Ana Sayfa Blog Sayfa 4950

Bienal için son günler!

 

17 Eylül 2011’de açılan İsimsiz
İstanbul Bienali 13 Kasım’da bitiyor.

Küratörlüğünü Jens Hoffmann & Adriano Pedrosa’nın
yaptığı Bienal,  öncekilere kıyasla üzerinde
en az tartışılan oldu. Bazı eleştirmenler “eleştirilemeyecek
kadar iyi
” deyip fazla bir söz söylemediler. Tophane’de 3 ve 5 nolu Antrepo binalarında gerçekleşen serginin mekan düzenlemesini labirent benzeri bir tasarımla Japon mimar Ryue Nishizawa yaptı.  Küratörler  Bienal’in çıkış noktasını Küba asıllı Amerikalı sanatçı Felix Gonzales Torres’in çalışmaları olarak ilan etti.

İsimsiz ana başlığı altında Soyutlama, Ross, Pasaport, Tarih ve Ateşli Silahla Ölüm alt başlıkları Gonzalez-Torres’in farklı yapıtlarına referans veriyordu.

Basın bülteninde  “Ziyaretçiler sunulan sanat eserleri karşısında sadece sessiz birer
alıcıdan ziyade aktif okuyucular olmaya teşvik ediliyor
” dense de bu pek
çok iş için geçerli değildi. İzleyicinin aktif olması sergilenen alanlardan
“elma almak” olarak anlaşılmış gibiydi.

 

12. İstanbul Bienali hakkında hemen hemen herkes aynı soruyu sordu:
İstanbul’da olmasının ne ayrıcalığı vardı?

 

Alin Taşçıyan yazısında bir iyi bir de kötü haber veriyordu:

İyi haber: Video sayısı çok az! Olanların da süreleri kısa. İzleyemedim, sonunu
getiremedim, bir tur da videolar için atayım diye çırpınmayacaksınız. Vakit
bulamadım, aklım kaldı diye dövünmeyeceksiniz.

Kötü haber: Bienal Milli Kütüphane gibi! Belgeler, kayıtlar, raporlar, notlar, günceler, fotoğraflar, albümler, defterler, raflar dolusu kitap… Çoğu küçük boyutlu! Yok öyle, bir göz atar geçerim kolaylığı! Hepsi de konsantrasyon gerektiriyor! Tek tek okumazsanız ne olduğu anlaşılmayan bir sürü belgeden oluşan işler var! Taa duvar dibine gidip incelemelisiniz fotoğrafları. Borges görme yetisini kaybettikten sonra Milli Kütüphane’nin müdürlüğüne atanmıştı ya… Öyle bir ironi yaşıyorsunuz içeri girince! “ (Alin Taşçıyan, 17 Eylül, Star, http://www.stargazete.com/mobil/guncel/yazar/alin-tasciyan/isimsiz-ama-vefali-istanbul-bienali-haber-382578.mob )

Kuşkusuz en akılda kalan işlerden birisi de Kutluğ Ataman’ın
Forever isimli işi idi.  Ataman bu işinde askeri hastaneden almış
olduğu bir raporu sergiliyordu. Bu raporun alınış tarihi ve Ataman’ın askerlik
yaşı ile ilgili bir iki söz edildi ama genellikle politik dozu yüksek  ve Türkiye şartlarına dair en doğrudan referans veren işlerden birisi olarak zihinlerde kaldı.

Cem Erciyes ’e göre, “Öncekilere
göre politik dozu daha az, ama bireysel hikayeleri ve estetik yanıyla daha güçlü bir Biena
l” olmuştu.

(CemErciyes, 16 Eylül, Radikal, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspxaType=RadikalEklerDetayV3&Date=&ArticleID=1063458&CategoryID=82)

 

Bienal ile ilgili bir önemli detay ise açılış öncesinde düzenlenen basın toplantısı sırasında gerçekleşen protesto idi.  Bienal sponsoru Koç grubunu Vehbi Koç’un 1980
darbesi sonrasında Kenan Evren’e yazdığı mektubu deşifre ederek “darbe
destekleyenler sanatı desteklemesin” şeklinde özetlenebilecek bu protesto üzerinde
yeteri kadar konuşulmadı, bienal düzenleyicileri ise sadece tebessüm ile karşıladı
ve hiçbir şey olmamış gibi davrandı. Kendisi de tartışmalı olan, doğruları
kadar yanlışları da içeren protesto yine de bazı soruların tekrar sorulmasına
yol açtı. Hiç değilse bazı çevrelerde. (http://bianet.org/bianet/sanat/132840-darbe-destekcisinden-sanat-sponsoru-olur-mu )

