Ana Sayfa Blog Sayfa 4583

Başka R.A.’lar olmasın

Eşitlik ve Demokrasi Partisi ile Yeşiller Partisi, eşcinsel olduğunun ortaya çıkması üzerine Temmuz ayında  ailesinin erkek bireyleri tarafından Diyarbakır’da öldürülen ve cesedi yol kenarına atılan R.A ve nefret cinayetlerinin artık son bulması için bir basın açıklaması yayınladı.

17 yaşındaki R.A.’nın ölümü ilk günlerde adi bir cinayet vakası şeklinde gazetelere yansımış, cinayetten 1 ay sonra bir internet sitesine gönderilen mektup sonucunda R.A.’nın eşcinsel olduğu için babası ve amcası tarafından nefret cinayetine kurban edildiği anlaşılmıştı.

Eşitlik ve Demokrasi Partisi ile Yeşiller Partisi’nin “Başka R.A.’lar olmasın” başlıklı basın açıklaması

“17 yaşındaki R.A. Temmuz ayında Diyarbakır’da amca ve babasının işbirliğiyle 14 kurşunla öldürüldü. Nedeni eşcinsel olmasıydı. Cesedi yol kenarına atıldı. Bizler ise bunu bir ay sonra öğrendik.

Türkiye’de gençler eşcinsel oldukları için öldürülüyorlar. R.A.’nın ölümü, bu ülkenin yurttaşları olarak bizleri ağır bir vicdani yükle baş başa bırakıyor.

Eşcinselliği hâlâ hastalık, ahlâksızlık olarak algılayan egemen zihniyet bir babanın çocuğunu 14 kurşunla öldürmesine neden oluyor, bu ülkeyi LGBT bireyler için katlanılmaz, yaşanmaz hale getiriyor.

Başta Başbakan, bakanlar, milletvekilleri ailenin kutsallığını pekiştirmek, cinselliği düzenlemek, bunun için kurallar koymak üzere el ele vermiş uğraşıyorlarken heteroseksist, ataerkil aile yapısı LGBT’ler için eşitsizlik, acı üretiyor.

Nefret suçlarına karşı yasal düzenlemeleri yapması gereken AKP Hükümeti yaşananlarla ilgili tek bir ses çıkarmıyor.

Medya ise  “namus temizlemek” adına gerçekleştirilen bu nefret cinayetini sadece bir adli vakaymış gibi yansıtıyor.

‘Namus’ ya da ‘töre’ saikiyle bedeni, cinselliği denetleyenler, ‘normal’ ve ‘anormal’ olana karar verenler, LGBT bireylere yönelik nefreti, ayrımcılığı, şiddeti körüklüyor, suçun doğrudan sorumlusu haline geliyor.

Vicdan hem R.A’yı öldürenlerin hem de bu vahşete sessiz kalanların peşini bırakabilir mi?

Bizler, EDP ve Yeşiller olarak, R.A.’nın öldürülmesine ilişkin yasal sürecin sonuna dek takipçisi olacağız.

LGBT bireylere yönelik nefret ve namus cinayetlerinin tekrarlanmaması için gerekli yasal düzenlemelerin önümüzdeki dönem meclis faaliyetleri içerisinde öncelikli olarak yer alması gerekiyor.

Bizler de bu süreçte LGBT bireylerin yasalar önünde eşit, toplum içerisinde özgür olabilmelerini sağlamak için çok daha fazla ses çıkaracağız.

Ferdan Ergut
(Eşitlik ve Demokrasi Partisi Genel Başkanı)

Kemal Tuncaelli – Sevil Turan
(Yeşiller Partisi Eş Sözcüleri)


AB’den şirketlere %40 kadın kotası

AB Komisyonu’nun adaletten sorumlu üyesi Viviane Reding’in hazırladığı yasa taslağı, AB üyesi ülkelerde faaliyet gösteren şirketlerin yönetim kurullarının yüzde 40’ı kadınlardan oluşmasını öngörüyor.

Avrupa Birliği Komisyonu’nun adaletten sorumlu üyesi Viviane Reding, şirketlerde eşitsizliğinin önlenmesi için bir yasa teklifi hazırladı. Teklifi kabul edildiği takdirde, AB üyesi ülkelerde faaliyet gösteren şirketlerin yönetim kurullarının yüzde 40’ı kadınlardan oluşacak.

Taslak kabul edilirse, 1 Ocak 2020 yılına kadar AB’ye üye 27 ülkede faaliyet gösteren şirketler eşitlik gereği kotaya riayet ederek kadın – erkek çalışanların sayılarını dengelemek zorunda kalacak.

