Ana Sayfa Blog Sayfa 4959

Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar

Türkiye’de yaşayıp gündemi yarım yamalak da olsa takip eden birisinin karşılaştığı tehlikelerden ilki yüreğinin nasırlaşması ise hemen ikincisi de perspektifini kaybetme tehlikesi. O kadar büyük sorunları olan bir coğrafya ki burası birincil sorun kabul edilen sorunlardan farklı bir konuyla ilgilenmek bile “asıl mesele”yi ihmal etmekten doğan bir suçluluk duygusuna yol açabiliyor. Halbuki Auden’in dediği gibi “tepedeki yıldızlara kalsa cehenneme gitsek umurlarında olmaz”. Operasyonlarımız, bombalarımız ve KCK’larımız ile kendi cehennemimizi yaratmak için elimizden geleni yapaduralım, dünya dönüyor. Hem de üzerinde yaşam olup olmadığını umursamadan.

Şiddet, deprem, şiddet derken (ki zaten şiddet rutinini artık sadece doğal afetler bozuyor neredeyse) iklim değişikliği düşünmek zor evet. Canlı yaşam için en büyük talihsizlik iklim değişikliğinin insanlığın alışmış olduğu zamanlamanın dışında seyrediyor olması. Bilgi Üniversitesi’nde yapılan Türkiye için İklim Değişikliği Hukuku: 2012 ve Sonrası Çalıştayı’ında konuşan Richard Falk işte tam da meseleye dikkat çekti. Falk, 4 – 5 yılda bir seçilen hükümetlerin kısa hesap verebilirlik süreleri iklim değişikliği gibi uzun vadeli bir vakıayı dikkate alan politikalar üretmek için yetersiz kaldığı tespitini yapıyor (Benzer bir tespiti David Shearman ve Joseph Wayne Smith The Climate Challenge and the Failure of Democracy adlı kitaplarında yapıyor). Bir hükümetin yaptığını onu takip eden hükümet, farklı öncelikler çerçevesinde, bozabiliyor. İklim değişikliği ile mücadele ve uyum politikaları sonuçta her zaman popüler politikalar olmayabiliyor. Richard Falk geçen sene Şehir Üniversitesi’nde yapılan başka bir çalıştayda iklim değişikliği konusunda tutarlı politikalar izlenebilmesi için gerekli siyasi iradenin mevcut kısa dönemli siyasi döngü içinde dahi sağlanabileceğini söylemişti. Ancak, şu uyarıyı da eklemişti: Eğer bu siyasi iradenin kendi kendine oluşması zamana bırakılırsa o zaman da elimizde bol irade olacak ama çözüm umudu kalmayacak.

Hal böyleyken eğer kafayı kuma gömmeye devam etmeyeceksek, kısa dönemli siyaset döngüsünü aşan alternatifler bulmak zorunda olduğumuz iyice belirginleşiyor. Bilgi Üniversitesi’ndeki çalıştayda bu kapsamda en ilgi çekici konuşmalardan biri Daniel Greenberg tarafından yapılan “İklim Değişikliği Uyum Hukuku İçin Yasama” başlıklı sunumdu. Greenberg, Birleşik Krallık’ta 2008 yılında çıkarılan İklim Değişikliği Yasası’nı anlatırken dikkat çeken bir küçük detay yasa kapsamında oluşturulan İklim Değişikliği Komitesi oldu. Bu komitenin temel görevi hükümetlerin değişken günlük politikalarına kalıcı bir alternatif sağlamak. Her ne kadar mevcut yasa altında komitenin bağlayıcı yetkileri olmasa da ulus devlet seviyesinde hükümetlerden bağımsız böyle bir bilimsel komitenin yönlendirmelerinin görmezden gelinmesi nispeten daha zor olabilir.

Çalıştayda dikkat çeken bir diğer konuşma ise Gent Üniversitesi’nden Frank Maes’inkiydi. Maes sunumunda temel olarak Avrupa Birliği’nin iklim politikalarını anlatırken, katılımcılardan birinden gelen “iklim değişikliği bilimsel olarak kesin değil” mealindeki yoruma verdiği yanıt vurucu ve Türkiye’de pek alışık olmadığımız cinstendi: “Avrupa Birliği’nde çevre politikası için belirleyici olan bazı temel ilkeler vardır. Bunlardan en önemli olanlarından biri ihtiyatlılık ilkesidir. Bu ilkeye göre bir olgunun ekolojik zararında kesinlik aranmaz. Şüphe varsa önlem alınır”.

Bilgi Üniversitesi’ndeki çalıştayın öğleden sonraki bölümünde ise Hilal Elver, Nilüfer Oral ve Nursel Atar Türkiye’deki iklim değişikliği rejimini anlattılar. Özellikle Elver’in konuşmasından bir anekdot 20 yılda ne kadar yol aldığımızın acı bir hatırlatıcısı gibiydi: “Zamanında ÇED yönetmeliği taslağını hazırlayıp Turgut Özal’a götürdüğümüzde, bu ekonomi için çok kötü olur diyerek yüzümüze atmıştı”. Bu yüze atma ifadesi mecazi anlamda kullanılmış olabilir (veya olmayabilir; anayasa dahil olmak üzere bir şeyleri atmayı seven bir toplumuz); ancak, 20 yıl sonra ÇED yönetmeliğinin uygulamasındaki eksikler ve altyapı yatırımlarına getirilen muafiyet gibi yasal delikler ile ne hale geldiği ortada. ÇED’in kaderinde fırlatıp atılmak olsa gerek. DSİ’den olduğunu söyleyen bir katılımcı ise “Baraj yaparken artık ÇED raporuna bakıyoruz” şeklindeki ifadesiyle 2003 yılında yürürlüğe giren ÇED yönetmeliğinin ne kadar ciddiye alındığını ortaya koydu.

Bu ifadeler karşısında yutkunsak da aslında Türkiye açısından
toplantının tonunu Bilgi Üniversitesi rektörü Remzi Sanver daha açış
konuşmasında “Daha da önemlisi gelişmiş ülkeler sera gazları
emisyonunun azaltımına dair yükümlülük almak istemez iken, Türkiye
gibi gelişmekte olan ülkelerin yükümlülük almasını beklemek pek
gerçekçi değildir.” sözleriyle belirlemişti. Halbuki sayın rektör
küçük bir araştırma ve basit bir hesapla, Türkiye’nin mevcut kişi
başına düşen CO2 emisyonu oranının 5 ton seviyesinde olduğunu,
Türkiye’nin 1990-2010 arasında %98’lik CO2 emisyon artışı
kaydettiğini, Avrupa Birliği’nin mevcut kişi başına CO2 emisyon
oranının 10.5 ton olduğunu, AB’nin emisyonlarının düşmekte olduğu
(2020’ye kadar en az %20’lik düşüş hedefi bulunuyor) ve bu gidişat
sonucu Türkiye’nin 8-10 yıl içinde kişi başına CO2 emisyonu
seviyesinde AB’yi yakalayacağını belirtebilirdi. Böyle bir açıklama
Türkiye’nin iklim değişikliği üzerine her uluslararası toplantıda
ısrarla öne sürdüğü “özel koşulların” aslında ne kadar geçersiz
olduğunu daha net ortaya koyabilirdi.

Maalesef, çalıştay bir defa daha gösterdi ki iklim değişikliği
Türkiye’de toplumun ve karar vericilerin gündeminde hiç yok. Fonda
“gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar” çalarken kendi gündemimize gönül
rahatlığıyla dönebiliriz.

 

 

Mahir Ilgaz

twitter.com/#!/mahirilgaz

Van depreminden ilk gün izlenimleri – Sevda Kılıç

Acil durumda bu kadar hizli koordinasyonun sağlandığına ilk kez tanık olduğum Muş’tan, depremin 4.saatinde oraya varmış olduk. Deprem bilgisi alınır alınmaz, sivil toplum örgütleri, sivil savunma, Kızılay, ambulanslar ve gönüllüler ile yola çıktık. Herkesin birbirinden çok haberi olduğunu sanmıyorum ilk saatler ama Erciş yolu tam bir afet yoluydu. Yüzlerce araç dörtlülerini yakarak bölgeye yetişmeye çalışıyordu.

Bölgeye vardığımızda Kaymakamlıkta afet yönetim merkezi kurulma evresindeydi. Ağrı Valisi liderliğinde herkes bir taraflara koşuşturuyordu, ilk evre tam bir kargaşaydı. Kargaşanın yarattığı zaman kaybına esir olmadan ilk etapta bağımsız davranarak, görevli olmayan enkazlara yöneldik. Kayıplar için çok geç olmasının vicdani sorumluluğunda kahrolurken, kayıp yakınlarını kuru kuru teselli etmek tarif edilemez bi acı.

Çok katlı binalar ciddi hasar almışken, tek katlı binalarında durumu iyi denilemezdi. Merkezde hasarı olmayan binaya neredeyse denk gelmedik.

Kriz masasını ziyaret eden siyasiler sayesinde kayıpların arttığını düşünmüyor  değilim. Yetkililer siyasilere yaranmak yerine, iki taş kaldırsaydı emin olun bu kadar tıkanıklık yaşanmıyacaktı. Korumaların halka çöp muamelesi yapması tahammül edilemezdi. Enkazın başında evladının çıkması için yaralı köpek gibi koşuşturup duran bir annenin itilmesinin nasıl bir açıklaması olabilir ki! Bir afet merkezine mümkünse  siyasilerin gelmemesi için çalışmamı yapsak ne!?

Gece yaklaşırken, Kızılay ile irtibata geçip futbol sahalarına yerleşimleri organize ettik. Askeriye olabildiğince çözümcüydü. Ekipleşip kısım kısım çadırlar kurduk, depremzedeleri yerleştirdik, erzaklarını dağıtarak ısınmaları için ateşler yaktık. Çok iş vardı yapılacak, manevi destekte çok bulunduk diyemem. Halkın lokmasını paylaşmasındaki asalet, stok yapma bencilliği olmadan elele olmaları, bir kez daha anadolu insanının tüm asaletini ortaya koydu.

Sonrasında Valiliğin çadırlara el koyması anlaşılamadı, kendisi dağıtacakmış! Acıdan rant elde etmelerine alışkın olmamıza rağmen sindirebileceğimiz bir şey olmadığı için kavgamızı verdik ama tutabildiğimiz kadar el tutmaya daha çok ihtiyaç olmasından çok iyi işler çıkarabildik diyemem.

İş makineleri de her zamanki gibi fiyaskoydu. Nasıl önüne geçilir, bilir kişiler önerilerini bu işin olurunu bağırmalı hiç susmadan. Dün Marmara depremiydi, bugün Van. Sonuç … iş makineleri yaşayan zedenin kafasını kopardı! Böyle bir ölümü kaldırabilen mağdur yakınlarının yüreğini öperim ben.

Sabaha karşı Güroymak‘tan sıcak çorbalar, sıcak yemekler geldi ve halka dağıttık. Erzak toplayıp göndermek adına geri döndük. Biz dönerken, yolda Tokat’tan, Sivas’tan, Trabzon’dan, Konya’dan, Bingöl’den, Diyarbakır’dan ve yazmayı unuttuğum çok ilden araçlarla bir birimize kornalar çala çala geri döndük.

İnanılmaz bir dayanışmaydı, inanılmaz yardımlar geldi ki hala da gitmeye devam ediyor. Zor kapanır kış ağzı bu yaralar. Böyle bir durumun izleyicisi olmanın inanılmaz acısıyla bir daha yaşanmaması dileğiyle. Hepimize geçmiş olsun, yakınlarını kaybedenlerin de Allah yardımcısı olsun..

Şikede iddianamenin tarihi belli oldu!

Beşiktaş Kulübü Divan Kurulu Üyesi Avukat Ali Rıza Dizdar, şike soruşturmasıyla ilgili iddianamenin 17 Kasım’da verileceğini söyledi.

Aynı zamanda yönetici Serdar Adalı ve teknik adam Tayfur Havutçu’nun avukatı olan Ali Rıza Dizdar, “Mesleki kariyerine ve çalışmalarına güvendiğim çok önemli bir hukukçu arkadaşım. 17 Kasım’da iddianamenin açıklanacağını söyledi. Bana gün verdi. 17 Kasım’da iddianameyi teslim ediyorlarmış. Kanun gereği mahkemenin bunu 15 gün inceleme hakkı var. Verildikten sonra iddianame de bunlar yazıyor diyemeyiz” şeklinde konuştu.

İddianame belirtildiği tarihte verilirse Mili Takım’ın Hrıvatistan’la oynayacağı play-off maçlarının ardından Türk futbolunda kıyamet kopacak. Milli takım Hırvatistan’la 11 ve 15 kasım tarihlerinde karşı karşıya gelecek.

N.Ç. kararını Yargıtay da onadı

Yargıtay 14. Ceza Dairesi, Mardin’de 13 yaşındaki N.Ç’ye tecavüz edilmesi ile ilgili 32 sanıklı davada, yerel mahkemenin “N.Ç’nin sanıklarla rızasıyla birlikte olduğu” yönündeki kararını onadı. Daire bu nedenle, yerel mahkemenin sanıklara en az 10 yıl ceza verilmesini öngören tecavüz suçundan değil, en az 5 yıl ceza öngören “15 yaşından küçük biriyle rızasıyla birlikte olmak” suçundan ceza verilmesini yeterli buldu.

Vatan’ın haberine göre, daire aynı gerekçeyle sanıklar hakkındaki “rızasını alarak alıkoymak” suçunun zamanaşımından düşmesi kararlarını da onadı ve böylece ‘zorla alıkoymak’ suçundan alacakları 5-10 yıl arası hapisten de kurtardı. Yargıtay, 20 sanığa “15 yaşından küçük biriyle rızasıyla birlikte olmak” suçundan verilen cezanın, suçun birden çok kişi tarafından ve muhafaza altındaki çocuğa karşı işlenmesi nedeniyle yarı oranında artırılmasının “tartışılması” gerektiği gerekçesiyle bozma kararı verdi. Yargıtay kararı doğrultusunda ceza artırılsa bile, N.Ç’nin rızasının olduğu yönündeki görüş, her bir sanığın en az 12.5 yıl daha az ceza almasını sağlamış oldu.

Mardin’de 2002 yılında 13 yaşındaki N.Ç ’nin fuhuşa sürüklendiği ve bakire olması nedeniyle, kendisini satan kadınlar tarafından aralarında asker, memur, korucu, muhtar gibi birçok devlet görevlisinin bulunduğu 26 erkekle ters ilişkiye girmeye zorlandığı ortaya çıkmıştı. Mahkeme sanıklara kanundaki alt sınırdan ceza vermiş, üstüne bir de iyi hal indirimi yapmıştı.

