Ana Sayfa Blog Sayfa 5303

Onun adı EFES PİLSEN!

0

Turkish Airlines Euroleague G Grubu’nda Efes Pilsen Partizan’ı 79-76 yenerek ilk deplasman galibiyetini elde etti ve 2’de 2 yaptı.

Turkish Airlines Euroleague G Grubu’nda Efes Pilsen Sırbistan’da Partizan Belgrad’ı 79-76 yenerek ilk deplasman galibiyetini aldı. Efes Pilsen bu skorla top 16’da 2’de 2 yaptı.

Karşılıklı sayılarla başlayan maçın 5. dakikasını Efes Pilsen, 10-9 önde geçti. Efes Pilsen Rakocevic ile ev sahibi ekip ise Gist ile sayılar buldu. 10. dakikada Jawai’nin sayılarıyla öne geçen Partizan mt:s, ilk periyodu 21-19 önde kapamayı başardı.İkinci periyoda Kerem Tunçeri’nin sayılarıyla başlayan Efes Pilsen, 24-21 öne geçerken, Partizan mt:s, Katic ve Vesely’nin sayılarıyla skorda dengeyi kurdu. 14. dakika 28-28 berabere geçildi. Kerem Gönlüm’ün skorer oyunuyla yeniden öne geçen Efes Pilsen, devreyi 40-34 önde kapadı.Üçüncü periyotta Efes Pilsen, Kerem Gönlüm ve Rakocevic’in sayılarıyla üstünlüğünü sürdürdü. 24. dakika 48-39 Efes Pilsen lehine geçildi. Partizan  Jawai’nin sayılarıyla 28. dakikada farkı 4 sayıya (56-52) kadar çekmeyi başarırken, Kerem Tunçeri’nin sayılarıyla farkı 7 sayıya çıkaran Efes Pilsen, son periyoda 59-52 önde girdi.Son çeyreğe Murray’ın turnike basketiyle başlayan Efes Pilsen, 32. dakikada 11 sayılık (65-54) farka ulaştı. Bu dakikadan sonra Efes Pilsen, 3 dakika sayı üretemedi. Gist ile sayılar bulan ev sahibi ekip farkı azalttı. Son dakikaya 70-69 Efes Pilsen lehine skorla girildi. Son dakikada taraftarının desteğini alan Partizan’ın öne geçme çabalarına, Kerem Tunçeri’nin sayılarıyla izin vermeyen Efes Pilsen karşılaşmadan 79-76 skorla galip ayrıldı.(G) Grubu’ndaki ikinci galibiyetini alan Efes Pilsen, bu sezon THY Avrupa Ligi’nde ilk kez deplasmanda maç kazandı.

MAÇTAN NOTLAR
Karşılaşma öncesinde taraftarların oylarıyla en başarılı futbolcu seçilen, Galatasaray’ın da eski oyuncusu olan Partizan futbol takımından Sasa İliç’e ödül verildi. 20 bin kişilik salonu dolduran Partizan taraftarları arasında maçın son bölümünde kavga çıktı. Kavga güvenlik görevlilerince yatıştırılırken bir taraftar salonun dışına çıkarıldı. Karşılaşmada Efes Pilsen, ribaundlarda rakibine 33-31 üstünlük sağlarken, 6 ribaundla en çok ribaund alan oyuncular Gist, Jawai ve Kecman olurken, Efes Pilsen’de en çok ribaund alan oyuncu 5 ribaundla Roberts oldu.

PARTİZAN MT:S: 76 – EFES PİLSEN: 79
Salon:
Belgrad Arena
Hakemler: Juan Carlos Arteaga  (İspanya), Marek Cmikiew  (Polonya), Carmelo Paternico  (İtalya)
Partizan: Milosavljevic  8, Boziç , Katiç  6, Gist  19, Vesely  9, Jerrells  15, Kecman  9, Klobuçar , Luçic , Jawai  10
Efes Pilsen: Wisniewski  2, Rakoçevic  23, Thornton  5, Kerem Gönlüm  14, Vujçic  3, Roberts  9, Kerem Tunçeri  13, Raduljica , Nachbar , Murray  6, Sinan  4
1. Periyot: 21-19
Devre: 34-40
3. Periyot: 59-52

EUROLEAGUE’DE GÜNÜN SONUÇLARI:
CAJA LABORAL: 86 – LIETUVOS RYTAS: 89
ZALGIRIS: 64 – OLYMPIAKOS: 71
PARTIZAN: 76 – EFES PİLSEN: 79
MONTEPASCHI: 68 – REAL MADRİD: 78

(Ntvspor)

BBC beş dil servisini kapatıyor

BBC Dünya Servisi, Makedonca, Arnavutça, Sırpça, Karayipler için İngilizce ve Afrika için Portekizce bölümlerini kapatma kararı aldı.

İngiliz hükümetinin kesinti planlarının BBC Dünya Servisi’nin 2 bin 400 çalışanından yaklaşık 650’sinin işini kaybetmesi anlamına geleceği anlaşılıyor. Planın ayrıntıları bugün açıklanacak, ancak sızan bilgiler Makedonca, Arnavutça, Sırpça, Karayipler için İngilizce ve Afrika için Portekizce servislerinin kapatılması kararının BBC Üst Kurulu ve Dışişleri Bakanlığı’nca onaylandığına işaret ediyor.

Dışişleri Bakanlığı kurulduğundan bu yana BBC Dünya Servisi’nin bütçesini sağlıyor. Bu nedenle alınacak stratejik kararlarda söz sahibi. Ancak bakanlığın Dünya Servisi’nin yayın politikasına müdahale etme yetkisi yok. Hükümetle BBC yönetimi arasında ekim ayında varılan anlaşmayla Dünya Servisi’nin bütçesi Dışişleri Bakanlığı’ndan alınarak televizyon ruhsatlarıyla oluşturulan ana BBC bütçesinin kapsamına aktarılmıştı.

