Ana Sayfa Blog Sayfa 4957

Karadeniz ülkeleri ve ekoloji mücadelesi

Geçen hafta sonu Gürcistan’da Green Team (Yeşil Takım) adı verilen bir toplantıya katıldım. Karadeniz Genç Reformistler Grubu tarafından düzenlenen toplantı, Karadeniz bölgesindeki ülkelerin ekoloji ve sürdürülebilirlik sorunları hakkında bir sivil toplum ağı kurmayı hedefliyordu. Ben de toplantıda Yeryüzü Derneği ve Toplum Gönüllüleri Vakfı’nı temsil ediyordum.

Toplantından öncelikle, Karadeniz ülkelerinde ve Türkiye’de benzer hükümet politikalarının hayata geçirildiği ve çevre kıyımlarının kalkınma adına yapıldığı çıktısı ile döndüm. Diğer izlenimlerim ise şöyle:

İlk izlenimlerimle ne yazık ki Karadeniz ve çevresi ülkelerde ekoloji hareketlerinin emekleme döneminde olduğunu iletebilirim. Bu  izlenimimin temel sebepleri ise şunlar:

1)      Çevre sorunları ile mücadeleyi özellikle halen bir hayırseverlik faaliyeti kapsamında, kabaca “light” faaliyetler olarak görüyorlar.

2)      Bu ülkelerin hepsinde politik istikrarsızlık devam ediyor,  insan hakları ve demokrasi çok sorunlu, o yüzden STKlar için çevre sorunları ikinci, üçüncü ve hatta sonuncu öncelik.

3)      Çevre sorunlarının ve ekolojiye verilen tahribatın insan hayatı ve haklar üzerindeki etkilerini görmekte zorlanıyorlar.

4)      Ekonomik durumlarında sıkıntılı olduğu bu ülkelerde cümlelerde doğa yerine “doğal kaynak” kelimesi kullanılıyor. Doğayı ve çevreyi halen bir meta olarak görmeye devam ediliyor, bu yüzden çevre alanında yapılan çalışmaların temel çıktılarından birinin gelir getirici faaliyetler olmasını bekliyorlar.

Toplantı sırasında bölgelerde yaşanan sorunlar konusunda da biraz bilgi edinme şansım oldu. Öncelikle enerji güvenliği bu ülkelerde temel sıkıntılardan biri, bu yüzden bu ülkelerdeki hükümetler Nükleer Enerjiyi halen en önemli enerji kaynaklarının başında görüyorlar. Mesela, Ermenistan’dan katılımcılar ile Metzamor’u konuştuk. Hükümet Metzamor’u ancak yeni bir Nükleer Santralin tamamlanması ile kapatacağını ilan etmiş ve ne yazık ki Ermeni toplumu da bu fikre sıcak bakıyor. Kullandıkları söylem de “başka kaynağımız yok ve dışa bağımlı olmak istemiyoruz” söylemi. Ne kadar haklılar veya ne kadar haksızlar yorumu bana düşmez ancak bu ülkede nükleer yakıtın ithal edildiğini söylemeden de edemeyeceğim.

Onun dışında, bölgede ciddi hava kirliliği sorunları devam ediyor, özellikle bölgedeki büyük şehirler olan Moskova, Tiflis, Erivan vb. başkentlerde trafik ve egzoz gazı en temel sorun olarak ifade ediliyor.

İklim değişikliği gibi küresel sorunlara gelirsek; hepsi bu sorunların olduğunu bir şekilde kabul ediyor ancak bu konular halen onlar için birer metafizik konusu;  iklim değişikliği ne ülkelerin önceliğinde ne de toplumların; halen nasıl sorunlar ile karşılaşabileceklerini kestiremiyorlar ve ülkeler olarak ne sorunda ne de çözümde bir payları olabileceğini düşünmüyorlar.

Doğanın kaynak olarak kullanımı konusuna gelirsek, özellikle Kafkas ülkelerinde son yıllarda doğal alanların (Ormanların mesela) özel sektöre kiralanması yaklaşımı var. Bu şirketler kiralamak istedikleri bölgeyi seçiyor, bölgedeki “doğal kaynakları” kendileri devlet adına tespit ediyor, sözde sürdürülebilirlik planlarını devlet adına yapıyor ve bölgeleri halkın (orman köylüleri vb.) kullanımına kapatıyorlarmış. Yani hem kendileri çalıyor hem de kendileri söylüyorlarmış.

Dünya Bankası’ndan gelen Gürcü bir arkadaşın ormancılık konusunda yaptığı sunumdan çıkardığım önemli noktalardan biri de özellikle yabancı şirketlerin Gürcistan ormanlık alanında faaliyet yapmak üzere harekete geçtiği.

Başta altın madenciliği olmak üzere yeni bulunan madenlerin toplanması, kömür kaynaklarının çeşitlendirilmesi gibi bir sürü faaliyet, bu ülkelerde ekonomik gelir ve kalkınma adı altında tüm devletler tarafından öncelikli faaliyet.