Mahkemenin sanıklar hakkında “reşit olmayan kişiyi zorla alıkoyma” suçlaması yerini “rızasını alarak alıkoymaya” dönmüş ve zamanşamından düşme kararı verilmişti. Yargıtay tecavüz eden 18 sanığa “ırza geçme”, onu sanıklara satan 2 kadın hakkındaki “ırza geçmeye iştirak” suçundan verilen cezaların yarı oranında artırılması gerektiği gerekçesiyle bozma kararı verdi. 3 sanık hakkındaki beraat kararı ile N.Ç’ye yanında başka kimse olmadan tecavüz eden 5 sanığa verilen mahkumiyet kararlarını ise onadı.

İstanbul Elvis Costello’yu bekliyor

She‘ ve ‘I Want You‘ gibi unutulmaz şarkılara imza atan, dünyaca ünlü sanatçı, söz yazarı Elvis Costello 2 Kasım’da İstanbul’da müzikseverlerle buluşuyor.

1977 yılında “My Aim Is True” albümüyle müzik hayatına başlayan ve Liverpool`un Beatles’tan bu yana çıkardığı en önemli müzik adamlarından biri sayılan ve Bob Dylan’dan sonra gelmiş en iyi şarkı sözü yazarı Elvis Costello, new wave ve reggea gibi türlere bulaşarak başladığı kariyerinde rock, pop, soul, caz gibi türleri, eşsiz vokali ve farklı bir müzik algısıyla bir araya getirdi.

Costello, pop müzik tarihinde bir devrim niteliğinde olan ve grubu The Attractions ile kaydettiği “Imperial Bedroom” albümünün yanı sıra Julia Roberts’ın unutulmaz filmi Nothing Hill’ın soundtrack’i “She” ve filmi de soundtrack’i ile aynı adı taşıyan “I Want You” parçası gibi unutulmaz baladlara da imza attı. Büyülü sesi, kendine has tarzı ve efsaneleşmiş şarkıları ile izleyicileri büyüleyen Costello, sahnede de hiç sönmeyen bir ateş gibi…

Elvis Costello’nun uzun süredir beklenen bu konseri UNilife Organizasyonuyla 2 Kasım’da Maslak Tim Show Center’da gerçekleşecek.

İlk single 1977’de

İlk single’ı “Less Than Zero”yu 1977’de Stiff Records’tan yayımlayan Elvis Costello, iki ay sonra ‘My Aim Is True’ albümü ile çıkış yaptı. Albüm, İngiltere listelerinde 14 numaraya kadar yükseldi. Nick Lowe, Ian Dury ve Wreckless Eric’le birlikte Costello, aynı yılın baharında turneye çıktı. Yılın sonunda ise Jake Riviera, Stiff Records’dan ayrıldı ve Costello’yla, Lowe’ı da yanına alarak Radar Records’u kurdu.

Reggea etkileşimli ‘Watching The Dedectives’ sanatçının ilk büyük hit’i oldu ve aynı yıl listelerde 15 numaraya kadar yükseldi. Costello’nun; Attractions’la birlikte kaydettiği ilk albüm “This Year’s Model” 1978 yılının baharında piyasaya çıktı. “My Aim Is True”dan daha sert olan albüm, İngiltere listelerinde 4, Amerika listelerinde de 30 numaraya kadar yükselerek yine çok büyük bir hit oldu. Bir sonraki yıl piyasaya çıkan “Armed Forces” ise sanatçının diğer albümlerine göre daha tutkulu ve müzikal açıdan daha farklı bir sound’a sahipti ki İngiltere listelerinde 2 numaraya, Amerika listelerinde ise ilk 10’un içine girmeyi başardı.

1980 yılının Şubat ayında soul ritmlerinden etkilenmiş olan “Get Happy!!” piyasadaydı. Bu albüm Riviera’nın yeni plak şirketi F-Beat’ten çıkan ilk albümdü. Aynı zamanda albüm yine İngiltere’de 2 numaraya kadar yükselirken, Amerika’da da 11 numaraya kadar ilerledi. O yılın sonunda B-Side’larının toplamasından olan iki koleksiyon “Taking Liberties” Amerika’da piyasaya çıkarken bu albümle benzer “Ten Bloody Marys and Ten How’s Your Fathers” adındaki albümde sadece kaset olarak İngiltere’de piyasaya çıktı.

Attractions olmadan kaydedilen ve “The Costello Show” olarak piyasaya sürülen “King Of America” genel anlamda bir country-folk albümüydü ve Costello’nun piyasaya sürdüğü “Imperial Bedroom”dan sonra en iyi eleştirileri alan albümü oldu. Bu albümü ise aynı yılın sonunda The Attractions ve prodüktör Nick Lowe’la birlikte kaydedilen “Blood and Chocolate” takip etti. Bundan sonra Costello 1994 yılına kadar bir daha Attractions’la albüm kaydetmedi. 1987 yılında Costello Warner Bross’la anlaşma imzaladı ve akabinde de Paul McCartney’le birlikte şarkı sözü yazıp albüm kaydetmeye başladı. İki yıl sonra ise müzikal açıdan en fazla çeşitliliğin yer aldığı “Spike” albümü yayınladı. Spike; ‘Veronica’ gibi Costello ve McCartney’nin ilk birlikte çalışmalarının yer aldığı albüm olma özelliğini taşıyordı. ‘Veronica’ 19 numaraya kadar yükselerek sanatçının Amerika’daki ilk büyük hit’i oldu. İki yıl sonra “Mighty Like A Rose” piyasadaydı.

1993 yılında Costello klasik müziğe eğilimini göstererek “The Juliet Letters”da Brodsky Quartet’la birlikte çalıştı. Aynı zamanda sanatçı Transvision Vamp’ın solisti Wendy James’in “Now Ain’t the Time for Your Tears” albümünün tamamını hazırladı. Elvis Costello 1994 yılında Goodbye Cruel World’den sonraki en pop ağırlıklı albümü olan “Brutal Youth”un kayıtlarında Atractions’la yeniden birlikte çalıştı. Topluluk Costello’ya 1994 yılında 1995 yılına kadar süren turnede de eşlik etti. 1995 yılında bir kenara kaldırmış olduğu parçalarının coverlarından oluşan “Kojak Variety” albümünü piyasaya sürdü.

1996 yılının baharında daha önce farklı sanatçılara vermiş fakat kendisinin hiç kaydetmemiş olduğu parçalarının da yer aldığı “All This Useless Beauty” albümünü piyasaya sürdü. Burt Bacharach’la birlikte kaydettiği “Painted From Memory” ise 1998 yılında piyasadaydı. Costello ve Bacharach birlikte Amerika ve İngiltere’yi kapsayacak olan turneye çıktılar. Bacharach bu yolculuktan ayrılınca ise Costello yanına Steve Nieve’yi aldı ve tüm dünyayı “Lonely World Tour” adını verdiği turneyle dolaşmaya devam etti. 1999’da Costello’nun parçaları Notting Hill ve Austin Powers filmlerinde yer aldı. Aynı zamanda Costello ve Bacharach; Austin Powers: The Spy Who Shagged Me filminde rol de aldılar. Nieve’yle birlikte çıktığı turnede Costello; son şarkısını söylemeye başlamadan dinleyicilerden büyük bir sessizlik içinde yerlerine oturmalarını isteyip genelde de ‘Couldn’t Call It Unexpected #4″ parçasını seslendirirdi.

Sanatçının bir sonraki albümü; parçaların çoğunun kendisi tarafından yazıldığı, Ann Sofie von Otter’in katkılarıyla hazırlanan ve daha çok pop standartlarına yakın 2001 yılının Mart’ında Deutsche Grammophon plak şirketinden çıkan albüm oldu. Elvis Costello 2001 yılında kendini müzik konusunda dersler ve konserler verirken UCLA’da buldu.

2002 yılının baharında ise sanatçının Island Plak Şirketi’nden Pete Thomas ve Nieve’nin de katkılarıyla hazırlanan “When I Was Cruel” albümü çıktı. Sanatçının 2003 yılında ise yirminci stüdyo albümü ‘North’ bir sene sonra ‘Il Songo’ (İtalyanca bir kelime olup anlamı ‘rüya’dır) ve Lost Highway’den ‘The Delivery Man’ albümleri yayınlandı. 2006’da ise Alen Tussaint’le kaydettği ve Haziran ayında yayınlanan ‘The River In Riverse’ müzik marketlerdeki yerini aldı.

2004 yılında A Tribute to Elvis Costello ve Davis Does Elvis adında iki tribute albümü yayınlandı. 2006 yılında Metropole Orkest’le verdiği konserin kayıtlarını My Falme Burns Blue adında yayınladı. Costello 2006 yılında Delirious ve Putting the River in Reverse adındaki filmlerde yer aldı.

(t24)

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin Bayatyan Ermenistan’a karşı kararı ve kararın Türkiye’deki vicdanî ret hakkına etkisi

Özet: İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin Ermenistan’a karşı vermiş olduğu Bayatyan kararı sonrasında İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin düşünce, din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin 9. maddesi kapsamına vicdanî ret hakkı da dahil olmuştur. Vicdanî ret hakkı artık Avrupa kamu düzeninin bir parçasıdır. Mahkeme kararlarının Sözleşme’nin ayrılmaz bir parçası olması nedeniyle Bayatyan kararı Türkiye’yi bağlar. 1982 Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrası uyarınca temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerle kanunların farklı düzenlemeler içermesi halinde uluslararası sözleşme uygulanır. Bu nedenle, 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nun alternatifsiz şekilde zorunlu askerlik hizmetini öngören düzenlemesi karşısında Sözleşme’nin vicdanî ret hakkını da kapsayan 9. maddesi üstün konumdadır. Vicdanî ret davalarına bakan yargıçların bu yeni durumu göz önünde bulundurarak vicdanî retçileri cezalandırmaktan kaçınması ve Sözleşme’nin 9. maddesini uygulaması gerekmektedir. Yasama organının da vicdanî ret hakkını tanıyan ve bu hakkını kullanan vatandaşlar için alternatif bir kamu hizmeti öngören bir düzenleme yapması acil bir zorunluluktur.

Vicdanî ret, Bayatyan, zorunlu askerlik hizmeti, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi

Summary: After the European Court of Human Right’s Bayatyan decision against Armenia, right to conscientious objection became a part of the article 9 of the European Convention of Human Rights related to freedom of thought, religion and conscience. The right to conscientious objection is now a part of the european public order. Due to being an unseparable part of the Convention Bayatyan decision bound also Turkey. In accordance with the last clause of the article 90 of the 1982 Constitution, if international conventions on the fundamental rights and freedoms contain different dispositions than national law, in this case international conventions rule. Therefore, over against the disposition of the Military Law numbered 1111 which doesn’t envisage any alternative public service instead of the obligatory military service, article 9 of the Convention which contains the right to conscientious objection prevail. Judges who decide for the conscientious objection cases, bear in mind this new situtation, abstain to punish conscientious objectors and put into practice article 9 of the Convention. And it’s an urgent obligation for the legislative organ to prepare a regulation which recognize the right to conscientious obection and regulates a public service for the conscientious objector citizens .

Conscientious objection, Bayatyan, obligatory military service, European Court of Human Rights

Giriş

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM) 7 Temmuz 2011 tarihinde vermiş olduğu Bayatyan Ermenistan’a karşı kararı vicdanî ret hakkıyla ilgili bir içtihat değişikliği yarattığı için son derece önemli bir karardır. Vicdanî reddin bir hak olarak Mahkeme tarafından tanınması, özellikle Türkiye gibi Mahkeme’nin yargı yetkisini kabul etmiş, buna karşın henüz vicdanî ret hakkını tanımamış ülkeler için hukuksal açıdan karmaşık bir durum yaratmaktadır. Bu karmaşanın çözülmesi, ülkemizdeki vicdanî retçilerin de durumlarını netleştirmek bakımından önemlidir.

 

Roma Antik Dönemi’ne kadar uzanan[1] vicdanî reddin en yaygın tanımı dinî, ahlâkî ya da politik gerekçelere dayanarak “zorunlu askerlik hizmeti”ni reddetme durumudur.[2]Vicdanî retçiler, savaşmak (ve dolayısıyla öldürmek) için kurulmuş ordulara zorunlu şekilde hizmet etmeye vicdanlarını etkileyen dinsel inanç, felsefî görüş, ahlâk anlayışı veya siyasal nedenlerle karşı çıkar.[3] Ancak en başında belirtmemiz gerekir ki bu makale, vicdanî ret hakkıyla ilgili bir makale olmaktan çok, İHAM’ın Bayatyan Ermenistan’a karşı kararının bir incelemesi niteliğindedir. Vicdanî ret hakkının nitelikleri, tarihî geçmişi ve teorisiyle ilgili bilgi ve incelemeler bu makalenin kapsamı dışında tutulmuştur.[4]

Ayrıca yine belirtmekte fayda görmekteyiz ki bu makalede Yehova şahitleriyle ilgili dinsel bilgiler de verilmeyecektir. Bunun nedeni, bu konudaki bilgimizin kısıtlı olması ve başvurucu Vahan Bayatyan’ın bir Yehova şahidi olması, hatta davaya Yehova Şahitleri Hıristiyanları Avrupa Derneği’nin müdahil olarak katılması ve Mahkeme’nin de kararın bazı noktalarında[5] bu dinsel görüşle ilgili çeşitli bilgilere yer vermiş olmasına karşın, kanaatimizce, davanın dinsel boyutunun ikincil bir planda kalmasıdır. Mahkeme, Bayatyan’ın vicdanî retçi olmak için gerekli kriterlerden biri olan “askerlik hizmetini reddeden bir dinsel inanca samimi olarak sahip olup olmadığına” bakmış ve olduğunu tespit ettikten sonra olayı vicdanî ret hakkı üzerinden karara bağlamıştır. Bir başka deyişle, bizce, Bayatyan bir Yehova şahidi değil de samimi bir pasifist olsaydı da karar aynı yönde çıkardı.

I – Bayatyan Kararı Öncesindeki Hukuksal Durum

İHAM’ın Bayatyan kararı, vicdanî ret hakkıyla ilgili uzun bir mücadelenin sonunda varılan son noktadır. Söz konusu karar öncesinde bizim de üye olduğumuz çeşitli uluslararası kuruluşlar tarafından vicdanî ret hakkının tanınması yönünde atılmış somut adımlar bulunmaktadır.

