Ana Sayfa Blog Sayfa 4619

Buğday derneğine destek için bez çanta

NTV Yeşil Ekran ve Vogue’un hayata geçirdiği sosyal sorumluluk projesi kapsamında hazırlanan bez çantalar seçili, Vakkorama ve V2K mağazalarında satışa sunuldu.

Gamze Saraçoğlu, Gül Ağış, Nihan Peker ve Özlem Kaya’nın tasarladığı çantaların satışından elde edilecek gelir, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin yerli tohumların korunması ve yaygınlaştırılması için yaptığı çalışmalara aktarılacak.

Dernek, yürüttüğü çalışmalarla Türkiye’nin kaybolmakta olan yerel tohumlarının bulunması, doğa dostu çiftliklerde ekilmesi ve hasat edilen tohumların paylaşılarak yaygınlaşmasını sağlıyor.
Tamamen doğal malzemeden üretilen çantalar Vakkorama İstinye, Vakkorama Akmerkez ve V2K desingers Nişantaşı mağazalarında 20TL’ye satılıyor.

Yürütülen çalışmalar ve dernek hakkında detaylı bilgi için:bugday.org

Hiroşima’nın gölgesinde – Noam Chomsky

Hiroşima - 6 Ağustos 1945

Hiroşima’nın yıldönümü olan 6 Ağustos, sadece 1945 yılında aynı gün yaşanan korkunç olaydan dolayı değil, aynı zamanda insanların, yıkım kapasitelerini genişletme konusundaki  adanmışlıklarını doruk noktasına yaklaştırdıkları için, bizim hüzünlü bir tefekkür ile geçireceğimiz bir gün olmalıdır.

Bu yılki 6 Ağustos anmasının özel bir önemi daha var. Bu yılki anma; tarihçi ve John F. Kennedy’nin danışmanı Arthur M. Schlesinger Jr’in Küba füze krizini kastettiği ”insanlık tarihinin en tehlikeli anı”nın 50. yıldönümünden hemen önceye denk geliyor.

Foreign Affairs dergisinin güncel sayısında Graham Allison; Kennedy’nin ‘”verdiği emirlerin,  yüzde 50 olasılıkla sadece konvansiyonel, değil aynı zamanda nükleer bir savaş riski taşıdığını bildiğini” belirtti, Allison bu oranın gerçekçi bir tahmin olduğunu da ekledi.

Kennedy, ”Türk pilotların (veya diğerlerinin) olduğu NATO uçaklarının, havalanıp, Moskova’ya gidip bomba bırakması” konusunda yetki veren üst düzey nükleer alarm ilan etmişti.

Kimse, Küba füzelerinin bulunmasına,  6 ay önce yükselen bölgesel gerginlik sırasında, Çin’i hedeflereyek Okinawa’ya benzer ABD füzeleri yerleştiren ekip kadar şaşırmamıştı.

Pentagon’un planlama ekibindeki yüksek rütbeli subay General David Burchinal’e göre Kennedy, Başkan Nikita Kruşçev’e ”nükleer savaşın eşiğine sürükleme hakkını verdi ve uçurumun kenarından bakıp, başlatma cesareti gösteremedi”. Kimse böyle bir aklıselime kolay kolay güvenmemeli.

Kruşçev, Kennedy’nin bulduğu formülü kabul ederek krizi sona erdirdi. Allison’a göre bu çok cesur bir formüldü: ”Söz verilen gizli cazip teklif, Türkiye’deki ABD füzelerinin kriz çözüldükten sonraki altı ay içerisinde kaldırılmasıydı”. Bu modası geçmiş füzelerin yerine daha ölümcül ve dayanıklı Polaris denizaltıları geçti.

Özetlersek, yıkımı hayal bile edilemeyecek bir savaş ihtimali yükseldiğinde bile, ABD’nin istediği yere, hatta Çin’i veya Rusya’yı bile hedef alabilecek noktalara nükleer füze yerleştirme hakkını güçlendirmeye gerek görüldü. Tabii ki bunun için çeşitli gerekçeler de ortaya kondu, ama hiçbiri herhangi bir analize dayanmıyordu.

Bununla birlikte, Küba’nın eli kulağında bir ABD işgaline karşı kendini savunmak için füze bulundurma hakkı olmadığı düşünülüyordu. Kennedy, terörist programları için bir plan olarak ”Komünist rejime karşı açık bir başkaldırı ve yok etme” amaçlı Mongoose operasyonunu Ekim 1962’de, füze krizinin olduğu ayda, ”mutlak başarı için kararlı bir ABD askeri müdahalesi gerekeceğini” kabul ederek açıkladı.

Küba’ya karşı yapılan terörist müdahaleler, ABD’li yorumcular tarafından önemsiz CIA zırvaları olarak tanımlandı. Kurbanlar beklendiği üzere olayları farklı görüyodu. En azından Keith Bolender’ın ”Diğer taraftan sesler: Küba’ya karşı terörizmin sözlü tarihi”ndeki sesleri duyabiliriz.

