Ana Sayfa Blog Sayfa 4958

Söyleşi: Yeni Anayasa Yapım Süreci ve LGBT Hareketi

Yeni Anayasa yapım sürecinde lezbiyen, gey, biseksüel ve trans (LGBT) bireylerin eşitlik ve anayasal tanınma talepleri 3 Kasım Perşembe günü saat 19’da Lambdaistanbul Kültür Merkezi’nde tartışılacak.

Boğaziçi Üniversitesi ve SPoD’dan* Levent Önen’in bir sunum yapacağı etkinlikte, dünyadaki çeşitli deneyimler ile LGBT’lerin yurttaşlar olarak demokratikleşme ve sivilleşme süreçlerine katkıları hakkında görüş alışverişinde bulunulacak.

Söyleşiyi Lambdaistanbul ve SPoD birlikte düzenliyorlar.

* Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği

Lambdaistanbul’un Adresi: İstiklal Caddesi Katip Çelebi Mah. Tel Sok. No:28/5 Kat:4 Beyoğlu

İletişim: 212 2457068 ve 212 2924802

[email protected]

[email protected]

www.lambdaistanbul.org

www.spod.web.tr

(Yeşil Gazete)

 

 

 

 

Derneğin su faturası örgüt delili sayıldı

Ankara’da Bahadır Söylemez ve Özgür Alkan isimli iki üniversiteli 12 Eylül’de idam edilen üç işçinin isminin geçtiği pankartı asınca bir anda kendilerini örgüt üyeliğinden 25 yıla kadar hapis istemiyle yargılanırken buldular.

Deliller arasında gençlerin üyesi oldukları Mart Kültür, Sanat ve Düşünce Derneği’nin su faturası, ‘terör örgütü lideri Deniz Gezmiş’i övücü mahiyette kitap’, kartpostal ve takvim, 1971’de toplatma kararı verilmiş Mahir Çayan’ın kitabı, ‘Karanlıkta Dans’ ve ‘Savaş ve Barış’ isimli filmler bulunuyor.

Radikal Gazetesi’nden İsmail Saymaz’ın habere göre, Ankara Üniversitesi Edebiyat Bölümü 1. sınıf öğrencisi Söylemez ve aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuyan Alkan, 13 Mart 2011’de Sıhhiye Meydanı’nda yapılan ‘Nitelikli Sağlık Hizmeti İçin Çok Ses Tek Yürek Ankara Mitingi’nde Sıhhiye Köprüsü’ne, 13 Mart 1982’de idam edilen Ethem Coşkun, Seyit Konuk ve Necati Vardar’ın isimlerinin yer aldığı ‘İdamlar Bizi Yıldıramaz / Ethem Coşkun-Seyit Konuk-Necati Vardar/13 Mart Savaşçıları Yaşıyor, Leninistler Savaşıyor’ yazılı pankart astılar.

30 Mart’ta da Kızılay’daki üstgeçide, 1972’de öldürülen Mahir Çayan ve arkadaşlarının siluetlerinin yer aldığı bir pankart astılar. Ankara Özel Yetkili Savcılığı soruşturma başlattı. Gençlerin 30 Mart’ta kurulan Mart Kültür, Sanat ve Düşünce Derneği’ne üye oldukları belirlendi. 1982’de asılan üç işçiyi 1990’da kurulan yasadışı TKEP/L örgütüyle ilişkilendiren savcılık, derneğin de yasal alan platformu olduğunu ileri sürerek 5 Mayıs 2011’de operasyon düzenledi. Söylemez ve Alkan evlerinden gözaltına alındı.

İsrail nükleer silah kapasitesini artırıyor

0

İngiltere merkezli stratejik araştırmalar kuruluşu Trident’in hazırladığı rapora göre, İsrail nükleer silah kapasitesini artırmak için yoğun bir çalışma yürütüyor.

İngiliz gazetesi Guardian’ın yayımladığı raporda, İsrail’in Jericho 3 roketlerinin menzilini artırdığı belirtiliyor. İsrail böylece kıtalararası roket kapasitesine sahip olacak. Kıtalararası roketlerin menzili genellikle 8 bin kilometre oluyor. İsrail ayrıca, denizden ateşlenen kruz roketlerinin kapasitesini de denizaltılardan ateşlenebilecek şekilde geliştiriyor. İsrail’in halihazırda üç denizaltısı bulunuyor, bunun dışında şu an iki tane daha Almanya’da inşa ediliyor. İsrail’in denizaltıları ile nükleer saldırıda “ikinci vuruş” kapasitesi elde etmeyi amaçladığı belirtiliyor. Buna göre, bir saldırı durumunda İsrail’in karada depoladığı nükleer silahları zarar görse bile denizde gizli noktalarda bulunan denizaltılarındaki silahlarla cevap verebilecek.