Diğer yandan 250’den az personele sahip, yıllık kazancı 50 milyon euro civarında olan küçük ve orta ölçekli işletmeler bu kanundan muaf tutulacak. Söz konusu eşitlik kanununa aykırı davranan şirketlere uygulanacak yaptırımlara üye ülkeler karar verecek.

Deustche Welle’ye konuşan bir AB Komisyonu sözcüsü, özellikle pozitif ayrımcılıktan kaçınıldığını belirtirken, “Kadın aday, cinsiyeti yüzünden değil, erkek adayla aynı niteliklere sahip olduğu için seçilecek” dedi.

2011 yılında Fransa’da yasalaşan kadın kotası uygulamasından hemen sonra, üst mevkilerde yer alan kadınların oranı yüzde 10 artmıştı

(Bianet, Deutche Welle)

 

Fransa’da nükleer kaza

Fransa’nın Fessenheim nükleer santralinde patlama meydana geldi. Fransız enerji tedarikçisi EDF olayın başta yangın olduğunu söylemiş, sonrasında ise patlama sebebini kimyasal tepkime sebebiyle oluşan buhar patlaması olarak düzeltmişti. Olayda iki çalışan yaralandı.

Fessenheim nükleer santrali uzun yıllardır, özellikle de Fukuşima nükleer felaketinden sonra depremsellik ve sel risklerine karşı yeterli güvenlik önlemleri olmadığını işaret eden bilimsel çalışmalar ve raporlarla, hararetli tartışmaların merkezinde bulunuyor. Bu sebeplerden dolayı reaktörün 2017 yılında kapatılması talep edilmişti, ancak reaktörü işleten Fransız enerji tedarikçisi EDF bu raporları göz ardı ediyor.

Avrupa’da nükleer enerjinin en yaygın olduğu ve köklu bir nükleer kültüre sahip Fransa’da bile nükleer reaktörde tam olarak ne olduğunu öğrenmek mümkün olmadı. Devlet ve şirket yetkilileri her zamanki açıklamalarını yaptılar: kamu güvenliğini tehdit edecek hiç bir risk olmadığını, kazada radyoaktif sızıntı meydana gelmediğini açıkladılar.

Nükleer kültür ve şeffaflık gibi hassas konularda Rusya ile karşılaştırılamayacak kadar ilerde bulunan Fransa’da bu durum yaşanırken. Çernobil felaketini bile dünyadan günlerce saklayan Rus şirketinin inşa edip işleteceği Akkuyu’daki nükleer santralde meydana gelebilecek olası kazaları da akla getiriyor.

(Greenpeace)

 

Genç Yeşiller’den Tutuklu Öğrencilere destek çağrısı

Türkiye Genç Yeşilleri’nin bir süredir çeşitli atölyler ile tutuklu öğrencilere destek vermek amacı ile hazırladığı kartpostallar Cumartesi ve Pazar günleri 14:00 – 18:00 saatleri arasında Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde bulunan Galatasaray Lisesi önüne kurulacak  “Dayanışma Masası”nda doldurulacak ve tutuklu öğrencilere gönderilecek.

Genç Yeşiller şu anda Türkiye’de tutuklu durumda bulunan 700 öğrenciye destek vermek isteyen herkesi haftasonu dayanışma masasına bekliyor.

Genç Yeşillerin etkinlik ile ilgili yaptığı çağrı metni şu şekilde

Her kartpostalın bir hikayesi vardır. Bu kartpostallar da Türkiye’de tutuklu 700 öğrencinin hikayesinin bir parçası olacak.

demiştik, öyle de oldu. 3 ayrı günde 100’ü aşkın kartpostal hazırladık. Şimdi bu kartpostalları Galatasaray Lisesi önünde açacağımız “Dayanışma Masasında” dolduracağız ve tutuklu öğrencilere yollayacağız.

8 Eylül Cumartesi ve 9 Eylül Pazar 14:00 – 18:00 saatleri arasındadayanışma masamıza bekliyoruz. İster kart atın, ister kartpostal hazırlayın, ister şarkılar söyleyin…

Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerinde kalan 700 tutuklu öğrenciye “en içten sevgilerimizi” göndermek üzere, bekliyoruz….Türkiye Genç Yeşilleri Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma Kampanyamız 8, 9 Eylül’de İstiklal caddesi’nde açacağımız imza toplama ve kartpostal gönderme kampanyası olarak devam edecektir. Hazırlayacağımız kartpostallar, farklı kişilerce doldurularak, tutuklu öğrencilere , toplanan imzalar da Adalet Bakanlığı’na gönderilecektir

Yeşil Gazete

Mülteci faciasına tepki

 

 

İzmir’in Menderes İlçesi, Ahmetbeyli köyü, Baradan Koyu’nda bugün sabah saatlerinde meydana gelen tekne faciası sonucu şimdiye kadar aralarında 2’si bebek, 31’İ çocuk olmak üzere toplam 61 kişinin  cesedine ulaşıldığı, yaklaşık 50 kişinin sağ olarak kurtulduğu açıklandı.

