmişine bakarsak gençliğinden beri liderliği hedeflediğini ve hayatı boyunca profesyonel olarak sadece politikayla uğraşmış olduğunu görürüz. Siyaseti bıraksa yapabileceği başka bir mesleği bile yoktur.

İyiden iyiye “büyük lider” havasına girmiş olduğunu da hesaba katarsak emekli olmasına pek de ihtimal veremeyiz.

Oysa Türkiye’nin artık büyük liderlere veya kahramanlara ihtiyacı yok. İhtiyacımız olan şey tadında bırakmayı bilen liderler ve işi şansa bırakmayarak rotasyon uygulayan siyasi hareketlerdir.

Kalkınmanın dayanılmaz hafifliği

Büyümek, kalkınmak, zenginleşmek…

Bunlar ne demek?

Tüm ülkeler (ve insanlar) büyümek, kalkınmak ve zenginleşmek istiyor. Bu amaçla başarılı başarısız planlar yaparak uygulamaya çalışıyorlar.

Kalkınmak… Azgelişmiş ülkelerin, gelişmiş ülkelere yetişme çabası…

Kalkınmak için daha fazla elektrik harcamak, daha fazla et-süt tüketmek, daha çok benzin harcıyor olmak lazım.

Et Tüketimi

Kalkınamamışlığımızın, gelişmemişliğimizin göstergesi olarak et tüketimimizin azlığını gösterenler şöyle diyor: “Bir insanın yeterli ve dengeli beslenebilmesi için günde 75–80 gram protein alması, bunun da üçte birinin hayvansal ürün olması gerekir. Maalesef, nüfusumuzun çoğunluğu hayvansal proteinden yoksundur. Kişi başına yıllık kırmızı et tüketimi ABD‘de 95, AB ülkelerinde 70 iken Türkiye‘de yalnızca 6,5 kg‘dır.”

Bu ne kadar bilimsel ve mantıklı bir bilgi gibi geliyor değil mi?

Oysa biliyor musunuz Yunan filozofu Aristo, ünlü tarihçi Homeros, İngiliz doğa bilimci Darwin, ünlü İtalyan ressam Leonardo Da Vinci, Alman kökenli fizikçi Einstein, İngiliz fizikçi Isaac Newton, ünlü oyun yazarı Shakespeare, Rus yazar Tolstoy, Fransız yazar Voltaire, Alman besteci Wagner ve Hintli pasifist siyasetçi Gandhi etyemezdi.

Bu bilgiden sonra et-süt tüketmek ile kalkınmışlığın, gelişmemişliğin doğrudan alakası olduğunu düşünebilir miyiz? Döneminde yukarıda saydığımız gibi insanlardan oluşan bir toplum, gelişmemiş bir toplum olabilir mi?

AB ve Türkiye’ nin tüketim verilerini inceliyorum. Hayvansal ürünler AB’ de Türkiye’ ye göre 4-5 kat fazla tüketiliyor. Ancak meyve tüketimimiz hemen hemen eşit iken sebze tüketimimiz AB ortalamasının iki kat üzerinde. Sebze tüketmektense et mi tüketmeli?

Bakınız bazı veriler:

  • Mevcut tarım arazilerinin % 30’ u hayvan yemi yetiştirmek üzere ekiliyor. (1)
  • 1 kg tahıl üretmek için 200 litre su gerekliyken, 1 kg et için 20.000 litre suya ihtiyaç var. (1)
  • 1 kg etle 200 kg patates aynı süre içinde imal edilebilir. 50 kg sığır eti yerine 1000 kg kiraz, 6000 kg havuç ve 4000 kg elma üretilebilir. (1)
  • Günlük 80-100 gram kadar meyve veya sebze tüketimi mide kanserine yakalanma riskini yüzde 30, günde ortalama 27 gram yüksek lifli gıdaların tüketilmesi barsak kanseri riskini yüzde 20 azaltır. (2)
  • Yeterince sebze-meyve yiyen çocukların atardamarları fazla sebze-meyve yemeyen çocukların atardamarlarına göre sonraki yıllarda daha sağlıklı ve daha az sert olmaktadır. (3)

Kişisel Refah Seviyesi

Özel otomobil sayısı, motorlu kara taşıtı sayısı, fert başına elektrik tüketim miktarı, fert başına telefon kontör değeri, faks sayısı gibi veriler insanların refah seviyelerini ölçmek için kullanılıyormuş.