BBC, kesintilerin hükümetin kamu harcamalarını azaltma planlarının bir parçası olduğunu savunurken, sendikalar planı ”vahşi kesintiler” olarak niteledi. BBC yönetimi, 272 milyon sterlin bütçesinde 46 milyon sterlin tasarruf yapmak zorunda olduğunu savunuyor.

Dünya Servisi’nin 32 dilde yayın yaptığı internet, televizyon ve radyo platformlarında dünya genelindeki dinleyici, izleyici ve okuyucu sayısı toplam 240 milyonun üzerinde.

‘KESİNTİ İNGİLTERE’NİN ÇIKARLARINA DA AYKIRI
Times gazetesi, planlar arasında BBC’nin Çin ve Rusya’da kısa dalga radyo yayınlarının sona erdirilmesinin de bulunduğunu kaydederken, kesintiler ve küçülme nedeniyle kurumun haftalık dinleyici sayısının yüzde 20 azalacağı tahminlerini aktardı.

Financial Times’ta kesintileri değerlendiren Westminster Üniversitesi’nden Prof. Steven Barnett, kesintilerin İngiltere’nin küresel etkinliğine darbe vuracağı uyarısında bulundu.

Barnett, ”Bu vahşi kesintiler, Dünya Servisi’nin yarattığı dev yumuşak gücün dikkate alınmadığını ortaya koyuyor. Önemli bölgelere yayın yapan dil servislerinin kapatılması sadece dinleyicilerin değer verdikleri bir hizmetten mahrum bırakılması anlamına gelmemekte, aynı zamanda İngiltere’nin kendi çıkarlarıyla da çelişmektedir” görüşünü dile getirdi.

Guardian’da ise adı açıklanmayan bir BBC Dünya Servisi çalışanının ”Olup bitenleri şok olmuş bir halde izliyoruz. Dünya Servisi’nin en kara günü, bugünkü haliyle bildiğimiz Dünya Servisi bir kaç ay sonra yok olacak” sözleri aktarıldı.

TÜRKÇE YAYINLAR DA ETKİLENECEK
Dünya Servisi, 1932 yılında yayına başlamıştı. Bir dönem dil servisi sayısı 70’e yaklaşan BBC Dünya Servisi zaman içinde yayın yaptığı dil sayısını 32’ye düşürdü.

2006 yılında da BBC Arapça televizyonun kurulmasına kaynak yaratmak için büyük bölümünü Balkan ve Doğu Avrupa dillerinin oluşturduğu 10 bölüm kapatılmıştı. 2008 yılında Romence servisinin yayınına son verilirken, bugün açıklanacak kesinti planlarıyla beş bölüm daha kapatılmış olacak.

Yayınına 1939 yılında başlayan BBC Türkçe servisinin kapatılmayacağı, ancak kesintilerden ağır şekilde etkileneceği anlaşılıyor. BBC Türkçe servisini de kapsayan kesintilerle ilgili ayrıntıları, BBC yönetimi tarafından açıklandıktan sonra önümüzdeki saatlerde aktaracağız.

‘VAHŞİ KESİNTİLER’
BBC’de örgütlü sendikalardan NUJ (Ulusal Gazeteciler Sendikası) bugün öğle saatlerinde BBC Dünya Servisi’nin yayın yaptığı Bush House önünde bir gösteri düzenleyeceğini açıkladı.

NUJ Genel Sekreteri Jeremy Dear, Parlamento Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Richard Ottoway ve Kültür, Medya ve Spor Komitesi Başkanı John Whittingdale’e birer mektup göndererek planların gözden geçirilmesi çağrısında bulundu. Sendika, ”Eğer sızan haberler doğruysa bu derin kesintiler İngiltere’nin ulusal çıkarlarına zarar verecektir” uyarısında bulundu.

Dear, ”Bu değerli ulusal hizmeti hedef alan vahşi kesintilerin sorumlusu, uyguladığı politikalarla İngiltere’de kaliteli kamu hizmetini yerle bir etmekte olan hükümettir” dedi.

BBC: KESİNTİLER ZORUNLU
BBC Dünya Servisi Genel Müdürü Peter Horrocks ise kapatma kararlarının dil servislerinin performansları ya da programların kalitesiyle ilgili olmadığını söyledi. Horrocks, Dışişleri Bakanlığı’nın sağladığı bütçede yaşanan kesintiler nedeniyle bu planları uygulamak zorunda kaldıklarını, artık çabalarını dünya servisinin hizmetlerine daha fazla ihtiyaç duyan ve bu hizmetlerin daha büyük katkı sağladığı diller üzerine yoğunlaştırmaları gerektiğini kaydetti.

BBC pazartesi günü de yine tasarruf önlemleri çerçevesinde internet hizmetlerinde kesintiye gideceğini, yüzlerce internet sitesinin kapatacağını ve bu çerçevede de 360 çalışanın işine son vereceğini duyurmuştu. (Ntv)

Beyaz bereye sarılmış 3 kalaşnikof mermisi

Kanaltürk ve Bugün gazetesinin Ankara temsilciliğine dün gece bir paket geldi. Paketin hedefi, 10 gün önce “Bi Ermeni Var: Hrant Dink Operasyonunun Şifreleri” adlı kitabı çıkan Bugün gazetesi yazarı Adem Yavuz Aslan’dı. Yozgat’tan gönderildiği anlaşılan paketin içinden bir beyaz bere ve o berenin içine yerleştirilmiş 3 kalaşnikof mermisi çıktı. Kanaltürk’te canlı yayına çıkan Aslan şöyle dedi: “Kitap piyasaya çıktığından beri tehditler alıyordum. Ancak bu açıkça ‘Sonun Hrant Dink gibi olacak’ demek.” Emniyet görevlileri Kanaltürk binasında paketi inceliyor.