A – Avrupa

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi 1967 tarihli 337 (1967) Kararı’nda[6] vicdanî ret hakkından bahsetmiştir. Söz konusu Karar’da şu cümlelere rastlamaktayız:

Askerî hizmet yapması gereken kişilerden, vicdanî veya bir dinî, ahlâkî, ruhanî, insancıl, felsefî veya başka bir düzene olan derin inanç nedeniyle askerî hizmeti yapmayı reddedenler olursa onların, bu hizmetten muaf tutulmayı sağlayan öznel bir hakları olmalıdır.

Hukukun üstünlüğü üzerine kurulu demokratik Devletlerde bu hakkın, mantıken, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 9. maddesi tarafından korunan temel haklardan kaynaklandığı kabul edilir.

Parlamenterler Meclisi, kabul ettiği 478 (1967) numaralı Tavsiye Kararı’nda[7] ise Bakanlar Komitesi’nden, vicdanî ret konusunda üye ülkelere mevzuatlarını uyumlu hale getirmeleri için çağrı yapmasını istemiştir.

Daha sonra kabul ettiği 816 (1977)[8] ve 1518 (2001)[9] numaralı Tavsiye Kararları’nda da Parlamenterler Meclisi, durumu netleştirmek adına, vicdanî reddin Sözleşme tarafından tanınan “düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün temel bileşeni” olduğunu ifade etmiştir.

Yakın zaman önce kabul ettiği 1742 (2006) numaralı Tavsiye Kararı’nda[10] ise Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, üye ülkeleri kariyer sahibi askerlerin de vicdanî retçi olmaları için yasal düzenleme yapmaya çağırmıştır.

Bakanlar Komitesi de 1987’de kabul ettiği R(87)8 numaralı Tavsiye Kararı’nda[11] üye ülkelerden, hâlâ yapmayanlar varsa, mevzuatlarını şu ilkeyle uyumlu hale getirmelerini istemiştir:

Zorunlu askerlik hizmetine tâbi olan kişilerden, üstün vicdanî nedenlerle silah kullanımına katılmayı reddedenlerin bu hizmetten muaf tutulma hakları vardır (…) (ve) onlardan alternatif bir hizmet görmeleri istenebilir.

Avrupa Parlamentosu da 7 Şubat 1983, 13 Ekim 1989, 11 Mart 1993 ve 19 Ocak 1994 tarihli kararlarında vicdanî reddin Sözleşme’nin 9. maddesi aracılığıyla korunan düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün bir parçası olduğunu belirtmiş ve Avrupa Birliği üyesi ülkeleri hukuk sistemlerinde belirtilen temel haklara vicdanî ret hakkını da eklemeye davet etmiştir.

7 Aralık 2000 tarihinde ilan edilen ve 1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın 10. maddesi şu ifadeyi içermektedir:

Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, dinini veya inancını değiştirmeyi kapsadığı gibi, dinini veya inancını, kamusal ortamda veya özelde, dinsel törenlerin ibadet, eğitim, uygulama ve icrası yoluyla bireysel veya topluluk halinde ifade etmeyi de kapsar.

Vicdanî ret hakkı, uygulamasını düzenleyen ulusal yasalara göre tanınmıştır.

Görüldüğü üzere üyesi olmak için uzun zamandan beri çaba sarf ettiğimiz Avrupa Birliği’nde vicdanî ret 2009’dan bu yana bir hak olarak tanınmış durumdadır. Hatta vicdanî reddi tanımış olmak artık Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi’ne üyelik için bir ön şart olarak kabul edilmektedir. Nitekim, Bayatyan Kararı’nı da yakından ilgilendiren Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin, Avrupa Konseyi’ne üye olma başvurusu yapan Ermenistan’la ilgili olarak kabul etmiş olduğu 221 (2000) numaralı Görüş’ünün[12] 13. paragrafının (iv – d) bendinde Ermenistan’dan, Konsey’e üye olmanın bir şartı olarak, üyeliğinin ardından üç sene içerisinde Avrupa standartlarına uygun bir alternatif hizmet kanunu çıkartmayı ve o an itibariyle cezalarını çekmekte olan vicdanî retçileri affetmeyi kabul etmesi istenmiştir.

B – Birleşmiş Milletler

Birleşmiş Milletler (BM) de vicdanî ret konusunda hem İnsan Hakları Komisyonu, hem de Medenî ve Siyasal Haklar Sözleşmesi (MSHS) aracılığıyla aktif bir tutum sergilemektedir.

İnsan Hakları Komisyonu 1987/46 sayılı Karar’ında[13], o zamana kadarki görüşünden ayrılarak ilk kez devletleri vicdanî ret hakkını tanımaya ve söz konusu haklarını kullanan kişileri hapsetmekten vazgeçmeye çağırmıştır.[14] Komisyon, 1989/59 sayılı Karar’ındaysa[15] bir adım daha ileri giderek vicdanî ret hakkını MSHS’nin 18. maddesiyle korunan düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün bir uygulaması olarak görmüştür. 2004/35 numaralı Karar’ındaysa[16] Komisyon, devletlerden, vicdanî nedenlerle askerlik hizmetini yapmayı reddeden kişileri affetmelerini ve bu kişilerin durumlarını hukuken düzenlemelerini talep etmiştir.

Komisyon’un vicdanî ret hakkını da kapsadığını düşündüğü MSHS’nin 18. maddesi şu düzenlemeyi içermektedir:

Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahiptir; bu hak kişinin kendi isteğine göre bir dini veya inancı olması özgürlüğünü, aynı şekilde dinini veya inancını bireysel olarak veya topluluk halinde, özel alanda olduğu kadar kamusal alanda da, ibadet, geleneklerin icrası, uygulama ve eğitim yoluyla ortaya koymasını da içerir.

MSHS’nin uygulamasını takip eden İnsan Hakları Komitesi ilk kez 7 Kasım 1991 tarihinde vermiş olduğu J.P. Kanada’ya karşı kararında[17] 18. maddenin askerî etkinliğe ve giderlere karşı vicdanî reddi de içerdiğini belirtmiştir.

İnsan Hakları Komitesi 1993 yılında, MSHS’nin 18. maddesiyle ilgili 22 numaralı genel değerlendirmesini açıklamıştır. Değerlendirmenin 11. paragrafında şu ifadelere yer verilmiştir:

Sözleşme açıkça bir vicdanî ret hakkından bahsetmemekteyse de Komite, bu tür bir hakkın, insanların hayatı pahasına güç kullanımı zorunluluğunun, vicdan özgürlüğü ve dinini veya inancını ortaya koyma hakkıyla ağır şekilde çeliştiği ölçüde, 18. maddeden çıkarılabileceğini öngörmektedir.

Birleşmiş Milletler bünyesinde vicdanî ret konusunda devrim niteliğindeki ilerlemeyse Güney Kore’li iki Yehova şahidiyle ilgili kararla yaşanmıştır. Yeo-Bum Yoon’un ve Myujng-Jin Choi’nin Kore Cumhuriyeti’ne yönelik olarak açtıkları davada[18] Komite, vicdanî reddi tanımamış bir ülkede dinî nedenlerle askerlik hizmetini reddeden kişilerin cezalandırılması ve hapsedilmesini başvurucuların “dinlerini veya inançlarını ortaya koyma yeterliklerine getirilmiş bir sınırlama” olarak görmüştür.

Üstelik bu karar metninde Komite çok açıkça vicdanî reddin artık, MSHS’nin 8. maddesinde belirtilen  “vicdanî reddi kabul etmiş olan ülkelerde” ibaresiyle birlikte değil, sadece 18. madde ışığında değerlendirilmesi gerektiğini; bunun yaşanan gelişmeler sonucunda gerçekleşen bir evrim olduğunu ifade etmiştir. Vicdanî ret hakkına bakışta 2006 yılında gerçekleşen bu evrim az sonra ayrıntılarına gireceğimiz Bayatyan kararında da paralel şekilde yaşanmıştır.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi bünyesinde kurulan Keyfî Tutuklamalarla İlgili Çalışma Grubu, Türkiye ve İsrail’deki vicdanî retçilerin tekrarlanan tutuklamalarınınon bis in idem ilkesine aykırı bulmuş ve bunları keyfî olarak nitelemiştir.[19] Grup daha sonra bir adım daha ileri giderek 16/2008 numaralı Görüş’ünde Halil Savda’nın ilk tutukluluğunun dahi keyfî olduğuna karar vermiştir.[20] Böylece bir vicdanî retçinin tutukluluğunun keyfî olarak nitelenebilmesi için tekrarlanması gereği ortadan kalkmıştır.

Vicdanî ret hakkıyla ilgili uluslararası hukuk alanında son duruma bakacak olursak, hem Avrupa Birliği, hem de Birleşmiş Milletler seviyesinde vicdanî ret artık tam bir hak olarak kabul edilmiş durumdadır. 1980’lerin başında başlayan süreçte, zaman içinde, vicdanî retle ilgili konularda adım adım ilerleme sağlanmış ve yetkili olan organların bağlayıcı olmayan tavsiye kararları ve açıkça vicdanî ret hakkını tanımaktan kaçınan kararlarının ardından[21] bugün, bu alanda verilen mücadele ve uluslararası kamuoyunda edinilen meşruiyetin ardından, somut bir sonucun ortaya çıkması için hazır bir ortama ulaşılmıştır. İşte Bayatyan olayı, tam da bu ortamdan beslenerek İHAM’ın içtihadında bir değişikliğe sebep olmuştur.

II – Bayatyan Davası

A – Olayın Şartları[22]

1983 doğumlu ve başkent Erivan’da oturan Vahan Bayatyan, Yehova şahididir ve 2001 İlkbaharı’nda askere çağrılmıştır. Bunun üzerine Bayatyan bir mektup yazarak bunu Ermenistan Başsavcısı’na ve Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu’na gönderir. Mektubunda şu ifadeleri kullanmıştır:

Ben, 1983 doğumlu Vahan Bayatyan, 1996’dan beri İncil’i öğrenmekte ve vicdanımı İncil’in Isaïe 2:4’teki cümlelerine göre şekillendirmekte, ve bilinçli olarak askerlik hizmetimi gerçekleştirmeyi reddetmekte olduğumu bilgilerinize sunarım. Askerlik hizmeti yerine geçecek sivil bir hizmeti yerine getirmeye hazır olduğumu da aynı şekilde bilgilerinize sunarım.[23]

Millet Meclisi Devlet ve Hukuk İşleri Komisyonu 29 Mayıs 2001’de Bayatyan’a şu ifadeleri içeren cevabı göndermiştir:

Açıklamanıza istinaden, sizi, Ermenistan Cumhuriyeti yasalarına göre tüm vatandaşların Ermeni ordusunda hizmet etme zorunluluğu olduğu konusunda bilgilendiririz. Henüz Ermenistan’da alternatif hizmetle ilgili herhangi bir düzenleme yapılmamış olması nedeniyle yürürlükteki yasalara uymakla ve Ermeni ordusunda hizmet etmekle yükümlüsünüz.[24]

Erebuni askerî komiseri, askerî görevlerinden kaçması nedeniyle Ceza Kanunu’nun 75. maddesi uyarında Bayatyan’ın cezalandırılması için soruşturma başlatmıştır. Bu sırada Bayatyan, Ermenistan’ın Avrupa Konseyi’ne üyeliğinin bir ön şartı olarak çıkartılan vicdanî retçilerle ilgili aftan yararlanmak için bir dilekçe vermiş ancak dilekçesine hiçbir cevap alamamıştır.

Bayatyan, birliğine teslim olmaması nedeniyle 2002 yılının Eylül ayında tutuklanmıştır. Sorgulaması sırasında Bayatyan, daha önce yazdığı mektupta belirttiği gibi, askerlik hizmetini dinî inancı nedeniyle bilinçli olarak reddettiğini ancak yerine geçebilecek herhangi bir sivil hizmeti yapmaya hazır olduğunu belirtmiştir.

Bayatyan hakkında dava 22 Ekim 2002’de başlamış ve altı gün sonra bölge mahkemesi sanığı bir yıl, altı ay hapis cezasına çarptırmıştır. Savcı, 29 Kasım 2002’de karara itiraz etmiş ve sanığın suçluluğunu kabul etmemesi nedeniyle cezanın artırılmasını talep etmiştir. Bunun yanında savcı, vicdanî ret hakkıyla ilgili olarak sık sık ifade edilen kamu düzeninin bozulması endişesini de dile getirmiştir:

Kanaatimizce mahkeme açıkça hafif bir ceza açıklamış ve bu suçun yarattığı sosyal risk seviyesini (…) dikkate almamıştır.[25]

Buna karşı Bayatyan, 19 Aralık 2002’de savcının bu yeni talebine cevap vermiş ve verilen kararın Ermenistan Anayasası’nın 23. maddesi ve İHAS’ın 9. maddesiyle korunan vicdan ve din özgürlüğüne aykırı olduğunu, alternatif hizmet öngören bir yasanın bulunmayışının vicdanî nedenlerle askerlik hizmetini yapmayan bir kişinin cezalandırılmasına gerekçe teşkil edemeyeceğini belirtmiştir.

Buna rağmen temyiz mahkemesi savcının talebini yerinde görmüş ve Bayatyan’ın hapis cezasını iki buçuk yıla çıkartmıştır.

Bayatyan’ın bu karara karşı bir üst mahkemeye yaptığı itiraz da sonuçsuz kalmış ve Ermenistan Yargıtayı Anayasa’nın 23. maddesinde öngörülen düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün devletin güvenliğinin korunması, kamu güvenliği ve kamu düzeni gibi nedenlerle sınırlanabildiğini belirtmiştir. Yargıtay, İHAS’ın 9. maddesinin 2. fıkrasının da benzer sınırlamalar içerdiğini de kararında belirtmiştir.[26]

Bayatyan, on buçuk ay hapiste kalmış ve 22 Temmuz 2003 tarihinde salıverilmiştir.

B – İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Süreci

Bayatyan’ın başvurusu, İHAM’ın önüne gelen üçüncü vicdanî ret davasıdır.[27] Daha önceki vicdanî ret olaylarına bakan organ Komisyon’dur ve Komisyon, kararlarında, İHAS’ın 9. maddesini “askerî nitelikte bir hizmeti veya inançları gereğince askerlik görevini yapmaktan kaçınan kimselerin durumunu meşru sayan ülkelerde, bu inanca sahip kimselere zorunlu askerlik yerine gördürülecek başka bir hizmeti” zorla veya zorunlu çalıştırma olarak kabul etmeyen 4. maddenin 3. paragrafının (b) bendiyle birlikte değerlendirmiştir.[28] Bunun sonucu olarak da ülkelerin vicdanî reddi tanıyıp tanımamalarının kendi takdirlerinde olduğuna dair görüş bildirmiştir.