Ekim 1962 olayları yaygın bir biçimde Kennedy’nin en iyi zamanları olarak adlandırıldı. Allison, onları ”çatışmaları önleme, büyük güç dengelerini yönetme ve genel olarak dış politika için yerinde kararlar alma kılavuzu” olarak görüyor. Özellikle, Çin ve İran anlaşmazlıkları için kullanılabileceğini belirtiyor.

Felaket, 1962’de ciddi bir biçimde yakındı ve o zamandan beri benzer durumlar sıklıkla yaşandı. 1973’te, Arap-İsrail savaşının son günlerinde, Henry Kissenger yüksek seviyeli nükleer alarm verdi. Hindistan ve Pakistan nükleer savaşın eşiğinden döndü. Otomasyonlu sistemlerin ürettiği hatalı raporlar nedeniyle nükleer savaşların çıkmasını son dakikada önleyen müdahalelerin olduğu bir çok vaka var. 6 Ağustos hakkında çok düşünmeye gerek yok.

Allison diğer birçokları gibi, İran’nın nükleer programını en ciddi mevcut kriz olarak görüyor ve İsrail’in bombalanması tehdidinden dolayı ”Amerikalı politikacılar için Küba füze krizinden daha karmaşık bir durum” olduğunu düşünüyor.

İran’a karşı savaşın yolu yapılırken, İran uzmanı Gary Sick’e göre bilim insanlarına yapılan suikastler ve ekonomik baskılar ”ilan edilmemiş savaş” seviyesine ulaştı.

Büyük katakulli İran’a karşı sofistike siber savaşta dönüyor. Pentagon, sibersavaş’ı hedefin ”geleneksel askeri güç kullanarak cevap vermesini” onaylayan ”savaş hali” olarak tanımlıyor. Wall Street Journal, her zamanki istisna ile anlatıyor durumu: ABD veya müttefik ülkenin müdahale eden/ fail olduğu durum hariç olmak üzere…

İsrail’in önde gelen planlamacılarından biri olan Giora Eiland tarafından İran tehdidi şöyle özetleniyor: ”İsrail ordusunun ürettiği en becerikli ve bereketli düşünce”.

Eiland’a göre en kredibilitesi yüksek olanı ”kendi sınırlarımızdaki herhangi çatışma İran’ın nükleer şemsiyesi altında olacaktır” söylemi. Böylelikle, İsrail güç kullanabilecek. Eiland, caydırıcılık konusu da dahil olmak üzere, İran’ın temel tehlike olduğu konusunda Pentagon ve ABD istihbaratı ile aynı fikirde.

İran’a karşı ”ilan edilmemiş savaşın” hızlanması kazara büyük ölçekli bir savaş çıkma ihtimalini yükseltiyor. Bu konudaki tehlikeler, geçen ay Körfez’deki büyük askeri gücün parçası olan ABD donanmasına ait bir geminin küçük bir balıkçı teknesini vurup bir Hindistanlı mürettebatı ölümüne ve en az üç mürettebatın yaralanmasına sebep olmasıyla gözler önüne serildi. Bu tür durumlarda savaş çıkması için çok fazla şeye gerek yok.

Bu tür ürkütücü sonuçlardan uzak durmanın bir yolu Birleşmiş Milletler Güvelik Konseyi tarafından Nisan 1991’de alınan ve ABD ile İngiltere’nin tam on iki yıl sonra Irak savaşı için  kullandıkları ince hukuksal örtü olan 687 nolu kararda geçen ”Orta Doğu’yu kitle imla silahlarından arındırma amacı ve kimyasal silahların küresel olarak yasaklanma hedefi” cümlesine ikna olmak olabilir.

Bu amaç, 1974’ten beri Arapların ve İranlılarının hedefi. Bu hedef bir çok kez düzenli olarak masaya getirildi ve şimdi de en azından küresel seviyede taraftar bulan bir düşünce. Bu tür bir anlaşmayı hedefleyen bir uluslararası konferans Aralık ayında yapılabilir.

Batı’dan kitlesel halk desteği gelmezse bu konuda ilerleme şansı çok az. Bu tür bir fırsatın kaçırılması, bir kez daha, 6 Ağustos’tan beri dünya üzerinde kara bulutlar dolaştıran korku gölgesini genişletecektir.

Noam Chomsky

6 Ağustos 2012’de Nation of Change’de yayınlanmıştır.

Çeviren: Devin Bahçeci – Yeşil Gazete

(Yeşil Gazete)

[Özel Haber] Faşizm TT oldu: “Açılım değil, katliam istiyoruz”

Türk ve Kürt halkları arasında sorun olmadığı, sorunun siyasetçilerden kaynaklandığı söylenir… Oysa Twitter’da gördüğümüz manzara, bunun tersini kanıtlıyor… Başlıktaki cümle, Türk halkına ait maalesef…

Şemdinli’deki tatsız olaylardan sonra, “Açılım değil Katliam istiyoruz”  başlığı, Twitter’da TT oldu. On binlerce kullanıcı, açık açık nefret suçu işledi. Mesajlardaki sertlik, belden aşağı ifadelere, ağır hakaretlere kadar vardı. Daha önce, Redhack’in hesabının kapatılmasında gördüğümüz sansür mekanizması ise bu kez çalıştırılmadı. Faşizan bir ifadenin Trend Topic olmasına müsaade edildi…

Belki de, AK Parti’nin “Kürt Açılımı” ile başlayan, sınırlı ölçüde başarılı olduğuna inandığımız ve medya tarafından desteklenen bir takım girişimlere rağmen, Türk halkında bambaşka bir hava var. O tweetlerden bazılarını  (yayımlanabilir olanlarını!) aşağıya alıyoruz. Takdiri size bırakıyoruz…

İşte o tweetler:

ßilge’ Ќâân ‏@bilgekaan_ua
#basbakananot Açılım değil katliam istiyoruz, soykırım istiyoruz!