Kitap’ta Dink’in cinayetiyle ilgili bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış önemli bilgiler yer alıyor. Aslan’a göre , 4 yıl boyunca gizli kalan birçok gerçeği gözler önüne seren kitapta, cinayet planının tüm ipuçları jandarmada bulunuyor. (Radikal)

SDP ve TÖP üyelerinin tutuklanması ve adil yargılanma hakkı – Hüseyin Güngör

21 Eylül 2010 gece yarısı evleri basılan Sosyalist Demokrasi Partisi Genel Başkanı Rıdvan Turan, Toplumsal Özgürlük Platformu sözcüleri Oğuzhan Kayserilioğlu, Tuncay Yılmaz ve birçok partili, dergi çalışanı, sendikacı Devrimci Karargâh örgütüyle bağlantıları oldukları gerekçesiyle gözaltına alındılar. Gözaltında, komedi filmlerine tas çıkartacak gülünç soru ve ithamlarla karşı karşıya kalan tutuklular, hukuk kurallarıyla bağdaşmayan temelsiz, muğlâk suçlamalara dayanılarak 25 Eylül’de savcılık tarafından tutuklandılar.

Tutukluluk suresi dört ayı aşmasına rağmen, KCK davasına benzer biçimde, henüz iddianame hazırlanmamış ve ne zaman hazırlanacağı hakkında da hiç bir bilgi verilmemektedir.

Sıra Kimde Basın Açıklaması
26 Ocak'ta Sıra Kimde İnisiyatifi SDP ve TÖB üyelerine yapılan hukuksuzluklara karşı bir basın açıklaması yaptı.

Oysaki kişi hak ve özgürlüklerinin korunması demokrasinin işleyebilmesinin ön koşuludur. İnsanlık tarihi boyunca verilmiş mücadeleler sonucu kazanılmış ve birinci kuşak haklar olarak tanımlanan medeni ve politik haklar, sosyal ve ekonomik haklardan daha öncelikli konumda demokratik ülkelerin anayasasında, yargı hukukunda bir biçimde güvenceye alınmışlardır.

Türkiye’nin imza koyduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. Maddesi Adil Yargılama Hakkı’na ilişkin düzenlemeleri içerir. Sözleşme de yer alan adil yargılanma hakkıyla ilgili bazı temel hükümler şöyledir:

  • Her kes gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, davasının makul bir sure içinde, hakkaniyete uygun ve acık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.
  • Bir suç ile itham edilen her kes, suçluluğu yasal olarak ispat edilinceye kadar suçsuzdur.
  • Her sanık kendisine yöneltilen suçlamaların niteliği ve nedenlerinden en kısa zamanda, ayrıntılı olarak haberdar edilmelidir.
  • Adaletin etkinliği ve inanırlığını zedeleyebilecek gecikmeler olmaksızın, makul süre zarfında duruşma garantisi verilmelidir.

Bu temel prensipler üzerinden bakıldığında, söz konusu tutuklama ve yargılamaların hukuken sorunlu olduğu açıkça görülmektedir. Son dönemlerde yaygınlaşan tutuklama biçimleri, iddianamelerin çok gecikilecek biçimde sonradan hazırlanması, tutuklulara yönelik bağdaştırma yoluyla suç isnat etme gayretkeşliği gibi olgular, hukukçular tarafından eleştiri konusu olmakta ve yargılamaların muhaliflere yönelik siyasi operasyon olduğu algısını doğurmaktadır. Birey-toplum-devlet bağlamında bu durum, asgari demokratik hukuk normlarıyla çelişmekte, kişi hak ve özgürlüklerinin korunmasına aykırılık oluşturmaktadır.

Eski CMK’ ya göre savcı iddianameyi 6 ay içerisinde hazırlamak durumundaydı, şimdi ise bu nokta muğlak. Makul süre tanımı, yargının içinde olduğu siyasal koşullanmışlığa bağlı olarak, KCK davasında olduğu gibi, yıllarca sürebilir.

Bu nedenle ilk yapılması gereken davaya ilişkin iddianamenin bir an önce hazırlanmasıdır.

Demokratik teamüllere uygun olarak kişilerin adil yargılanma hakkı korunmalıdır.

Yargılamaların tutuksuz ya da denetimli serbestlik altında devam etmesi gerekir. Yargılamaların tutuklu olarak yılarca sürmesinin kendisi cezaya dönüşmüştür. Yargılanan kişilerin beraatı durumunda, ortaya çıkan adaletsizliklerin AİHM’ de devletin ödediği tazminatlar dışında hem hukuki hem de vicdani telafisi olamamaktadır. Hatırlanması gereken şey, gecikmiş bir adaletin, adalet olmadığıdır.

Başbakana bir çağrım var

Yang Wen-li ve Reinhard von Lohengramm

İzlemiş olduğum diziler ve filmler içinde “Ginga Eiyuu Densetsu” yani (benim çevirimle) Galaktik Kahramanların Efsanesi (GKE) isimli anime serisi benim için bambaşka bir yere sahiptir. Bu seri bilim kurgu ve anime tarihi için de önemlidir.

Yüz on küsur bölümlük GKE’de aristokratik ve militarist bir imparatorluk toplumu ile bu toplumdan kaçarak demokratik düzenlerini kurmaya çalışan başka bir toplumun çelişkileri sürmekte olan savaşın eşliğinde ele alınır. Arkaplanda sosyal farklılıklar ve savaş teması kesintisiz olarak devam ederken hikayenin olgunlaşmasıyla iki tarafın ordularının başına geçen iki genç asker odak haline gelir. Zaten seriye benim açımdan değerini katan da bu iki karakterin farklılıklarıdır.