C – Bayatyan Kararında Tarafların Görüşleri

1) Başvurucu

Yehova şahidi olması nedeniyle askerlik hizmeti yapmayı reddeden Vahan Bayatyan, öncelikle, İHAM’ın vicdanî ret hakkını değerlendirirken İHAS’ın 9. maddesi ile 4/3(b) hükmünü birlikte değerlendirmemesi gerektiğini ifade etmiştir. Zira Bayatyan’a göre 4/3(b) hükmünün tek işlevi 4. maddenin 2. fıkrasını açıklamaktır ve vicdanî ret hakkını ne kabul etmekte, ne de reddetmektedir.[29]

Bayatyan, bugünün şartlarında artık Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerin neredeyse tamamının vicdanî ret hakkını tanıdığını ve hatta vicdanî ret hakkının tanınmasının artık Avrupa Konseyi’ne üyeliğin bir şartı haline geldiğini ifade etmiştir.

Kaldı ki, Bayatyan’ın bizim de katıldığımız görüşüne göre, bu dava onun özel davası olmaktan çıkmış ve vicdanî reddin tanınmadığı Avrupa Konseyi üyesi ülkelerde ve dünyanın geri kalanında yaşayan binlerce vicdanî retçiyi ilgilendiren bir davaya dönüşmüştür.[30]

Bayatyan ayrıca, vicdanî ret kavramının özündeki barışçıllık niteliğine de değinerek demokratik bir toplumda kardeşleriyle barış içinde yaşamak isteyen basit bir vicdanî retçinin tehlikeli bir suçlu gibi hapse atılmasının zorunlu olmaması gerektiğini belirtmiştir.[31] Yaptığının sadece düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü kullanmak olduğunu ifade eden Bayatyan, kendi durumundaki vicdanî retçilerin aftan yararlandığını ancak kendisine bu hakkın tanınmadığını ifade etmiştir. Son olarak Bayatyan, ülkenin askerî güvenliğinin kendisi gibi kişilerin cezalandırılmaması halinde zayıflamayacağını dile getirmiştir.[32]

Bu noktada belirtmek gerekir ki Bayatyan’ın iddiaları aslında kendiliğinden ispatlanmış iddialardır. Zira bir vicdanî retçi olarak Bayatyan askerlik hizmetini yapmamakta ve örneğin hapis cezasını çekmekte iken Ermenistan’ın savunma gücü zaafa uğramamıştır. Mahkemenin hapis cezası vermesi ülkenin askerî gücünü güçlendirmemiş, bilakis, ülkeye sivil bir görevde hizmet etmek isteyen bir kişiyi hem etkisiz hale getirmiş, hem de ona hapishanede yer açmak ve yiyecek, içecek, elektrik, su, vb. imkânlar sağlamak suretiyle gider yaratmış ve ülke ekonomisine ek bir yük getirmiştir.

2) Hükümet

Davada hükümetin savunması kabul görmemiş ve sonuç olarak Ermenistan tazminata mahkûm olmuştur. Ancak sırf bu nedenle hükümetin iddialarının incelenmesine gerek olmadığını düşünmüyoruz. Çünkü Ermenistan hükümetinin yapmış olduğu savunma, Türkiye’de bugüne kadar vicdanî ret hakkının tanınmaması adına ileri sürülen temel gerekçeleri içermektedir.

Bayatyan’ın, dinî inanışları ne olursa olsun Anayasa tarafından askerlik hizmetini yapmaya zorunlu tutulduğunu belirten Ermenistan hükümeti, yasanın öngörmediği şekilde Yehova şahitlerinin bu zorunluluktan muaf tutulmasının eşitlik ilkesine aykırı olacağını[33] ve ülkeyi yöneten otoritelerin temel görevinin yasayı, dinlerine bakmaksızın, tüm Ermeni vatandaşlara aynı şekilde uygulamak olduğunu iddia etmiştir.[34]

Vicdanî retçilere yönelik uygulamanın İHAM’ın daha önceki içtihatlarına (özellikle de Ülke Türkiye’ye karşı kararına) uygun olduğunu belirten hükümet, Mahkeme’nin 9. maddeye yeni bir yorum getirmemesi gerektiğini, çünkü hareketlerini “muhtemel bir yeni bakış açısına göre” düzenleyemeyeceğini belirtmiştir. Buradan da anlaşılmaktadır ki Ermenistan hükümeti, vicdanî ret hakkının uluslararası alanda genel kabul gören bir hak olması nedeniyle İHAM’ın içtihat değiştirme eğiliminde olduğunu sezmiştir. Nitekim kararın 80. paragrafında Ermenistan hükümeti Avrupa Konseyi’ne üye çok sayıda ülkenin değişik biçimlerde alternatif hizmeti düzenlediğini kabul etmiş ancak bunun, İHAS’ın 4/3(b) hükmünün vicdanî reddi tanıyıp tanımamak konusunda ülkeleri serbest bırakan düzenlemesi karşısında kendileri açısından bir zorunluluk oluşturmadığını iddia etmiştir.

Ermenistan hükümetinin savunmasındaki en zayıf nokta ise, kanaatimizce, ülkede kayıtlı bulunan 60’tan fazla dinsel topluluğun her birinin askerliği veya vergi vermeyi dinsel inançlarına aykırı bulması halinde[35] devletin düşeceği kötü durumla ilgili faraziyedir.[36] Hatta savunmanın bu bölümünde hükümet, kendi vatandaşlarının, sırf vergi vermemek veya askerlikten kaçmak için bu tür dinsel topluluklara üye olabileceklerini iddia etmiştir ki bu, Yehova şahitleri gibi köklü ve samimî dinsel toplulukları ve bunların üyelerini yalancılık ve samimiyetsizlikle suçlamaktan başka bir şey değildir.[37] Kaldı ki 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılda vicdanî retle itikat arasındaki bağ önce gevşemiş, sonra gitgide çözülmüştür. Pasifist mezheplerin üyelerine, vicdanî retleri için dinsel nedenlerden başka nedenler öne süren genç erkekler eklenmiştir.[38] Yaşanan bu sekülarizasyon sürecinin ardından vicdanî ret hakkı artık dinsel mezheplerin tekelinde olmaktan çıkmış ve onları aşmış bir hakka dönüşmüştür.

Bunun yanında, 1998/77 sayılı İnsan Hakları Komisyonu kararı[39] da “askerlik hizmetinin vicdanî reddinin dinî, ahlâkî, etik, insanî ya da benzer güdülerden kaynaklanan köklü kanaatler de dahil olmak üzere vicdanî ilke ve gerekçelerden türediğini” ifade ederek, vicdanî reddin yalnızca dinsel bir hak olmadığını kabul etmiştir. Avrupa kurumları da, askerlik hizmetini vicdanen reddedenlerin korunması taleplerinde geniş bir kanaat yelpazesinin değerlendirilmesi ve örneğin sadece dinî gerekçelere indirgenmemesi gerektiğinde daima hemfikir olmuşlardır.[40] Bu nedenle, Ermenistan hükümeti tarafından sırf tanınmış dinsel mezheplerin sayısı ve üyelerinin söz konusu hakkı kötüye kullanma ihtimali üzerinden savunma yapılması henüz vicdanî ret hakkının içeriğinin dahi bilinmediği izlenimi yaratmaktadır.

3) Müdahiller

Davaya Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası Vicdan ve Barış Vergisi, Danışma için Arkadaşların Dünya Komitesi (Quaker), Hukukçular Uluslararası Komisyonu ve Savaşa Karşı Direnenler Enternasyonali müdahil olarak katılmıştır. Söz konusu örgütler İHAS’ın 9. maddesinin ikinci fıkrasının dinini ve inancını ortaya koyma özgürlüğünün sınırlama gerekçeleri arasında ulusal güvenliği saymadığını belirtmiştir. Örgütlere göre, Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler arasında oluşan oybirliğine yakın[41]durum ve BM İnsan Hakları Komitesi’nin Güney Kore’yle ilgili vermiş olduğu kararlar ışığında artık bir devletin askerlik hizmeti konusunda vicdanî retçilerin durumunu düzenlememesi İHAS’ın 9. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca hukuk dışı bir müdahale teşkil etmektedir.

Davaya müdahil olan bir diğer örgüt Yehova Şahitleri Hıristiyanları Avrupa Derneği ise Yehova şahitlerinin diğer insanlara karşı silah kullanmayı reddetmesinin kendilerini niteleyen ve bilinen bir durum olduğunu belirtmiştir.[42] Yehova şahitlerinin, ilkelerine aykırı gelmemek şartıyla alternatif kamu hizmeti görmeyi kabul ettiklerini de ifade eden örgüt Büyük Daire’den İHAS’ın yaşayan bir araç olduğu teorisini uygulamasını ve içtihadını güncel şartlarla uyumlu hale getirmesini talep etmiştir. Dernek’e göre üye devletlerin savunma gereksinimleri konuya ilişkin ilk kararların verildiği tarihtekiyle aynı değildir ve üye devletler vatan hizmetini düzenleme mecburiyetlerini Sözleşme’nin 9. maddesiyle güvence altına alınan hakları ihlal etmeden de yerine getirebilir. [43]

D – İlk Daire’nin Ret Kararı

Bayatyan, iç hukuk yollarını tüketmesinin ardından İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvurmuştur. 27 Ekim 2009’da açıklanan ilk kararda[44] İlk Daire, İHAS’ın 9. maddesinin vicdanî nedenlerle askerlik hizmetini reddetmeyi içermediğini ve bu nedenle davada uygulanmasının mümkün olmadığına karar vermiştir. Bunun üzerine dava Büyük Daire’nin önüne taşınmıştır.

E – Büyük Daire’nin Görüşü

Büyük Daire görüşüne, Komisyon döneminde vicdanî retçilerle ilgili verilen kararlardaki mantığı inceleyerek başlamıştır. Büyük Daire’ye göre Komisyon, İHAS’ın 4/3(b) hükmündeki “vicdanî reddin meşru kabul edildiği ülkelerde” cümlesi nedeniyle üye devletlerin vicdanî reddi tanımak konusunda ve tanırlarsa da yerine bir alternatif hizmet tesis etmek konusunda tercih hakları olduğunu düşünüyordu. Buna bağlı olarak da Komisyon’a göre söz konusu madde, askerlik hizmetini yapmayı reddeden vicdanî retçilerin cezalandırılmasını engellemiyordu.

Mahkeme dönemindeyse konuya ilişkin yalnızca iki dava görülmüştür. Bunlar 6 Nisan 2000 tarihli ve 34369/97 dilekçe numaralı Thlimmenos Yunanistan’a karşı ve 24 Ocak 2006 tarihli ve 39437/98 dilekçe numaralı Ülke Türkiye’ye karşı davalarıdır. Ancak, bu davaların ikisinde de ihlal kararı çıkmış olmasına karşın İHAM, konuyu vicdanî ret hakkı ve dolayısıyla İHAS’ın 9. maddesi bağlamında değil de ayrımcılık yasağı ve insanlık dışı muamele açısından incelemiştir.

Thlimmenos Yunanistan’a karşı kararında İHAM, vicdanî ret hakkıyla ilgili karar vermekten kaçınmış ve tabir yerindeyse “topu taca atmıştır.” 1983’te askerî bir mahkeme tarafından emre itaatsizlikle suçlanan Yehova şahidi Thlimmenos, dört yıl hapse mahkûm edilmiş, iki yıl hapiste kaldıktan sonra serbest bırakılmış ve daha sonra girdiği hesap uzmanlığı sınavında 60 kişi arasında ikinci olmasına karşın suçlu olduğu ortaya çıktığı için göreve atanmamıştır.

Bilindiği üzere ayrımcılık yasağını düzenleyen İHAS’ın 14. maddesi ancak Sözleşme’nin başka bir maddesiyle birlikte kullanılabilen bir maddedir. Mahkeme, tek başına ayrımcılıktan ihlal kararı vermemektedir zira Mahkeme’ye göre ayrımcılık, ancak Sözleşme’nin başka bir maddesi ihlal edilirken ortaya çıkan “ek bir ihlaldir.” Buna karşın, vicdanî retçi Thlimmenos davasında İHAM, çok ilginç bir şekilde, yalnızca 14. maddeden ihlal kararı vermiş ancak onunla kombine ettiği 9. maddeden ihlal iddiasını inceleme gereği duymamıştır. Bir başka deyişle, Mahkeme’ye göre bu davada asıl ihlale ek ihlal vardır, ancak asıl ihlalin olup olmadığını incelemeye gerek yoktur!

Bu şekilde eleştirmemize karşın Thlimmenos kararında, Bayatyan kararının hazırlığını görmekteyiz. Başvurucunun, kararın 50. paragrafında yer alan, Avrupa Konseyi ülkeleri arasında vicdanî ret hakkının tanınması konusunda neredeyse bir oybirliği olduğu ve Mahkeme içtihadının bu güncel duruma uyumlu hale getirilmesi gerektiği yönündeki talebi Bayatyan kararında karşılık bulmuştur. Mahkeme’nin kendisi de Thlimmenos kararında vicdanî retle ilgili oldukça sıcak mesajlar vermiştir:

Mahkeme, diğer büyük suçlardan mahkûmiyetlere karşıt olarak, dinsel veya felsefî nedenlerle üniforma giymeyi reddetmeye bağlı olarak alınan cezaların ilgilinin (hesap uzmanlığı) görevini yerine getirme yeterliğini azaltacak nitelikte bir ahlâksızlığı veya dürüst olmama halini göstermediğini düşünmektedir.[45]

Osman Murat Ülke davasında da İHAM, topu taca atma politikasını sürdürmüş ve kararını, vicdanî retçilerle ilgili tekrarlanan hapis cezalarının “sivil bir ölüm” yaratmasına istinaden, insanlık dışı muameleyi yasaklayan 3. maddeye dayanarak vermiştir. Bunun yanında Mahkeme, Türkiye’den, hapis cezalarını ortadan kaldıracak şekilde vicdanî ret hakkını tanımasını değil, hapis cezalarının tekrarlanmasına neden olan 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nu değiştirmesini istemiştir.[46] Mahkeme’nin, hapis cezalarının gerçek nedenini görmekten kaçınan çekingen kararı haklı olarak eleştirilmiştir.[47]

Türkiye, 2006’dan itibaren her toplantısı sonrasında Bakanlar Komitesi’ne, Askerlik Kanunu’nda Ülke kararına uygun bir düzenleme üzerinde çalıştığını bildirmektedir. Ne var ki o tarihten bu yana somut bir gelişme yaşanmamıştır.