 

Mültecilerin bugün saat 04.00 sıralarında Baradan Koyu’na geldikten sonra buradan balıkçı teknesine alındıkları, ancak teknenin aşırı yükten dolayı kayalara çarparak, battığı tespit edildi. Kurtulan kişilerin verdiği bilgiler sonrasında da arama kurtarma çalışmaları başladı. Balık adamların, teknenin alt kısmındaki kilitli bölümde ulaştığı cesetler Sahil Güvenlik botlarına alınıp kıyıya çıkartılıyor. Olayın ardından kaçmaya çalışan tekne kaptanı ve teknenin makinesinden sorumlu olduğu belirtilen kişi yakalandı. Gözaltına alınan iki kişinin aynı zamanda organizatör olduğu belirtildi. Teknede 60 kişinin bulunduğu yönünde çelişkili ifadeler verdiği öğrenilen tekne kaptanının, insanları nereye götüreceği hakkında bilgi vermediği ifade edildi.

 

Ölenlerin çoğunun Irak, Filistin ve Suriye uyruklu oldukları öğrenildi. Kuşadası’ndaki balıkçılardan kiralandığı tespit edilen teknenin 15 metre uzunluğunda olduğu bildirildi.

 

Bu trajik olayın nedenleri konusunda Mültecilerle Dayanışma Derneği’nce bir açıklama yapıldı. Mülteci-der’in açıklaması şöyle:

Ege Denizi, 2010 yılına kadar en büyüğü 9 Aralık 2007 tarihinde Seferihisar açıklarında meydana gelen ve 79 kişinin ölümüne ve kaybolmasına neden olan korkunç trajedilere sahne olmuştur. 2010 yılından bu yana benzer deniz kazalarını duymamamız, artık ölümlerin yaşanmadığı anlamına gelmemektedir. Zulüm var olduğu sürece insanlar, kendilerinin, yakınlarının canını kurtarmak için umut yolculuklarına rota değiştirerek devam etmiştir. Ege Denizi’nde Frontex ve ulusal birimlerin kontrolleri artınca, Ege’deki “kale duvarları” yükseldikçe, zulümden ve ölümden kaçanlar, başka yolları denemeye başlamışlardır.  Türkiye üzerinden Avrupa ülkelerine geçerek güvenli bir yer arayışında olan mülteciler, bu sefer Meriç üzerinden sınırları geçmeye devam etmişler ve bu sefer cesetler, Meriç Nehri’nden çıkarılmaya başlanmıştır; ancak bu olayların çoğunda, olayın ciddiyeti, cesetlerin sayısına göre değerlendirildiği için medyaya da yeterince yansımamıştır.

Baradan Koyu’ndaki bu kaza ile bir kez daha, mültecilerin yaşadıklarını ve canlarını kurtarmak için her riski göze aldıklarını hatırlamış bulunuyoruz.

Bu trajik olay öncelikle bize, bir yol kapansa, bir geçiş engellense bile insanların hayatlarını kurtarmak için başka yollar bulmaya çalıştıklarını göstermiştir. Gerek Türkiye sınırlarında gerekse tüm dünyada yaşanan bu trajediler, zulümden kaçan mültecilere ya da göçmenlere yasal giriş yolları kapandıkça,  önlerine “kale duvarları” çıktıkça, her seferinde illa ki daha riskli, daha tehlikeli ve insanların sömürülmesine daha açık yolların denendiğini göz önüne sermiştir. Bu nedenle bu trajedilerin öncelikle devletlerin politikaları ve uygulamalarının bir neticesi olduğunun anlaşılması gerekmektedir.

Bunun yanı sıra, Baradan Koyu’nda meydana gelen olayda kazazedelerin çoğunun Suriyeli,  Iraklı ve Filistinli olduğu yolundaki bilgiler, bizi özellikle Suriyeli mültecilerin yaşadıkları ve onlara sunulan koşullar hakkında düşünmeye itmektedir. Yetkili ağızların açıklamalarında Suriye’de yaşanan olaylar sonucu Nisan 2011’den beri ülkemize sığınan Suriyeli mülteciler için açılan kamplarda son derece iyi koşulların sağlandığı belirtilmektedir.