[Son Dakika] Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı tutuklandı

KCK soruşturması kapsamında mahkemeye sevkedilen Prof. Dr. Büşra Ersanlı ile yayıncı Ragıp Zarakolu tutuklandı.

KCK soruşturması kapsamında mahkemeye sevkedilen Prof. Dr. Emine Büşra Ersanlı ile yayıncı Ragıp Zarakolu tutuklandı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturma kapsamında Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve yayınevi sahibi Ragıp Zarakolu’nun da aralarında bulunduğu 50 kişi dün sabah Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne getirildi. Savcılık sorgusunun ardından 47 şüpheli tutuklama istemiyle nöbetçi mahkemeye sevk edildi. Üç şüpheli ise savcılık tarafından serbest bırakıldı.

İstanbul nöbetçi 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk edilen şüphelilerin mahkeme sorgusu gece saat 23.00 civarında başladı.14 saat iki hâkim tarafından sorgulanan şüphelilerden 24’ünün işlemleri tamamlandı. Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve yayıncı Ragıp Zarakolu’nun da aralarında bulunduğu 24 kişiden 23’ü tutuklandı. Bir şüpheli ise serbest bırakıldı.

Diğer hâkim tarafından sorgulanan 23 şüphelinin ise işlemleri devam ediyor.

30. İstanbul Kitap Fuarı başlıyor

30. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı 600 yayınevinin katılımıyla 12-20 Kasım’da kitapseverleri kitaplarla ve yazarlarla buluşturacak.

TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. tarafından Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliği ile 12-20 Kasım 2011 tarihleri arasında TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi- Büyükçekmece’de düzenlenecek olan 30. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı 600 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımı, 197 etkinlik ve yüzlerce imza ile kapılarını kitapseverlere açmaya hazırlanıyor.

Kitap fuarıyla ilgili her türlü güncel haber www.facebook.com/istanbulkitapfuari ve www.twitter.com/kitapfuari üzerinden takip edebilecek.

Lazca yer isimlerinin iadesi, eğitim ve enstitü talebi için resmi başvuru

Lazebura Birliği adı altında örgütlenen Lazlar, Başbakanlığa ve Kültür Bakanlığı’na Lazca anadilde eğitim, Lazca yer isimlerinin geri verilmesi ve Lazca için enstitü kurulması talepleri ile resmi başvuruda bulundu.

Almanya’da 1998 yılından bu yana faaliyet gösteren Lazebura e.V. Laz Dili ve Kültürünü Koruma ve Yaşatma Birliği’ne üye Laz aydın ve sanatçılar Lazca taleplerini içeren dilekçeleri Başbakanlığa ve Kültür Bakanlığı’na sundu.

Dilekçede, Lazca’nın Güney Kafkas dil ailesine mensup, Anadolu’nun yaşayan en eski dillerinden biri olduğu belirtilerek, yaklaşık 250 bin ila 500 bin arasında kişi tarafından konuşulduğu bilgisine yer verildi. UNESCO tarafından yayınlanan Tehlike Altındaki Diller Atlası’na göre, Lazca’nın kesinlikle tehlikede olan diller grubunda olduğu vurgusu yapılan dilekçede, “Kadim dillerden olan Lazca, Anadolu’nun tüm diğer yerel dilleri gibi, dünya kültür mirasının bir parçasıdır. Lazca’nın ve aynı durumda olan Anadolu’nun diğer dillerinin yok oluşunu izlemek, bu konuda önlem almamak dünya kültürel mirasımıza sahip çıkmamak demektir” denildi.