Demokratik toplumun ordularının başına geçen Yang Wen-li aslen tarihçi olmak isteyen, savaştan ve askerlikten pek hazetmeyen, “bitse de gitsek” diyen bir stratejik dehadır. İmparatorluk ordularının başına geçen Reinhard von Lohengramm ise aristokrasiye duyduğu nefret ile motive olan ve çocukluğundan beri lider olmayı hedeflemiş yetenekli bir hırs küpüdür.

İki karakterin arasındaki temel çelişki birinin üstüne yıkılan liderliği mecburiyetten kabul ediyor oluşu, diğerinin ise liderliği amaçlamış ve iktidar için çalışmış olmasıdır.

İktidarın insanları değiştirmesi, bir insanı hangi durum ve özelliklerin lider haline getirdiği, liderlik konumunu kaybeden insanların neler yaşadığı gibi konuları işleyen eserler kendimi bildim bileli ilgimi çekmiştir.

Liderlik ve iktidar meselesi üzerine düşündükçe liderliği hedefleyen insanların toplum için daha büyük bir tehlike oluşturduklarını farkettim. Çünkü bu tip insanlar kaybetmeyi veya zamanı gelince iktidardan vazgeçmeyi kolay kolay hazmedemiyorlar.

Gelelim cennet Türkiyemize… Son haftalarda asabiyet ve kibir konusunda kendini aşan başbakan tam da bu özelliğinden dolayı bizzat Türkiye’nin kronik bir sorunu haline gelmektedir. Giderek “emekli olmayı bilmeyen siyasetçiler” kervanına katılacağının sinyallerini veren başbakana bir çağrım var:

Tadında bırakınız ve emekli olunuz.

Lakin Türkiye’de yaşıyoruz. Bu da başbakanın ölene kadar siyaseti bırakmayacağını neredeyse garantiliyor.

Öfkeli başbakan

Tayyip bey’in geçmişine bakarsak gençliğinden beri liderliği hedeflediğini ve hayatı boyunca profesyonel olarak sadece politikayla uğraşmış olduğunu görürüz. Siyaseti bıraksa yapabileceği başka bir mesleği bile yoktur.

İyiden iyiye “büyük lider” havasına girmiş olduğunu da hesaba katarsak emekli olmasına pek de ihtimal veremeyiz.

Oysa Türkiye’nin artık büyük liderlere veya kahramanlara ihtiyacı yok. İhtiyacımız olan şey tadında bırakmayı bilen liderler ve işi şansa bırakmayarak rotasyon uygulayan siyasi hareketlerdir.

Kalkınmanın dayanılmaz hafifliği

Büyümek, kalkınmak, zenginleşmek…

Bunlar ne demek?

Tüm ülkeler (ve insanlar) büyümek, kalkınmak ve zenginleşmek istiyor. Bu amaçla başarılı başarısız planlar yaparak uygulamaya çalışıyorlar.

Kalkınmak… Azgelişmiş ülkelerin, gelişmiş ülkelere yetişme çabası…

Kalkınmak için daha fazla elektrik harcamak, daha fazla et-süt tüketmek, daha çok benzin harcıyor olmak lazım.

Et Tüketimi

Kalkınamamışlığımızın, gelişmemişliğimizin göstergesi olarak et tüketimimizin azlığını gösterenler şöyle diyor: “Bir insanın yeterli ve dengeli beslenebilmesi için günde 75–80 gram protein alması, bunun da üçte birinin hayvansal ürün olması gerekir. Maalesef, nüfusumuzun çoğunluğu hayvansal proteinden yoksundur. Kişi başına yıllık kırmızı et tüketimi ABD‘de 95, AB ülkelerinde 70 iken Türkiye‘de yalnızca 6,5 kg‘dır.”

Bu ne kadar bilimsel ve mantıklı bir bilgi gibi geliyor değil mi?

Oysa biliyor musunuz Yunan filozofu Aristo, ünlü tarihçi Homeros, İngiliz doğa bilimci Darwin, ünlü İtalyan ressam Leonardo Da Vinci, Alman kökenli fizikçi Einstein, İngiliz fizikçi Isaac Newton, ünlü oyun yazarı Shakespeare, Rus yazar Tolstoy, Fransız yazar Voltaire, Alman besteci Wagner ve Hintli pasifist siyasetçi Gandhi etyemezdi.

Bu bilgiden sonra et-süt tüketmek ile kalkınmışlığın, gelişmemişliğin doğrudan alakası olduğunu düşünebilir miyiz? Döneminde yukarıda saydığımız gibi insanlardan oluşan bir toplum, gelişmemiş bir toplum olabilir mi?

AB ve Türkiye’ nin tüketim verilerini inceliyorum. Hayvansal ürünler AB’ de Türkiye’ ye göre 4-5 kat fazla tüketiliyor. Ancak meyve tüketimimiz hemen hemen eşit iken sebze tüketimimiz AB ortalamasının iki kat üzerinde. Sebze tüketmektense et mi tüketmeli?

Bakınız bazı veriler:

  • Mevcut tarım arazilerinin % 30’ u hayvan yemi yetiştirmek üzere ekiliyor. (1)
  • 1 kg tahıl üretmek için 200 litre su gerekliyken, 1 kg et için 20.000 litre suya ihtiyaç var. (1)
  • 1 kg etle 200 kg patates aynı süre içinde imal edilebilir. 50 kg sığır eti yerine 1000 kg kiraz, 6000 kg havuç ve 4000 kg elma üretilebilir. (1)
  • Günlük 80-100 gram kadar meyve veya sebze tüketimi mide kanserine yakalanma riskini yüzde 30, günde ortalama 27 gram yüksek lifli gıdaların tüketilmesi barsak kanseri riskini yüzde 20 azaltır. (2)
  • Yeterince sebze-meyve yiyen çocukların atardamarları fazla sebze-meyve yemeyen çocukların atardamarlarına göre sonraki yıllarda daha sağlıklı ve daha az sert olmaktadır. (3)

Kişisel Refah Seviyesi

Özel otomobil sayısı, motorlu kara taşıtı sayısı, fert başına elektrik tüketim miktarı, fert başına telefon kontör değeri, faks sayısı gibi veriler insanların refah seviyelerini ölçmek için kullanılıyormuş.