İki adet arabası olan ve günün büyük kısmını trafikte egzoz gazı soluyarak, yine gününün 5 saatini telefonla konuşarak geçiren ve günde yüz tane faks alan bir kişi bolluk, varlık ve rahatlık (refahın açılımı) içerisinde yaşamakta mıdır acaba? Ayrıca rahat ve huzurlu olabilmek için bu kadar malın sigortasını yaptırmalı, hırsız alarmları takmalı, vergileri ve tamirat-bakımlarını takip etmelisiniz.

Refah denilen şey buysa, benim için pek cazip değil açıkçası…

Ayrıca ülkeler ve kişiler, bu refahı elde etmek yolunda neleri göze almalı? Örneğin diyelim ki ülke olarak ihracat hedefinizi iki kat yükseğe koydunuz.. Böylece toplam refahın artmasını bekliyorsunuz. Eğer başarılı olursanız, bunu büyük ihtimal komşu ülkedeki insanların pazarını ele geçirerek yapacaksınız. Yani komşunuz dara düşerken, siz refaha kavuşacaksınız.

Kendi Kendine Yeterlilik

Günümüzde ekonominin belkemiği tüketim… Her ne kadar kurumlar tasarrufu öneriyorlar gibi görünüyorsa da günümüzde hiçbir kurum beş yılda bir kazak alan, hatta onu da almayıp kendi ören birini istemez. Kazağınızı butikten, ekmeği bakkaldan, meyveyi manavdan alın. Hatta meyve kuruları da içeren, bolca işlenmiş ve kilometrelerce taşınmış mısır gevreği alın. Ve böylece ekonominin çarkları dönsün… Alın, verin, ekonomiye can verin…

Düşünüyorum da kendi kendine yeterliliği yüksek birey, aile, mahalle ve topluluklar; minimum kaynak tüketimi ile uygun bir refah düzeyine ulaşamaz mı?

Örneğin ben ekmeğimi kendim yapıyorum. Buğdayı, tavuk yemi olarak satılan en ucuz buğdaydan alıp (çünkü parlatılmış buğdaydan daha doğal ve daha iyi maya tutuyor), kendim öğütüp, mayasını ekşi mayadan hazırlayıp ekmek yapıyorum. Normal ekmek ile kıyasladığımda en az yarı yarıya daha karlı olduğumu gördüm. Bir de yaptığım ekmeğin kalitesinde olduğunu iddia eden markalı ekmeklerle kıyaslasam sanırım 5-10 kat daha ucuza ekmek üretiyorum. Ve bence dışarıda satılan tüm ekmeklerden daha değerli kendi yaptığım ekmek. Bir kere buğdayın özü, kepeği içerisinde; doyurucu ve besleyici ve kesinlikle yapay kimyasallar içermeyen güvenilir bir ekmek. Ayrıca eminim ki beş hane birleşsek hem çok daha ucuza ekmek yaparız, hem de aramızdan benden daha becerikli ve daha bol zamanı olan ve bu işe yetenekli biri benden daha iyi ekmekler yapabilir. Ben de bana düşen ve daha yetenekli olduğum işi yapar, gidip iyi buğday bulurum. Sonuçta dışarıdan satın alacağımızın en kötü ihtimalle yarı fiyatına en kaliteli ekmeği tüketiriz. Benzer şekilde balkonumda küçük bir sebze bahçesi yaparsam gıdamın ciddi bir kısmını buradan karşılayabilirim. Komşularla anlaşırsak apartman çatısında veya varsa bahçesinde sebze üreterek gıdamızı sağlayabiliriz. Biliyor musunuz, 30 metre karelik bir bahçede; 100 kg patlıcan, 300 kg domates, 200 kg biber yetiştirilebilir.