Ancak, özellikle Ağustos 2012’den itibaren Yunanistan’da yakalananların önemli bir bölümünün Suriye kökenli mülteciler olduğu, Mülteci-Der’in gerek İzmir özelinde, gerekse Yunanistan’da mülteci hakları üzerine çalışan avukat ve aktivistlerden öğrenmiş olduğu bir bilgidir ki bu bilgi bizi bu tip açıklamaları sorgulamaya itmektedir. Bu nedenle yetkililerin söylediği gibi mülteciler, son derece iyi koşullar altında, tüm haklarından yararlanabildikleri bir ortam buluyorlarsa, bu insanların neden hayatlarını riske atarak, can havli ile bu yolculuklara çıktıklarının sorulması ve sorgulanması gerekmektedir. Her türlü konfor sağlanmış olsa bile, Nisan 2011’de başlayan ve bugüne kadar devam eden bu süreçte, bu insanlar, sıcakta-soğukta çadırlarda yaşamakta, çalışamamakta, üretememekte, sosyal aktivitelere katılamamakta olup kamp şartlarında uzun süre yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Bununla birlikte mülteciler, geleceğe yönelik kaygıları yüzünden başka çözüm yolları aramaya itilmektedirler. Türkiye, Suriyeli mültecileri diğer ülkelerden gelen mültecilere uygulanan iltica prosedürü dışında tutmakta ve “geçici koruma” adı altında bir rejim uygulamaktadır. Uluslararası hukuk çerçevesinde bu “geçici koruma”nın en fazla 2 yıl sürmesi ve isteyenlerin ‘bireysel iltica’ prosedürüne dahil edilmesi gerekmektedir. Ancak Türkiye’nin Suriyeli mültecilere yönelik politikasının buna izin vermemesinin, Suriyeli mültecileri hayatları pahasına bu riskli yolculuklara çıkmak zorunda bırakmış olabileceğini düşünmekteyiz.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) Suriyeli mülteciler ve kampların idaresi konusunda şimdiye kadar son derece minimal bir rol oynamış olmasına da dikkat çekmek isteriz. Suriye’deki olaylardan sonra Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin iltica taleplerinin BMMYK tarafından kayıt altına alınmaması, kampların idaresiyle ilgili gözlem yapılması için misyonuna uygun bir girişimde bulunulmaması ve Suriye’deki olaylardan önce Türkiye’ye sığınan sığınmacılara ilişkin prosedürün yavaşlatılması, bu insanları başka çözüm yolları keşfetmeye itmektedir. Suriyeliler dışında kalan mülteci ve sığınmacılara, sığınma başvurusu için ilk kayıt ve mülteci statüsü belirleme mülakatı çok ileriki tarihlere verilmekte, bu süre içerisinde uyku kentlerde yaşaması beklenen mültecilerin, birincil ihtiyaçları ve psiko-sosyal ihtiyaçları bulunmaktadır. Maalesef söz konusu uydu kentlerde de mültecilere sunulan imkânlar yetersiz kalmaktadır. Bu uzun, belirsiz bekleyiş süreci bazen uzun yıllar almakta, mülteciler bu süreçte çok ciddi sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Mülteci statüsünü aldıktan sonra da, üçüncü bir ülkeye yerleştirme sürecinde mülteciler için yine uzun bekleyiş süreci devam etmektedir.

Sınırlarda, denizlerde, yollarda mültecilerin güvenli bir yer arayışlarında çıktıkları yolculuklar ve ulaştıkları yerlerdeki yaşam koşulları her geçen gün daha korkunç bir hal almakta; denizler, yollar ölüm denizlerine ve ölüm yollarına dönüşmektedir. Dünyadaki göçmen politikalarının yetersizliği ve özellikle son yıllarda Avrupa’da gelişen anti-göçmen politikaların varlığı nedeniyle umut yolculukları artmaktadır ve Mülteci-Der olarak bu gidişat bizi son derece endişelendirmektedir.

İltica prosedürlerinin, kişiler için kolay erişilebilir, adil ve hızlı çalışır olması gerekmektedir. Bu sağlanmadığı sürece, sığınma arayan kişilerin insan kaçakçılarının merhametine sığınmaktan başka çarelerinin olmadığı da yaşanan bu olaylarla bir kez daha gözler önüne serilmektedir.

Yeşil Gazete Haber Merkezi

 

Şiddet rüzgarı – Ahmet Altan

Kürt açılımı başlar başlamaz gerçekleşen Reşadiye baskını, PKK yönetiminin barışta gözü olmadığını ortaya koymuştu. Açılıma en küçük bir şans tanımadılar.