Eleştirmen Ahu Antmen, “12.
İstanbul Bienali, genç sanatçılarda dahi deneyselliğin değil estetik kaygının
ve yetkinliğin hissedildiği ‘izleyici dostu’ bir büyük sergi. Tam da bu nedenle
fazla muhafazakâr müze sergisi atmosferinden kurtulamamış. Fazla dingin ve
heyecandan yoksun”
olarak tanımladığı Bienal için herkese gibi  “…Başka
bir deyişle, bienalin
İstanbul’da olup olmaması; yerel sorunlarla uğraşıp uğraşmaması o kadar önem taşımıyor. Bu coğrafyaya dair göndermeler, metaforlar yok mu, var, ama belirleyici bir ağırlık taşımıyor. Yapıtın bağlamıyla kurduğu ilişkiden çok, izleyiciyle kurduğu teke tek özel ilişki, sanatçının kendi dünyasına dair mesajlar ön plana çıkıyor. Aslında bu da bizi, bienalin çıkış noktasını oluşturan Küba asıllı Amerikalı sanatçı Felix Gonzalez-Torres’e getiriyor. Genç sanatçılarda dahi deneyselliğin değil estetik kaygının ve yetkinliğin
hissedildiği bu ‘izleyici dostu’ bienalde, el kitabıyla birlikte gezerseniz
küratörlerin sanatçılarla yaptığı söyleşiler aracılığıyla kafanız karışmadan
yapıtları algılayacak, yolunuzu hiç sıkılmadan bulacak, hiç yorulmadan
gezeceksiniz. ‘İsimsiz’ bienalin amacı da galiba zaten bu: Gombrich’in
deyimiyle, ‘izleyicinin kendi payına düşen’e, yani izleyicinin düşünsel
pratiğine ve yorumuna yer açmak. On ikinci bienal, işte tam da bunu mümkün
kılan sade, dingin, beyaz bir labirent
.” diyor. ( Ahu Antmen, 22 Eylül,
Radikal, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&ArticleID=1064037&Date=22.09.2011&CategoryID=82 )

Hasan Bülent Kahraman, “bugünkü sanat,
sanki sanat-güzellik, sanat-lezzet ilişkisi yasakmış veya ayıpmış gibi işin bu
yanını saklarken, gizler, ezer ve öldürürken İB 2011, hiç çekinmeden, çok
rahatsız edici, iğneleyici onca yapıtın yanında son derecede haz veren birçok
işi de bir araya getirmiş
. “ derken İsimsiz
başlığını problemli buluyor ama yine de “Karşımızda
etkileyici, önemli, yaratıcı, düşündürücü bir sergi var. Görmemek ayıp!

diye bitiriyor eleştirisini.  (Hasan Bülent Kahraman, 25
Eylül, Sabah, http://www.sabah.com.tr/Pazar/Yazarlar/kahraman/2011/09/25/bienal-2011-sanat-politika-haz )

Milliyet Sanat Dergisinde isimsiz çıkan bir eleştiride ise, “Türkiye’nin çağdaş sanat alanında düzenlenen en kapsamlı, yenilikçi, heyecan verici, tüm dünyadan sanat izleyicisinin de ajandasında yer alan 12. İstanbul Bienali sanatseverleri bekliyor” derken Bienal’e abartılı bir övgü vardı. (http://sanat.milliyet.com.tr/bu-yilki-bienal-tarihin-en-iyisi/etkinlikler/haberdetay/17.09.2011/1439627/default.ht ref=haberici )

Bienal için öneli yeniliklerden birisi, CinFikir Dijital
Medya tarafından hazırlanan iPad aplikasyonu idi.  iBienal isimli aplikasyonda bienalin tüm detaylarının yanı sıra solo ve karma sergilerde yer alan 30 sanatçının
bilgileri ve çalışmaları yer alıyor, Bienalle eş zamanlı açılan galeri ve
müzelerindeki sergilere de geniş yer veriliyordu.

Bienalden elimizde kalan somut malzeme ise  İstanbul’u
Hatırlamak
kitabı idi. 12. İstanbul Bienali’nin sergi öncesinde
gerçekleştirdiği etkinliklerden ilki olan İstanbul’u Hatırlamak konferansının
tartıştığı konuları, bu konferansı izleyemeyen ve İstanbul Bienali’ni daha yakından
tanımak isteyen bir kitleyle paylaşmak amacıyla hazırlandı. Daha önceki 11
bienalin küratörleri ve dört sanatçının değerlendirmelerini içeren kitap, bu
sergiler serisini bir bütün olarak görebilmeyi mümkün kılıyor. 12.İstanbul
Bienali küratörleri Jens Hoffmann ve Adriano Pedrosa’nın editörlüğüyle
gerçekleşen 276 sayfalık, renkli yayının koordinatörlüğünü Pelin Derviş ve
tasarımını Stripe’tan Jon Sueda üstlendi.

Diğer Bienallerde olduğu gibi yine bir el kitabı ve bir
katalog hazırlandı. 432 sayfalık, renkli Bienal El Kitabı, bienal
küratörleri tarafından katılımcı sanatçılarla yapılan röportajlar, bienal
küratörlerinin grup sergileri için hazırladığı tanıtıcı metinler ve
sanatçıların işlerinden seçme görselleri içeriyor. Editörlüğünü Jens Hoffmann
ve Adriano Pedrosa’nın, yayın koordinatörlüğünü Pelin Derviş’in yaptığı ve
tasarımını Stripe’tan Jon Sueda’nın gerçekleştirdiği El Kitabı‘nda sergi
yerleşim planı, paralel etkinlikler programı ve bienal projeleri ile ilgili
ayrıntılı bilgiler de yer alıyor. Editörlüğünü Jens Hoffmann ve Adriano
Pedrosa’nın, yayın koordinatörlüğünü Pelin Derviş’in ve tasarımını Stripe’tan
Jon Sueda’nın gerçekleştirdiği Katalog ise  sergide yer alan yapıtları ve sanatçıları
izleyicilere daha kapsamlı bir şekilde tanıtmak amacıyla hazırlandı. Katalogda
Jens Hoffmann ve Adriano Pedrosa, Jessica Morgan, Julieta Gonzáles, João Ribas,
Chus Martinez ve Aykut Köksal’ın, İsimsiz (12. İstanbul Bienali),
2011’in kavramsal çerçevesi dahilindeki makalelerinin yanı sıra, katılımcı
sanatçıların yapıtlarının Bienal mekanında gerçekleştirilmiş fotoğraf çekimleri
de yer alıyor. (http://12b.iksv.org/tr/index.asp)