Umut Sabri Akgün™ ‏@UmtSbri
Açılım Değil Katliam İstiyoruz ! Onlar 800 Öldürdüyse Siz 800.000 Öldüreceksiniz ! Gerçi Böyle Şerefsiz Başbakanla İmkansız !

twitkolik ‏@Twetkolik
“Açılım Değil Katliam İstiyoruz” Pkk ya yardim eden koylere bomba yagdirin, cocuk kadin oldurun…

***m.i.s.s 12*** ‏@pff_snne_be_slk
Sığındığınız o mağaralarda leşinizi alacağız Açılım Değil Katliam İstiyoruz

Gülçin Dalaklı ッ ‏@glcndlkl
Boş sözlere artık tahammül yok Açılım Değil Katliam İstiyoruz !!!

Oktay07FB ‏@legend907
Açılım Değil Katliam İstiyoruz önce meclisteki itlerden başlayın !

kübrabaydaroğlu ‏@kubrabaydaroglu
“Açılım değil katliam istiyoruz.” derken PKK’yı kastettiğimizi anlamazlıktan gelip bizi faşistlikle suçlayan gerizekalı bir kesim var.Yazık.

Uzmanların takdiri ise şöyle:

Ferhat Kentel (Sosyolog) : Mesajlar insanın kanını donduruyor. Birileri – bunlar kimler, inanın bilmiyorum – böyle bir şeyleri canlandırmaya çalışıyor. İdris Naim Şahin’in İçişleri Bakanı olmasıyla başlayan, Malatya’da bir alevi ailesinin evinin taşlanması, Adıyaman’da evlere işaret konulması vb. süren, son zamanlarda gördüğümüz olaylardan birisi daha… Evet, bu memlekette bol miktarda ırkçı, faşist, korkakla dolu bir cenah bulunuyor. Böyle bir potansiyel, böyle bir damar var. Ve ihtiyaç duyulduğunda harekete geçiriliyor.

Buna karşı özgürlükçü kesimlerin birlikte olması gerekiyor. Mesela bence Yeşiller-EDP birleşmesi mükemmel bir şeydir. Bu birleşmenin, bütün özgürlükçü sol kesimleri ve demokrat müslüman kesimleri toparlaması gerekiyor. Demokrat müslüman kesimlerle bir iletişim kurması gerekiyor.

Yasemin İnceoğlu (İletişim Bilimci):  

Nefret suçu failleri, hem kendi topluluklarına, hem bütün topluma, hedef aldıkları toplulukların toplumun parçası olma hakkının reddedildiğine dair mesajlar gönderirler. Bu anlamda nefret suçlarına mesaj suçları da diyebiliriz.

Kürt sorununda barışın sağlanmasını engelleyecek toplumsal nefretin, aleniyet kazanması, hatta olumlanması dehşet vericidir. Tweetleri analiz ettiğimizde, Kürtler hakkında savaşı kışkırtmaktan öte,   katliam ve soykırıma kadar uzanan kitlesel çağrılar yapıldığını görüyoruz. . Kürtlük kimlik öğesinin aşağılama unsuru olarak kullanıldığını ve simgeleştirildiğini görüyoruz. Diğer yandan kendilerini şiddet-karşıtı olarak ifade edenlerin sessiz kalmaları da sorunludur. Suskun kalmak onaylamak demektir ki, işte o andan itibaren bir linç kampanyası girişimi kaçınılmaz olur…

Yeşil Gazete

Gıda zincirine bir darbe daha

Britanya Antarktik Araştırmaları (BAS) kuruluşunun pazartesi günü yaptığı açıklamada iklim değişikliğinin sebep olduğu okyanus asitlenmesinin kabuklu deniz canlılarının kabuklarını oluşturmalarını zorlaştırdığı belirtildi. Okyanus asitlenmesi başta fosil yakıt kullanımı sonucu ortaya çıkan karbon dioksit olmak üzere insan faaliyetleri sonucu atmosfere bırakılan seragazlarının bir kısmının okyanuslarda asite dönüşmesi süreci olarak tanımlanıyor.

BAS’tan yapılan açıklamada deniz canlılarının, iskelet ve kabuklarını oluşturmak için  kalsiyum karbonata ihtiyaç duyduğu ancak denizlerdeki artan okyanus oranının bu süreci zorlaştırdığı vurgulandı. Kalsiyum karbonat sentez sürecinin zorlaşması sonucu midye, istiridye, ıstakoz, yengeç ve deniz kestanesi gibi bir çok kabuklu deniz canlısının kabuklarının olması gerekenden ince kalması sonucu bu canlıların diğer canlıların saldırıları karşısında zayıf durumda kaldıkları belirtildi.