PKK’nın başındaki ben akran yaşlı yöneticilerin barıştan bir kazançları yok, barış onlara bir şey vaat etmiyor, hayatlarının son bölümünü sürgünde önemsiz insanlar olarak değil, ele geçirmeyi hayal ettikleri bir toprak üzerinde “tek parti” hegemonyasının destansı liderleri olarak yaşamak istiyorlar.

Hüseyin Aygün’e “savaş anlamsızlaştı” diyen genç PKK’lı gerilla ile Kandil’deki yaşlı yöneticinin “gelecek tasavvurları” birbirinden çok farklı.

Peki, barış istemeyen, bir toprak parçası elde edene kadar savaşmayı aklına koymuş bir örgüt yöneticisi ne ister, planını gerçekleştirmek için neye ihtiyacı vardır?

Gerginliğe.

Şiddet iklimine.

Bana sorarsanız PKK yöneticilerinin büyük başarısı, olağanüstü kayıplar vermeyi göze alarak kasabalara girmeleri, orduyu karakollara hapsetmeleri değil, ülkede istedikleri şiddet iklimini yaratabilmeleri oldu.

Bunu tek başlarına yapmalarına imkân yoktu.

Ankara’nın yardımı olmadan PKK bütün ülkenin duygusal dünyasını bir umutsuzluğun içine kilitleyemezdi.

Ankara demokrasiden vazgeçmese, demokrasinin yaratacağı ümit, çatışmanın yaratacağı ümitsizliği bastırırdı.

Türkiye’de PKK var çünkü Türkiye’de demokrasi yok, Türkiye’de PKK var çünkü Türkiye’de Türklerle Kürtler arasında eşitlik yok.

Türkiye’de PKK istediği zaman gerginliği arttırıp ümitsizlik yaratabiliyor çünkü Türkiye’yi yönetenler PKK’yı yönetenlerle aynı dili kullanma tuzağına büyük bir körlükle düşebiliyorlar.

Ankara’daki yöneticiler, çaresizlikten mi, bunalmışlıktan mı, hayal kırıklığından mı, siyasi hesaplardan mı, artık her nedense demokrasi yolunda yürümekten vazgeçip savaşın ve şiddetin yoluna saptılar.

PKK yöneticilerinin en çok istediğini yaptılar.

Siyasi iktidar, savaşla PKK’yı ezip bitireceğini ve bunu büyük bir siyasi zafere çevirebileceğini düşündü sanırım.

Ortadaki aritmetik, böyle düşünmelerine yardım etti, 800 bin kişilik bir orduyla beş bin kişilik bir ordu çarpışacaktı.

Üstelik büyük ordunun teknolojik üstünlükleri olağanüstüydü.

Bu hesap aslında Uludere katliamına kadar bir şekilde yürüdü.

PKK dağlarda geriletildi.

Ama “bir el” müdahale etti ve Uludere katliamı gerçekleşti, büyük bir ihtimalle bu AKP iktidarına kurulmuş bir tuzaktı.

AKP yönetimi, aynı Erbakan’ın kendisini devirmek isteyen 28 Şubatçılarla işbirliği yapması gibi büyük bir aymazlıkla kendilerine tuzak kuran “Uludere katilleriyle” işbirliği yaptı, onları korudu.

Ve onları korumak için AKP’li Kürtler de dâhil bütün Kürtlerin kalbini kırdı, onları aşağıladı, ülkedeki

Türk-Kürt ayrımını örneğine az rastlanır biçimde keskinleştirdi.

Şiddet dolu açıklamalarla çınlattı ortalığı.

Gerginliği tırmandırdıkça tırmandırdı.

PKK’nın istediği ortamı yaratmasına yardım etti.

Sonra kalktı, kendi ülkesinde çok ciddi demokrasi sorunları olduğunu, Kürtlerin kendi dillerinde eğitim bile yapamadığını unutup, “diktatöre karşı çıkıyoruz” diye mezhepçi bir politikayla Suriye iç savaşında bizzat taraf oldu.

Bölgedeki Şii nüfusu ağır basan ülkelerin hepsini karşısına aldı.

İzlediği “mezhepçi” politikayla Batılı müttefiklerini kuşkulu bir endişeye sevk ederek orada da yapayalnız kaldı.

PKK’nın istediği, hayalini kurduğu her şeyi yaptı.

Sonra da hem Suriye’deki yalnızlığından, hem de yeni konjonktürle aniden dirilen PKK’nın ardı ardına gelen saldırılarından panikledi, bu panikle daha fazla şiddete meyletti.

Demokrasi dışı tuhaflıklar arttı.