 

Bienal sırasında ilan edilen 130 paralel etkinlik oldu. Çoğu özel
galeri ve müzelerin açmış olduğu sergilerdi. Aslında Bienal ile ilişkisi olsun
olmasın bu tarih aralığındaki tüm etkinlikler, sanki  ajanda zengin görünsün diye, Bienal’e eklemlenmişti. Yine de ne var ne yok diye merak edenler için yararlı bir liste
olmuştu. Bu etkinlikler arasında belki en az ilgi çeken ama en çok ilgiyi hak
eden Serge Spitzer’in  hazırladığı  Molecular
isimli yerleştirme idi. Hasköy Caddesi, Azizi Sokak’da
bulunan eski Mayor Sinagogu gerçekten görülmeye değer. “Tarifsiz bir deneyim”
demek, abartılı olmaz.  Anlaşıldığı
kadarı ile,  bir aksilik olmazsa,  bulunduğu yerden kaldırılmayacak olan bir
yerleştirme. İleriki günlerde vakit bulanlara mutlaka önerilir. (www.4129istanbul.org)

 

Uzun sözün kısası, şehire Bienal gelmiş, kaçırmak olmaz!
Biletler fazla pahalı değil, mekanlar biribirine çok yakın, gezmek de hiç
sıkıcı değil. Okunacak çok malzeme var. İki işin arasına sıkışmasa, “geçerken
uğrayalım” denmese,  iyi olur. Yine de “ne görsek kardır” diyenlere 12. Uluslar arası İstanbul Bienalinin önümüzdeki Pazar günü sona ereceğini hatırlatır, son günleri değerlendirmelerini öneririz.

Van’da 5,6’lık deprem: 25 bina yıkıldı, 7 kişi öldü

Güncelleme (10:10)

Dün akşam saat 21.23’te merkez üssü Van’ın Edremit ilçesi olan 5,6 büyüklüğünde deprem meydana geldi.

Depremde aralarında iki otel ile dershanenin olduğu 25 binanın yıkıldığı, binalardan 22’sinin boş olduğu bildirildi.

Yıkılan Bayram Otel ve Aslan Otel’in dolu olduğu, aralarında iki DHA muhabiri ve gazetecilerin de bulunduğu 100’den fazla kişinin enkaz altında bulunduğu belirtilmişti. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), son açıklamasında enkazdan 25 kişinin yaralı kurtarıldığını, 7 kişinin ise öldüğünü bildirdi.

Cihan Haber Ajansı muhabirleri yıkılan otelden son anda çıkıp kurtulurken canlı yayın araçları enkaz altında kaldı.

Bu arada, kent merkezindeki bazı kerpiç binaların da depremin ardından yıkıldığı görüldü.

Ekiplerin alana sevk edildiği ifade edilerek, bölgedeki gelişmelerin yakından takip edildiği bildirildi.

5,6 büyüklüğündeki depremin ardından, 4,5 büyüklüğünde bir sarsıntı daha oldu. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Ulusal Deprem İzleme Merkezinden alınan bilgiye göre, saat 21.30’da merkez üssü Van’ın Edremit ilçesi olan 4,5 büyüklüğünde bir deprem daha meydana geldi. (Ajanslar)

Almanya Anayasa Mahkemesi: %5 baraj fırsat eşitliğine aykırı

0

Almanya’da Federal Anayasa Mahkemesi bugün verdiği bir kararla Almanya’nın 2009 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde uyguladığı %5 seçim barajının anayasaya aykırı olduğuna hükmetti.

Karlsruhe’de bulunan Almanya Anayasa Mahkemesi’nin İkinci Dairesi tarafından verilen karara göre Almanya’nın uyguladığı baraj eşit oy verme hakkı ve siyasi partiler arasındaki fırsat eşitliği ilkelerine aykırı.

Karara göre %5 baraj Almanya Anayasası’nın AP seçimleriyle ilgili maddelerine aykırı bulunsa da 2009 seçimlerinin sonuçları geçerli sayılıyor.

Bu kararın AP seçimlerinde baraj üygulayan diğer AB ülkelerini ve baraj konusundaki diğer mahkeme kararlarını nasıl etkileyeceği merak konusu.

GreensEP ve EUobserver’dan derlenmiştir.

(Yeşil Gazete)

Vegan tutuklu Osman Evcan açlık grevinin 5. gününde

Vegan tutuklu Osman Evcani açlık grevinin 5. gününe girdi.

Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde 1992 yılından beri tutuklu olarak bulunan ve 8 yıldır vegan olan Osman Evcan, cezaevi yönetimi tarafından kendisine sağlıklı ve temiz vegan yemek sağlanmamasını, iletişim, muayene ve tedavi hakkının engellenmesini protesto etmek adına başlattığı süresiz açlık grevine devam ediyor.