F – İHAM’ın Komisyon İçtihadını Terki

Mahkeme, Bayatyan kararının 98 ila 111. paragrafları arasında, açıkça, önceki içtihadın bugün artık değişmiş olan şartlara uymadığını belirterek içtihat değişikliğine gittiğini açıklamaktadır. İHAM, Ermenistan’ın savunmasında dile getirdiği “muhtemel bir bakış açısına göre” hareket edilemeyeceği tezine karşılık, dinamik ve evrimci bir yaklaşımın reddinin tüm reform ve iyileştirme çabalarının önünde bir engel teşkil edeceği cevabını vermiştir. Mahkeme’ye göre Sözleşme’de yer alan hakları teorik ve soyut değil, pratik ve etkin şekilde yorumlamak ve uygulamak kritik önemdedir.[48]

Mahkeme’nin, daha önce Komisyon tarafından oluşturulan içtihadı terk ederken temel gerekçesi, İHAS 4/3(b) hükmünün yanlış yorumlandığını düşünmesidir. Mahkeme’ye göre 4/3(b) hükmü yalnızca, 4. maddenin 2. fıkrası tarafından yasaklanan “zorla veya zorunlu çalıştırma” kavramına “tüm askerî nitelikteki veya, vicdanî reddin meşru kabul edildiği ülkelerde, zorunlu askerlik hizmeti yerine düzenlenen kamu hizmetinin” girmediğini ifade etmektedir. Zaten 4. maddenin hazırlık çalışmalarının 23. paragrafında da bu durum şu şekilde ifade edilmiştir:

Vicdanî retçilerle ilgili (b) fıkrasının amacı, yasa yoluyla vicdanî retçilerden talep edilen ulusal hizmetlerin zorla veya zorunlu çalıştırma tanımının dışında olduğunu belirtmektir. Çoğu ülke vicdanî reddi tanımadığı için “vicdanî reddin kabul edildiği ülkeler” kelimeleri eklenmiştir.[49]

Mahkemeye göre, hazırlık çalışmalarının da gösterdiği gibi, İHAS’ın 4/3(b) düzenlemesi vicdanî ret hakkını ne kabul etmekte, ne de reddetmektedir; bu nedenle 9. madde tarafından güvence altına alınan hakları sınırlamak için kullanılamaz.[50]

Komisyon’un yarattığı içtihadın o zamanın şartlarına uygun olduğunu ancak o tarihten bu yana önemli değişiklikler olduğunu belirten Mahkeme, İHAS’ın, güncel hayat şartları ve demokratik devletlerde günümüzde üstün olan kavramların ışığında yorumlanması gereken canlı bir araç olduğunu hatırlatmıştır.[51] Buna bağlı olarak İHAM, Sözleşme’nin öncelikle insan haklarını koruyan bir mekanizma olması nedeniyle, üye devletlerdeki değişen durumları dikkate alması gerektiğini belirtmiştir.

Bunun ardından güncel durumu ortaya koymaya çalışan Mahkeme, 80’li yılların sonunda ve 90’larda Avrupa Konseyi’nin hâlihazırda üyesi olan veya daha sonra üye olmuş olan birçok Avrupa ülkesinde çok net bir vicdanî ret hakkını tanıma hareketi yaşandığına dikkat çekmiştir. Tam da Komisyon’un konuya ilişkin son kararına yakın yıllarda 19 devlet söz konusu hakkı tanımıştır. Bayatyan’ın düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün ihlal edildiğini iddia ettiği dönemde, yani 2002-2003 yıllarında, vicdanî ret hakkını tanımayan, Ermenistan dışında, yalnızca dört Konsey üyesi devlet kalmıştır ve bunlardan üçü de aslında hakkı tanımış olmalarına rağmen henüz gerekli düzenlemeleri yapmamış durumdadır. Bu nedenle, daha o yıllarda Avrupa Konseyi üyesi devletler arasında “neredeyse bir oybirliği” bulunmaktadır çünkü üyelerin çok önemli bir bölümü vicdanî hakkını mevzuatlarına ve uygulamaya geçirmiştir.[52] [53]

Burada Mahkeme’nin, içtihadını değiştirir ve daha önce bu konuda devletlere tanınan takdir yetkisini ortadan kaldırırken genelde aradığı oybirliğini aramadığını not etmek gerekir. “Neredeyse bir oybirliği” olarak çevirdiğimiz “quasi-consensus” terimi aslında bir oksimorondur. Zira ya bir oybirliği vardır, ya da yoktur. Oybirliğinin istisnası olmaz. Bir kişi veya devletin bile farklı yönde görüşünün olması oybirliğini bozar. Ancak burada Mahkeme’nin artık açık ve net bir şekilde bir hak olarak kabul edilen vicdanî ret hakkını tanımamakta ısrar eden ülkeleri –ki 2002’de beş olan bu ülkelerin sayısı kararın verildiği tarihte yalnızca ikidir: Azerbaycan ve Türkiye- hem fazla önemsemediğini, hem de onları da vicdanî ret hakkını tanımaya zorladığını görüyoruz.

Mahkeme, yukarıda bahsettiğimiz BM İnsan Hakları Komitesi’nin Güney Kore’li iki vicdanî retçiyle ilgili vermiş olduğu karara da atıfta bulunmuştur. Bu atfın önemi, hem dünya genelinde yaşanan gelişmeleri göstermesi, hem de Komite’nin kararını dayandırdığı MSHS’nin 8 ve 18. maddelerinin, İHAS’ın 4 ve 9. maddeleriyle paralel düzenlemeler içermelerinden kaynaklanmaktadır. Komite’nin, vicdanî ret hakkının, zorunlu çalıştırma yasağıyla ilgili 8. madde ile bağlantısını kesmesi ve hakkı yalnızca düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü güvence altına alan bağlamında değerlendirmesi Büyük Daire’ye örnek alacağı bir içtihat yaratmıştır.

Bunun yanında, Mahkeme’nin temel dayanaklarından biri çok daha yakındadır: Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı. 2009’da yürürlüğe giren Şart’ın 10. maddesinin 2. fıkrası açıkça “uygulamasını gösteren ulusal kanunlara uygun olarak vicdanî ret hakkı tanınmıştır” ifadesine yer vermiştir.[54] Avrupa Birliği üyesi ülkelerin ortak insan hakları metni olan bu Şart’ta açıkça vicdanî ret hakkının tanınmış olması Mahkeme’ye göre çağdaş Avrupa toplumunda bu hakka verilen önemi göstermektedir.[55]

Avrupa Konseyi bünyesinde Parlamenterler Meclisi’nin ve Bakanlar Komitesi’nin üye ülkelere defalarca vicdanî ret hakkını tanıma çağrısı yaptığını belirten İHAM, Konsey’e üye olabilmek için artık bu hakkı tanımış olmak gerektiğini de hatırlatmıştır. Her iki organın da vicdanî ret hakkını düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün bir parçası olarak kabul ettiğini ifade eden Mahkeme, Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerin büyük çoğunluğunda ve uluslararası organlarda vicdanî ret hakkıyla ilgili çeşitli gelişmeler yaşandığını belirtmiştir.[56]

İşte bu nedenlerle Mahkeme’ye göre, “yaşayan araç” teorisine uygun şekilde, artık Komisyon’un içtihadını devam ettirmeye olanak yoktur ve İHAS’ın 9. maddesinin, 4/3(b) hükmü ışığında değerlendirilmemesi gerekir.[57]

Bu noktada, davada vicdanî ret hakkının dinsel köklerinin[58] ön plana çıkması ve Bayatyan’ın Yehova şahitliğinin bağlı olduğu dinsel örgüt tarafından ispat edilebilmesi nedeniyle İHAM’ın vicdanî reddin yalnızca dinsel yönünü kabul edip etmediği tartışması yapılabilirdi. Ancak Mahkeme, vicdanî reddin tüm yönleriyle İHAS’ın 9. maddesinin bir parçası olduğunu kararının 110. paragrafında açıkça ifade etmiştir:

Mahkeme, 9. maddenin açıkça vicdanî ret hakkından bahsetmediğinin farkındadır. Buna karşın, orduda görev alma zorunluluğuyla bir kişinin vicdanı veya dinsel veya başka tür samimî ve derin inançları arasında ağır ve aşılamaz bir çatışmadan kaynaklanması halinde askerlik hizmetine karşı gelmenin, 9. maddenin sunduğu güvencelerden yararlanmak için yeterli kuvvet, ciddiyet, uyum ve önem seviyesine ulaşmış bir inancı oluşturduğunu kabul etmektedir.

Böylece Mahkeme, vicdanî ret hakkının yalnızca dinsel inançlara değil, “başka tür samimî ve derin inançlara” da dayandırılabileceğini onaylamaktadır. Vicdanî retçi bireyin gerçekten samimî ve derin inançlara sahip olup olmadığına ise her davanın kendi özel şartlarına göre karar verilecektir.[59]

Buna bağlı olarak diyebiliriz ki, Mahkeme’nin vicdanî ret hakkının kullanımında kabul ettiği kıstas, askerlik hizmetinin reddinin samimî ve derin bir inançla yapılıyor olup olmadığı kriteridir.[60] Böylece, sırf askerlik hizmetinden kaçmak için vicdanî retçi olduğunu söyleyen ancak gerçekten vicdanının sesini dinlediğini kanıtlayamayan başvurucuların davalarında ihlal kararı çıkma ihtimalinin az olduğunu söyleyebiliriz.[61]

Nitekim Mahkeme, bu karar sırasında yarattığı kıstası derhal uygulamış ve Bayatyan’ın vicdanî reddinin samimî ve derin bir inancından kaynaklanıp kaynaklanmadığını test etmiştir. Bayatyan’ın, askerlik hizmetine karşı çıkan bir inanç taşıyan bir dinsel gruba üye olduğunu belirten İHAM, başvurucunun askerlik hizmetine karşı çıkışının samimî dinsel inancından kaynaklandığına dair hiçbir şüphe taşımamaktadır.

Bu testin bir diğer sonucu da, Ermenistan hükümetinin ve çeşitli yazarların[62] ifade ettiği “o zaman bazıları da vicdanî reddine dayanarak vergi vermez” endişesini gidermesidir. Samimiyet testi sonucunda askerlik veya vergi vermeye karşı çıkan kişinin bu eylemini hiçbir inancına dayandırmadığının ortaya çıkması halinde vicdanî ret hakkından yararlanması mümkün olmayacaktır.[63]

G – İHAM’ın 9. Madde İncelemesi

Komisyon’un içtihadını benimsemediğini ve güncel şartları göz önünde bulundurarak vicdanî reddin İHAS’ın yalnızca 9. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini belirten Mahkeme bunun ardından klasik dava çözümlemesine başlamıştır.

1) Bir Müdahalenin Varlığı

Askerlik hizmetini 9. madde tarafından korunan dinsel özgürlüğüne bağlı olarak reddeden başvurucunun cezalandırılmasının bir müdahale olduğunu ifade eden Büyük Daire, kanunla öngörülmüş olma ve demokratik bir toplumda gereklilik kriterlerini incelemeye geçmiştir.

2) Müdahalenin Haklı Gerekçelere Dayandırılması

Büyük Daire, zorunlu askerliği düzenleyen iç mevzuatın varlığına karşın müdahalenin ortaya çıktığı anda Ermenistan’ın Avrupa Konseyi’ne üye olmak için kabul ettiği yükümlülükler arasında vicdanî ret hakkını üç sene içerisinde kabul edeceğine dair bir hükmün de yer aldığını ve bu karışık durum karşısında müdahalenin kanunla öngörülmüş olup olmadığı konusunda görüş bildirmekten kaçındığını belirtmiştir.

Mahkeme’nin bir diğer görüşü de Ermenistan Hükümeti’nin müdahalede meşru amacı olup olmadığı konusundadır. Ermenistan hükümeti, Bayatyan’a vicdanî reddi nedeniyle hapis cezası verilirken kamu düzeninin korunması ve başkalarının haklarının ihlal edilmemesi meşru gerekçelerine dayandığını iddia etmiştir. Ancak Büyük Daire bu iddiayı, Hükümet’in vicdanî retçilere artık hapis cezası vermeyeceğini ve yerine alternatif bir hizmet tesis edeceğini vaat ettiği bir dönemde ileri sürülmesi nedeniyle pek inandırıcı bulmamıştır. Bu nedenle Mahkeme, müdahalenin meşru amaçlarla gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğini de incelemekten kaçınmıştır.

Müdahalenin demokratik bir toplumda zorunlu olup olmadığı incelemesine devletlerin belli şartlar altında bazı konularda takdir yetkilerinin olduğunu hatırlatarak başlayan Mahkeme, Avrupa Konseyi üyesi ülkelerden zorunlu askerlik hizmeti düzenlemesine sahip olanlarının neredeyse tümünün[64], bireysel inançla askerî zorunluluklar arasında bir çatışma olması halinde alternatif bir hizmet düzenlediğini belirtmiştir. Mahkeme’ye göre, Avrupa Konseyi bünyesinde böyle bir bütünlük varken söz konusu düzenlemeyi yapmayan ülkelerin takdir yetkisi sınırlıdır ve müdahalede bulunabilmek için ikna edici ve üstün gerekçeler göstermeleri gerekmektedir. Hatta özel olarak, müdahalenin “üstün toplumsal ihtiyaçtan” kaynaklandığını ispatlamaları beklenmektedir.[65]

Bayatyan’ın hapis cezasına çarptırılmasına sebep olan düzenin vicdanî sebeplerle askerlik hizmetinden muaf tutulmaya izin vermediğini ve bunu cezalandırdığını belirten Mahkeme, böyle bir düzenin genel olarak toplumun çıkarıyla başvurucunun çıkarları arasında bir denge gözetmediğini düşünmektedir. Bu nedenle, Büyük Daire’ye göre, vicdanının ve inançlarının gereklerini göz önünde bulunduran hiçbir düzenleme yokken başvurucunun cezalandırılması, özellikle de çatışan çıkarları düzenlemeye özgülenmiş geçerli ve etkin alternatif çözümler varken ve Avrupa devletlerinin çok büyük çoğunluğunda yaşanan uygulamalara tanıklık ederken, demokratik bir toplumda zorunlu olarak kabul edilemez.[66]

Bayatyan’ın askerlik hizmetinden muaf tutulması için sağlam ve ikna edici gerekçelere sahip olduğunu belirten Mahkeme, başvurucunun vatan hizmetini sivil bir görevde yapmaktan kaçınmadığına ve hatta bunu ısrarla talep ettiğine de vurgu yapmıştır.