Bu durumun ise insanlar da dahil olmak üzere gıda zincirine önemli olumsuz etkileri olacağının altı çiziliyor. Biliminsanları, deniz canlılarının evrim süreci sonucu yeni koşullara uyum sağlayabilmesini umuyorlar.

(Reuters, Yeşil Gazete)

 

Bu sene de Somali’ye HES yapalım – Pınar Öğünç

Susuzluğun nedenlerini kavramayınca böyle oluyor. Ya da böylesi işimize geliyor. Bir yandan susuz bırakacak yatırımlar, bir yandan yardım…

Bir Somali vardı hatırlar mısınız? Geçen yıl bu zamanlara denk düşen o büyük kıtlığı, ramazanla bütünleşen yardım kampanyalarını… Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın bir süreliğine kafasını çevirdiği bir yerdi Somali. Halen daha ölenlerin sayısı şudur denemiyor, kim bilir kaç on bin?
Geçen yıl yaşanan trajedi tesadüfen 2011’i vuran bir tabii afet değil, 90’ların başından beri süren siyasi istikrarsızlığın, ‘birinci dünya’ sermayesinin ülkedeki hoyrat faaliyetleriyle, on yıllara yayılmış yanlış tarım ve su politikalarıyla birleşiminden müteşekkil bir paketti. O yüzden ölüm hızı azaldıysa da dünden bugüne Somali halkının hayatına refah gelmedi. Öldürmeyen bir açlıkla yaşıyorlar.
Geçen yıl evlerini terk etmek zorunda kalan Somali’nin üçte biri, köylerine dönebilmiş değil. Az sonra değineceğim su meselesi yüzünden hasat bu yıl da beklenenin altında. Kaldı ki topraksızlaştırılmış yoksul halk için bunun bile çok manası yok. 

O zaman kuyu kazalım
Radikal İslamcı Eş-Şebab örgütünün dış yardımları yasaklaması, uluslararası yardım kuruluşlarının gerçekten çok ısrarcı olmalarını gerektiriyor. Açıkçası bunu da azı yapıyor.
Hakkını yememek lazım, İnsani Yardım Vakfı (İHH) ön plandaki kampanyalarından olmasa da Somali’den elini tamamen hiç çekmedi. Afrika’nın Sahra Altı bölgesinde yürüttüğü ‘Bir kuyu aç, su gibi aziz ol’ kampanyası çerçevesinde daha yakın zamanda Somali’de yüzlerce su kuyusuna vesile oldular. Kaldı ki Başbakan’ın ve bakanların Somali çıkarmaları sonrası Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) de içme suyu kuyuları kazılmasına el atmıştı.
Fakat devasa bir çelişki mevcut: Türkiye bir yandan Somali’nin suyunu kesecek HES’lere ve barajlara yatırım yaparken, yenileri bakanlık düzeyinde teşvik ediliyorken diğer yanda kuyu kazmanın manası ne? Somali halkının açlığı, susuzluğu için üzülmenin kıymeti ne?
Şöyle: Somali’deki dokuz nehir havzası içinde sadece Juba ve Şabelle’nin sürekli suyu var. Ülkede tarımı ve hayvancılığı ayakta tutan bu iki nehrin kaynağıysa komşu Etiyopya’nın yükseltileri… İç savaş ve daha birçok meselenin dışında aslında geçen yılki dramın özünü de bu suların debisinin azalması ve Somali topraklarına yeterli miktarda gelmemesi oluşturuyor. O yüzden senelerdir çare olarak yeraltı kaynaklarına yöneliniyor. Neden?
Etiyopya, 80’lerin sonundan beri çok plansız ve acımasız bir su politikası yürütüyor. Zamanında sadece bu yüzden Mısır’la çatışma yaşamışlığı vaki. Fakat son yıllarda derdinden başını kaldıramayan Somali ne kadarına ses edecek? Etiyopya’nın bu sular üzerine yeni baraj ve HES projeleri mevcut. Bilin bakalım hangi ülkenin yatırımcıları çok hevesli? Türkiye’de HES ve baraj yatırımı olan birçok şirket Etiyopya’da da aktif. İlişkiler öyle sıkı fıkı ki Boydak Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Şükrü Boydak, Etiyopya’nın Kayseri’deki fahri konsolosu olmuş mesela. 