Özetle, bölgedeki çevre sorunları gün geçtikçe hızlı bir biçimde artarken, bunları sorgulaması ve müdahil olması gereken sivil toplum örğütlerinin çok yavaş geliştiğini söyleyebilirim. Umarım bizde bazı noktalarda olduğu gibi birkaç yıl içinde bu ülkelerde de iş işten geçmiş olmaz.

 

Chelsea, Mehmet Topal’a talip

0

Chelsea, “Türk örümcek” lakaplı Mehmet Topal için Valencia‘nın kapısını çaldı. İspanyol kulübü, İngiliz devinin 10 milyon euroluk resmi teklif yaptığını açıkladı.

Chelsea, Valencia’da top koşturan, “Türk örümcek” lakaplı Mehmet Topal’a resmen talip oldu.Rus milyarder Roman Abramovich’in sahibi olduğu Chelsea, 25 yaşındaki milli futbolcu için Valencia’nın kapısını çaldı. Mavi-beyazlı kulübün, devre arasında kadrosuna katmak istediği Mehmet Topal’ın bonservisine karşılık 10 milyon euro teklif ettiği ortaya çıktı.

Valencia Kulübü, iki sezon önce 5.5 milyon euroya Galatasaray’dan transfer ettiği Mehmet Topal için Chelsea’den gelen teklifi doğruladı. 10 milyon euroyu yeterli bulmayan İspanyol ekibi, teklifin yükseltilmesini istedi.

Transfer gerçekleşirse Mehmet Topal yıllık ücretini ciddi biçimde artıracak. Valencia’da yıllık 1.5 milyon euro kazanan başarılı futbolcu, Chelsea’ye gitmesi halinde senelik 2.5 milyon euroyu cebine koyacak.

Premier Lig’de oynadığı 10 maçta kalesinde tam 15 gol gören Chelsea’nin orta sahasında yaşadığı defansif sorunları Mehmet Topal transferiyle çözmek istediği ifade edildi. Arsenal karşısında alınan 5-3’lük yenilgi ardından harekete geçen Chelsea Menajeri Villas Boas’ın, Topal’ın transferi için ısrarcı olduğu vurgulandı.

Küresel cinsiyet eşitsizliği endeksi

0

Küresel cinsiyet eşitsizliği endeksinde İskandinav ülkeleri, siyaset, eğitim, istihdam ve sağlık alanlarında kadın ve erkek eşitliğinin en çok sağlandığı ülke olurken, Türkiye de 126. sıradan 122. sıraya yükseldi.

Merkezi Cenevre’de bulunan Dünya Ekonomik Forumu‘nun yayımladığı yılık rapora göre İzlanda, Norveç, Finlandiya ve İsveç, 135 ülke arasında ilk dört sırayı paylaştı. ABD, Barack Obama’nın yönetimde kadınlara daha fazla rol vermesi ve kadın erkek arasındaki ücret farklılığının düşmesiyle 19. sıradan 17. sıraya yükseldi.

Ülkelerin yüzde 85’inin geçen altı yıl içinde cinsiyet eşitsizliğini azalttığını belirten rapor, diğer ülkelerde bu eşitsizliğin arttığını, Nijerya, Mali, Kolombiya, Tanzanya ve El Salvador gibi ülkelerde kadınların durumun daha da kötüleştiğini gözler önüne serdi.

Listede Rusya 43. sırada, Çin 51. sırada, İtalya 74. sırada, Brezilya 82. sırada, Katar 11. sırada, Hindistan 113. sırada ve Suudi Arabistan da 131. sırada yer aldı.Pakistan, Çad ve Yemen, listenin sonundaki yerlerini korudu.

Kadın erkek eşitsizliği, sağlıkta yüzde 96 ve eğitimde yüzde 93 ile en düşük seviyeye ulaştı. Ancak bu oran, ekonomiye katılımda yüzde 60 ve fırsat eşitliğinde ise yüzde 20’de kaldı. Türkiye, ekonomiye katılımda 132., eğitimde 106., sağlıkta 62. ve fırsat eşitliğinde 89. sırada yer aldı. Dünya Ekonomik Forumu, hiçbir ülkenin sağlık, eğitim, siyaset ve istihdam alanlarında kadınlar ile erkekler arasında cinsiyet farkını tamamen kapatmayı başaramadığını açıkladı.

(Ajanslar)

Fukuşima korkutuyor

0

Deprem ve ardından oluşan tsunaminin yaklaşık 8 ay önce nükleer felakete yol açtığı Japonya’nın Fukuşima santralinin 2 numaralı reaktöründe nükleer fisyon olduğuna dair belirtiler görüldü.

Santrali işleten Tokyo Elektrik Şirketi Tepco, nükleer fisyon oluştuğuna dair belirtiler üzerine zincirleme bir reaksiyonu engellemek amacıyla reaktöre borik asit verilmeye başlandığını açıkladı.

Bir Tepco yetkilisi, henüz ısı, basınç veya radyasyon oranında artış görülmediğini söyledi.