İki adet arabası olan ve günün büyük kısmını trafikte egzoz gazı soluyarak, yine gününün 5 saatini telefonla konuşarak geçiren ve günde yüz tane faks alan bir kişi bolluk, varlık ve rahatlık (refahın açılımı) içerisinde yaşamakta mıdır acaba? Ayrıca rahat ve huzurlu olabilmek için bu kadar malın sigortasını yaptırmalı, hırsız alarmları takmalı, vergileri ve tamirat-bakımlarını takip etmelisiniz.

Refah denilen şey buysa, benim için pek cazip değil açıkçası…

Ayrıca ülkeler ve kişiler, bu refahı elde etmek yolunda neleri göze almalı? Örneğin diyelim ki ülke olarak ihracat hedefinizi iki kat yükseğe koydunuz.. Böylece toplam refahın artmasını bekliyorsunuz. Eğer başarılı olursanız, bunu büyük ihtimal komşu ülkedeki insanların pazarını ele geçirerek yapacaksınız. Yani komşunuz dara düşerken, siz refaha kavuşacaksınız.

Kendi Kendine Yeterlilik

Günümüzde ekonominin belkemiği tüketim… Her ne kadar kurumlar tasarrufu öneriyorlar gibi görünüyorsa da günümüzde hiçbir kurum beş yılda bir kazak alan, hatta onu da almayıp kendi ören birini istemez. Kazağınızı butikten, ekmeği bakkaldan, meyveyi manavdan alın. Hatta meyve kuruları da içeren, bolca işlenmiş ve kilometrelerce taşınmış mısır gevreği alın. Ve böylece ekonominin çarkları dönsün… Alın, verin, ekonomiye can verin…

Düşünüyorum da kendi kendine yeterliliği yüksek birey, aile, mahalle ve topluluklar; minimum kaynak tüketimi ile uygun bir refah düzeyine ulaşamaz mı?

Örneğin ben ekmeğimi kendim yapıyorum. Buğdayı, tavuk yemi olarak satılan en ucuz buğdaydan alıp (çünkü parlatılmış buğdaydan daha doğal ve daha iyi maya tutuyor), kendim öğütüp, mayasını ekşi mayadan hazırlayıp ekmek yapıyorum. Normal ekmek ile kıyasladığımda en az yarı yarıya daha karlı olduğumu gördüm. Bir de yaptığım ekmeğin kalitesinde olduğunu iddia eden markalı ekmeklerle kıyaslasam sanırım 5-10 kat daha ucuza ekmek üretiyorum. Ve bence dışarıda satılan tüm ekmeklerden daha değerli kendi yaptığım ekmek. Bir kere buğdayın özü, kepeği içerisinde; doyurucu ve besleyici ve kesinlikle yapay kimyasallar içermeyen güvenilir bir ekmek. Ayrıca eminim ki beş hane birleşsek hem çok daha ucuza ekmek yaparız, hem de aramızdan benden daha becerikli ve daha bol zamanı olan ve bu işe yetenekli biri benden daha iyi ekmekler yapabilir. Ben de bana düşen ve daha yetenekli olduğum işi yapar, gidip iyi buğday bulurum. Sonuçta dışarıdan satın alacağımızın en kötü ihtimalle yarı fiyatına en kaliteli ekmeği tüketiriz. Benzer şekilde balkonumda küçük bir sebze bahçesi yaparsam gıdamın ciddi bir kısmını buradan karşılayabilirim. Komşularla anlaşırsak apartman çatısında veya varsa bahçesinde sebze üreterek gıdamızı sağlayabiliriz. Biliyor musunuz, 30 metre karelik bir bahçede; 100 kg patlıcan, 300 kg domates, 200 kg biber yetiştirilebilir.

Ben insan ve ülke ölçeğinde kendi kendine yeterliliğin küçük adımlarla başlayabileceğini ve gerçek refah ve gelişmişliğin insanın dışa bağımlılığı azaldığında oluşabileceğini düşünüyorum. Elbette bir insan her şeyi bilip her şeyi kendi yapamaz, ancak birbiri ile iletişimde olabilen örneğin 15-30 kişilik bir grup (bildiğimize göre taş devrinde de insanların doğal grupları 15-30 kişilikmiş), bir çok şeyleri kendileri üretebilirler. Bu ürünler hem çok daha ucuz, hem çok daha kaliteli (kalite kullanıcının memnuniyetidir. Memnuniyetsizlik sağlıklı bir iletişim ile çözüldüğünde üretici kendini geliştirir ve kalite artar), hem de manevi değerleri olan (pazardan alınan bir kazak veya lokantada yenen bir yemektense annenizin ördüğü kazak veya yaptığı yemek arasında manevi açıdan fark yok mudur?) ürünler olacaklardır.

Ayrıca manen çok önemli bir konu daha var: İnsan, bazı temel ihtiyaçlarını bir grubun parçası olarak kendi yaşam alanında karşılayabildiğini gördüğünde, dış dünyanın bin bir karmaşık olayı içerisinden mutlaka “para” denen nesneyi bulup getirmek zorunda olmadığını fark ederek, bilinçaltında büyük bir rahatlama hissi duyacak ve manevi bir tatmin yaşayacaktır.