Ben insan ve ülke ölçeğinde kendi kendine yeterliliğin küçük adımlarla başlayabileceğini ve gerçek refah ve gelişmişliğin insanın dışa bağımlılığı azaldığında oluşabileceğini düşünüyorum. Elbette bir insan her şeyi bilip her şeyi kendi yapamaz, ancak birbiri ile iletişimde olabilen örneğin 15-30 kişilik bir grup (bildiğimize göre taş devrinde de insanların doğal grupları 15-30 kişilikmiş), bir çok şeyleri kendileri üretebilirler. Bu ürünler hem çok daha ucuz, hem çok daha kaliteli (kalite kullanıcının memnuniyetidir. Memnuniyetsizlik sağlıklı bir iletişim ile çözüldüğünde üretici kendini geliştirir ve kalite artar), hem de manevi değerleri olan (pazardan alınan bir kazak veya lokantada yenen bir yemektense annenizin ördüğü kazak veya yaptığı yemek arasında manevi açıdan fark yok mudur?) ürünler olacaklardır.

Ayrıca manen çok önemli bir konu daha var: İnsan, bazı temel ihtiyaçlarını bir grubun parçası olarak kendi yaşam alanında karşılayabildiğini gördüğünde, dış dünyanın bin bir karmaşık olayı içerisinden mutlaka “para” denen nesneyi bulup getirmek zorunda olmadığını fark ederek, bilinçaltında büyük bir rahatlama hissi duyacak ve manevi bir tatmin yaşayacaktır.

İş ve İşsizlik

Bu olmadığı sürece işsizlik olmak zorundadır. Çünkü bugünün anlamı ile “iş” denen şey gidip kocaman şeyler yapmaktır. Bir madenden kömür çıkarmak, kanalizasyonları temizlemek, bir büroda dosyalarla uğraşmak, birilerine hiç de ihtiyacı olmayan sigorta poliçelerini, yeni model bir cep telefonunu satmaya uğraşmak…

İnsanlar çalışmayı severler. En önemlisi iş, insana para kazandırır. Kazanılan para ile kişi bir şeyler satın alabilme özgürlüğüne kavuşur. Böylece temel ihtiyaçlarını karşılayarak özgürleşir. Ayrıca işyerindeki meşguliyet, uzmanlaşma, aile ortamı, sosyal çevrenin gelişmesi, arkadaşlar iyidir.

Ancak mevcut sistem yapısı gereği, her şeyi sömürdüğü gibi insanı da sömürüyor. Birçok kişi sabahın çok erken saatinde işe gidip, geç saatte eve dönüyor. Ailesine, hobilerine, düşünüp felsefesini geliştirmeye, siyaset üzerine düşünmeye ve tembellik etmeye zaman ayıramıyor. Ve yıllar gelip geçiyor…

Bir de işsizler ordusu var. Çalışanlar grubunun arasına girebilmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar…

İşsizliğin bunca ciddi sorun olduğu bir dönemde bazı insanların buna ilginç bir çözüm önerisi var. Çalışma saatleri yarı yarıya düşürülsün (günde 8 değil, 4 saat) diyorlar. Aslında mantıksız değil. İnsanlar normalin üzerinde çalışıyorlar. Kendilerine ve ailelerine vakit ayıramıyorlar. Ayrıca bir işsizler ordusu var ve iş yaratmak gerekiyor. Çalışma süresi yarı yarıya düşünce aynı işi 2 kişi yapacak.

Yine garip şekilde bazı insanlar çok kazanıyor ve zamanları yok. Şöyle deme özgürlükleri yok: “Ben günde 12 saat çalışıyor ve 10 birim para kazanıyorum. Oysa bana 2 birim para yeter. O halde 3-4 saat çalışayım.” Ben bunu iş hayatımda yapabiliyorum. Sağlıklı bir iletişim ve doğru planlama ile bunu yapmak imkânsız değil. Hem de birçok kişiye de iş imkânı doğar.