Atom santrallerinde nükleer fisyon, enerji elde etmek amacıyla normalde kontrollü şekilde yürütülüyor.

11 Mart’ta meydana gelen 9 büyüklüğündeki deprem ve ardından oluşan tsunami, Fukuşima santralindeki 6 reaktörden 3’üne ağır hasar vermişti. 20 bin kişinin hayatını kaybettiği veya kaybolduğu depremin ardından sızan radyasyon nedeniyle santralin etrafındaki bölgede yaşayanlar evlerini terk etmek zorunda kalmıştı.

(Ajanslar)

KCK’da 44 tutuklama

KCK’ya yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda gözaltına alınan 50 kişiden 44’ü, çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklandı. 6 kişi ise serbest bırakıldı. Tutuklananlar arasında Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve yayınevi sahibi Ragıp Zarakolu da var.

İstanbul nöbetçi 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk edilen şüphelilerin mahkeme sorgusu gece saat 23.00 civarında başladı.14 saat iki hakim tarafından sorgulanan şüphelilerden 24’ünün işlemleri tamamlandı. Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve yayınevi sahibi Ragıp Zarakolu’nun da aralarında bulunduğu 24 kişiden 23’ü tutuklandı. Bir şüpheli ise serbest bırakıldı.

21 kişi daha tutuklandı

PKK terör örgütünün şehir yapılanması KCK’ya yönelik operasyon kapsamında gözaltına alınarak adliyeye sevk edilen 21 kişi daha tutuklandı.

Savcılıkça tutuklanmaları istemiyle gönderilen 47 şüpheliden, 23’ünün daha İstanbul, 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ifadesi alındı.

Mahkeme, 21 kişinin tutuklanmasına, 2 kişinin de serbest bırakılmasına karar verdi. Böylece, şüphelilerin çokluğu nedeniyle mahkeme işlemleri 2 hakim tarafından 2 grup halinde yürütülen 47 kişiden, toplam 44 kişi tutuklanırken, 3 kişi serbest bırakıldı.

Bakırköy ve Metris Cezaevi’ne gönderildiler

Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve Belge Yayınları yetkilisi Ragıp Zarakolu’nun da aralarında bulunduğu 44 kişi, adliye bahçesinde bekletilen Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne ait 3 midibüse bindirildi. Yoğun güvenlik önlemleri altında adliyeden çıkarılan şüpheliler, Bakırköy ve Metris cezaevlerine götürüldü.

Zarakolu bu gece bakanın davetlisiymiş

Tutuklanan yayıncı Ragıp Zarakolu’nun suçlamaları reddettiği savunmasında “Suçlamalara konu faaliyetlerim tamamen entelektüel faaliyetlerdir. Yıllardır devam eden soruna çözüm bulma konusunda kendi katkılarımı da sunmak amacıyla hareket etmekteyim. Bu manada bu akşam Kültür ve Turizm Bakanı’nın himayesinde gerçekleştirilecek olan uluslararası bir toplantıya da davetliyim” diye ifade verdiği öğrenildi.

“Terör örgütüne üye olmak” suçundan tutuklanan yayıncı Ragıp Zarakolu’nun savcılık ifadesinde suçlamaları kabul etmediği, herhangi bir örgütsel faaliyet içerisinde bulunmadığını söylediği belirtildi.

13 Haziran 2010’da Ümraniye’de BDP bünyesinde faaliyet göstermek üzere yapılandırılan siyaset akademisi açılışına katıldığını belirttiği öğrenilen Zarakolu’nun, “Bu açılışa da bir davet üzerine katılmıştım. Aynı açılışa bahse konu siyasi partinin eş başkanı ve milletvekilleri de katılmıştı. Açılış sonrası bir konuşma yaptığımı hatırlıyorum. Açılış sonrası bir konuşma yaptığımı da hatırlıyorum. Konuşmamda siyaset akademileri türü yapılanmaların Avrupa’da da örnekleri olduğunu ve özellikle sosyalist hareketlere bir ivme kazandırdığını belirtmiştim” dediği öğrenildi.

Zarakolu, siyaset akademisi okulunda da herhangi bir ders vermediğini söylediği belirtildi.

Yayıncı Zarakolu’nun uzmanlığı olan bazı konularda yıllardır Türkiye’de ve dünyanın çeşitli yerlerinde toplantı, konferans ve eğitim faaliyetlerine katıldığı söylediği öğrenildi.

Suçlamaların hepsi entelektüel faaliyetler

Evinde yapılan arama ele geçirilen sırasında belgelerin yayıncılık faaliyeti nedeni ile yaptığı çalışmalarla ilgili olduğunu anlatan Zarakolu’nun, “Bu belgeler çeşitli kitap taslaklarını içeriyor. Suçlamalara konu faaliyetlerim tamamen entelektüel faaliyetlerdir. Yıllardır devam eden soruna çözüm bulma konusunda kendi katkılarımı da sunmak amacıyla hareket etmekteyim. Bu manada bu akşam Kültür ve Turizm Bakanı’nın himayesinde gerçekleştirilecek olan uluslararası bir toplantıya da davetliyim” diye ifade verdiği öğrenildi.