Bugün aynı askerî vesayet döneminin “derin devleti” gibi yeni bir “dindar derin devlet” kurulduğu kuşkusunu yaratan “andıççı” gazeteler çıktı ortaya.

Uzun yıllardan beri ilk defa “fısıltı gazetesi”, o andıççı gazetenin hedef gösterdiği isimlerden birinin “suikasta” uğrayabileceğini konuşuyor.

Bunun gerçekleşme ihtimali nedir bilmiyorum ama 28 Şubat andıçından sonra yaşanan suikast girişimini hatırlayınca, aynı senaryonun “dindar görünüşlü” basın tarafından tekrarının aynı sonucu vereceğini düşünmek de çok fazla havada kalan bir düşünce gibi görünmüyor.

Yaşadığımız ülkede şu anda siyasi ve duygusal iklim bu.

PKK’yla aynı şiddet dilini benimsemek, şiddeti ve milliyetçiliği ikiyle çarpmak, aynı güçteki iki rüzgârın karşılaşmasının sonsuza dek sürecek salıntısı gibi hiç durmadan devam eder.

Eğer bu politikalardan olumlu bir sonuç çıkacağına inanıyorsanız, bugünkü gidişatı destekleyin.

Bundan olumlu bir sonuç çıkmayacağını, ölümlerin, suikastların artacağını düşünüyorsanız, bu gidişatı değiştirmek için bütün gücünüzle bastırmanız, demokrasi ve eşitlik talebini kuvvetlendirmeniz gerekir.

Unutmayın ki bugün yapacağınız tercih, yarın kaç kişinin öleceğini de belirleyecek.

Ahmet Altan – Taraf

Devlet sosyal medyaya sansür için kamuoyunu yoklarken birkaç düşünce…-Erkan Saka

1- Sansür haberi daha sonra yalanlanmış olsa da başta Ulaştırma Bakanlığı özelde iktidara yakın çevrelerin internete meselelerine yaklaşımı aynı kalıbı izlediğinden çok da inandırıcı değil.

Öncelikle bir fikir ortaya atılıyor, alınan tepkiye göre uygulama başlıyor. Şimdiye kadar genellikle özgürlük sınırlayıcı kararlar alan Ulaştırma Bakanlığı internet filtresi uygulamasını alınan tepkilere yumuşatıp şekillendirip uygulamaya koydu. Ama internet erişimine kimlik bilgileriyle girmek ya da bazı kelimelerin site adresinde kullanımının yasaklanması gibi abzürt sayılabilecek girişimler abzürtlüğü de epeyce ortada olduğundan -en azından şimdilik- ertelendi.

2- Sosyal medyaya yönelik olumsuz demeçler iktidar çevrelerinde son aylarda artan bir şekilde dile getiriliyor. En son O.Ç. davası utanç verici bir şekilde sonuçlandığında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı utanmadan suçu sosyal medya’ya atmayı başarmıştı.

O yüzden bugün dile getirilen iddialar iktidarın tutumu açısından çok da şaşırtıcı değildir.

3- Sosyal Medya’ya sansürü kesinlikle ve kesinlikle daha büyük bir medya bağlamında düşünmek gerekir. Zaten düşünmeye başladığımız anda da fazla fikir yürütmeye gerek kalmayacaktır. Tutuklu gazeteci sayısıyla zirveye oynayan bir ülkenin her gün başbakanından zılgıt yiyen medyasının hali ortada iken yakın gelecekte ana medya mecrası haline gelecek olan sosyal medyanın da bir baskı hedefi olması şaşırtıcı değildir.

4- Sosyal medya’da nefret söylemlerinin üretildiği ve yayıldığı doğrudur ama bu mecranın kullanıcıları bu söylemleri deşifre etme ve düzeltme kapasitesine sahiptir. Asıl sorun nefret söyleminin bu ülkede ne çevrimiçinde ne de çevrimdışında cezalandırılmaması, hatta bazı iktidar mensuplarının bu söylemlere bizzat destek olmasındadır. Konvansiyonel medyada nefret söyleminin baş taşıyıcılarından olan bir gazetenin yetkilisi başbakanın, cumhurbaşkanın uçağında gezilere götürülüyorsa artık yapacak pek de bir şey yoktur.

5- Son iki maddede dile getirdiğim unsurlar üzerinden adı geçen haberdeki bazı mantık dışı iddialara bir kere daha değineyim: Eğer bu ülkede etnik ve dini eksenli gerginlikler meydana geliyorsa bunun sebebinin sosyal medya olduğuna dair hiçbir bilimsel ya da sosyal veri yoktur. Ancak bakan düzeyindeki bir kişinin “biz halkın tepkilerinden memnunuz” diyerek tepkisel davranışlara destek olması, bazı durumlarda açıkça mezhep düşmanlığına prim verilmesi, 14. yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüzün bile doğru düzgün cezalandırılmaması gibi ne yazık ki sayısı giderek artan iktidar kaynaklı yanlışlıkların bir takım gerginliklere yol açması daha büyük bir olasılıktır.