Dilekçede şu taleplere yer verildi:

-Lazca ve Anadolu’da konuşulan diğer diller anadil tanımına ve statüsüne alınmalı,

-Yok olmakta olan dilleri koruma altına alacak eğitim programları geliştirilmeli,

-Mümkün olduğu alanlarda müfredatta iki dilde eğitime yer verilebilmeli, yerel dillerin yok olmaya yüz tuttuğu yerlerde ise en azından anadil dersi konulabilmeli,

-Türkçe’de zaman zaman uygulanan, okuma-yazma kampanyası, Anadolu’nun tüm yerel dillerinde de uygulanmalı,

-Özellikle yöremizde, Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde Kuzey ve Güney Kafkas dillerinin araştırılabileceği bir enstitü ve diğer tür kurumsallaşmaların gerçekleştirilmesi gereklidir,

-Bir halkın hafızasından tarihine, atalarına tanıklıklarının göstergesi olan bu isimlerin silinmek istenmesi büyük bir haksızlıktır. Eski Lazca yer adlarının resmi olarak iade edilmesini istiyoruz,

-Lazca ve diğer yerel dillerde basın-yayın özgürlüğü yasal güvence altına alınmalı,

-Vatandaşlık statüsü ile yerel halkların kültürel kimliklerinin farklı olabileceğine dair belirsizlikler giderilmeli ve bu konuda Anayasa’da net bir düzenleme yapılmalıdır.

(Turnusol)

Kazan: Artık her şey bitmiştir

Yarım asırlık avukat Turgut Kazan’ın, bugün meslekten men istemiyle yargılanmasına başlanacak. Türkiye’nin her yerinden avukatlar Kazan’ın avukatı olarak duruşmaya katılacak.

Cumhuriyet Gazetesi’nden İlhan Taşçı’nın haberine göre;

arım asırdır avukatlık yapan Turgut Kazan, savunmanlığını üstlendiği eski Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in lehinde yazılan bir mektup hakkında savcılığın işlem yapmamasını eleştirmesi nedeniyle “3 yıl hapis ve meslekten men” cezası istemiyle bugün yargılanmaya başlanacak. 12 Mart ve 12 Eylül’de de avukatlık yaptığına işaret eden Kazan, “Onların bile aklına gelmemişti. Boyun eğen, hukuk ihlallerine sessiz avukat istiyorlar. Dolayısıyla beni değil savunma mesleğini yargılıyorlar. İlk kez savunma terör sayıldı” değerlendirmesini yaptı.

Dört dönem İstanbul Barosu Başkanlığı da yapan, 49 yıllık avukat Turgut Kazan, Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde bu kez avukat kürsüsünde değil, “sanık” kürsüsünde mahkemeye çıkacak. Kazan’ın bugün “yargılanmasına” dayanak gösterilen olay ise savunmasının “terör suçu” sayılması.

Cemaatlere yönelik soruşturmaların ardından tutuklanan eski Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’e Buca Cezaevi’nden bir tutuklu mektup gönderdi. Mektupta, Risale-i Nur Dershanesi toplantılarına katıldığı bir gün, Savcı Osman Şanal, bazı emniyet yetkilileri, iki profesör ve Erzurum’da cemaat liderliği yapan 3-4 kişinin gece saat 02.30’a kadar toplantı yaptığını anlatıp, toplantıya katılanların “Cihaner’in işi bitti” dediğini ileri sürdü. Turgut Kazan da bu mektubu o dönemde mahkemeye sunarak bu iddialarla ilgili gerekli araştırmanın yapılmasını istedi. Ancak 2 ay boyunca hiçbir işlem yapılmaması üzerine duruşma sırasında Kazan, bu tutumu eleştirdi. Kazan’ın bu eleştirisi “terör eylemi sayılarak” Erzurum Özel Yetkili 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. İddianamede, Kazan’ın Terörle Mücadele Yasası kapsamında 3 yıla kadar hapisle cezalandırılması ve meslekten yasaklanması istendi.

Savunma terör sayılıyor

Bugün yapılacak ilk duruşmaya, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Vedat Ahsen Coşar, İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal, Ankara Barosu Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, İzmir Barosu Başkanı Sema Pekdaş başta olmak üzere diğer baro başkanları ve avukatlar katılacak.