İş ve İşsizlik

Bu olmadığı sürece işsizlik olmak zorundadır. Çünkü bugünün anlamı ile “iş” denen şey gidip kocaman şeyler yapmaktır. Bir madenden kömür çıkarmak, kanalizasyonları temizlemek, bir büroda dosyalarla uğraşmak, birilerine hiç de ihtiyacı olmayan sigorta poliçelerini, yeni model bir cep telefonunu satmaya uğraşmak…

İnsanlar çalışmayı severler. En önemlisi iş, insana para kazandırır. Kazanılan para ile kişi bir şeyler satın alabilme özgürlüğüne kavuşur. Böylece temel ihtiyaçlarını karşılayarak özgürleşir. Ayrıca işyerindeki meşguliyet, uzmanlaşma, aile ortamı, sosyal çevrenin gelişmesi, arkadaşlar iyidir.

Ancak mevcut sistem yapısı gereği, her şeyi sömürdüğü gibi insanı da sömürüyor. Birçok kişi sabahın çok erken saatinde işe gidip, geç saatte eve dönüyor. Ailesine, hobilerine, düşünüp felsefesini geliştirmeye, siyaset üzerine düşünmeye ve tembellik etmeye zaman ayıramıyor. Ve yıllar gelip geçiyor…

Bir de işsizler ordusu var. Çalışanlar grubunun arasına girebilmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar…

İşsizliğin bunca ciddi sorun olduğu bir dönemde bazı insanların buna ilginç bir çözüm önerisi var. Çalışma saatleri yarı yarıya düşürülsün (günde 8 değil, 4 saat) diyorlar. Aslında mantıksız değil. İnsanlar normalin üzerinde çalışıyorlar. Kendilerine ve ailelerine vakit ayıramıyorlar. Ayrıca bir işsizler ordusu var ve iş yaratmak gerekiyor. Çalışma süresi yarı yarıya düşünce aynı işi 2 kişi yapacak.

Yine garip şekilde bazı insanlar çok kazanıyor ve zamanları yok. Şöyle deme özgürlükleri yok: “Ben günde 12 saat çalışıyor ve 10 birim para kazanıyorum. Oysa bana 2 birim para yeter. O halde 3-4 saat çalışayım.” Ben bunu iş hayatımda yapabiliyorum. Sağlıklı bir iletişim ve doğru planlama ile bunu yapmak imkânsız değil. Hem de birçok kişiye de iş imkânı doğar.

İnsanlar daha az çalışabilir. Böylece biraz daha az kazanırlar. Biraz para kaybedebilirler ancak hayatı kazanırlar. Hem birçok kişi işsizlikten kurtulur. Bir anekdot:

Bir gün feribottan iniyordum. Yanımdan geçen elleri kolları dolu bir işadamının yanındaki kadına dediklerine kulak misafiri oldum. Şöyle diyordu: “En zavallı insan iş adamıdır. Çok parası vardır ancak onu keyifle harcayacak zamanı yoktur.”

Ayrıca insanlar iş dışı zamanlarında, yukarıda bahsettiğim kendi kendine yeterliliği sağlayıcı görünmez gelirler sağlayabilirler. Sebzelerini üretir, ekmeklerini yapar, kazaklarını örebilirler. İnsanların az çalışmakla geliri düşecektir. Ancak elde ettikleri toplam fayda daha yüksek olacaktır. Çünkü böylece hem iş hayatının nimetlerinden faydalanmak, hem de kendi başlarına temel ihtiyaçlarını tedarik etmek mümkün olur.

Sonuç olarak

Daha çok et yemek ülkenizi zenginleştirmez.

Et yemeyenler akılsız değildir.

Sebze tüketmek iyidir.

Çok şeyi olan insanın refah seviyesi yüksek olmayabilir.

İhracatını arttırarak büyüyen ülke, başka bir ülkeyi ezerek büyür.

Mevcut sistem, her şeyini kendi halleden becerikli insanlar istemez.

İhtiyaç duydukları ürünleri yardımlaşarak kendileri üretenler, hem madden hem de manen tatmin olurlar.

Küçük bir bahçeden, görece büyük miktar gıda üretmek mümkündür.

Mevcut düzende çalışma hayatı, insanları mutsuz etmekte ve yeteneksizleştirmektedir.

Dış dünyadaki işlerde daha az çalışmak, her zaman fakirliğe yol açmayabilir.

Bu yazıyı, bana göre gelmiş geçmiş en büyük kahramanın maceralarını konu alan dünyanın en iyi romanından bir kısım ile bitirmek istiyorum. Olay 1900’ lerin ikinci çeyreğinde Amerika’ da geçiyor. Kahramanımız Ignatus’ a, burjuvalığa özenen bir zenci soruyor:

“Hey dinle,” dedi Jones. “Gitmeden önce bi şiy sorcam sana. Siyah biri serserilik etmenin, ya da asgari ücretin altında çalışmanın dışında ne yapabilir sence?”

“Lütfen.” Ignatus kaldırımın kenarını bulmak ve doğrulmak için iş önlüğünün eteklerini beceriksizce topladı. “Aklımın ne kadar karışmış olduğunu sen bile tahmin edemezsin. Değer yargıların baştan ayağa yanlış. Tepeye, ya da işte varmak istediğin nokta neresiyse, oraya vardığında ruhsal bir çöküntü ya da daha kötü bir şey geçirebilirsin. Hiç ülkesi olan bir zenci gördün mü? Elbette hayır. Bir mezbelede mutluluk içinde yaşa. …Boethius oku.”

“Kim? Neyi okuyim?”

“Boethius sana direnmenin son çözümde anlamsız olduğunu, her şeyi olduğu gibi kabullenmek gerektiğini öğretecektir….” (4)

İnsanoğlunun yaşamı gün geçtikçe hızlanıyor. Bu karmaşada düşünmek için vaktimiz yok, sadece önümüze geleni tüketiyoruz. Daha iyi, daha fazla ve daha büyüğe ulaşmak için sonu gelmez bir maraton koşuyoruz.