6- Bu tipik bir günah keçisi yaratma girişimidir. Çocukları koruyamayan bir sistem nasıl internetteki çocuk pornosu trafiğini utanmaz bir yalancılıkla iddia edip sansür için kapıyı aralamışsa, başta Kürt sorunu olmak üzere ülkenin hayati sorunları karşısında karşılaştığı acizlik karşısında bu sefer de sosyal medyayı günah keçisi ilan ediyor. Ancak kara propagandanın bile geçmişi, sistematiği var. Bir panik halinde böyle sansür girişimlerine girişmek acizliğini daha da ortaya çıkarıyor yetkili mercilerin..

7- İşin teknik kısmına gelince, kendi örgütlenmesi içinde BTK’nın böyle bir sansür denemesini becerebileceğini sanmıyorum. Ancak her zaman Batılı şirketlerden bu konuda yardım alınabilir. Hesabını soramayacağımız yeni harcamalar yapılacaktır bu bağlamda. Bütün gayretlere rağmen teknik olarak internet mecrası kendi gelişimini hala sürdüren bir medya olduğundan internet üretimini tamamen kontrol altına almak da zaten mümkün değildir. Nihai olarak internetin fişini çekmek  gerekir ki bu da iktidarın işine gelmeyebilir. Özgürlük dostu olduğundan değil  de neoliberal olduğundan dolayı internetin fişini çekemez. Çünkü ekonominin  kendisi artık internete dayanıyor. Bu kısıtlama süreci en çok masum sıradan kullanıcıyı etkileyecektir. Kullanım hızı yavaşlayacak, internette dolaşabileceği alanlara sınırlama gelebilecektir. Internet ve özelde sosyal  medya yurttaşların en önemli  haber kaynaklarından biridir. Sıradan kullanıcıların internet okuryazarı haline gelmesi öyle gözüküyor ki her zamandan  daha da elzem bir durum haline gelmiştir. Özgürlüklerimiz internetle ilgili her  meselede önce kısıtlayıcı taraftan bakan yetkililere bırakılamayacak kadar değerlidir…

Erkan Saka – www.t24.com.tr

Beyoğlu’nda 4+4+4 protestosu

İstanbul Beyoğlu’nda toplanan bir grup, 4+4+4 eğitim sistemini protesto etti. Taksim’den Galatasaray Meydanı’na yürüyen grup, sistemin iptal edilmesini istedi.

4+4+4 eğitim sistemini protesto etmek isteyen yaklaşık bin 500 kişi, Taksim Meydanı’nda toplandı. “Çocuklarımıza, okullarımıza, eğitime geleceğimize sahip çıkıyoruz. 41414’ü durduracağız” yazılı pankart açan grup, İstiklal Caddesi üzerinden yürüyüşe geçti. Aralarında çocuklu ailelerin de bulunduğu grup yürüyüş boyunca ‘AKP elini eğitimden çek’, ‘Eğitim haktır satılamaz’ şeklinde sloganlar attı.

Galatasaray Meydanı’na gelen grup burada bir süre oturma eylemi yaptı. Grup adına açıklamayı bir öğrenci velisi olan Hüseyin Kargın yaptı. Kargın, okulların açılmasına sayılı günler kala AK Parti iktidarının ülkenin dört bir yanından yükselen itirazlara rağmen 4+4+4 eğitim sistemini dayatmaya devam ettiğini öne sürdü.

Bugün ‘4+4+4’ü durduracağız’ demek için, uyarı eylemlerin gerçekleştirmek için meydanlara çıktıklarını belirten Kargın, “Çünkü çocuklarımıza, bu toplumun geleceğine sahip çıkıyoruz. Çünkü eğitim hakkını savunuyoruz. AKP’nin 4+4+4 sistemi daha uygulanmadan iflas etmiş durumdadır. 4+4+4 eğitim sisteminin hiçbir tutar yanının olmadığını farkında olan Başbakan ve Milli Eğitim Bakanı çareyi halka saldırmakta buluyor. Kendi tabanında ikna olmadığının farkında, saflaşma yaratmak istiyor.” dedi.

Yeni eğitim sisteminin çocuklarının üzerine çökmesine izin vermeyeceklerini savunan Kargın, herkesi yasaya karşı çıkmaya davet etti. Bazı aydın ve sanatçıların da destek verdiği eylem, basın açıklamalarının ardından olaysız sona erdi.