Avukat Turgut, “Demokrasimiz için büyük tehlike oluşturan özel yetkili mahkemeler önünde üstlendiğim tek davada, Terörle Mücadele Yasasını ihlal ettiğim iddiasıyla sanık oldum” derken AİHM kararlarını da hiçe sayan bu anlayışın savunma mesleğine açık bir saldırı olduğunu belirtti. Avukat Turgut Kazan, şu değerlendirmeyi yaptı:

“Türkiye’deki çok demokrat bazı çevreler yalnızca bazı olaylar üzerinde duruyorlar ki o olaylar da önemlidir. Ama ilk kez savunma görevi terör sayılıyor. Artık her şey bitmiştir. Oysa hukuk devleti değerlerinde aslolan silahların eşitliği ilkesidir. İnsanlar bunu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki hakkaniyetli yargılama kuralından çıkarmıştır. Ben şimdi savcıyı eleştirirken savcı benim aleyhime dava açıyor. Ve düşünebiliyor musunuz, meslekten yasaklanmam gerekiyor. Bunu ne 12 Mart, ne 12 Eylül düşündü. Böyle bir şey görmedim. Benim şeklen sanık olduğum bir dava gibi görülüyor ama aslında savunma mesleğini yargılıyorlar. Bütün avukatlara boyun eğdirmek, ihlallere sessiz kalan avukat istiyorlar. Korku salıp, ihlallere seyirci kalmamızı sağlamak için açılmış bir davadır.”

Veganlar İstanbul’da buluşuyor

Türkiye’nin tek vegan hareketi Vegan Kolektif, Dünya Vegan Günü‘nü yemekli, belgeselli, forumlu bir buluşmayla kutluyor.

Bugün (1 Kasım) Dünya Vegan Günü. Türkiye’nin tek vegan hareketi Vegan Kolektif, vegan, vejetaryen, türcülük karşıtı, ekolojik yaşamı savunan herkesi Yeşil Ev’deki buluşmaya davet ediyor.

Vegan Kolektif, doğanın, tüm canlılarının haklarını gözeten, gezegenin tüm türlerinin eşitliği ve özgürlüğünden yana bağımsız bir grup. Sloganları “dünyaya, bedenimize ve diğer hayvanlara duyarlı olalım”. “Veganlar ne yiyor” sorusunu “Diğer türlere tahakküm uygulamadan ve onları öldürmeden sağlıklı beslenmek mümkün” diye cevaplıyorlar.

Etkinlikte vegan mutfağından yemekler, yumurta ve süt ürünleri kullanılmadan yapılan tatlılardan tadabilirsiniz. Yemekten sonra Tanık adlı belgesel gösteriminin ardından ekoloji, vegan aktivizm gibi konuların tartışılacağı bir de forum düzenleniyor.(ÇT)

Etkinlik programı şöyle:

18:00-18:30 / Yemek: Vegan Mutfaktan Bilindik ve Sürpriz Lezzetler

Veganların beslenme adına en sık karşılaştığı sorular “Peki o zaman ne yiyorsunuz? 1 Kasım’da GDO’suz, bol protein, B12, demir, kalsiyum içerikli, yaşadığımız coğrafyanın mutfağından çok aşina olduğumuz tatları tekrar tadarken, belki şu ana kadar tatmadıklarınızı (ev yapımı soya sütü, tofulu köfte, soya köftesi…) deneyeceksiniz.

18:30-19:15 / Belgesel Gösterim: The Witness (Tanık)

Hayvanları sadece beslenmek için bir gıda olarak gören Brooklynli bir inşaat müteahhitinin bir kediyle olan arkadaşlığından, et yemezliğe, oradan da New York sokaklarında minibüsünün içine yerleştirdiği televizyon ile gezerek başlattığı bireysel kürk karşıtı aktivizme uzanan farkındalık ve değişiminin öyküsü.

19:15-19:30 / Tatlı-Çay Arası

19:30-21-00 / Forum

Konvansiyonel Hayvancılık ve Ekolojik Tahribat (vegankedi.com yazarı Yasemin Yıldız Avdan)

Irkçılık=türcülük=cinsiyetçilik (Atalay Göçer)

Her Derde Deva: Vegan Olmak-Ya Da Olmamak İşte Bütün Mesele Bu (Alternatif Tıp Okulu “Heilpraktikschule in Selbstverwaltung” mezunu, Loving Hut İstanbul Vegan Restoranı sahibi ve başaşçısı Gizem Schwabe)

Galaksinin Vegan Rehberi (veganizm.blogspot.com yazarı/rehber Nükhet Everi)

Vegan Aktivizm (Burak Özgüner)

İletişim Adresi: [email protected]

* Yeşil Ev Adres: Balo Sokak No:21/1 İstiklal Caddesi Beyoğlu

(Bianet)