Öyle bir maraton ki, yorulmaya bile izin yok…

***

Kaynaklar:

1 Buğday ekolojik yaşam rehberi, kış 2011, arka kapak

2 Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği Genel Sekreteri ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Şuayib Yalçın’ ın, 4 Şubat Dünya Kanser Günü dolayısıyla, AA muhabirine yaptığı açıklama, 6 Şubat 2010,

3 WebMD Health News, 29.11.2010

4 Toole, J.K (2007) Alıklar Birliği (Sayfa 298). Çeviren Özgören, P. İstanbul: Merkez Kitapçılık Yayıncılık

(Bu yazı ilk olarak tarımsal.org adresindeki blog’da yayınlanmıştır)

Oscar adayları açıklandı

Açıklanan 83’üncü Oscar adayları arasında İngiliz yapımı “King’s Speech” ve Western filmi “True Grit” ödül yarışında önde gidiyor.

“King’s Speech” 12 ve “True Grit 10 dalda Oscar’a aday gösterildi. Bilimkurgu türünde korku filmi İnterception ve Facebook’un kurucusunu anlatan ”The Social Network” da sekizer dalda altın heykele aday oldu.

Bu dört film, en iyi yapım ödülü için yarışacak. En iyi film dalında ayrıca “Black Swan”, “The Fighter”, “The Kids Are All Right”, “127 Hours”, “Toy Story 3” ve “Winter’s Bone” da aday gösterildi.

En iyi aktör dalında Colin Firth (King’s Speech), Jeff Bridges (True Grit), Jesse Eisenberg (The Social Network) ve James Franco (127 Hours) yarışacak. En iyi kadın oyuncu dalında ise Annette Being (The Kids Are All Right) ile Natalie Portman (Black Swan) adaylar arasında yeralıyor.

“The Social Network” geçen hafta Oscar’ın habercisi sayılan Altın Küre yarışmasında büyük başarı göstermiş, ödüllerin çoğunu toplamıştı.

En iyi yabancı film dalında Meksika, Yunanistan, Danimarka, Kanada ve Cezayir yapımları aday gösterildi.

Oscar ödüllerinin sahipleri 27 Şubat’ta düzenlenecek ve televizyondan yayınlanacak törende açıklanacak. (Voanews

Avrupa Konseyi Kosova organ kaçakçılığı raporunu onayladı

Avrupa Konseyi, Kosova Başbakanı Haşim Taçi’nin organize suç ve organ kaçakçılığıyla ilişkili olduğunu belirten raporu onayladı.

Konsey, Kosova’daki savaş sırasında Kosova Kurtuluş Ordusu UÇK’nın işlediği öne sürülen organ kaçakçılığı ve diğer suçlarla ilgili “ciddi bir soruşturma” yapılmasını da talep etti.

Konsey tarafından daha önce yayımlanan raporda, UÇK içindeki bir grubun 1999’daki savaştan sonra ellerindeki esirleri Arnavutluk’a götürüp öldürdüğü ve organlarını sattığı yazılmıştı.

İsviçreli senatör Dick Marty’nin iki yıllık bir çalışma sonucu hazırladığı raporda Kosova Başbakanı Haşim Taçi’nin de işlenen suçlarda rolü olduğu öne sürülmüştü.

Taçi iddiaları reddediyor.

Raporda Taçi, savaşa uzanan süreçte suç dünyasındaki faaliyetlerine başlayan ve o dönemden bu yana ülke yönetiminde ağırlığı bulunan bir şebekenin lideri olarak tanımlanıyor.

Amerikan Federal Araştırma Bürosu FBI ve diğer istihbarat kaynaklarına dayandırılan raporda, Taçi’nin eroin ticaretinde kontrolü elinde tuttuğu öne sürülüyor.

Aralık ayında Avrupa Birliği savcıları tarafından hazırlanan iddianamede Türkiye, Moldova, Kazakistan ve Rusya gibi ülkelerden yoksul kişilerin, bir böbrekleri karşılığında 20 bin dolar ödeneceği vaadiyle Kosova’ya getirildiği, daha sonra düşük paralarla alınan bu organların 130 bin dolara varan fiyatlarla hastalara nakledildiği öne sürülmüştü.

Bu ameliyatların Priştine’de Taçi’yle bağlantılı olduğu iddia edilen Medicus adlı bir klinikte yapıldığı öne sürülüyor.

Söz konusu iddianamede Yusuf Sönmez adlı bir Türk doktorun da adı geçiyor. (BBC)

Delil oluşturma mı? Ergenekon’da şaşırtan ekleme!

İstanbul Emniyeti, Ergenekon sanığı Teğmen Çelebi’nin el konulan cep telefonuna, bir Hizb-ut Tahrir üyesinin rehberini eklediğini itiraf etti.

Vatan gazetesinin haberine göre, Ergenekon davasının 20 Eylül 2010’daki duruşmasında önemli bir iddia gündeme gelmişti. 13. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi Sedat Sami Haşıloğlu, Kara Pilot Teğmen Mehmet Ali Çelebi’ye “Telefonunda eşin ve kaynanan diye kayıtlı kişiler var. Ancak sen bekârsın. Bu numaralar da Hizb-ut Tahrir üyesi Mahmut Oğuz Kazancı’nın telefon rehberi ile aynı. Kazancı ile ilişkin nedir?” diye sordu. Bekar olduğunu, Kazancı ve bu numaralarla bir ilişkisinin olmadığını kaydeden Çelebi’nin net ifadesinin ardından mahkeme heyeti, cep telefonunun sinyal kayıtlarının TİB’den alınması ve telefonun da bilirkişi tarafından incelenmesini kararlaştırdı.