İnsanlar daha az çalışabilir. Böylece biraz daha az kazanırlar. Biraz para kaybedebilirler ancak hayatı kazanırlar. Hem birçok kişi işsizlikten kurtulur. Bir anekdot:

Bir gün feribottan iniyordum. Yanımdan geçen elleri kolları dolu bir işadamının yanındaki kadına dediklerine kulak misafiri oldum. Şöyle diyordu: “En zavallı insan iş adamıdır. Çok parası vardır ancak onu keyifle harcayacak zamanı yoktur.”

Ayrıca insanlar iş dışı zamanlarında, yukarıda bahsettiğim kendi kendine yeterliliği sağlayıcı görünmez gelirler sağlayabilirler. Sebzelerini üretir, ekmeklerini yapar, kazaklarını örebilirler. İnsanların az çalışmakla geliri düşecektir. Ancak elde ettikleri toplam fayda daha yüksek olacaktır. Çünkü böylece hem iş hayatının nimetlerinden faydalanmak, hem de kendi başlarına temel ihtiyaçlarını tedarik etmek mümkün olur.

Sonuç olarak

Daha çok et yemek ülkenizi zenginleştirmez.

Et yemeyenler akılsız değildir.

Sebze tüketmek iyidir.

Çok şeyi olan insanın refah seviyesi yüksek olmayabilir.

İhracatını arttırarak büyüyen ülke, başka bir ülkeyi ezerek büyür.

Mevcut sistem, her şeyini kendi halleden becerikli insanlar istemez.

İhtiyaç duydukları ürünleri yardımlaşarak kendileri üretenler, hem madden hem de manen tatmin olurlar.

Küçük bir bahçeden, görece büyük miktar gıda üretmek mümkündür.

Mevcut düzende çalışma hayatı, insanları mutsuz etmekte ve yeteneksizleştirmektedir.

Dış dünyadaki işlerde daha az çalışmak, her zaman fakirliğe yol açmayabilir.

Bu yazıyı, bana göre gelmiş geçmiş en büyük kahramanın maceralarını konu alan dünyanın en iyi romanından bir kısım ile bitirmek istiyorum. Olay 1900’ lerin ikinci çeyreğinde Amerika’ da geçiyor. Kahramanımız Ignatus’ a, burjuvalığa özenen bir zenci soruyor:

“Hey dinle,” dedi Jones. “Gitmeden önce bi şiy sorcam sana. Siyah biri serserilik etmenin, ya da asgari ücretin altında çalışmanın dışında ne yapabilir sence?”

“Lütfen.” Ignatus kaldırımın kenarını bulmak ve doğrulmak için iş önlüğünün eteklerini beceriksizce topladı. “Aklımın ne kadar karışmış olduğunu sen bile tahmin edemezsin. Değer yargıların baştan ayağa yanlış. Tepeye, ya da işte varmak istediğin nokta neresiyse, oraya vardığında ruhsal bir çöküntü ya da daha kötü bir şey geçirebilirsin. Hiç ülkesi olan bir zenci gördün mü? Elbette hayır. Bir mezbelede mutluluk içinde yaşa. …Boethius oku.”

“Kim? Neyi okuyim?”

“Boethius sana direnmenin son çözümde anlamsız olduğunu, her şeyi olduğu gibi kabullenmek gerektiğini öğretecektir….” (4)

İnsanoğlunun yaşamı gün geçtikçe hızlanıyor. Bu karmaşada düşünmek için vaktimiz yok, sadece önümüze geleni tüketiyoruz. Daha iyi, daha fazla ve daha büyüğe ulaşmak için sonu gelmez bir maraton koşuyoruz.