İfadesinde Türkiye’nin giderek otoriteleşen bir sistem haline geldiğini belirten Zarakolu’nun, “Mahkemenizin beni kitaplarımdan ayırmayacağını ümit ediyorum” diye konuştuğu belirtildi.

Ersanlı: “Terör örgütüyle ilgim olmaz”

Mahkemede yaklaşık bir saat ifade veren Prof. Büşra Ersanlı’nın da hakkındaki suçlamaları kabul etmediği belirtildi. “Benim silahlı terör örgütü ile hiçbir ilgim olamaz. Hatta şüphesini dahi kabul edemem. KCK isimli yapılanmayla bir ilgim yoktur” dediği öğrenilen Ersanlı’ya mahkemede nöbetçi hakimin aramalarda bulunan notları sorduğu bildirildi.

Kendisi ile ilgili yapılan aramalarda bulunan notların akademik araştırmalara dair tuttuğu notlar olduğunu söylediği belirtilen Ersanlı’nın “Bazı notlar ise panellerde bana yöneltilen sorular nedeniyle aldığım notlar. Bunların silahlı terör örgütü ile ilgisi yoktur. Ben birkaç defa siyaset akademisine ders vermek için gitmiştim. Ben Çarşamba günü vereceğim doktora semineri ve parti içindeki görevim nedeniyle Anayasa Komisyonu için yaptığım çalışmaları aksatmak istemiyorum. Bu nedenle tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmayı talep ediyorum ” diye ifade verdiği öğrenildi.

Cahit Aral’ın öldüğü gün Japon bakan ‘radyasyonlu’ denen suyu içti

Japonya‘da yedi ay önceki depremde hasar gören Fukuşima 2 santralının artık emniyetli olduğunu söyleyen bir hükümet yetkilisi, bunu kanıtlamak için reaktörden alınan suyu içti.

Önlemlerin yeterli olduğunu savunan Sonoda, “(Arındırılmış suyu) içmek güvenli olduğunu tek başına teyit etmez, bunu biliyorum. En iyi çözüm kamuoyuna verileri sunmaktır” dedi.

Sonoda’nın içtiği su, iki reaktörün altındaki su birikintilerinden alındı. Toplanan sular arındırıldıktan sonra çiçek sulamak gibi işler için kullanılıyor. Ancak, basın yine de arındırma işleminin ne derece güvenli olduğunu sorguluyor.

Durumun kontrol altına alındığına inanan hükümet ise, gazetecileri 12 Kasım’da santralde gezdirmeye hazırlanıyor.

Bu, santralde ciddi hasara ve reaktörlerden üçünün kısmen erimesine yol açan deprem ve tsunamiden bu yana gazetecilerin santrale yapacağı ilk ziyaret olacak.

Santral çevresindeki 20 kilometre çapında bir alanın tahliye edilmesi kararı hala geçerli.

Tarihin bir cilvesi olarak Sonoda’nın radyasyonlu su içtiği gün, Çernobil Felaketi’nden sonra Karadeniz’in radyasyonlu çaylarını, kameralar önünde içen bakan Cahit Aral hayatını kaybetti.

Plath’ın çizimleri sergilenecek

Amerikalı şair ve yazar Sylvia Plath’ın şimdiye dek gün yüzüne çıkmamış çizimleri, Londra’da sergilenecek. Kasımın başında Mayor Gallery’de açılacak sergide, Plath’ın 44 çizimi, izleyiciye sunulacak.

Trajik yaşamı ve intiharıyla tanınan Plath, Türkiye’de adını özellikle ‘Sırça’ Fanus isimli yarı otobiyografik romanı ile duyurmuştu. Plath, kendisini evinde başını fırının içine sokup, gazı açarak öldürmeseydi, önceki gün 79 yaşına girecekti. Başarılı edebiyatçı Plath, 1982 yılında ölümünden sonra ilk kez Pulitzer Ödülü’nü kazanan şair unvanını aldı.

Kızı Frieda Hughes, annesinin çizimleri ile ilgili “Annem hep kendi çizimlerinin yayımladığı hikâyeler ve makalelerle yayımlanmasını isterdi” diyor. Sergideki çizimlerde, kitaplarında betimlediği eşyalardan ve mekânlardan örnekler bulmak mümkün.

Irak senaryosu şimdi de Suriye’de yayında

0

Suriye’de nükleer silah üretimi için tasarlanmış yeni bir tesis bulunduğu iddia edildi. İsmini açıklamayan eski bir BM müfettişi, tesisin uranyum üretimi için kurulduğunu hatta atom bombası üretimi arayışının da bulunduğuna dair işaretlere rastlandığını savundu. Bilindiği gibi Irak İşgali öncesinde de böyle “iddialar” gündeme gelmiş, işgal sonrasında ise bunların doğru olmadığı teker teker itiraf edilmişti.