Osman’a Vegan Yemek Kampanyası tarafından yapılan açıklamada şöyle denildi:

“Osman Evcan, etik ve politik sebeplerden dolayı hiçbir hayvansal ürün (et, süt ürünleri, yumurta, bal) yememekte, tüketmemektedir. Osman’ın bitkisel kaynaklı talep ettiği beslenme şekli cezaevi yönetimi tarafından uzun süredir düzenli olarak karşılanmamakta, ciddiye alınmamaktadır. Osman yazdığı mektupta, kendisine verilen yemeklerin hijyenik koşullarda yapılmadığını, yemek kaplarında yapışkan kimyasallar bulduğunu dile getirmiştir. Bunlardan dolayı Osman rahatsızlanmış, ama kendisinin doktorla görüşme isteği ise kabul edilmemiştir.

Osman’ın cezaevinde yaşadığı sorunları ifşa etmek ve Osman’la dayanışmak için, Eylül ayında, internet üzerinden “Osman’a Vegan Yemek” adlı bir kampanya başlatıldı. Kampanyanın ilk ayında üç yüzü aşkın imza toplanıp, onlarca destek mesajı alındı ve bu imzalar ve mesajlar, hem Osman’a, hem de cezaevine iletildi. Bu kampanya ile ilgili detaylara osmanayemek.tumblr.com adresinden ulaşılabilinir.

Her insanın vegan yiyeceğe ulaşma hakkı vardır ve beslenme, insanın temel haklarından biridir. Bu hak, Osman Evcan’a cezaevi yönetimi tarafından sağlanmamakta, ayrıca taleplerinden ötürü kötü muameleye maruz kalmaktadır. Osman’a Vegan Yemek Kampanyası’nı yürütenler olarak, temel insan haklarından biri olan beslenme, iletişim ve sağlığa erişim hakkının, Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi yönetimi tarafından, Osman Evcan’a sağlanmasını talep ediyoruz.”

Asiye Evcan: “Sadece su alıyor.”

Konuyla ilgili olarak önceki gün Osman Evcan’ın kızkardeşi Asiye Evcan da şu açıklamayı yapmıştı.

“Samsun’dan merhabalar..! Ben vegan Osman Evcan’ın kızkardeşiyim. Öncelikle bu dayanışmada bizi yalnız bırakmayan ve emeği geçen siz saygıdeğer ve değerli ülkemin bu güzel insanlarına, tüm duyarlı paylaşımcı arkadaşlara, canlara,dostlara ben ailem ve vegan olan abim Osman Evcan adına teşekkürlerimi iletmek dileğiyle saygıyla selamlıyorum..!

Evet canlar..! 3 Kasım’da ben, annem, yurtdışından gelen büyük abimizle birlikte Kırıkkale’de bayram açık görüşü yaptık. Bundan Osman abim çok mutlu oldu. Konuşma esnasında 4 Kasım cuma günü süresiz açlık grevine gideceğini söyledi. Bununda başka bir yolu olmadığını belirtti. Hiçbir sorunu çözülmemiş. Sağlık sorunları olduğunu kendisinde (hemoroid) bulunduğunu bunun zaman zaman kanama yaptığını, doktorun çözümün kesin ameliyatlık durumun sözkonusu olduğunu belirttiği halde buna imkan verilmediğini açık görüş esnasında söyledi. Evet bugün bayramın birinci günü. Telefon görüşmemiz de bugüne denk geldi. Az önce kendisiyle telefonda görüştüğüm de bugünde dahil olmak üzere açlık grevinin 3. günün de olduğunu, sadece su aldığını, şeker kullanmadığını belirtti. Süresiz açlık grevi olduğundan bu durumu sizlerin ilgili olan tüm yerlere kurum ve kuruluşlara bildirmenizi söyledi. Herşey için teşekkürlerimizi iletir, iyi bayramlar dileriz. ”

Melda Onur: “Osman Evcan’a psikoloji baskı var.”

Öte yandan CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur, 27 Eylül 2011 tarihinde cezaevi koşullarına dair verdiği yazılı soru önergesinde, Osman Evcan’ın durumunu Adalet Bakanı’na sormuştu. Onur’un yazılı soru önergesine Adalet Bakanlığı’ndan hala cevap verilmedi. 14 Ekim 2011 tarihinde, Osman Evcan’a ziyaret eden ve cezaevi yönetimiyle görüşen Onur “Evcan belli bir felsefeye, belli bir etiğe dayalı bir yaşam stili benimsemiş. Bu yaşam stilinin benimsenmesini istiyor. Kendisine karşı bir psikolojik baskı var. Bunun işkenceye dönüştürülmemesini istiyor. Bunlar cezaevindeki sağlık koşulları, dilekçe, doktora ulaşabilme ve beslenmeye dönük talepler.” diye açıklamada bulunmuştu.