Son olarak Mahkeme, Ermenistan’ın vicdanî reddin dinsel gruplar ve farklı dinsel inançtaki bireylere karşı ayrımcılık anlamına geleceği iddiasını, devletin azınlıktaki bir dinsel grubun inançlarına saygı duymasının ve onun üyelerine, topluma inançlarına uygun şekilde hizmet etme imkânı tanımasının, haksız eşitsizlikler veya ayrımcılık yaratmayacağı, bilakis bunun uyum içinde ve istikrarlı bir çoğulculuk sağlayacağı ve toplum içinde dinsel armoni ve hoşgörüyü geliştireceği cevabını vermiştir.[67] [68]

İşte bu nedenlerle Bayatyan’ın vicdanî reddi nedeniyle ceza almasının, İHAS’ın 9. maddesi kapsamında demokratik toplumda zorunlu olmayan bir müdahale olduğunu belirten Büyük Daire, 16’ya karşı bir oyla, söz konusu maddenin ihlal edildiği kanaatine varmıştır.

III – Kararın Türkiye’ye etkisi

İHAM’ın Bayatyan kararı, vicdanî ret hakkının yıllardan beri kaydettiği ilerlemenin ve bu hakkı uluslararası bir insan hakkı olarak kabul ettirmek isteyen yazarların ulaştığı en son başarı noktasını teşkil etmektedir.[69] Mahkeme, Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin çok büyük çoğunluğunda vicdanî reddin bir hak olarak kabul edilmesini ve zorunlu askerlik hizmeti öngörülen ülkelerde alternatif kamu hizmeti tesis edilmesini dikkate alarak, İHAS’ta açıkça yazmamasına karşın, vicdanî ret hakkını Sözleşme’nin 9. maddesi tarafından korunan uluslararası bir hak olarak kabul etmiştir. Bu anlamda, Sözleşme’nin tek yorumcusu konumundaki Mahkeme, yıllar içerisinde geliştirdiği düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkını[70] bir adım daha ilerletmiş ve madde kapsamını genişletmiştir.

Bu kararın Türkiye’ye doğrudan bir etkisi bulunmaktadır. Çünkü, 1982 Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrasına 2004 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle aşağıdaki hüküm eklenmiştir:

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.

Anayasa değişikliğinin gerekçesinde ise şu ifadelere yer verilmiştir:

Uygulamada usulüne göre yürürlüğe konulmuş insan haklarına ilişkin milletlerarası antlaşmalar ile kanun hükümlerinin çelişmesi halinde ortaya çıkacak uyuşmazlığın hallinde hangisine öncelik verileceği konusundaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla 90’ıncı maddenin son fıkrasına hüküm eklenm(iştir).

Buradan çok açıkça çıkartabileceğimiz sonuç, normlar hiyerarşisinde İHAS’ın kanunlarımızdan daha üst konumda olduğu, buna bağlı olarak da, İHAS hükümleriyle çatışan kanun veya kanun hükümlerinin geçerli olmadığıdır.

Sözleşme hükümlerini yorumlayan tek organ olan İHAM’ın kararlarında belirttiği görüşler Sözleşme maddelerinin ayrılmaz bir parçasıdır ve bu nedenle üye ülkeler için bağlayıcıdır. Mahkeme’nin kararları ve bu kararlarda belirlenen esaslar bütün Avrupa ülkelerinde geçerli olan ortak hukukî standartları yansıttığından[71] tüm üye ülkelerin, Mahkeme’nin içtihadına uyumlu bir mevzuat geliştirme sorumluluğu bulunmaktadır. Türkiye’de de, demokrasinin korunması düşüncesi temel alınarak hazırlanan ve iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiş bulunan Sözleşme hükümlerinin, İHAM içtihatları doğrultusunda anlaşılarak Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve diğer mahkemelerce uygulanması ve bağımsız ölçü norm olarak kullanılması gerekmektedir.[72]

Mahkeme’nin kararları Sözleşme’nin kurallarını yorumlayarak ve açıklayarak onların ayrılmaz bir parçası haline gelmektedir. Nitekim İrlanda’nın Birleşik Krallık’a karşı açtığı davada Mahkeme, kararlarının, yalnızca Mahkeme önüne gelen davaların karara bağlanmasını değil, aynı zamanda, daha genel olarak, Sözleşme’nin düzenlediği kuralların açıklanması, korunması ve geliştirilmesini sağlayarak taraf devletlerce üstlenilen taahhütlerin yerine getirilmesine yardımcı olduğunu belirtmiştir.[73] Bir başka deyişle Mahkeme taraf devletlere, Sözleşme’deki hükümleri geliştirebileceğini ve devletlerin buna uyma yükümlülüğü olduğunu söylemiştir. Aksi takdirde taraf devlet üstlendiği taahhüdü yerine getirmemiş sayılacaktır. Bu nedenle, Sözleşme’nin koruduğu hak ve özgürlüklerin içeriğinin belirlenmesinde Mahkeme’nin kararları birinci derecede önemli ve bağlayıcı niteliktedir.

İHAM’ın, Bayatyan kararında vicdanî reddi Avrupa genelinde kabul edilmiş bir hak olarak 9. madde kapsamında değerlendirmiş olması nedeniyle, İHAS’ı kabul etmiş ve hatta ona kanunlardan daha üstün bir konum vermiş olan Türkiye’de de artık vicdanî ret hakkı tanınmış kabul edilmelidir. Çünkü 1982 Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrası uyarınca Sözleşme’nin düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü düzenleyen 9. maddesi, alternatifsiz şekilde zorunlu askerlik hizmetini düzenleyen 1111 sayılı Askerlik Kanunu’ndan üstün konumdadır. Bu nedenle, bundan böyle, zorunlu askerlik hizmetini dinsel, felsefî veya siyasî sebeplerle reddeden kişilerle ilgili davalarda Askerlik Kanunu değil, İHAS’ın 9. maddesi doğrudan uygulanmalıdır.

Zorunlu askerlik hizmetine alternatif kamu hizmetinin düzenlenmemiş olması vicdanî ret hakkının kullanılmasını engellememelidir. 2006’daki Ülke Türkiye’ye karşı kararından bu yana hükümetin elinde söz konusu düzenlemeyi yapmak için tüm imkânlar mevcutken bunu yapmamış olması nedeniyle temel bir insan hakkının ihlaline devam edilmesi kabul edilemez. Aksi takdirde, Bayatyan kararı benzeri kararlarla ülkemizin de İHAM’da mahkûm olması kaçınılmazdır.

Muhtemel olarak öne sürülecek olan, Türkiye’nin (ve vicdanî ret hakkını Anayasasında tanımış olmasına karşın halen hakkın kullanımını düzenlememiş olan Azerbaycan’ın) İHAS’ı kabul ederken vicdanî ret hakkını da kabul etmek yönünde bir iradeleri olmadığı, Mahkeme’nin Sözleşme’de yazmayan bir hakkı bu ülkelerin iradesine aykırı olarak kabul ettiği ve bunun da egemenlik yetkisine aykırı olduğu iddiası geçerli bir itiraz değildir. Zira yargı yetkisini kabul etmiş olduğumuz İHAM’ın benimsemiş olduğu temel yorum kriterlerinden biri de Sözleşme güvencelerinin, toplumun ihtiyaçlarına göre uyarlanarak, metnin geliştirici ve ileri götürücü bir şekilde yorumlanmasıdır. Mahkeme’nin Sözleşme’yi “yaşayan bir araç” olarak görmesi sonucunu doğuran bu yoruma göre İHAS normları statik değil, dinamiktir. Böylece Sözleşme’nin zaman içinde etkisiz kalması önlenmekte ve demokratik toplum hayatındaki değişen değer yargılarını yansıtması sağlanmaktadır.[74] Bu yorum kriteri her uygulandığında Sözleşme’nin kapsamı genişlemekte ve Sözleşme, devletlerin kabul edip iç hukuklarına aldıkları halden daha farklı bir hale bürünmektedir. Ancak sırf bu nedenle devletin Sözleşme’nin bu yeni halini kabul etmek için irade beyan etmemiş olduğunu iddia etmek ve bu nedenle Sözleşme kapsamına dahil olan yeni hakları kabul etmemek Sözleşme’nin güncel gelişmeleri takip ederek kendini geliştirmesini engellemek anlamını taşıyacaktır. Kaldı ki Mahkeme Sözleşme’yi yorumlarken “yaşayan araç” kriterini, vicdanî ret hakkında olduğu gibi, Avrupa genelinde kabul edilmiş ve Avrupa kamu düzeninin bir parçası haline gelmiş genel gelişmeler dışında kullanmamaktadır. Avrupa kamu düzeni haline gelmiş temel hakların kabul edilmesi de, Avrupa Birliği üyeliğine aday ülkemizden beklenen bir eylem olarak görülmeli ve olağan karşılanmalıdır.

Bundan sonra Türkiye hükümetinin görevi, Sözleşme ile olan aykırılığı giderecek önlemleri bir an önce almak; bir başka deyişle, derhal 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nun zorunlu askerliği düzenleyen birinci maddesinde ve ilgili mevzuatta gerekli değişiklikleri yapmak[75] ve zorunlu askerlik hizmetine alternatif bir kamu hizmetini hayata geçirmektir. Söz konusu düzenleme yapılıncaya kadar hiçbir vicdanî retçi cezalandırılmamalı ve hapse atılmamalıdır.[76]

Sonuç

Askerlik hizmetini vicdanen ret, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 18. maddesinin yanı sıra Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Medenî ve Siyasî Haklar Sözleşmesi’nin 18. maddesince de kutsal kabul edilen din, düşünce ve vicdan özgürlüğü hakkının meşru bir kullanımı ya da ifadesi olarak uluslararası hukukta kabul edilmektedir.

Son olarak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, 2011 yılının Temmuz ayında Ermenistan’a karşı vermiş olduğu Bayatyan kararında vicdanî ret hakkının İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü koruyan 9. maddesi kapsamında korunduğuna karar vermiş ve söz konusu hakkı Avrupa kamu düzeninden kabul etmiştir. Türkiye de, Avrupa kamu düzeninin bir parçası ve Avrupa Birliği üyeliğine aday bir ülke olarak, zaten Bayatyan kararıyla iç hukukumuza girmiş olan vicdanî ret hakkını resmen tanımalı ve yıllardan beri sürdürdüğü inkâr ve ihlal politikasını terk etmelidir.[77]

2006’da mahkûm olunan Osman Murat Ülke kararının gereği olarak vicdanî retçileri tekrarlanan hapis cezasına ve dolayısıyla sivil ölüme mahkûm eden normları temel insan haklarına uygun şekilde düzenlemesi gerekirken, geçen yıllara karşın, bu yönde somut bir adım atmamış olan Türkiye, şimdi derhal, zorunlu askerlik hizmetine alternatif bir kamu hizmeti düzenleme zorunluluğuyla karşı karşıyadır.

Umudumuz, bir an önce, uluslararası hukukta kabul edilmiş kriterlere uygun olarak[78]zorunlu askerliğe alternatif bir kamu hizmetinin, Bayatyan kararından kaynaklanan bir sorunu çözmek amacıyla değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının temel bir insan hakkını yerine getirme perspektifiyle hayata geçirilmesidir.


*Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kazancı Hakemli Hukuk Dergisi, Cilt 7, Sayı 85-86, Kasım-Aralık 2011

**Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi. Makalenin yazılması aşamasında desteklerini esirgemeyen Sayın ışıl Aral’a ve Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Devletler Umumî Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Şule Sökücü’ye içten teşekkürlerimi sunarım.

[1] BRÖCKLING Ulrich, Çarklardaki Kum? 21. Yüzyılın Başında Vicdanî RedinÇarklardaki Kum: Vicdanî Red – Düşünsel Kaynaklar ve Deneyimler, yayına hazırlayanlar: ÇINAR Özgür Heval, ÜSTERCİ Coşkun, İletişim Yayınları, 2008, İstanbul, s. 70.

[2] MUTLU İnan, Politik Olanın Vicdanen Reddi: Vicdani Ret ve Toplumsal Gerekçeleri, Cogito, sayı 67 (Sivil İtaatsizlik), Yaz 2011, İstanbul, s. 275.

[3] LIPPMAN Mathew, The Recognition Of Conscientious Objection To Military Service As An International Human Right, California Western International Law Journal, sayı 21, 1990-1991, s. 31.

[4] Vicdanî ret hakkıyla ilgili ayrıntılı bilgi içeren birçok eser arasında özellikle bakınız: Çarklardaki Kum: Vicdanî Red – Düşünsel Kaynaklar ve Deneyimler, yayına hazırlayanlar: ÇINAR Özgür Heval, ÜSTERCİ Coşkun, İletişim Yayınları, 2008, İstanbul; MIZRAK Dilan, Zorunlu Askerlik Hizmetine Karşı Vicdani Ret (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2008; YILMAZ Berrak, Ulusal ve Uluslararası Hukuk Bağlamında Vicdanî Ret (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, 2008; FOGARTY John P.C., The Right Not To Kill: A Critical Analysis Of Conscientious Objection And The Problem Of Registration, New England Law Review, sayı 18:3, 1982-1983. Vicdanî reddin belirli bir savaş için öne sürülmesi konusu için bakınız: HOCHSTADT Theodore, The Right To Exemption From Military Service Of A Conscientious Objector To A Particular War, Harvard Civil Rights – Civil Liberties Law Review, no.1, 1967-1968 ve GREENAWALT Kent, All Or Nothing At All: The Defeat Of Selective Conscientious Objection, Supreme Court Review, sayı 1971, 1971. Vicdanî reddin Amerika Birleşik Devletleri’nde anayasal bir hak olup olmadığıyla ilgili bakınız: DAVIS Spencer E, Jr., Constitutional Right Or Legislative Grace? The Status of Conscientious Objection Exemptions, Florida State University Law Review, sayı 19, 1991-1992 ve BROWN Fredrick L., KOHN Stephen M., KOHN Micheal D., Conscientious Objection: A Constitutional Right, New England Law Review, sayı 21, 1985-1986. Vicdanî ret hakkının ulusal ve uluslararası boyutta tanınmasının ardından ortaya çıkan yeni sorunlarla ilgili güncel sayılabilecek bir makale için bakınız: HAMMER Leonard, Selective Conscientious Objection And International Human Rights, Israel Law Review, sayı 36, 2002.

[5] Örneğin bakınız: Bayatyan Ermenistan’a karşı, §93.