Zihniyet çok tutarlı
Bu yılın başında CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun verdiği Türk şirketlerinin Etiyopya’daki faaliyetlerine ilişkin soru önergesi, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan tarafından cevaplanmış. İlk sıralarda HES ve inşaat yatırımları görünüyor. Şirketler de sıralanmış.
Hatta elimde bir de bakanlığın teşvik maksatlı hazırladığı bir ‘yatırım mönüsü’ var. Etiyopya’da 2012’de ihaleye açılacak enerji nakil hattı ve HES projeleri sıralanmış. Siz hangisini alırsınız gibi…
Aslına bakarsanız acayiplik yok. Hatta çok tutarlı bile olduğunu söyleyebiliriz. Yurtta makbul olan kalkınmacı, kısa vadede doğal kaynağı nakte çevirmemeyi ahmaklık sayan, tabiatla ilişkisi hasarlı o zihniyet elbette ki cihanda da geçerli. Akan suya buralarda bakmadığımız gibi, Etiyopya’da da, Somali’de de bakmayalım. Bir yandan suyunun azalmasında pay sahibi olduğumuz ülkenin halkına yeraltı sularını çekerek yardım edelim. Gittiği yere kadar. Yoksul Afrikalıların direnecek hali mecali de yok.

Pınar Öğünç – Radikal

Hilmi Özkök, 1 Mart tezkeresini savundu!

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök, 1 Mart 2003 tezkeresiyle ilgili bilinmeyenleri anlattı. Özkök, “Tezkere geçseydi Irak’a çok miktarda yani 4-5 tugay (20-25 bin asker) Irak topraklarına girecekti. Zaten Özel Kuvvetlerimiz oradaydı, onlar da takviye edilecekti. Sınır boyunca, özellikle geçiş alanlarında tampon bölge kurulacaktı” diye konuştu.

“Uzun süre orada kalacaktık. Hem geçişler kontrol altında olacak, hem de gerektiğinde harekâtı oradan sürdürecektik” diyen Özkök, “PKK konusunda bugünden çok daha avantajlı konumda olacaktık” dedi.

Gazeteci Murat Yetkin, Hilmi Özkök’le görüşmesini Radikal gazetesine yazdı:

Hilmi Özkök’ün Ergenekon davasında verdiği iki günlük ifade tamamlandı, ama yankıları daha uzun süre devam edeceğe benziyor.

Örneğin, 2002’de yeni işbaşına gelmiş hükümete karşı muhtıra verme konusunu ‘bir beyin fırtınası çerçevesinde’ dile getiren komuta heyeti üyesinin, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman olduğunu açıklaması yankılanıyor. Yalman buna Hürriyet’ten Tufan Türenç’e “Hatırlamıyorum” açıklamasıyla yanıt vermişti. Özkök ise yine Hürriyet’ten Metehan Demir’e “Öyle şeyler unutulmaz, ben hatırlıyorum” diyerek tanıklığına sahip çıktı.

Hükümete muhtıra fikri, artık iyice anlaşılıyor ki, Özkök’ün buna sahip çıkmaması, bu yönde emir vermemesi sonucu hayata geçirilmemişti.

Ancak Özkök ile Yalman’ın o dönemde ihtilafa düştüğü tek konu muhtıra olmayabilir.

Bu ihtimal Özkök’ün Silivri’de verdiği ve tezkere konusunda askerin hükümete baskı yapması için dönemin ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’ten telkin geldiği yolundaki ifadesi üzerinde durulunca açığa çıkıyor.

Özkök ile bu konuda telefon görüşmemizde öncelikle, ifadesinin basına yanlış yansıdığının altını çizdi:

“Ben mahkemede Wolfowitz’in bana hükümete baskı yapın dediğini söylemedim. Wolfowitz’in 1 Mart tezkeresinin Meclis’ten geçmemesinin ardından verdiği bir demeçte, Türk ordusunun iyi liderlik gösteremediği eleştirisinden söz ettim. Bu durum tutanaktan ortaya çıkar; herhalde iş yoğunluğu birbiriyle nöbetleşe haber yazıp sonra birleştiren muhabirler o şekilde aktarmıştır diye düşünüyorum. Sanki ben ABD yetkilileri ile böyle bir diyaloğa girmişim gibi bir izlenim çıkıyor; bu doğru değil. O dönem Wolfowitz ile de başka ABD yetkilileri ile de görüştüm, ancak ne Wolfowitz ne de ABD’li askeri bir yetkiliden bana hükümete baskı yapmamız yolunda bir şey söylenmedi, ben de mahkemede böyle söylemedim.”

Peki 1 Mart 2003 tezkeresi sürecinde komuta kademesinde, bugüne dek açığa çıkmayan başka neler olmuştu?

Örneğin, kimse açıkça teyit etmese de Fikret Bila’ya “Asker rahatsız” açıklamasını (AK Parti grup toplantısının yapıldığı 26 şubat 2003 günü, 28 şubat MGK’sından iki gün önce) Yalman’ın yaptığı, Amerikalılar tarafından neredeyse yüzde 100 kesinmiş gibi her yerde söyleniyordu. Özkök’e bunu sordum. şunları söyledi:

“Tezkere Meclis’te çoğunluğun oyunu almasına karşın nispet yönünden yetersiz kaldığı için geçmedi. İktidar partisi grup kararı alsaydı çıkardı. Bila’ya söylenen sözün kime ait olduğunu söylemek bana düşmez. Kuzey Irak’ta küçük bir ayrıntı sayılabilecek bir konu öne çıkarılmıştır. Ama orada (askerde) fikir birliği yok denmesi gidişi etkilemiştir. Onları artık kim söylemişse, söylenmemeliydi.”