BİLİRKİŞİ RAPORU

Bu iddia üzerine mahkemenin talebi üzerine hazırlanan bilirkişi raporuna ulaşıldı. Bilirkişiler Murat Akman ve Ramazan Akkan’ın hazırladığı rapora göre Çelebi’nin telefonunun hafızasında 531 numara kayıtlı. Kişilerin telefona kayıt tarihlerine göre sıralanan rehbere en son kayıt 15 Eylül 2008 tarihinde “Cevo” ismiyle girilmiş. Bu tarihten üç gün sonra yani 18 Eylül 2008 tarihinde Ergenekon operasyonu dâhilinde arandığını öğrenen Teğmen Çelebi, Ankara’da Merkez Komutanlığı’na teslim oldu. Çelebi’nin telefonu incelenmek üzere 19 Eylül’de İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne ulaştı. Telefon, TİB’in sinyal verilerine göre aynı gece 23:52:54 ile 23:54:05 dakikaları arası 1 dakika 23 saniye açıldı ve Emniyetin bulunduğu Vatan Caddesi Fatih Metro İstasyonu’ndan sinyal aldı. Bilirkişi raporuna göre, telefon hafızasının 392 numaralı sırasından başlayarak aynı tarih ve aynı saatte sırasıyla 139 numara kaydedildi.

YANLIŞLIKLA YÜKLEDİK
Tüm bu gelişmeler üzerine dün yeni bir belge ortaya çıktı. Eylül ayındaki duruşmadan sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün Organize Şube Müdürlüğü, 21 Aralık 2010 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği tespit tutanağında şu çarpıcı değerlendirme yer aldı: “Çalışmalar sonucunda Mahmut Oğuz Kazancı’nın telefonuna ait rehber bilgilerinin sehven Mehmet Ali Çelebi’nin telefonuna ait rehber dökümlerinin içerisine eklenmiş olabileceği değerlendirilmiştir.”

‘İTİRAF ETTİLER’
Çelebi’nin avukatı Celal Ülgen, emniyetin dolaylı da olsa resmen ekleme yaptığını itiraf ettiğini söyledi. Ülgen, eklemenin ya telefondan telefona ya da bir cihazdan Çelebi’nin telefonuna yapılmış olabileceğini belirterek, polisin açık açık böyle bir itirafta bulunamadığını, bu yüzden de dolaylı olarak bu şekilde suçu kabullendiğini söyledi.

MEHMET ALİ ÇELEBİ NEDEN SUÇLANIYOR?
İkinci Ergenekon davası sanıklarından Teğmen Mehmet Ali Çelebi, Ergenekon örgütünün ara yöneticisi olmaktan müebbet hapis istemiyle yargılanıyor. Halen Hasdal Askeri Cezaevi’nde tutuklu olan Çelebi, “Silahlı Terör Örgütü Yönetme, Hukuka Aykırı Olarak Kişisel Verileri Kaydetmek”la suçlanıyor.

MÜEBBET İSTENİYOR İkinci Ergenekon İddianamesinde, Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin, Ergenekon terör örgütünün talimatı ile Hizbut Tahrir örgütüne sızdığı ve bu kapsamda çalışmalar gerçekleştirdiği iddia ediliyor. Bunun Ergenekon’un naylon terör örgütleri kurma, mevcut terör örgütlerine sızma, kontrol altında tutma ve amacı doğrultusunda kullanma faaliyetlerine girdiği de belirtiliyor. Çelebi müebbet hapisle yargılanıyor. (Vatan)

Yumurta atmak demokratik hak sayıldı

TEKEL işçilerine destek amacıyla geçen yıl düzenlenen bir eylem sırasında polise yumurta attığı gerekçesiyle 5 gencin yargılandığı davanın gerekçeli kararında, ”Güvenlik güçlerine yumurta atma eylemlerinin sabit olduğu kabul edilse bile, sanıkların davranışı tümüyle demokratik bir hakkın kullanılmasına yöneliktir” değerlendirmesinde bulunuldu.

Sezgin Çalışkan, Mehmet Bahçıvan, Ozan Sürer, Erdem Tetik ve Duygu Öztürk adlı gençler, 3 Nisan 2010’da, TEKEL işçilerine destek için Ankara’da düzenlenen eyleme katıldı. Bu kişiler hakkında, eylem sırasında ”güvenlik güçlerine karşı zor kullandıkları ve 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına aykırı davrandıkları” iddiasıyla kamu davası açılırken, iddianamede, olay günü ”eylemci grubun içerisinde bulunan sanıkların, barikat oluşturan güvenlik güçlerine yumurta attığı” da öne sürüldü.

Ankara 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanan sanıklar, 16 Aralık 2010’daki duruşmada beraat etti.

Mahkemenin gerekçeli kararında, tüm sanıkların; savunmalarında, TEKEL işçilerinin eylemine destek amacıyla basın açıklaması yapmak üzere toplandıklarını, açıklama sonrasında yürüyüş yaptıklarını, polise direnmediklerini ve suç işlemediklerini ifade ettiği belirtildi.

Cumhuriyet savcısının da ”sanıkların demokratik bir hakkı kullandığını, suçun unsurlarının oluşmadığını” kaydederek, sanıkların beraatını istediği bildirildi.

Sanıkların savunmalarıyla dosyadaki delillerin değerlendirildiği kaydedilen gerekçeli kararda, olay günü TEKEL işçilerini desteklemek için toplu halde basın açıklaması yapıldığı, topluluğun, sonrasında Yüksel Caddesine doğru yürüdüğünün anlaşıldığı ifade edildi.

Gerekçeli kararda, şu değerlendirmede bulunuldu:

”İddianamede, grubun içerisinde bulunan sanıkların barikat oluşturan güvenlik güçleri üzerine yumurta attıkları ve bu suretle suç işledikleri iddia edilmiştir.

Eylemlerin sabit olduğu kabul edilse bile, sanıkların davranışının tümüyle demokratik bir hakkın kullanılmasına yönelik olup, suç teşkil etmeyeceği sonucuna varılmış ve tüm sanıkların beraatlarına karar vermek gerekmiştir.” (Ntv)