[6] http://assembly.coe.int/Mainf.asp?link=/Documents/AdoptedText/ta67/FRES337.htm (15 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[7] http://assembly.coe.int/Main.asp?link=/Documents/AdoptedText/ta67/EREC478.htm (15 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[8] http://assembly.coe.int/Mainf.asp?link=/Documents/AdoptedText/ta77/FREC816.htm (15 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[9] http://assembly.coe.int/Mainf.asp?link=/Documents/AdoptedText/ta01/EREC1518.htm (15 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[10] http://assembly.coe.int/Main.asp?link=/Documents/AdoptedText/ta06/EREC1742.htm (15 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[11]http://www.coe.int/t/f/droits_de_l’homme/cddh/2._activit%E9s/ConscientiousObjection_fr.pdf (15 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[12] http://assembly.coe.int/Mainf.asp?link=/Documents/AdoptedText/ta00/FOPI221.htm (15 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[13] http://www.wri-irg.org/fr/node/6409 (16 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[14] Kararın ayrıntılı bir analizi için bakınız: WEISSBRODT David, The United Nations Commission On Human Rights Confirms Conscientious Objection To Military Service As A Human Right, Netherlands International Law Review, sayı 35, 1988.

[15] http://www.wri-irg.org/fr/node/6409 (16 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[16] http://www.wri-irg.org/fr/node/6412 (16 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[17] http://www1.umn.edu/humanrts/undocs/html/dec446.htm (16 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edilmiştir.) Buna karşın Komite kararda, başvurucunun askerî harcamalara yönelik vicdanî reddini gerekçe göstererek vergi ödememe talebini maddenin koruması kapsamında değerlendirmemiştir.

[18] http://www.unhcr.org/refworld/docid/48abd57dd.html (16 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[19] Örneğin Osman Murat Ülke’nin tutuklanmasıyla ilgili 36/1999 numaralı karar (http://www.wri-irg.org/node/7343  [16 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.]).

[20] http://www.wri-irg.org/node/1443 (16 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[21] Bakınız: İHAM’ın Osman Murat Ülke Türkiye’ye karşı kararı ( http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp? item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=%DClke&sessionid=75876727&skin=hudoc-fr [16 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.]). Söz konusu kararda Mahkeme, vicdanî ret hakkını kullanan ve bu nedenle askerî üniformayı giymeyi reddeden Osman Murat Ülke’nin aynı suçtan dolayı defalarca mahkûm olması ve hapis cezası almasıyla ilgili olarak davayı düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü düzenleyen İHAS’ın 9. maddesinden değil, insanlık dışı muameleyi yasaklayan 3. maddesinden karara bağlamıştır. Bu durum, Mahkeme’nin vicdanî reddi bir hak olarak tanımaktan kaçınması olarak kabul edilmiş ve eleştirilmiştir. Konuya ileride değinilmiştir.

[22] Olayların konumuzu ilgilendirmeyen bazı ayrıntılarına yer verilmemiştir.

[23] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 13.

[24] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 16.

[25] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 34. Aynı yönde görüş için bakınız: KIRIT Emrah, GÜNEL Reşat Volkan, Ulusal ve Uluslararası Hukukta Vicdani Ret, (basımevi, basım tarihi ve yerine ulaşılamamıştır.), ss. 67-69 (özellikle 58, 59 ve 60 numaralı dipnotlar) ve s. 86.

[26] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 39.

[27] Daha önceki davalar Thlimmenos Yunanistan’a karşı ve Ülke Türkiye’ye karşı davalarıdır. Davalara ileride değinilmiştir.

[28] Örnek kararlar olarak 30 Kasım 1974 tarihli ve 22793/93 dilekçe numaralı Peters Hollanda’ya karşı ve 22 Mayıs 1995 tarihli ve 24630/94 dilekçe numaralı Heudens Belçika’ya karşı davaları gösterilebilir.

[29] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 73.

[30] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 74.

[31] Bayatyan Ermenistan’a karşı, §77.

[32] Vicdanî ret konusunda bireysel hakla kamu güvenliği çatışması ve bu çatışmanın demokrasideki yeri için bakınız: COHEN David M., GREENSPAN Robert,Consceintious Objection, Democratic Theory, And The Constitution, University of Pittsburgh Law Review, sayı 29, 1967-1968.

[33] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 78.

[34] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 84.

[35] Dinsel gerekçelerle askerlik hizmetini ve buna bağlı olarak savaşın finansmanında kullanılan vergileri vermeyi reddetme eylemi için bakınız: DISALVO Charles R., Saying “No” To War In The Technological Age – Conscientious Objection And The World Peace Tax Fund Act, Depaul Law Review, sayı 31, 1981-1982.

[36] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 81.

[37] Benzer şekilde, laik devleti zor durumda bırakmak amacıyla bazı İslamî örgütlerin askerlik hizmetini reddedebileceği iddiası için bakınız: KIRIT, GÜNEL, age, ss. 90-91.

[38] BRÖCKLING, agm, s. 71.

[39]http://www.unhchr.ch/Huridocda/Huridoca.nsf/TestFrame/5bc5759a53f36ab380256671004b643a?Open document (23 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[40] SCHNEIDER Friedhelm, Vicdanî Red Hakkında Avrupa Standartları ve Alternatif Hizmetin Çarklardaki Kum: Vicdanî Red – Düşünsel Kaynaklar ve Deneyimler, yayına hazırlayanlar: ÇINAR Özgür Heval, ÜSTERCİ Coşkun, İletişim Yayınları, 2008, İstanbul, s. 269.

[41] Karar metninde geçen “quasi universel(le”) ve “quasi unanimité” kelimeleri yerine kullanılmıştır.

[42] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 89.

[43] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 91.

[44] Bayatyan Ermenistan’a karşı, dilekçe no: 23459/03.

[45] Thlimmenos Yunanistan’a karşı, § 47.

[46] Bu kararın ayrıntılı incelemesi için bakınız: BOYLE Kevin, Uluslararası Hukukta Vicdanî Red ve Osman Murat Ülke Davasıin Çarklardaki Kum: Vicdanî Red – Düşünsel Kaynaklar ve Deneyimler, yayına hazırlayanlar: ÇINAR Özgür Heval, ÜSTERCİ Coşkun, İletişim Yayınları, 2008, İstanbul ve AKYÜREK Güçlü, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Ülke-Türkiye Kararı Işığında Türk Hukuku Açısından Vicdani Retin Erdoğan Teziç’e Armağan, Galatasaray Üniversitesi Yayınları, Armağan Serisi no: 5, (tarihsiz), İstanbul.

[47] SCHNEIDER, agm, s. 269.

[48] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 98.

[49] 4. maddenin hazırlık çalışmaları için bakınız: http://www.echr.coe.int/library/DIGDOC/Travaux/ECHRTravaux-ART4-DH(62)10-BIL1712017.PDF (17 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[50] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 100.

[51] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 102.

[52] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 103.

[53] Avrupa Konseyi üyesi ülkelerdeki vicdanî ret düzenlemeleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: ÇINAR Özgür Heval, Avrupa Konseyi Ülkelerden Vicdanî Red Hakkına Genel Bir Bakışin Çarklardaki Kum: Vicdanî Red – Düşünsel Kaynaklar ve Deneyimler, yayına hazırlayanlar: ÇINAR Özgür Heval, ÜSTERCİ Coşkun, İletişim Yayınları, 2008, İstanbul.

[54] http://www.europarl.europa.eu/charter/pdf/text_fr.pdf (18 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[55] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 106.

[56] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 107-108.

[57] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 109.

[58] KIRIT, GÜN EL, Ulusal ve Uluslararası…, ss. 25-27.

[59] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 110.

[60] Bir inancın samimî ve derin olup olmadığı testiyle ilgili çeşitli sorunlar için bakınız: KILLILEA Alfred G., Standards For Expanding Freedom Of Conscience, University of Pittsburgh Law Reivew, sayı 34, 1971973, ss. 548-554.

[61] Taha Parla bu tür bir kovuşturmanın yapılmaması gerektiği ve kişinin beyanının yeterli sayılması gerektiğini düşünmektedir. Bakınız: PARLA Taha, Vicdanî Reddin Felsefî Gerekçeleriin Çarklardaki Kum: Vicdanî Red – Düşünsel Kaynaklar ve Deneyimler, yayına hazırlayanlar: ÇINAR Özgür Heval, ÜSTERCİ Coşkun, İletişim Yayınları, 2008, İstanbul, s. 96.

[62] KIRIT, GÜNEL, Ulusal ve Uluslararası…, s. 90.

[63] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 111.

[64] Franzısca özgün metinde “quasi-totalité” olarak geçmektedir.

[65] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 123.

[66] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 124.

[67] Bayatyan Ermenistan’a karşı, § 126.

[68] Nitekim gerçekten de Almanya’da samimiyet testini geçen vicdanî retçiler devletin tasarrufu altında topluma yararlı şekilde görevlendirilmiştir. Askerlik ya da sivil hizmet arasında seçim yapılabilmesi hem vicdanları rahatlatmış, hem de güçlerin verimli dağılımına olanak sağlamıştır. Sivil hizmetçiler, Federal Almanya Cumhuriyeti sosyal güvenlik sisteminin önemli bir bileşeni haline gelmiş; yaşlı, hasta ve özürlü insanların bakımını onlar olmaksızın sağlamak neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Önceleri toplumsal olarak kabul edilmeyen ve düşmanca yaklaşılan vicdanî retçilerin yarattığı toplumsal yarar, ilerleyen yıllarda halkın vicdanî retçilere bakışını da olumlu yönde değiştirmiştir. Bakınız: BRÖCKLING, agm, ss. 74-75.

[69] Vicdanî ret hakkının uluslararası alanda bir insan hakkı olarak tanınması için yayınlanmış bazı makalelere örnek olarak bakınız: WOLFF Russell, Conscientious Objection: Time For A Recognition As A Fundamental Human Right, ASILS International Law Journal, sayı 6, 1982; LIPPMAN Matthew, The Recognition Of Conscientious Objection To Military Service As An International Human Right, California Western International Law Journal, sayı 21, 1990-1991; MAJOR Marie-France, Conscientious Objection And International Law: A Human Right?, Case Western Reserve Journal of International Law, sayı 24, 1992; MARCUS Emily N.,Conscientious Objection As An Emerging Human Right, Virginia journal Of International Law, sayı 38, 1997-1998;

[70] İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin 9. maddeyle ilgili içtihadını yıllar içerisinde nasıl geliştirdiğine dair bakınız: EDGE Peter W, The European Court Of Human Rights and Religious Rights, International And Comparative Law Quarterly, sayı 47, 1998 ve CULLEN Holly, The Emerging Scope Of Freedom Of Conscience, European Law Review, 1997.

[71] TÜRMEN Rıza, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin İç Hukukumuza Etkileri, Anayasa Yargısı, cilt 17, 2000, s. 37, http://www.anayasa.gov.tr/files/pdf/anayasa_yargisi/anayargi/turmen.pdf (23 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[72] BİRTANE Şermin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının Türk İdari Yargısına Etkileri (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı İdare Hukuku Bilim Dalı, s. 5.

[73] İrlanda Birleşik Krallık’a karşı, 18 Ocak 1978 tarihli ve 5310/71 dilekçe numaralı karar, § 154.

[74] BİRTANE, age, s. 18.

[75] İHAM kararlarına istinaden Avrupa Konseyi üyesi ülkelerde gerçekleşen normatif düzenlemelerle ilgili bazı örnekler için bakınız: YILDIRIM Kadir, Sözleşme ve Divan Kararlarının Uygulanma Niteliği, Anayasa Yargısı Dergisi, cilt 17, 2000, ss. 300-304, http://www.anayasa.gov.tr/files/pdf/anayasa_yargisi/anayargi/yldrm.pdf (23 Ağustos 2011 tarihinde ziyaret edildi.)

[76] Gerekli düzenleme yapılıncaya kadar devletin bu kişilerden yerine getirmelerini talep edeceği kamu hizmeti hakkı askıda bekletilebilir.

[77] Karşıt görüş için bakınız: KIRIT, GÜNEL, age, s. 111. Kırıt ve Günel’in henüz Bayatyan kararı verilmeden eserlerinde Mahkeme’nin vicdanî ret hakkının tanınması yönünde karar verebileceğini öngörmüş olmaları takdire şayandır. Ancak böyle bir durumda “nüfusunun büyük kısmının Müslüman olmasının yanında laiklik ilkesini benimsemiş tek ülke Türkiye’nin, bu büyük devrimine uygun davranma sorumluluğu çerçevesinde dik bir duruş sergilemesini” beklemeleri kanımızca katı, devletçi ve tutucu bir yaklaşımdır. Vicdanî reddin yalnız dinden kaynaklanmayan, 20. yüzyılda sekülerleşmiş bir hak olduğunu ifade ettiğimizi hatırlatır; bunun yanında, İslamî mezhepler arasında askerlik hizmetini reddeden bir mezhebin –en azından bizim bilgimiz dahilinde- olmadığını belirtiriz.

[78] Uluslararası hukukta kabul edilen genel kriterlere göre alternatif kamu hizmetinin sivil olması, kamu yararına yönelik olması ve cezalandırıcı bir yapıda olmaması gerekmektedir. BM İnsan Hakları Komitesi’nin Foin Fransa’ya karşı kararında kabul ettiği kritere göre kamu hizmetinin süresi, ilgili kişinin askerlik süresini aşmamalıdır. Eğer süre farkı varsa devlet bu farkın “mantıklı ve nesnel bir nedene dayandığını” kanıtlamalıdır.

 

Yazı anayasagundemi.com ‘dan alıntılanmıştır.

 

 

Serkan Köybaşı

twitter.com/#!/serkankoybasi

FIFA’dan Diyarbakır’a transfer yasağı

0

Spor Toto 2. Lig Beyaz Grup’ta mücadele eden ve Türkiye Futbol Federasyonu’nun trasfer yasağı nedeniyle zor günler geçiren Diyarbakırspor’a FIFA da 2 dönem transfer yasağı cezası verdi.

Diyarbakır Kulüp Başkanı Nurullah Edemen, kulübün Süper Lig’den Bank Asya 1. Lig’e düştüğü sezonda transfer edilen yabancı oyuncularla yapılan sözleşmeler nedeniyle sıkıntılar yaşadığını hatırlattı. FIFA’nın 2009-2010 sezonunda Diyarbakırspor formasını giyen ve hukuki pürüz ortadan kaldırılmadan yollarını ayırdığı Mısırlı futbolcu Amir Azmy’in açtığı davayı kazanması üzerine yükümlülüğünü yerine getirmediği gerekçesiyle Diyarbakırspor’a 2 transfer ve tescil dönemi süresince tescil işlemi yapma yasağı getirdiğini kaydeden Edemen, şöyle dedi:

”Buna göre bu futbolcunun parası ödense bile Ocak 2012 ve Ağustos 2012 transfer dönemlerinde futbolcu transfer edemeyeceğiz. Bu oyuncunun parası 30 gün içinde ödenmemesi halinde sırasıyla puan silinme ve küme düşme cezaları da uygulanacak. Bu konuyla ilgili resmi yazışmalara kulübümüzün cevap vermediği ve yazışmaların görevli avukatımız tarafından da takip edilmediğini öğrendik. Eski yönetimlerin yaptığı yanlışların Diyarbakırsporumuza faturası çok ağır olmuş ve içinden çıkılamaz bir hal almıştır.