BM müfettişlerinin El Hasakah kentinde olduğunu belirlediği, daha önce varlığı bilinmeyen tesisin, Suriye’nin nükleer silah üretimi konusunda Pakistan’daki nükleer silah üretiminin babası olarak kabul edilen Pakistanlı bilimadamı Abdül Kadir Han ile birlikte çalıştığı şüphelerini güçlendirdiği bildirildi.

Uluslararası Atom Enerji Kurumu’nun (UAEK) çalışmaları hakkında bilgi sahibi üst düzey bir diplomat ile eski bir BM müfettişi isimleri gizli kalmak koşuluyla yaptıkları açıklamada, tesisin nükleer silah üretimi için tasarlanmış olduğuna dikkati çekti.

‘LİBYA’DAKİ TESİSE BENZİYOR’
Tesisin tasarımının, Libya lideri Muammer Kaddafi’nin Han’ın rehberliğinde nükleer silah üretme amacıyla Libya’da inşa ettirdiği tesisle büyük benzerlik gösterdiğine işaret eden yetkililer buna karşın, BM müfettişlerinin şu an bir pamuk eğirme fabrikası görünümünde olan tesisin herhangi bir zamanda nükleer üretim için kullanıldığına ilişkin bir işarete rastlamadıklarını kaydetti. Yetkililer, tesisin uranyum üretimi için kurulmuş olsa bile bu planlardan daha sonra vazgeçildiğinin anlaşıldığını ifade etti.

İsrail savaş uçaklarının 2007 yılında Suriye’deki plütonyum ürettiğinden şüphelenilen bir reaktörü bombaladığını hatırlatan yetkililer, bina ile Libya’daki tesis arasındaki tesadüfi olması mümkün olmayan benzerliğin, Suriye’nin plütonyumun dışında uranyum yoluyla da atom bombası üretme arayışı içinde bulunduğunu gösterdiğine işaret etti.

Yetkililer, ayrıca UAEK’nın, Han ile Muhiddin İsa adlı Suriyeli bir yetkili arasındaki yazışmaları ortaya çıkardığını söyledi. Muhiddin’in, Pakistan’ın 1998 yılında yaptığı başarılı nükleer denemenin ardından başlattığı yazışmalarda Han’ın laboratuvarını ziyaret etme isteğini dile getirdiği ve bilimsel işbirliği önerisinde bulunduğu belirtildi.

Han 2004 yılında televizyonda yaptığı bir açıklamada, İran, Kuzey Kore ve Libya’ya nükleer silah teknolojisi satılması konusunda çalışmaların bulunduğunu itiraf etmiş, ancak Suriye’den bahsetmemişti. Daha sonra yaptığı açıklamada ise Han, Pakistanlı yetkililerin söz konusu itiraflarda bulunması için kendisine baskı yaptıklarını öne sürmüştü.

SURİYE HÜKÜMETİ SESSİZ
Eski BM müfettişi, Los Angeles Times gazetesinin 2004 tarihli bir haberinde, Suriye hükümetinin Han’ın bu ülkeye en az bir ziyarette bulunduğu konusunda UAEK’yı bilgilendirdiğinin görüldüğünü kaydetti.

Daha sonra Arap Uluslararası Üniversitesi’nde dekan olarak görev yaptığı belirlenen İsa’ya ulaşılamadığı bildirilen haberde, nükleer silah üretme arayışında olduğu iddialarını sürekli olarak reddeden Suriye hükümetinden de henüz konu hakkında bir yorum gelmediği belirtildi. Haberde, UAEK yetkililerinin El Hasakah’daki tesisi ziyaret etmek için Suriye hükümetine yaptığı başvurunun da yanıtsız kaldığı kaydedildi.

(Ajanslar)

Nazım Hikmet’ Farsçaya çevriliyor

Nazım Hikmet’in hayatı, şiirleri ve yaşam felsefesi tüm boyutlarıyla Farsçaya tercüme ediliyor.

İranlı yazar, şair ve çevirmen Ahmet Puri, yaptığı açıklamada, 1978’den beri eserleriyle tanışık olduğu Nazım Hikmet’in başta lirik şiirleri olmak üzere 300 kadar şiirini Farsçaya tercüme edeceğini söyledi.

Ünlü şairin hayatını ve dünya görüşünü de içeren bir çalışmaya aynı kitapta yer vereceğini belirten Puri, İranlıların bu eserle Nazım Hikmet’i daha yakından tanıyacağını kaydetti.

İngiltere’de eğitim gördüğü yıllarda bir Türk arkadaşı aracılığıyla Nazım Hikmet’in şiirlerini okumaya başladığını hatırlatan Puri, Azeri olduğu için Türkçeye pek yabancılık çekmediğini ifade etti.

Nazım Hikmet’ten daha önce de çeviriler yaptığını kaydeden Puri, şunları söyledi:

”İlk şiir kitabını ‘Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi’ başlığıyla 1989’da tercüme ettim. Şu anda 12 baskı yaptı. İkinci şiir kitabını da ‘Dünyayı sensiz gezdim’ başlığıyla 2006’da çevirdim ve şu ana kadar dört kez basıldı.”