(Yeşil Gazete)

KCK tutuklamalarındaki ikinci Büşra – Pınar Öğünç

Ne garip günler… Bir süredir mesaimiz absürd’lük cımbızlamak. Şu iddinamede böyle denmiş, artık şu da suç olmuş, şu suçun delili de buymuş. ‘Soğuk Savaş’ dönemindeki kızıl paranoyaya benziyor biraz. Defterine orak çekiç çizen öğrencinin, evinde Lenin için kadeh kaldıran iki arkadaşın tutuklandığı, bıyığı yüzünden hayatı kayanların dönemi. Ajan oldukları şüphesiyle Sovyet yönünden gelen kuşların imha edildiği zaman. Evet, burası Türkiye’ydi.

TMK çerçevesinde yürütülen soruşturmalar acıklı bir biçimde o günleri hatırlatıyor. Birkaç örgüte birden üyelikle suçlananlar, olmayan örgüt üyeliğiyle itham edilenler, KCK kapsamında bir örgüt üyeliğinden ifadesi alınırken sadece yazdığı kitaplar sorulananlar… Evet, burası da Türkiye, sene 2011.

Devamı > Radikal, 4 Kasım 2011

Büşra özgür, biz tutsağız! – Kıvanç Eliaçık

Sevgili Büşra,

Hiçbir şey iktidarı karşımıza almak kadar özgürleştirici olamaz.

Şimdi sen özgürsün, biz hala tutsağız.

Çünkü iktidarı karşına aldın. Bunun bir oyun olmadığını biliyordun ama yine de eğleniyordun.

Senin kadar özgür olmak için elimizden ne geliyorsa yapmalıyız.

Mesela bir ‘sigara içilmez’ levhası bulup altında tüttürmeliyiz. Ya da Galata Kulesi’nin dibinde bir bira açmalıyız.

Bayrak törenini ekmeli, makyaj yapıp Onur Yürüyüşü’ne katılmalıyız.

Arananlar listesini bulup ismi yazan herkesin kapısını tek tek çalmalıyız.

Nöbetçi eczaneyi bulup kalfayı utandıracak bir ilaç sormalıyız. Emniyetin duvarına Festus Okey resmi çizmeliyiz.

Cumartesi insanlarıyla arkadaş olmalı, yasaklı bir şarkıyı cep telefonu melodisi yapmalıyız.

Deprem yardımlarını Sarmaşık Derneği’ne, organik sebzeleri Osman Evcan’a göndermeliyiz.

Yaşlı erkeklere “sus artık” demeliyiz.

Ancak o zaman senin kadar özgür olabiliriz.

Peki, biz bunları niye yapacağız?

Rosa Parks otobüste istediği yere otursun diye,

Anna Frank günlüğüne çocukça şeyler yazsın diye,

Kimse ölmesin, öldürmesin diye yapacağız.

Merak etme, seni içeride fazla yalnız bırakmayacağız…

 

(Büşra Beste Önder (20), aralarında Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’nun da bulunduğu 44 kişiyle beraber tutuklandı…)

Kıvanç Eliaçık – www.demokrathaber.net

Fransa’da Yeşiller Hollande’dan desteği çekebilir

Eva Joly ve François Hollande

Fransa’da Sosyalist Parti’nin cumhurbaşkanı adayı François Hollande’nin, seçilmesi halinde Flamanville nükleer santralinin yapımına devam edileceğini söylemesi taşları yerinden oynatabilir.

Hollande’ın dün akşam yaptığı konuşmada yapımı süren Flamanville EPR (üçüncü nesil nükleer santral) inşaatının devam edeceğini açıklaması Yeşiller’le Sosyalistler arasındaki ipleri gerdi.

Hollande,  kendisinin de nükleer enerjinin Fransa’nın enerji üretimindeki payının çok yüksek olduğunu ve enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi gerektiğini düşündüğünü, ancak gerekli güvenlik tedbirlerine uyulması halinde EPR inşaatının sürebileceğini söyledi.

Bunun üzerine Yeşiller-Avrupa Ekoloji Partisi’nin (EE-LV) cumhurbaşkanı adayı Eva Joly “Eğer Hollande EPR’ye dur demeyecekse, anlaşma olmayacak” açıklamasını yaptı. EE-LV sekreteri Cecile Duflot da geçen hafta eğer Flamanville’de ısrar ederlerse, Sosyalistlerle uzlaşma şanslarının olmadığını söylemişti.

Liberation’dan ve sosyal medyadan derlenmiştir.

(Yeşil Gazete)

Keystone XL boru hattına karşı 12 bin kişi Beyaz Saray’ı kuşattı

ABD’nin başkenti Washington’da önceki gün Keystone XL petrol boru hattına karşı büyük bir eylem daha gerçekleşti. 12 binden fazla gösterici 2012’de yapılacak olan başkanlık seçimlerinden tam bir yıl önce, 6 Kasım günü Beyaz Saray’ı kuşattı.

Ellerinde “Stop Keystone XL (Keystone XL’i Durdur)” yazılı boru hattını temsil eden uzun siyah bir balonla Beyaz Saray’ı kuşatan göstericiler Başkan Obama’ya, Kanada’dan ABD’ye zift petrolleri taşıyacak olan Keystone XL boru hattının yapımının durdurulması çağrısı yaptı.

Bill McKibben öncülüğünde daha önce de Beyaz Saray önünde sürekli oturma eylemi yapan gruptan 1200’den fazla kişi tutuklanmıştı. Önceki günkü eylemde toplanan kalabalık Beyaz Saray’ı üç kez kuşatacak kadar kalabalıktı.