90 bin Avro alacağı olan bir oyuncu hem FIFA hem UÇK (Uyuşmazlık Çözüm Kurulu) tarafından haklı bulundu. Bunda o dönem görev yapan yönetimin büyük hatası vardır. Asıl skandal Amr Azmi ile ilgili TFF’nin 3 kez Diyarbakırspor kulübüne 30’ar gün itiraz için süre vermesine rağmen hiçbir şekilde itirazda bulunulmamış. Bunu anlamak mümkün değil. Bunun yanı sıra FIFA yine eski oyunculardan Goran Stankovski’ye de 73 bin Avro ödenmesini kararlaştırdı. Zaten ekonomik sıkıntıda olan kulübümüz geçmiş yönetimlerin hatalarının bedelini ödemeye devam ediyor.’

Kürtler siyasi bölünmeyle karşı karşıya – Orhan Miroğlu

 

Canlı bomba bu defa da Bingöl’de sivillerin ortasında patladı. Eylemi gerçekleştiren kadın dâhil üç kişi hayatını kaybetti, çok sayıda yaralı var. 

Bu sıradan şiddeti planlayanlar her iki halkın ilişkilerini sarsmak, her iki halk arasında etnik hınç ve öfkeyi arttırmak ve Kürtler’e de mesaj vermek istiyorlar.


PKK bir güç gösterisi yapmıyor aslında.


Askerî olarak kurtarılmış bölgelerin peşinde de değil, –ki bu savaşın tarihi, bunun mümkün olmadığını yeterince ortaya koyuyor.


Silahlı mücadelenin masada pazarlık gücünü arttıracağına inanan bir PKK de yok.

Nitekim PKK’yle barış için masaya oturanlar, Silvan eylemiyle beraber, böyle bir niyetin olduğunu gördükleri andan itibaren, müzakere masasını terk ettiler..

Dolayısıyla daha fazla asker, daha fazla gerilla ve daha fazla sivil ölsün de masaya daha güçlü oturayım diyecek kadar, tecrübesi olmayan bir PKK’nin olabileceğini insan düşünemiyor bile.

Ama otuz yıl boyunca verdiği silahlı mücadelenin, onu siyasi olarak güçlendirdiğine inanan, bu silahlı mücadeleye devam ederek, tıpkı geçmiş savaş tecrübesinin gösterdiği gibi, bir askerin yaşamına karşı 6-10 gerillanın yaşamını feda edebileceğini gösteren ve bu defa etnik çatışma isteyen bir PKK gerçeği var.

Yoksa Kürtler adına girişilecek yeni bir savaşın askerî olarak kazanılamayacağını PKK herkesten daha iyi biliyor..

Aslına bakarsanız ilkini de kazanamadı.

Askerî olarak yenilgiye uğradı bile denebilir, ama ulusal bir sorun adına girişilmiş bir savaş askerî manada kaybedilse bile, siyasi olarak kazanılması mümkün olan bir savaştır.

PKK’yi aslında beş defa yok ettiklerini söyleyen generaller, bu gerçeği daha savaşın başladığı o yıllarda görebilselerdi, Türkiye’de tarih başka türlü olurdu.

Şimdi ikinci bir hamle yapıyor PKK ve birinci savaşın mirasına güvenerek, kısa vadede bu savaşı kaybetse bile, aslında uzun vadede ve siyasi manada kazanacağını düşünüyor.

Oysa bu yeni savaş hamlesinin, içinde bulunduğumuz süreç itibariyle, ve ilkinde olduğu gibi, ne Kürt toplumunda, ne Türkiye’de ne de Ortadoğu’da bir karşılığı var.

Olmayınca da, PKK, Türkiye’nin siyasi dinamiklerini kör şiddet eylemleriyle sarsmaya çalışıyor, daha fazla asker öldürerek, etnik çatışmaya giden yolu açmak ve Türkiye’yi Güney Kürdistan’a çekmek istiyor.

Böylece bu savaş PKK ve devlet arasında bir savaş olmaktan çıkacak ve Kürtlerle-Türkler arasında bir savaşa dönüşecek.

PKK’nin şiddeti, bu bakımdan, siyasi tercihi ne olursa olsun ve ister BDP’yi, ister AKP’yi desteklesin, bütün Kürtler’e bir mesaj anlamını taşıyor.

Sanırım bu hâl böyle devam ederse, suskunluk bitecek ve Kürtler de bu mesajın ne anlama geldiğini, neyi hedeflediğini daha fazla düşünmeye ve tartışmaya başlayacaklar.

Çünkü PKK, Kürt şehirlerinde siyasi ve sosyal yaşamın ancak onun izin verdiği ölçülerde mümkün olabileceğini ispata çalışıyor.

Ortaya koyduğu eylemler ve fikirler itibariyle yakın bir gelecekte ve mümkün olabilirse eğer, PKK’li olmayan Kürt’e hayat hakkı, siyaset yapma hakkı olmayacağını gösteriyor.


Etnik çatışmaya giden yolu açması, ırkçılığı ve nefreti körüklemesi bir yana, bu eylemler, Kürt toplumunun siyasi manada derin bir bölünmeyle karşı karşıya kalacağını göstermesi bakımından son derece önemlidir.

Bu bölünmeye yol açan ne AKP’nin Kürt nüfus içindeki varlığıdır –sandığa oy atarak, her zaman değiştirilebilecek bir sonuçtur bu– ne de sayıları yetmiş bine ulaşan korucu ordusudur.


Kürt toplumu, şiddet politikaları yüzünden, bugün ciddi bir siyasi bölünmeyle karşı karşıyadır.


Ve ne yazık ki, bu bölünme, seçim sandıklarına yansıyan tercihlerden ve onun çağrıştırdığı ‘bölünmeden’ çok farklı ve tehlikeli bir mecrada ilerliyor.

***


Kıbrıs Yakın Doğu Üniversitesi
’nde, geçtiğimiz hafta, Çukurca’da öldürülen 24 asker için bir mevlit verildi. Mevlit sonrası, Kürt ve Türk öğrencileri karşı karşıya getiren birtakım olaylar yaşandı. Ama çok şükür olaylar büyümeden, kimsenin canı yanmadan durum normale döndü.

Yakın Doğu Üniversitesini az çok biliyorum. Bu yaz gidip birkaç gün kalmıştım. Her şey iyi görünüyordu aslında. Ama Türkiye’nin siyasi iklimi anlaşılan artık ta oralara da etki ediyor. Kıbrıs’taki üniversitelerde binlerce Kürt ve Türk öğrenci var. Akademik ortamı olumsuz yönde etkileyecek ve gençleri karşı karşıya getirecek davranışlardan kaçınmak lazım.

Ama Kürt öğrencilere, kendilerini ‘üniversitenin ötekileri’ gibi düşündürecek, tasarruflardan da, kaçınmak gerekiyor. Bu bakımdan, söz konusu üniversitede okuyan çok sayıda öğrencinin hiçbir makul gerekçe olmadan, uçağa bindirilip Ada’dan uzaklaştırılması doğru olmamıştır. Üniversite yönetimi ve Emniyet Müdürlüğü, bu kararını yeniden gözden geçirmeli ve bu öğrencilerin Ada’ya ve okudukları üniversitelere yasaklı halleri bir an önce ortadan kaldırılmalıdır. Bu türden yasakların çare olmadığını artık anlamak gerekiyor.

 

 

 

Orhan Miroğlu – Taraf

Filistin üye oldu, ABD UNESCO’nun fonu kesti

Merkezi Paris’te bulunan UNESCO’da bugün yapılan oylamada Filistin’in üyelik başvurusu kabul edildi. ABD, karara tepki olarak Unesco’ya ayırdığı fonu kesti.

Merkezi Paris’te bulunan BM Bilim, Eğitim ve Kültür Teşkilatı UNESCO’nun genel konferansında bugün yapılan oylama sonucunda Filistin’in üyelik başvurusu kabul edildi.

Oylamaya UNESCO’nun 185 üyesinden 173’ü katıldı. Bunlardan 107’si ”evet”, 14’ü ”hayır” oyu verirken, 52’si ”çekimser” kaldı.

Olumsuz oy veren ülkeler arasında ABD, İsrail, Kanada, Almanya, Hollanda, Romanya’nın yanı sıra bazı küçük Afrika ve Latin Amerika ülkeleri yer aldı.

Arap-İslam ülkelerinin yanı sıra Çin, Rusya, Brezilya, Hindistan gibi büyük ülkeler ile Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin çoğunluğu Filistin’e destek verdi.

AB üyelerinden İspanya, Yunanistan, İrlanda, Belçika, Avusturya, Malta, Danimarka, Macaristan ve Hırvatistan, Filistin’in üyeliği lehine oy kullandı. Çekimser oy kullanması beklenen Fransa da son anda ”evet” oyu verdi.

Oylamada ortak tutum almaya çalışan, ancak bunu başaramayan AB oyları üçe bölünürken, İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkelerden fire olmadı. İngiltere başta olmak üzere AB üyelerinin bir kısmı ve Japonya, Kore gibi bazı ülkeler çekimser kalmayı tercih etti.

 

ABD fonu kesti

ABD, Filistin’in üyelik başvurusunun kabul edilmesinin ardından BM Bilim, Eğitim ve Kültür Teşkilatı UNESCO’ya verdiği mali desteği kestiğini açıkladı.

ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Victoria Nuland, gazetecilere yaptığı açıklamada Washington’un Kasım ayında yapmayı planladığı 60 milyon dolarlık mali desteği durdurma kararı aldığını söyledi.

Kararın BM organlarına kaynak sağlamakla ilgili kongre kısıtlamaları çerçevesinde alındığını belirten Nuland, UNESCO’nun İsrail ile bir barış anlaşması imzalanmadan Filistin’i bir devlet olarak tanıdığını ileri sürdü.

Nuland, UNESCO’nun kararını “üzüntü verici, zamanından önce alınmış ve kapsamlı, adil ve kalıcı barışın sağlanması hedefini baltalayan” bir karar olarak niteledi.

Sözcü, ABD’nin UNESCO üyeliğini devam ettireceğini sözlerine ekledi.

Merkezi Paris’te bulunan UNESCO’da bugün yapılan oylamada Filistin’in üyelik başvurusu kabul edilmişti. Ad okunarak yapılan oylamaya UNESCO’nun 185 üyesinden 173’ü katılmış, bunlardan 107’si ”evet”, 14’ü ”hayır” oyu verirken, 52’si ”çekimser” kalmıştı

Türkiye’den destek

Türkiye, Filistin’in UNESCO üyeliğini öneren karar tasarısının ortak sunucuları arasında yer alarak Filistin’e aktif destek verdi.

”Geçen hafta Türkiye adına Genel Konferansta yapılan konuşmada, Filistin’in UNESCO’ya kabulünün barışa katkı teşkil edeceği ve UNESCO’nun itibarını ve kapsayıcılığını artıracağı” ifade edilmişti.

Bugüne kadar Birleşmiş Milletler sistemine dahil örgütlerde gözlemci olarak bulunan Filistin’in UNESCO’ya üye kabul etmesi, Filistin’in devlet olma özelliğinin de kabulü anlamına geliyor. Zira, UNESCO’ya sadece devletler üye olabiliyor. Böylece Filistin, Birleşmiş Milletler’den önce UNESCO’ya üye olmuş oldu. Filistin’in BM’ye üyelik başvurusu ise halen Güvenlik Konseyi’nde görüşülüyor.

UNESCO Yürütme Kurulunun Filistin’deki eğitim kurumlarının durumu ve başta Mescid-i Aksa olmak üzere kültür mirasının korunması ile ilgili olarak almış olduğu beş karar ise İsrail’in UNESCO ile işbirliği yapmaması nedeniyle uygulanamıyor.

Yunanistan’dan referandum kararı

0

İflasın eşiğindeki Yunanistan’da hükümet, AB’nin koşullu yardım teklifini referanduma sunma kararı aldı. Yapılan kamuoyu yoklamaları ise Yunan halkının plana sıcak bakmadığını gösteriyor.

Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu, geçen hafta düzenlenen AB zirvesinde kabul edilen ve ülkenin borçlarını yaklaşık üçte bir azaltacak planı referanduma sunacaklarını açıkladı.

Papandreu, “Yunan halkının vereceği karar bizim için bağlayıcı olacak” dedi. Yunanistan Başbakanı, hükümetinin de parlamentoda güven oylamasına gideceğini duyurdu.

AB ve IMF’nin yeni mali yardım için talep ettiği köklü reformlar ve katı bütçe önlemleri, geniş katılımlı protesto gösterilerine yol açmış, Papandreu hükümetini zora sokmuştu.

AB’nin borç koşullarını hafifletmeyi öngörün yeni planı da Yunanlar’ı memnun etmiş gözükmüyor. Cumartesi günü yapılan kamuoyu anketleri, Yunanlar’ın yaklaşık yüzde 60’ının AB paketine olumsuz baktığını gösteriyordu.

Borç yükü hafifletiliyor

Euro Bölgesi liderlerinin geçtiğimiz Çarşamba günü Brüksel’de vardığı anlaşmaya göre, bankalar ve finans kuruluşları ellerindeki Yunan tahvillerinde yüzde 50 oranındaki indirimi gönüllü olarak kabul etti. Böylece Yunanistan’ın borç yükü 100 milyar euro azalacak ve ülkenin yüzde 160 olan borç seviyesi 2020 yılına kadar yüzde 120’ye düşecek. Anlaşmayla ayrıca Euro Bölgesi, Yunan özel sektörüne 30 milyar euro destekte bulunacak.

Euro Bölgesi kaynaklarına göre böylece Yunanistan için bu paketin toplam miktarı 130 milyar euroya ulaşacak. Brüksel’de 21 Temmuz’da düzenlenen zirvede AB liderleri Yunanistan için yardım paketini 109 milyar euro olarak kabul etmişti.

Taraflar, anlaşmanın yılsonundan önce tamamlanmasını ve Yunanistan’ın 2012’den önce ikinci finansal yardımı elde edebilmesini amaçlıyor.