‘İstanbul bana bir aşk oldu’

Türkiye’ye ilk kez geçen ay gittiğini, İstanbul ve Ankara’yı gezdiğini belirten Puri, ”Türkiye’yi özellikle de İstanbul’u çok seviyorum. İstanbul bana bir aşk oldu. Tekrar gidip ziyaret etmeliyim, çok güzel bir şehir” ifadesini kullandı.

Ahmet Puri, Türkiye’nin çok iyi yazar ve şairleri olduğunu, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Orhan Pamuk, Cemal Süreyya, Oktay Rıfat’ın eserleriyle tanışık olduğunu söyledi.

Türk ve İran kültürlerinin birçok ortak noktası olduğunu anlatan Puri, ”Türkçeden Farsçaya ve Farsçadan da Türkçeye daha fazla eser çevrilmeli” diye konuştu.

Hayvancılık ve dünya sağlığı – Umut Tasa

Bugün yağmur ormanlarının talan edilmesinden, toprağın ve suyun yapısının bozulmasına ve küresel ısınmaya varıncaya kadar, en kritik çevre sorunlarının en büyük sebeplerinden birisi hayvancılık endüstrisi.

Endüstrileşen hayvancılık, sadece insanların ve hayvanların sağlıklarını değil, tüm dünyanın sağlığını bozuyor.

Hayvanların kullanıldığı endüstrilerin çevre, doğa ve iklime etkilerine bakınca, dünyanın karşı karşıya olduğu şu sıkıntılar karşımıza çıkıyor :

  • Ormansızlaşma
  • Su sorunu
  • Kaynak tüketimi
  • Açlık
  • Küresel ısınma
  • Kirlilik
  • Salgın hastalıklar

Birleşmiş Milletler raporlarına göre:

Yerelden globale her boyuttaki en ciddi çevre problemlerine en fazla katkı yapan ilk 2-3 sebepten birisi endüstriyel çiftliklerdir (…)  

Toprağın bozulması, iklim değişikliği, hava kirliliği, su kirliliği, susuzluk ve biyoçeşitliliğin yok olması problemleriyle uğraşırken temel politika odaklarından birisi hayvancılık olmalıdır (…)

Hayvancılığın çevre sorunlarına katkısı, muazzam boyuttadır.

ORMANSIZLAŞMA

Dünyadaki yağmur ormanlarının neredeyse yarısı hayvancılık için yok edildi bile.

Greenpeace’in “Slaughtering the Amazon” adlı raporu, dünyadaki yıllık ormansızlaşmanın %14’lük bi oranla en büyük sorumlusunun, Brezilya’daki Amazon ormanlarının, hayvancılık için katledilmesi olduğunu ortaya koyuyor. 2003 yılından bu yana 70.000 km2 alan yakıldı. Buna diğer hayvancılık yapılan bölgelerdeki daha ufak çaplı orman yakmalar/kesimler de eklenince, rakamlar daha da büyüyor. Ormanların yakılmasıyla açılan tarım alanlarının  %80’inde hayvancılıkta yem olarak kullanılmak üzere soya yetiştirildiği ve bu sektörün köle ticaretini hala sürdürdüğü “Eating up the Amazon” adlı bir başka raporda açıklanmıştı.

Yağmur ormanlarının yok edilmesi sonucunda her yıl 1000 hayvan türünün soyu tükeniyor.

 

SU, EKİLEBİLİR ALANLAR ve AÇLIK

Zengin dünya et tükettikçe, fakir ülkelerin açlık sorunu asla bitmeyecek.

Neden mi? Çünkü gıda üretmek için hayvan yetiştirmeyi ve öldürmeyi bırakırsak, insanların tüketebileceği gıda miktarı o kadar artar ki, bu gıdanın düzgün dağıtılması halinde gezegende açlık ve yetersiz beslenme sorunu diye bir şey kalmaz.

 

40,4 dönüm arazi sadece 20 kişiye yetecek kadar sığır eti üretirken, aslında 240 kişiyi beslemeye yetecek kadar buğday üretebilir. 

 

Dünya’da yapılan toplam tahıl ticaretinin yüzde ellisi hayvan besini ya da biyolojik yakıtlar için gerçekleştiriliyor. Bu konuyla ilgili olarak, Birleşmiş Milletler Yiyecek Elçisi, bir milyar insan açlık çekerken, 100 milyon ton tahıl ve mısırın biyo-yakıt amaçlı kullanımı için “insanlık suçu” tanımını yaptı. Peki, her sene üretilen 756 milyon ton tahıl ve mısır ile 220 milyon ton soyanın, 1,5 milyardan fazla insana yeterince besin sağlayabilecekken, çok daha az insanın tüketimi için yetiştirilen hayvanlara yem olarak kullanılması nedir? Bu verimsiz besin politikası sonucu fakir ülkelerdeki yiyecek fiyatları artmakta ve aradaki uçurum açılmakta.