Kanada’nın Alberta eyaletinde çıkarılan zift petrollerini Teksas’daki rafinerilere taşıyacak olan 2350 kilometre uzunluğundaki Keystone XL petrol boru hattı inşa edilirse, zift petrollerinin kullanımı kolaylaşacak.İklimbilimci James Hansen bu durumda atmosferdeki karbon dioksit miktarının 500 ppm’i aşmasının garanti edileceğini hesaplamıştı.

(Yeşil Gazete)

Zor günlerde dik durmak – Yıldırım Türker

Muhalifle muktediri, güçlüyle güçsüzü, ezenle ezileni eşitlemeye, onları halkın gözünde tartının birer kefesine oturtmaya çalışan, aslında birbirinden pek de farkı olmadıkları hissini yerleştirmeye çalışan demokrat yazarlar herhalde kimin tarafında olduklarının farkındadırlar.
Geçen gün içlerinden biri Ersanlı ile Zarakolu’nun tutuklanmaları üstüne yazmak zorunda kaldığı yazıya dönemsel sıkıntısını dillendirerek giriş yapmış. Böyle durumlarda zanlıyı ‘tanırım’ diye söze başlamaktan hoşlanmadığını, bunu Ergenekoncular için de yapmadığını belirtiyor. Kendisine, paşanın ‘iyi çocuktur’ kefilliğini hatırlatıyormuş.
Bu ne hukuka saygıdır? Bu ne herkesi ve her şeyi eşit gören mükemmel demokratlıktır?
Bu ahlakın çizgisi, Mutkili Ali’yle Büşra Ersanlı’yı, yıllardır Güneydoğulu kurbanlarından dinleyegeldiğimiz katliamcı paşalarla Ragıp Zarakolu’nu aynı hizada algılamamızı hedefler.

Hukukun üstünlüğü karşısında bizim kefaletimiz hem geçersiz hem zorlama hem de yanlıştır.
Kaldı ki daha cüretkâr civcivler açıkça Pınar Selek’in, Ahmet Şık’ın, Büşra ile Ragıp’ın epeyi netameli, hukukun müdahalesine kapı aralar insanlar olduklarını, en azından olabileceklerini yazıp duruyorlar. Bizim yıllardır yakınlarında olduğumuz, hayatlarına ve eylemlerine tanık olduğumuz insanlara kefalet belirtmemizi alaycı bir dille safdillik, duygusallık, körlük, işbirlikçilik olarak ilan ediyorlar.
Onlara kalırsa, (bu noktada bütün entelektüel göndermeleri bir yana bırakıp komşu teyzeleri gibi mutlaka kaşlarını kaldırıp gözlerini belerterek) ‘ateş olmayan yerden duman çıkmaz!’
Bizi popülizmle suçlayanların ağzından bu mahalle usavurumu düşmüyor.
Pekiyi sizce ateş olmayan yer kaldı mı? Mesleğinizi, kaleminizi, kimliğinizi feda ederek kendinizi memur etmiş olduğunuz hükümeti aklama mücadelenizle bu ateşlerde hiç mi payınız yok?
Ersanlı ve Zarakolu’nun KCK’den tutuklanması karşısında hiç sesimizi çıkarmayacağız, öyle mi? Bırakalım hukuk halletsin, değil mi?
Şu karanlık dünyada kimsenin kimseye kefil olmadan, kimsenin kimseyle dayanışmadan yaşaması gerekiyor size kalırsa. Dayanışma canınızı acıtıyor.
Nuray Mert’in Büşra Ersanlı’yla telefon konuşmaları ‘şok’, ‘tüyler ürpertici’ başlıklarıyla bu hükümet tarafından, bu hükümetin icazetiyle yandaşlara sızdırılıyor. Sanal canavarlar internette nefret ağları örgütlüyor. İki dostun savaşın engellenemez hale geldiği noktada birbirleriyle üzüntülerini paylaşması gerçekten kimleri ‘şoke’ ediyor?
Bütün yazdıkları, eyledikleri ortada olan iki değerli insanı sinsi bozguncular olarak yansıtmak kimin yararına?
Pornografik bir kartpostal gibi elden ele geçirilen o telefon konuşması kaydında sizin söylemeyeceğiniz hangi sözler var? Basın mensupları olarak göreviniz yeni tutuklanacak listeleri çıkarıp hükümetin savcı ve hakimlerine sunmak mıdır?

Seferberlik günleri
Bütün heves ve nefes alanlarımız birer birer suç ilan ediliyor. Yine muhalif olmanın en sancılı dönemlerinden birini yaşıyoruz.
Muhalif olanlar gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, sözlerinin itibarı yok sayılıyor.
Aydınlık enseliler, liberaller, demokratlar bizi kara duygululukla suçluyor. Felaket tellallığından beslenen kışkırtıcılar muamelesi görüyor muhalif olanlar.
İlle de her şeye muhalif olmak gerekmiyor, diye fetva veriyor alaycı ağızlarıyla aklıselim tüccarları.
Kendi istifalarının, yenilgilerinin, kişisel bozgunlarının acısını muhalif kalmaya inat edenlerden çıkarıyorlar.
Muhalif olmak; hayatın her alanında ve her anında, kimsenin ağzının tadını kaçırırım kaygısı gütmeden genç kalmaktır.
Kozmetik gençlikten söz eden kim. Gençlik, başka bir dünyanın mümkün olduğuna olan inancını kaybetmemektir.