Öyle bir maraton ki, yorulmaya bile izin yok…

***

Kaynaklar:

1 Buğday ekolojik yaşam rehberi, kış 2011, arka kapak

2 Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği Genel Sekreteri ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Şuayib Yalçın’ ın, 4 Şubat Dünya Kanser Günü dolayısıyla, AA muhabirine yaptığı açıklama, 6 Şubat 2010,

3 WebMD Health News, 29.11.2010

4 Toole, J.K (2007) Alıklar Birliği (Sayfa 298). Çeviren Özgören, P. İstanbul: Merkez Kitapçılık Yayıncılık

(Bu yazı ilk olarak tarımsal.org adresindeki blog’da yayınlanmıştır)

Oscar adayları açıklandı

Açıklanan 83’üncü Oscar adayları arasında İngiliz yapımı “King’s Speech” ve Western filmi “True Grit” ödül yarışında önde gidiyor.

“King’s Speech” 12 ve “True Grit 10 dalda Oscar’a aday gösterildi. Bilimkurgu türünde korku filmi İnterception ve Facebook’un kurucusunu anlatan ”The Social Network” da sekizer dalda altın heykele aday oldu.

Bu dört film, en iyi yapım ödülü için yarışacak. En iyi film dalında ayrıca “Black Swan”, “The Fighter”, “The Kids Are All Right”, “127 Hours”, “Toy Story 3” ve “Winter’s Bone” da aday gösterildi.

En iyi aktör dalında Colin Firth (King’s Speech), Jeff Bridges (True Grit), Jesse Eisenberg (The Social Network) ve James Franco (127 Hours) yarışacak. En iyi kadın oyuncu dalında ise Annette Being (The Kids Are All Right) ile Natalie Portman (Black Swan) adaylar arasında yeralıyor.

“The Social Network” geçen hafta Oscar’ın habercisi sayılan Altın Küre yarışmasında büyük başarı göstermiş, ödüllerin çoğunu toplamıştı.

En iyi yabancı film dalında Meksika, Yunanistan, Danimarka, Kanada ve Cezayir yapımları aday gösterildi.

Oscar ödüllerinin sahipleri 27 Şubat’ta düzenlenecek ve televizyondan yayınlanacak törende açıklanacak. (Voanews

Avrupa Konseyi Kosova organ kaçakçılığı raporunu onayladı

Avrupa Konseyi, Kosova Başbakanı Haşim Taçi’nin organize suç ve organ kaçakçılığıyla ilişkili olduğunu belirten raporu onayladı.

Konsey, Kosova’daki savaş sırasında Kosova Kurtuluş Ordusu UÇK’nın işlediği öne sürülen organ kaçakçılığı ve diğer suçlarla ilgili “ciddi bir soruşturma” yapılmasını da talep etti.

Konsey tarafından daha önce yayımlanan raporda, UÇK içindeki bir grubun 1999’daki savaştan sonra ellerindeki esirleri Arnavutluk’a götürüp öldürdüğü ve organlarını sattığı yazılmıştı.

İsviçreli senatör Dick Marty’nin iki yıllık bir çalışma sonucu hazırladığı raporda Kosova Başbakanı Haşim Taçi’nin de işlenen suçlarda rolü olduğu öne sürülmüştü.

Taçi iddiaları reddediyor.

Raporda Taçi, savaşa uzanan süreçte suç dünyasındaki faaliyetlerine başlayan ve o dönemden bu yana ülke yönetiminde ağırlığı bulunan bir şebekenin lideri olarak tanımlanıyor.

Amerikan Federal Araştırma Bürosu FBI ve diğer istihbarat kaynaklarına dayandırılan raporda, Taçi’nin eroin ticaretinde kontrolü elinde tuttuğu öne sürülüyor.

Aralık ayında Avrupa Birliği savcıları tarafından hazırlanan iddianamede Türkiye, Moldova, Kazakistan ve Rusya gibi ülkelerden yoksul kişilerin, bir böbrekleri karşılığında 20 bin dolar ödeneceği vaadiyle Kosova’ya getirildiği, daha sonra düşük paralarla alınan bu organların 130 bin dolara varan fiyatlarla hastalara nakledildiği öne sürülmüştü.

Bu ameliyatların Priştine’de Taçi’yle bağlantılı olduğu iddia edilen Medicus adlı bir klinikte yapıldığı öne sürülüyor.

Söz konusu iddianamede Yusuf Sönmez adlı bir Türk doktorun da adı geçiyor. (BBC)