Etini yemek için yetiştirilen hayvanları beslediğimiz tahılla, aç insanlar doyurulabilir hâlbuki. Milyonlarca insanın ölümcül bir açlık çektiği Afrika ülkeleri, gelişmiş ülkelerde yaşayan insanların sofralarını süsleyecek hayvanların daha da şişmanlatılması için, gelişmiş ülkelere tahıl ihraç ediyorlar. Eti için yetiştirilen hayvanlar, verilere göre Afrika’da üretilen mısır ve tahılların yüzde 70′ini tüketiyor.

Kısacası doğrudan kendimizi beslemek yerine çiftlik hayvanlarını beslediğimiz ürün ve su miktarı, kendi ihtiyacımızın kat kat üstünde.

Dünyadaki hayvan sürüleri 8,7 milyar insanın kalori ihtiyacına denk miktarda tahıl tüketiyor.

40,4 dönüm arazi sadece 20 kişiye yetecek kadar sığır eti üretirken, aslında 240 kişiyi beslemeye yetecek kadar buğday üretebilir.

Sadece Amerika’da tüketilen toplam suyun yarısı, bu hayvanların yetiştirilmesine harcanıyor. Bir kilo biftek için 13 000 – 100 000 litre arasında su kullanılıyor.

1 kilo et 190 m2 alan ve en az 105.000 litre su gerektiriyor. 1 kilo soya fasülyesi ise sadece 16 m2 alan ve 9.000 litre su gerektiriyor. Yani 1 kilo et üretmek için kullanılan alan ve su ile, 12 kilo soya fasülyesi veya 8,5 kilo mısır üretilebilir.Ve bu seçim çiftçiye, ve dünyaya, 95.000 litrelik bir su kazancı sağlar.

Sadece su ve alan da değil, toplamda hayvancılık sonucu elde edilen et’in sunduğu enerji, o etin üretiminde harcanan enerjinin yedide biri! Yani 1 kilo et elde etmek için, 7 kilo etlik bir enerji harcıyoruz! Geriye kalan 6 kilo ziyan oluyor…

Peki, gelecekte ne olacak?

Amerika’daki yıllık et tüketimi senede 935 kilo. Earth Policy Institute hesaplamalarına göre, eğer

Çin’de şu anda 291 kg olan yıllık et tüketimi Amerika ile aynı noktaya yani 935 kiloya çıkarsa, 2031 yılında dünyanın üçte ikisinde sadece hayvanlara yem olmak üzere ürün ekilmesi gerekecek. Bu tüketim oranının tüm dünyaya yayılması durumunda ise, dünya yetmez hale gelecek, böyle bir durumda gerekecek hayvan yemi için 2 adet dünya gezegeni gerekecek!

İyi tarafından bakacak olursak; Uluslararası Yiyecek Politikaları Araştırma Enstitüsü’ne göre, 2020 yılına kadar Batı dünyasındaki et tüketiminde %50’lik bir azalma, gelişmekte olan ülkelerdeki 3,6 milyon çocuğun kötü beslenme yüzünden çektikleri acıyı durdurabilir.

 

1 kilo et 190 m2 alan ve en az 105.000 litre su gerektirirken, 1 kilo soya fasülyesi sadece 16 m2 alan ve 9.000 litre su gerektiriyor. 

 

KÜRESEL ISINMA

Et yiyicilik, çevrenin ve doğal kaynakların da en büyük düşmanlarından birisi.

Hayvan yetiştiriciliğinin ve et üretiminin, global ısınmanın en önemli sebeplerinden olduğunu söyleyenler arasında FAO(Yiyecek ve Tarım Organizasyonu), WHO (Dünya Sağlık Örgütü) ve IPCC (İklim değişikliği üzerine hükümetler-arası panel) gibi dünyanın önde gelen çevre kuruluşları yer alıyor.  Çünkü atmosfere salınan sera gazının beşte biri, hayvancılıktan kaynaklanmakta. Bu da, küresel ısınmanın enerji tüketiminden sonra 2. nedeni (Araçlarsa 3. sırada gelmekte).

Hayvan endüstrisi, Birleşmiş Milletler raporlarına göre ise sera gazı emisyonunun %18’inden sorumlu, tüm ulaşım sektöründen %40 daha fazla karbon salınımında bulunarak bugün iklim değişikliğinin 1 numaralı sorumlusu.

Et yiyen biri, vegan birinden 7 kat daha fazla sera gazı üretiyor.

 

KİRLİLİK

Sadece Amerika’daki hayvan çiftliklerinin ürettiği kirlilik (saniyede 40ton!), tüm Amerikan halkının ürettiği kirliliğin 130 katı. Sadece bir hayvan çiftliği tek başına bir şehrin dışkısını üretiyor. Ve hayvancılıkta kanalizasyon sistemi yok… Dolayısıyla çiftlikler, özellikle de balık çiftlikleri, sadece kirliliğin ve dünya toprağının ve sularının bozulmasının değil, canlı çeşitliliğinin azalmasının da en önemli etkenlerinden.