 

Yeşil Ev’den Van’a yardım devam ediyor

İstanbul Yeşil Ev’de toplanan ve Van’da yardımdan mahrum bırakılan mültecilere gönderilen yardımlar toplanmaya devam ediyor. İlk 50 kolinin ulaşmasından sonra, ikinci kez yardımlar toplanmaya başlanıldı. Yardım toplayan gönüllülerin ulaştıkları mültecilerin en acil ihtiyaçları ise şunlar:

-Kadın pedi

-Biberon

-Çocuk maması

-Çocuk bezi

-Kadın/erkek/çocuk iç çamaşırı (yeni olmaları hijyen açısından hayati)

-Battaniye

-Kışlık kadın/erkek/çocuk kıyafeti ( kazak, mont, içlik, termal içlik, pantolon vs…)

Yardımların toplandığı adres:

ADRES: Yeşil Ev İstiklal Cad. Balo Şok. NO:21/1 Beyoğlu İstanbul

TELEFON: (0212) 244 77 80 – (0541) 693 89 94

NOT: Yardımlarınızı Yeşil Ev’e saat 11:00 – 23:00 arası getirebilirsiniz.

Deprem enkazından çıkan kentsel dönüşüm rantı

23 Ekim’de Van’da gerçekleşen deprem Türkiye’nin deprem konusundaki durumunu da tekrar ve tekrar gözler önüne serdi. Sivil toplum oraya ulaşıncaya kadar, ikinci güne denk geliyor bu süre, deprem bölgesinde gerçekleşmesi gereken arama ve kurtarma işlemi başarısız oldu. Zaten Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da bunu “ilk gün başarısız olduk” şeklinde dile getirdi. İlk günlerde bölgeden gelen haberlerin ağırlıklı bir bölümü hiç yardım gitmeyen, kimsenin ilgilenmediği köylerdi. Sonra yavaş yavaş toplum devleti bir kenara itti ve yardım tırlarının direksiyonuna kendisi geçti. Belki de devleti de enkaz altından çıkardı.

Enkaz altından başka konular da çıktı. Bu konuların en önemlisi ise rant. Öğrendik ki, deprem aslında çok karlı bir yatırım aracına ve çok etkili bir silaha dönüşebilir. Örneğin, depremin ilk günlerinde, en gerekli zamanda, yardım gitmeyen insanların bir an önce gelen yardımlara ulaşmak için hareket etmesi; Türkiye’nin Batı kaynaklı olan medyasında bir yaygara kopmasına neden oldu. “Yağma!” diye. Üç gün önce enkaz altından çıkmış, karşısında hiçbir şekilde organize olamamış bir yapı gören insanların çadırlara ulaşmaya çabalaması yağma olarak nitelendirildi. (Gayet nezih bir kokteylde, bu başlıkları atan insanların minicik bir kanepeye ulaşmak için birbirlerini ezdiğini de görebilirsiniz!) Bu görüntüler ve nitelendirmeden kısa bir süre sonra, kamuoyunda yoğunlaşan tepkiler sonucunda 1999’dan itibaren toplanan deprem vergilerinin ne olduğuna yanıt geldi hükümet cephesinden. Duble yol olmuş vergiler. 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri’nde AKP’nin en büyük seçim malzemelerinden bir tanesi olan duble yollar yani. Aynı medyaya baktığımızda hiçbir gazetenin “Yağma!” diye yaygara kopardığını göremedik tabii ki. (Bir kişi TRT’de konuyu vergilere getiriyordu ki, spiker alelacele yayını kesti.) 1999’dan beri milyarlar toplanıyor ve hala Kızılay Başkanı gülerek televizyonlarda Türkiye’nin toplam elli bin çadırı olduğunu söyleyebiliyor. Çünkü paralar seçim yatırımlarına gitmiş. İşte gerçek yağma ve depremden rant çıkarmaya bir örnek budur.