Müzmin muhalif olarak kınanmayı gülünç bulurum. Elbette ya. Sizin refah ve itidal gördüğünüz yerde ben hakkı arsızca yenen emekçileri görüyorum. Sizin mutluluk ve doğruluk gördüğünüz yerde ben zindan hayatı yaşatılan kadınları görüyorum. Sizin Türkçe Olimpiyatları’yla coştuğunuz yerde ben unutulsun diye akla karayı seçtiğiniz Kürtçeyi görüyorum. Siz ekonominin güçlendiğini görüyorsunuz; ben hiçbir güçten, hiçbir kazanımdan payını alamayan yığınları görüyorum. Sizin neşeniz beni üzüyor. Sizin üzüntünüz beni hiç hislendirmiyor. Sizin iştahınız yerindeyken ben lokmalarınızı sayıyorum.
Muhalif olmanın en basitinden dangalaklık olarak küçümsendiği, ama ille cezalandırıldığı teslim olmuş bir dünyada ezildiğini, haksızlığa uğradığını düşünen bir tek canlı kalsa da muhalif kalacağımı biliyorum.

Kirli nazar, sefil iştihanızla muhalif olmayı, hükümete, başbakana, iktidara karşı olmayı suç ilan ediyorsunuz. “AKP’yi yıpratmak için” diye söze başladığınızda akan sular duruyor. Eskiden Genelkurmay’a karşı komplocu idik. Şimdi AKP’ye karşı komplocu olduk.
Savaşa karşı olmak, hakkaniyetli hakemlik gerektirir sanıyorsunuz. Bense savaşanların yoksul ve ezilmiş olanlarına bakıyorum. Rosa Luxemburg’un iç savaş tanımını hatırlıyorum.
Neden her iki taraftan da yoksul çocuklarının öldüğünü görmeyi reddedenlerin altın tartıları beni hiç ilgilendirmiyor. Ben öncelikle bu savaşta sınıfsal bir temizlik görüyorum. Onca askerin, onca gerillanın ölümüyle ticaret sarsılmıyor. Ekonomi düşüşe geçmiyor. Bu savaşın kutsal, kaçınılmaz, şahadete elverir olduğuna inanmıyorum.
Sizin kahramanlık dediğiniz yerde ben kanlı dişlerinizi görüyorum.
Hamiş: Brecht’in öğrencisi Horst Bienek’in şiiri okura armağan. Çeviri, Mustafa Tüzel.

GAZETE OKURLARINA YÖNERGE

Sınayın her sözcüğü
Sınayın her satırı
asla unutmayın
bir tümceyle
tam karşıtı tümce de
anlatılabilir.
Kuşkulanın
koyu puntolu başlıklardan
onlar en önemli noktayı gizlerler kuşkulanın
başyazılardan
ilanlardan
okur çizelgelerinden
okur mektuplarından
ve hafta sonu söyleşilerinden
Kamuoyu araştırıcılarının anketleri de
manipüle edilmiştir
Karışık konulu haberler
buluşçu redaktörlerin eseridir
Kuşkulanın sanat sayfalarından
tiyatro eleştirilerinden
kitaplar çoğunlukla
daha iyidir eleştirmenlerinden
okuyun onların görmezden geldiklerini
kuşkulanın şairlerden de
yazdıklarında her şey daha güzel
ve zaman dışı gibidir
ama daha sahici, daha hakiki değildir.
Sınamadan
kabul etmeyin
ne sözcükleri ne nesneleri
ne hesabı ne bisikleti
ne sütü ne üzümü
ne yağmuru ne tümceleri
tutun onları, tadın onları, çevirin dört bir yana
madeni bir para gibi alın dişlerinizin arasına
dayanıklı mı? yarayışlı mı? hoşunuza gitti mi?
Ateş hâlâ ateş mi ve yapraklar hâlâ yapraklar mı
uçak uçak mı ve isyan isyan mı
bir gül hâlâ bir gül mü, hâlâ bir gül mü?
Son vermeyin
gazetelerinizden kuşkulanmaya
redaktörler ve
hükümetler değişse bile.

HORST BİENEK

Fukuşima, Van ve Akkuyu – Özgür Gürbüz

11 Mart 2011’de Japonya’daki depremin ardından Fukuşima Nükleer Santrali’nde
dünyanın en büyük nükleer kazalarından biri meydana geldi. Yaklaşık 90 bin kişi
evlerini terk etti. O gün bugündür prefabrik evlerde veya toplu halde belli
merkezlerde yaşıyorlar. Santrale 20 km kala yasak bölge başlıyor. Mali değeri
bugün 20 milyar doları bulan dört reaktör hurdaya çıktı. Nükleer santralin
işletmecisi Tepco firmasının ödeyeceği tazminatların 52 milyar doları
bulabileceği belirtiliyor. Kyodo kaynaklı bir habere göre radyoaktif kirliliğe
maruz kalmış bölgelerin temizliği için ayrılan miktar da 2,87 milyar ABD
doları.