Peki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst kademsinde tezkere konusunda da fikir ayrılığı var mıydı?

Özkök: “Tabii farklı görüşler, ters görüşler, hatta zıt görüşler vardı. Ama ifadede de söylediğim gibi sonunda komutanın kararı geçerlidir. Ben dinlerdim. Hatta daha sonra bazı arkadaşlar gelip ‘Nasıl sabrediyorsunuz?’ demişlerdir. Burada önemli bir nokta daha var. Komuta heyeti olarak konuşurken ast üst ilişkisi var. Ama MGK’da konuşurken biz asker üyeler olarak da eşit konumdayız, Jandarma Komutanı (o dönem Şener Eruygur) dahil. Kararın hükümete ait olması doğaldır. Daha sonra bazı hükümet üyeleri bana, MGK’da da olabilir, askerin görüş birliği içinde olmamasının kendilerini etkilediğini grup kararı almadıklarını, aksi halde tezkerenin geçmiş olacağını ifade etmişlerdir.”

MGK’DAKİ TARTIŞMA
Bu önemli bir ayrıntı. Bugüne dek 28 şubat 2003 MGK’sında Özkök’ün asker adına ağırlığını koyup hükümete “Gereklidir” dememesi ABD tarafından tezkerenin geçmeme nedeni gösterilmişti. Şimdi ilk kez MGK içinde asker kanadından farklı görüşlerin ifade edilmiş ve bu tartışmanın hükümet ve cumhurbaşkanı (Ahmet Necdet Sezer) önünde yapılmış olabileceğini görüyoruz.

Özkök tezkerenin kabul edilmiş olmasını tercih edeceğini daha önce de (Ertuğrul Özkök 31 Mayıs 2007 ve Fikret Bila 19 Mayıs 2011) söylemişti. Tezkere geçse Kürt sorunu açısından durumun farklı olacağını daha sonra Başbakan Tayyip Erdoğan da ifade etmişti.

Peki, tezkere geçseydi ne olacaktı? Kürt sorunu bugün hangi durumda olabilirdi?

“Çok farklı olurdu. ABD ile çok güzel bir ‘Mutabakat Muhtırası’ hazırlamıştık. Pürüzler küçük ayrıntılardaydı. Herkes işin parasal boyutuna bakıyordu, ama para o kadar önem taşımıyordu; güvenlik ve idare boyutunda çok avantajlı olacaktık. Tezkere geçseydi Irak’a çok miktarda (‘Çok miktar ne kadar demek?’ soruma) yani 4-5 tugay (20-25 bin asker) Irak topraklarına girecekti. Zaten Özel Kuvvetlerimiz oradaydı, onlar da takviye edilecekti. Sınır boyunca, özellikle geçiş alanlarında tampon bölge kurulacaktı. Ve uzun süre orada kalacaktık. Hem geçişler kontrol altında olacak, hem de gerektiğinde harekâtı oradan sürdürecektik. Kürt meselesi ayrı bir konudur, ancak PKK konusunda bugünden çok daha avantajlı konumda olacağımızı söyleyebilirim. Tezkere geçmeyince, anlaşma da imzalanamadı.”

Sonrasında şunlar oldu: ABD tezkerenin geçmemesinden o güne kadar her siyasi karara karışan Türk ordusunun bu defa karışmamasını sorumlu tuttu. Irak Kürtleri ABD’nin Irak’taki asli müttefiki haline geldi. Özel Kuvvetler’in varlığı 4 Temmuz Süleymaniye olayıyla son buldu. Bu ortam 1999’da Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının ardından dağınık duran PKK’nın canlanıp, Türkiye içinde can yakan eylemleri düzenlemesine zemin hazırladı. Özkök, ordu içindeki müdahaleci eğilimleri 2004’te sessizce temizlediğini sanıyordu, ama emeklilikler ardından konu sivil boyut kazandı.

Cumhurbaşkanlığına Abdullah Gül’ün seçilmesi üzerine 2007’de Yaşar Büyükanıt tarafından verilen muhtıra ve hükümetin ona cevabı dönüm noktası oldu. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Büyükanıt’ı Dolmabahçe’ye çağırıp konuşmasının ardından başlayan Ergenekon/Balyoz süreci devam ediyor.

Suriye’deki iç savaş nedeniyle Irak’taki Kürt özerkliğinin gelişmesi ve Şemdinli’de son iki haftadır artık çatışma boyutundan çarpışma boyutuna sıçrayan gerilim nedeniyle Özkök’ün Irak krizine ilişkin söyledikleri ayrı bir önem kazanıyor.

Bodrum Belediye Başkanı Kocadon görevden alındı

0

Yolsuzla suçlanan ve iki aydır Muğla Cezaevi’nde tutuklu bulunan Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon, görevden alındı.

İçişleri Bakanlığı, Kocadon’un görevden alınmasına ilişkin kararı geçtiğimiz cuma günü verdi. Karar, halen cezaevinde bulunan Kocadon’a resmen tebliğ edildi. Ayrıca, Bodrum Kaymakamlığı’na iletildi. Kaymakamlık, bugün Kocadon’un görevden alınmasına ilişkin kararı Belediye’ye resmen tebliğ edecek.