Depremden dört gün sonra başka bir durum ortaya çıktı. Başbakan Erdoğan bir toplantıda şunları söyledi: “Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız ile bir çalışma içine gireceğiz. Artık şehirlerimizde kaçak yapı, gecekondu, gerekirse yetkiyi tamamen Bakanlığımıza alacağız ve bu tür binalarını değiştirmeyen, yıkmayanlara sormadan kamulaştırmasını yapacak ve binaları yıkacağız. (…) Başta İstanbul, Ankara, İzmir, bütün bu gecekondular, kaçak binalar şimdiden haberini veriyoruz. Lütfen bu çağrılarımıza kulak versinler. Efendim işte ‘müteahhitlerle anlaşacağız, bilmem ne falan’ yok. Ramazan’da Ankara’da şöyle bazı gecekondu bölgelerini dolaştım. ‘TOKİ’ye veremeyiz, müteahhit arıyoruz’, artık müteahhit şu bu falan bekleyemeyiz. Hemen müdahalemizi yapacağız. Hem şehirlerimizi güzelleştireceğiz, hem de buraları sağlam güvenilir konutlarla donatacağız.”

Şimdi bu açıklamayı okuduktan sonra sözün sahibine dair ufak bir parantez açmak gerekli. Bu açıklamanın sahibi kim? Recep Tayyip Erdoğan. 1994 yılında İstanbul’a başkan olmuş, 2002 yılında da partisi tek başına iktidara gelmiş bir kişi. Yani sadece İstanbul özelinde konuşursak, son 17 senenin, 14 senesinde bir şekilde İstanbul’u yönetmiş kişi. Yıl 2011 olduğunda, İstanbul’da depreme dayanıksız binalar aklına geliyor. Normal mi?

Bir yollu izlersek normal. O yol başka bir taraftan akıyor. Adım adım izlenebilecek bir yol. (1) TOKİ Genel Müdürü Erdoğan Bayraktar, 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri’nde AKP’den milletvekili seçildi. (2) Seçildikten sonra, başına geçeceği bir bakanlık oluşturuldu. Bakanlığın adı, Erdoğan’ın da andığı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı oldu. Ve şimdi de o bakanlık asıl görevine kavuştu. (3) Depremden sonra Başbakan hedefi açıkladı. Komutanı ise Erdoğan Bayraktar! Hedef nedir? Hedef, şehirlerin, dönüştürülemeyen, apartmanlaştırılamayan bölgelerini hemen apartmanlaştırmak. Yukarıda sorduğum soruya dönersem, bunun 17 sene sonra akla gelmesi normal mi? Evet normal! Bir kere deprem büyük bir şans. Yaşanan olağanüstü durum karşı sesleri bastırmak için büyük bir şans. İkincisi 17 sene önce böyle bir hedefe gerek yoktu. Şehirlerde zaten henüz boş olan, yapılaşmaya ve ranta müsait bölgeler çoğunluktaydı ama şimdi şehir(ler) tıkandı. Direnmeyen bölgeler zaten çoktan apartmanlaştı ve yaşayanları sürüldü, direnenlere ise ne olacağını Başbakan söylüyor: “Artık şehirlerimizde kaçak yapı, gecekondu, gerekirse yetkiyi tamamen Bakanlığımıza alacağız ve bu tür binalarını değiştirmeyen, yıkmayanlara sormadan kamulaştırmasını yapacak ve binaları yıkacağız.” Sanki depremde gecekondular yıkılırmış gibi!

Fotoğraf aslında çok net. Depremin, nasıl ranta dönüştürüleceğini, önümüzdeki yıllarda kentsel dönüşümün, depreme hazırlık adıyla nasıl kentleri şantiyeye çevireceğini ve buradan yaratılacak ekonomi ile sermaye akışı sağlanacağı net bir şekilde ortaya çıkıyor. Deprem hızır gibi yetişiyor bir şekilde. Yerel ya da merkezi yönetim, eğer sizin yaşadığınız bölgeye göz koyduysa, bir şekilde sizi oradan atıp, TOKİ ya da reklam yıldızı müteahittlere vermek istiyorsa, kılıf hazır: Enkaz altında ölmek mi istiyorsunuz? Böyle böyle göz koyulan yerler ortaya çıkacaktır yakında. Bazıları çıkmaya başladı bile. Artık kimse, milyonlarca liraya satılabilecek apartman dairelerinin yapılacağı yerlerde, bedavadan(!) oturamayacak!

Sonra? Sonra olacaklar açık. Türkiye’nin gizliden gizliye yaşadığı krize bir şekilde ilaç olabilecek bir ekonomi, oradan gelecek rantın dönüştürülmesi, belki yeni duble yollar(!) ve yeni seçim malzemeleri. Deprem enkazından çıkan rant işte budur.

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net