 

İşçiler aylardır radyoaktif
kirlenmeye maruz kalmış toprakları temizlemeye çalışıyor. Öncelikle okullar
taranıyor. Radyasyon bulaşmış toprak ve malzemeler geçici merkezlere taşınıyor.
Tüm bu kirlenmiş toprak ve malzeme insanlardan yıllarca uzak kalması gereken bir
yerde toplanacak. Sadece toprak değil su da kirlendi. Fransız Nükleer Güvenlik
Enstitüsü, dünya tarihinde denizlerdeki en büyük radyoaktif kirlenmenin
gerçekleştiğini söylüyor. Tahminleri 27 bin tera bekerel değerinde radyoaktif
sezyum-137’nin okyanusa sızdığı yönünde. Hiroşima’da bu rakam 89 tera bekereldi.
Fukuşima ilindeki sularda yapılan ölçümler, bölgede bulunan sezyum-137
izotopunun 11 Mart öncesine göre 58 kat daha fazla olduğunu gösteriyor. Başka
bir tahmin, havaya 35 bin 800 bekerel sezyum-137 bırakıldığını öne sürüyor.
Sezyum-137’inin yarılanma ömrü 30 yıl. Etkisini yitirmesi için 10 ‘yarı ömür’
geçmeli. Bir başka deyişle 300 yıl boyunca radyoaktif. 

Çernobil İtfaiyeciler Anıtı
Foto: Ö. Gürbüz

Bu veriler en çok evlerine dönmek
isteyen binlerce Japonu düşündürüyor olmalı. Santralde temizlik çalışmalarına
devam eden işçilerin ölüm haberleri de gelmeye başladı. 6 Ekim 2011 tarihinde
üçüncü işçi öldü. Tepco, bu ölümün de önceki iki ölüm gibi radyasyona maruz
kalma nedeniyle gerçekleşmediğini açıkladı, fazla çalışmayla ilgili olmadığını
da ekledi. 50 yaşlarında, adına gazete haberlerinde rastlayamadığım bu işçi, 5
Ekim Çarşamba sabahı rahatsızlanmış ve bir gün sonra ölmüş. Santralde ölümünden
46 gün önce işe başlamış. Çernobil’de, yangına hayatları pahasına müdahale eden
itfaiyeciler için bir anıt var. Umarım Japonlar da bu isimsiz kahramanlarını
unutmaz. Ölümlerin nedenini kesin olarak bilmek, açıklanan rakamların
doğruluğuna inanıp inanmamak sizin elinizde. Her nükleer kazada olduğu gibi
sivil halkın gerçek verilere ulaşması belki yıllar alacak.

1 MİLYON
KİŞİYE ÇADIRINIZ VAR MI?

 

Ben bu satırları yazarken, kontrol altına
alındığı sanılan nükleer reaksiyonun yeniden başladığına dair Fukuşima’dan
haberler geliyordu. Ben bunları yazarken Van’da çadır tartışmaları sürüyor,
Enerji Bakanı Taner Yıldız, Akkuyu’da fay hattının 120 kilometre uzakta olduğunu
söylüyordu. Van’da fay hattı yok denilen yerde deprem olduğundan hiç
bahsetmeden, Ecemiş Fay hattı’nı hiçe sayarak. Akkuyu’nun solu Alanya sağı
Mersin. Nerden baksan 1 milyon nüfus. Olası bir nükleer kazada Kızılay’ın 1
milyon insana Konya Ovası’nda çadır dağıtmaya çalıştığını bir hayal
edin. 

Şimdi Akkuyu’daki balıkçı size, “derdiniz ne” diye sormaz mı? Sorar
tabi. Son bir yıl içinde Kütahya ve Van depremini yaşayan bu ülkenin
vatandaşları size, “canımıza kastınız mı var, neden bu nükleer inat” diye sormaz
mı?
Onlar da sorar ama yanıt alamaz. Çünkü hükümetin demokrasi kültürü
eksik. İleri değil ‘geri’ demokrasi mübarek. Nükleer enerji konusunu şu
ana kadar hükümetten kaç kişi karşımıza çıkıp tartışabildi? Sıfır! Akkuyu’da
yaşayanların, balıkçıların sorularına kaç tanesi kayda değer bir yanıt
verebildi? O da sıfır! Uzaktan gazetecilere haber yazdırmakla olmaz, çıkın da
karşımıza biz biraz soru soralım.

Geçenlerde Taner Yıldız nükleer
santralin stratejik bir proje olduğu için ‘fizıbıl’ (ekonomik) olamayabileceğini
ima etti. Hatırlayın, nükleeri önce Ruslara bağımlıyız diye pazarlamak istediler
sonra santrali Rus şirketine verdiler. Nükleer santraller depremden etkilenmez
diyorlardı, Fukuşima sonrası bizimki en sağlamı olacak diye yarım yamalak
yanıtlar verdiler. Nükleer ucuz diye bas bas bağırıyorlardı şimdi ise ucuz
değil ama stratejik diyorlar.
Nükleerin stratejik olan tek yanı, terör ve
savaşta stratejik bir hedef olması. Batı’da en çok deprem ve terör konuları
tartışılıyor, depremi, bombası eksik olmayan ülkemde ‘çıt’ yok.
Akuyu’da
halkı bilgilendirme ofisi açmak için kolları sıvayan Rus şirketine bir tavsiyem
var. Bence o ofisi Ankara’da açın. Akkuyu’daki nükleeri biliyor ama nükleeri
tüpgaz sanan Ankara’nın bilgisi hakkında ciddi şüphelerim var.