(Fotoğraflar 140 journos)

Afyonkarahisar’da ihmal sonucu patlama: 25 asker öldü

Afyonkarahisar’da askeri mühimmat deposundaki el bombalarının tasnifi sırasında peş peşe iki patlama yaşandı. Ortalık cehenneme dönerken, yeni bir patlama ihtimaline karşı yangına müdahale edilemedi.

TSK’dan sabah şu açıklama geldi: “Afyonkarahisar’ daki askeri mühimmat deposundaki patlamada; 25 askerimiz şehit olmuş, 4 askeri personel hafif yaralanmıştır”

Kışla mevkisinde bulunan askeri mühimmat deposundaki el bombalarının tasnifi sırasında saat 21.15 sıralarında meydana gelen patlama kentte büyük korku ve paniğe neden oldu. Olay yerine çok sayıda ambulans ve itfaiye sevk edildi. Patlamanın meydana geldiği askeri alana giriş çıkışlar durduruldu. Bölgede geniş güvenlik önlemleri alınırken, el bombaları  patlamaya devam etti. Alana sadece ambulansların giriş çıkışına izin verildi.

Afyonkarahisar Valisi İrfan Balkanlıoğlu, Belediye Başkanı Burhanettin Çoban ve askeri yetkililer bölgeye giderek incelemelerde bulundu. Başkan Çoban, “Bölgede 2 patlama meydana geldi. Askeri mühimmat deposunda el bombalarının tasnifi yapılırken patlama meydana geldiği söylendi. Kışlada içtima yapılıyor. Bu sayım sonunda herhangi bir kayıp olup olmadığı anlaşılacak” dedi.
Kaza sonucu patladı

Çoban, şöyle devam etti: “Mühimmat deposunda 5 gündür çalışma yapılıyordu. Bugün son günüydü. İlk patlamanın ardından ikinci bir patlama daha meydana geldi. İçeride 15-20 görevli vardı. İçerideki görevlilerin sağlık durumu hakkında bilgi alınamıyor. Çünkü patlama ve yangın devam ettiği için müdahale de edilemiyor.”

Bölgenin son derece korunaklı olduğunu ve te terör eyleminin söz konusu olmayacağını belirten Çoban, olayın tamamen bir kaza sonucu meydana geldiğini söyledi. Patlamada ilk belirlemelere göre 4’ü asker 7 kişi yaralanarak hastaneye kaldırıldı. Afyonkarahisar Devlet Hastanesi’ndeki yaralı askerlerden 2’sinin Emrah Uluer ve Hasan Boncuk olduğu ve sağlık durumlarının da iyi olduğu belirtildi.

Birçok vatandaş da, kan vermek için hastaneye koştu. Afyonkarahisar’a çevre illerden çok sayıda bomba imha ve ulusal medikal kurtarma ekibi gönderildi. İtfaiye Müdürü Murat Gürsen de, “Patlamalar nedeniyle yangına müdahale edemiyoruz. İkinci bir riskli alan var. Patlamanın sıçraması ihtimali olan ikinci depoda önlem aldık” dedi.

Deprem oldu sandılar

Bölgeye yakın yerleşim alanları boşaltılırken, büyük gürültüye neden olan patlama nedeniyle çevredeki evlerin camları kırıldı. Büyük bir gürültüyle dışarıya çıktıklarını anlatan görgü tanıkları, çevredeki evlerin camlarının kırıldığını söyledi. Çevreye saçılan parçalar nedeniyle bölgede geniş çaplı güvenlik koridoru oluşturuldu.

(Milliyet)

[Canlı Yayın] Ömer Madra canlı yayında Yeşil Gazete’de

Yeşiller Partisi İklim ve Enerji Çalışma Grubu tarafından Beyoğlu Yeşil Ev’de düzenlenen ve Açık Radyo yayın yönetmeni, yazar Ömer Madra ile Yeşil Gazete’den Mahir Ilgaz’ın konuşmacı olarak katıldığı “İklim Değişikliğinin Korkutucu Yeni Aritmetiği” başlıklı söyleşi, Yeşil Gazete tarafından 20:10’dan itibaren canlı olarak yayınlanıyor.

Yayınımız ücretsiz bir servis üzerinden yapıldığı için girişte 20 saniyelik bir reklam görünecektir. Lütfen bekleyiniz…

YAYINIMIZ SONA ERMİŞTİR

 

Etkinliğin Facebook sayfasına buradan erişebilirsiniz.

(Yeşil Gazete)