DP’den 2009 yerel seçimlerinde Bodrum Belediye Başkanı seçilen Mehmet Kocadon, 28 Mayıs’ta Bodrum ve İzmir’de 15 ayrı yere Muğla Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekiplerince eş zamanlı düzenlenen operasyonda gözaltına alınmıştı. Kocadon, “ihaleye fesat karıştırmak, görevi kötüye kullanmak, haberleşmenin gizliliğini ihlal, rüşvet ve suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” suçlarıyla itham edilmişti.

İçişleri Bakanlığı’nın, görevden alma kararına “Kocadon’a isnat edilen suçların niteliğini dikkate alarak” vardığı belirtildi.

KARŞI DAVA AÇACAK

Kocadon’un, İçişleri Bakanlığı’nın aldığı karara karşı, öncelikle hakkındaki davaya ilişkin yargılamayı bekleyeceği, tutukluluk halinin kaldırılması halinde de göreve iade davası açacağı belirtildi. Kocadon’un avukatı Mehmet Akif Türkoğlu yaptığı açıklamada, 6 Eylül’de yapılacak ilk duruşmanın ardından İdare Mahkemesi’ne göreve iade davası açacaklarını bildirdi.

Grup Yorum’dan “özgürlük çadırı”

Grup Yorum, Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan üyesi Seçkin Aydoğan’ın serbest bırakılması için bugün Çağlayan Adliyesi önünde “Grup Yorum’a Özgürlük” çadırı kuracak.

Grup Yorum, Aydoğan’ın 8 Ağustos’taki duruşmasına dek, bugün saat 13.00’ten itibaren Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi önüne kuracakları “Grup Yorum’a Özgürlük” çadırında türkülerini “Seçkin’e özgürlük” için söyleyecek.

3 gün boyunca açık kalacak çadırda, sohbet, müzik dinletisi gibi pek çok etkinlik yapılacak.

Grup Yorum, “Seçkin’i zulmün elinden çekip alacağız” dedikleri çağrı metninde halkın, yoksulun, ezilenin yanında olacaklarına vurgu yapıyor.

Tüm aydın ve sanatçıları da kendilerine destek vermeye davet eden grup, açıklamalarında şu ifadelere yer veriyor:

“Konser alanlarından sonra en çok mahkeme salonlarında, hapishane hücrelerinde görürsünüz bizi. Dinleyicilerimizden sonra en çok mahkeme heyetleri izlemiştir bizleri. İşte yine duruşma salonlarında, mahkeme koridorlarındayız.

Özgür günler gelinceye dek bu böyle olacak. Ama, biz bütün bu baskılardan, tutsaklıklardan, tehditlerden, cezalardan korkmuyoruz. Arkadaşımız Seçkin halkını sevdiği, sahiplendiği için tutuklu.

Sanatçılar üzerindeki baskılar artmaya devam ediyor. Müzisyenler sahnede linç tehdidiyle karşılaştılar, galeriler basıldı, heykeller yıkıldı, tiyatrolar kapatıldı ve daha nicesi… Biz gerçekleri duyurmaya devam edeceğiz. Konser alanlarında yüz binlerle haykırdığımız türkülerimizi milyonlarla söyleyeceğiz. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.”

Seçkin Aydoğan neden tutuklu?

Seçkin Aydoğan, 13 Aralık 2011’de Nurtepe’deki bir yürüyüşe katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alındı, 16 Aralık’ta tutuklandı.

“Örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” suçlamasıyla Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 314/2. maddesi uyarınca “örgüt üyesi olmaktan” yargılanıyor.

Aydoğan, 8 Ağustos Çarşamba üçüncü duruşmaya çıkacak.

İstanbul’da uzun süreli elektrik kesintileri yaşanacak!

0

BEDAŞ’tan yapılan açıklamaya göre, İstanbul’da 10 Ağustos’a kadar birçok ilçede uzun süreli elektrik kesintileri yaşanacak.

BEDAŞ’tan yapılan açıklamaya göre, kesinti programı şöyle:

6 AĞUSTOS PAZARTESİ

Saat 09.00-17.00 arasında Bağcılar Kazım Karabekir Mahallesi Ahmet Yesevi ve Mevlana Caddesi, Barbaros Mahallesi.

Saat 09.00-16.00 arasında Avcılar Yeşilkent Mahallesi Amasyalılar Caddesi, Birlik Caddesi ve Uğur Mumcu Caddesi’nin bir kısmı.

Saat 07.00-19.00 arasında Güngören Güneştepe Mahallesi Güngören Caddesi 4, 225/4 sokaklar ve civarı.

7 AĞUSTOS SALI

Saat 09.00-17.00 arasında Bağcılar Mahmutbey Caddesi Kaplan İş Merkezi, 13, 15, 16-A, 14, 11, 12. sokaklar ve civarı, Kazım Karabekir Mahallesi Pazaryolu Sokak.

Saat 09.00-17.00 arasında Bahçelievler Soğanlı Mahallesi Akdeniz Sokak.