Örneğin, 60 000 tavukluk “küçük” bir fabrikanın haftada ürettiği dışkı 82 ton. Daha 1980 yılında Hollanda’da üretilen yıllık 94 milyon tonluk dışkının ancak yarısı toprak tarafından soğurulabiliyor, geri kalanı doğal su rezervlerini ve ekosistemi kirletiyordu. Bu oran şuanda hesaplamaların ötesinde bir noktada.

Üretilen bu hayvan dışkısının içinde amonyak, metan, hidrojen sülfat, karbon monoksit, siyanür, fosfor, nitrat, ve ağır metaller ile hastalık sebebi olan 100’den fazla mikrobik patojenler bulunuyor. Ayrıca üretilen kirlilikte sadece dışkı da yok, başkaca, ölü hayvanlar, doğum kalıntıları (plasenta vs) kusmuk, kan, idrar, antibiyotik şırıngaları, böcek zehiri şişeleri parçaları, kıl, iltihap ve vücut parçaları…

Tüm bu pislik toprağa ve sulara karışıyor, amonyak ve hidrojen sülfat gibi gazlar havaya salınıyor. Dünyadaki tatlı su kaynakları hayvancılığın ürettiği bu kirlilik yüzünden giderek daha fazla oranda yok oluyor. Bu bölgelerdeki balıklar ya tükenmiş ya da tehlikeli boyutta azalmış oranda.

Endüstriyel çiftliklerden kaynaklı toprak yapısı bozulmalarının mali yükü ise sadece Amerika’da 26 milyar dolar.

Çiftlik yakınlarında büyüyen çocuklarda astım oranı normalin 2 katı. Futbol sahası büyüklüğündeki fosseptik çukurları dolup taşınca, bunlar sıvılaştırılıp etrafa bırakılıyor. Fabrikaların civarında yaşayanlarda kronik burun kanamaları, kulak ağrıları, ishal ve ciğerlerde yanma gibi sorunlar çok yaygın.

Toplu balık ve kuş ölümlerinden de, büyük oranda bu muazzam kirliliğin sorumlu olduğunu iddia edenler var.

 

SALGIN HASTALIKLAR

Tarihteki ilk büyük gribal salgın 1928’deki İspanyol gribidir (H5N1). Dünyanın dörtte birinin hasta olduğu bu salgında 50-100 milyon arası insan öldü. Sadece haftalar içinde.  Üstelik sadece çok genç ve yaşlıları değil, 25-29 yaş arasında etkili olup yaş ortalamasını 37’ye düşürmüştü.

Bu boyuta neyseki bir daha çıkmasa da, dönem dönem nükseden grip salgınlarının tümü, hayvanların endüstriyel yetiştirilmesinin sonucudurlar. Yani bir anlamda, hayatın her alanında olduğu gibi hayvanlarla olan ilişki biçimimizin de “modernleşmesinin”, bedelini ödüyoruz.

Nitekim grip, alerji ve astım hastalıkları oranı, genetik müdahaleye uğramış olan hayvanların yetiştirilip tüketilmesiyle paralel olarak artmış durumda.

Virolojist Robert Webstertüm griplerin kuş orijinli olduğunu ortaya koymuştur. Kuşlar kendileri hasta olmayıp bu virüsleri taşıyorlar. Bu virüslerin insanlara da bulaşabilmeleri için gereken mutasyon (genetik değişimler) ise endüstriyel hayvancılık sayesinde oluyor. Özellikle domuzlar, hem kuş hem de insan griplerinden etkilenebiliyorlar. İddialara göre kuşlardan aldıkları grip virüsleri insanları da etkileyebilen bir şekilde domuzlar üzerinden evrimleşip insanlara geçebiliyor. Nitekim domuz çiftliklerindeki korkunç koşulların üstesinden gelip kesim aşamasına gelebilen domuzların %30 ila %70 arası, yani ortalama yarısı, bu aşamaya geldiklerinde solunum hastası oluyorlar. Domuzlardaki yaygın üst solunum yolları enfeksiyonları, grip virüslerinin gelişmesinin en önemli zeminlerinden.

Çiftliklerin arz ettikleri bir başka tehlike, hem aşırı kirlilik hem de hayvanlara yapılan aşırı antibiyotik yüklemeleri yüzünden direnç gösteren patojenler. Mikroplar gittikçe daha güçlü hale geliyorlar.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), yakın tarihte kuş gribinin, domuz gribi (H1N1) gibi insana geçmesi durumunda tüm dünyayı etkileyecek bir salgın senaryosu sunuyor.

 

Kaynaklar: Eating Animals, Jonathan Safran Foer, 2009.

Hayvan Özgürleşmesi, Peter Singer, (orj: 1975).

Ervin Lazslo, The Chaos Point: The World at the Crossroads, 2006.

One Voice “Çiftçilik, Et: Felaket” Raporu

Mark Bittman (markbittman.com)

PETA.org

Greenpeace.org

 

Yazı yeryuzusakinleri.org ‘dan alıntılanmıştır.

 

 

 

Umut Tasa

twitter.com/#!/umuttasa