Saat 09.00-16.00 arasında Sultangazi Cebeci Mahallesi 1. Cebeci Yolu No: 147148, 2495. Sokak No: 34, 2494. Sokak, 2500. Sokak, Atatürk Bulvarı No: 39 ve civarı.

Saat 09.00-16.00 arasında Eyüp Çırçır Mahallesi, Uludağ Caddesi Betül, Sevimli, Sevda ve Zuhal Sokak.

Saat 09.00-18.00 arasında Sarıyer Pınar Mahallesi Çamlıbel Caddesi ve civar sokaklar.

8 AĞUSTOS ÇARŞAMBA

Saat 09.00-17.00 arasında Bağcılar Barbaros Mahallesi, Ahmet Yesevi Caddesi, Kazım Karabekir Mahallesi.

Saat 09.00-17.00 arasında Esenler Havaalanı Mahallesi Göral Sokak, Görenek Sokak, Gürsel Sokak ve civarı. I Saat 09.00-16.00 arasında Sultangazi Uğur Mumcu Mahallesi.

Saat 09.00-16.00 arasında Eyüp Akşemsettin Mahallesi Alperen Caddesi Vural Sokak, Işık Konutları, Tekel Blokları, Billur Blokları ve civarı.

09.00-15.00 arasında Esenyurt Örnek Mahallesi Erzurum Kongre Caddesi’nin bir kısmı.

08.00-21.00 arasında Bahçelievler Fevzi Çakmak Mahallesi Millet, Umman, Güvercin, Orkide, Yakut, Gülibrişim, Gençlik, Taşkın, Ulus, Oğuzhan, Gülen, Bahadır, Kandilli, Mihriban, Bozkurt sokaklar.

9 AĞUSTOS PERŞEMBE

09.00-17.00 arasında Bağcılar Yıldıztepe Mahallesi, Yenigün Mahallesi Bakırköy Caddesi.

09.00-17.00 arasında Bahçelievler Soğanlı Mahallesi Karadeniz Sokak.

09.00-16.00 arasında Sultangazi 50. Yıl Mahallesi.

09.00-16.00 arasında Gaziosmanpaşa Şemsipaşa Mahallesi Eski Edirne Asfaltı.

09.00-18.00 arasında Sarıyer Pınar Mahallesi Çamlıbel Caddesi ve civar sokaklar.

09.00-15.00 arasında Bağcılar Kemalpaşa Mahallesi, Namık Kemal Caddesi, 20. Cadde ve civarı.

10 AĞUSTOS CUMA

09.00-17.00 arasında Bağcılar Yıldıztepe Mahallesi Bakırköy Caddesi, Yenigün Mahallesi.

09.00-17.00 arasında Esenler Havaalanı Mahallesi Göral, Gurbet, Giden Sokak ve civarı.

09.00-16.00 arasında Gaziosmanpaşa Karayolları Mahallesi Cebeci Caddesi.

09.00-16.00 arasında Avcılar Yeşilkent Mahallesi Amasyalılar Caddesi ve Gazi Caddesi’nin bir kısmı.

Silahları Türkiye veriyor

0

ABD’de yayımlanan New York Times gazetesi Türkiye’yi, Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte Suriye’deki isyancılara silah sağlayan ülkeler arasında saydı.

Steven Lee Myers ve Tom Shanker imzasıyla yayınlanan yazıda, “ABD hükümeti isyancılara doğrudan silah vermeyi istemediğinden tıbbi malzeme ve iletişim araçları için onlara 25 milyon dolarlık yardımı kabul etti. Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan gibi diğer ülkeler, CIA’den bazı subayların gözetiminde isyancılara silah tedarik ediyor. Bu CIA yetkilileri Suriye içinde ve dışında politik liderlerle isyancıları birleştirmeye dönük çabalarda dışişleri bakanlığı yetkilileriyle birlikte çalışıyor. Geçen ay Hazine Bakanlığı “Suriye Destek Grubu” adlı yeni bir Amerikan organizasyonuna isyancılara para toplaması için izin verdi” ifadesi yer aldı.

Yazının asıl teması ise Suriye’de Esad rejiminin düşüşü sonrasına dönük ABD planları. Gazeteye isim vermeden konuşan hükümet yetkilileri, Washington’ın olası mülteci akını, temel sağlık ve belediye hizmetleri, ekonominin yeniden tesisi ve güvenlik boşluğunun önlenmesi gibi konularda bir plan hazırlamakta olduğunu söyledi.

Yetkililer, Irak’ın 2003’teki işgali sonrası yapılan hataları tekrarlamak istemeyen yönetimin “Kriz Eylem Ekipleri” adlı birçok birim oluşturarak Esad sonrası kaosu önlemeye dönük planlar hazırlattığını anlattı. Bu planlar arasında gıda dağıtımı, isyancıların orduya sert misillemesini önlemek, Suriye’nin sınırdaşlarına yardım ve ülkenin kimyasal silahlarını koruma altına almak bulunuyor.

New York Times’n haberinde, ABD Savunma Bakanlığı ve Pentagon’un mülteci akını halinde sınırlarını koruyabilmeleri için Türkiye ve Ürdün’e yardım teklif ettiği iddiasına da yer verildi.

(medyatutkunu)