Ana Sayfa Blog Sayfa 4574

Ekolojik pazarlar kervanına Burhaniye de katıldı

Yerelde üretim ve tüketimin önemine inanan Buğday Derneği’nin %100 Ekolojik Pazarlar projesinin halkalarına bir yenisi daha eklendi.  Burhaniye Ekolojik Pazarı, Buğday Derneği destek ve danışmanlığında, ilçe Belediyesi ve Kaymakamlığı, ilçe tarım müdürlüğü, ziraat odası destekleri ve Burhaniye Kent Konseyi Turizm ve Çevre Çalışma Grubu’nun çabalarıyla 17 Eylül 2012 günü açıldı.

Buğday Derneği yönetim kurulu başkan Güneşin Aydemir’in de katılımıyla açılan Burhaniye ekolojik pazarının kurulma süreci, Balıkesir Üniversitesi Burhaniye Meslek Yüksek Okulu Müdürlüğü’nün 2010 yılındaki teklifi ile başladı. Burhaniye Kent Konseyi Yönetim Kurulu bu teklifi kabul etmiş, ilçe belediye başkanı Fikret Akova destek sözü vermişti. İlçede pek çok bigilendirme toplantısı yapılmış, 2010 yılında Burhaniye’den bir heyet Kartal %100 Ekolojik Pazara gelip belediye ve dernekçe ağırlanmıştı. Burhaniye Kaymakamı Ali Uslanmaz’dan ekolojik sertifikalı üretim finansmanı için istenen desteğe de olumlu yanıt gelmiş, Kaymakamlık Köylere Hizmet Götürme Birliği’nin finansmanıyla ekolojik sertifika kuruluşlarından Ecocert ile anlaşma yapılmış, ardından da Kırtık Köyü’nden 37 çiftçi ile ekolojik sertifikalı üretime geçen yıl başlanmıştı. Pazarın denetiminden sorumlu olacak ilçe zabıta ve kent konseyi temsilcisine Buğday Derneği’nce Şişli %100 Ekolojik Pazarda eğitim verilmişti. Katılımcı çiftçilerin üretim takvimlerine göre yılın iki ayı, pazartesi günleri açık olacak pazardaki 22 tezgâhta pembe domates, ceviz, beyaz barbunya, taze fasulye, hububatlar, çilek ve elma gibi ürünler satışa sunulacak.

 

 

 

Pozantı Cezaevi kurbanı B. E. intihara teşebbüs etti

Pozantı Cezaevi’ndeki taciz ve tecavüz uygulamalarının mağdurlarından B.E. 4. kattan atlayarak intihara teşebbüs etti. Adana Numune Hastanesi’ne kaldırılan E’nin, hayati tehlikesi bulunuyor.

Yaklaşık 2 ay önce Pozantı Cezaevi’nden tahliye olan 24 yaşındaki B.E., Adana ‘nın Şakirpaşa Semti Obalar Mahallesi’nde bulunan amcasının evinin 4. katından atlayarak intihar girişiminde bulundu. E’nin kuzeni Murat E.’nin verdiği bilgilere göre, kuzeni yakalandığında 7 ayı aşkın Kürkçüler F Tipi Cezaevi’nde tutuldu. Sonra götürüldüğü Pozantı Cezaevi’nde 15 gün kaldıktan sonra tecavüz skandalının ortaya çıkması ile serbest bırakıldı. E., kuzeninin bırakıldıktan sonra travmayı atlamadığının altını çizerek, B.E.’un kendi kendine güldüğünü söyledi. “Dün gece amcası Ferhan E.’nin evine gitmiş. Öncesinden tanıdığı tüm mahalleliden helallik istemiş. Amcasının 4. kattaki evinin balkonundan kendisini aşağı bırakmış. Doktorlar ciğerinin patladığını, kaburgalarının kırıldığını ve hayati tehlikesinin bulunduğunu söylüyor” dedi.
B.E.’nin Adana Numune Hastanesi Yoğun Bakım Ünitesi’ndeki tedavisi sürüyor.

(Radikal)

Fatih Akın’ın çevre felaketi hakkındaki belgeselinin Türkiye prömiyeri Altın Koza’da

Yönetmen Fatih Akın’ın Trabzon’da yaşanan çevre felaketini anlatan “Cennetteki Çöplük” isimli belgesel filminin Türkiye prömiyeri 19. Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nde yapıldı.

Fatih Akın, Optimum AVM’de düzenlenen galada yaptığı konuşmada, hep merak ettiği Adana’ya ilk kez geldiğini belirterek, Yılmaz Güney’i ve sinemasını çok sevdiğini söyledi.

Almanya’da yaşadığını ve filmin çekim süresinin uzadığını anlatan Akın, şöyle devam etti:

“Nisan 2007’de başlamıştık çekimlere mart 2012’de bitti. 5 yıl sürdü. Çamburnu’da bir olay olduğu zaman hemen hareket edemiyordum çünkü Almanya’daydım. Bir ekip ayarlamam, uçak bileti ayarlamam lazım. 1 gün sürüyordu zaten yolculuk. O yüzden ‘yerli bir görüntü yönetmeni, kameraman olsa ve bizim için çekimler yapsa’ dedik. Kader bizi Bünyamin Seyrekbasan ile bir araya getirdi. Bünyamin’in orada küçük bir stüdyosu var. Kendisinin resimlerine baktık ve ‘Bizim için bu işi yapar mısın?’ dedik ve süper bir iş yaptı. Filmin en iyi görüntüleri Bünyamin’e ait.”

Filmin görüntü yönetmeni Bünyamin Seyrekbasan ise Fatih Akın gibi ünlü bir yönetmenin kameramanlığını yapmanın onur verici olduğunu belirterek, “Kendisi çok iyi ve değerli bir insan. Çamburnu’daki çevre kirliliği olayını Türkiye’nin ve dünyanın gündemine getirmesi ve çevre olayına dikkati çekmesi bizim için ayrıca önemli bir durum” dedi. Bünyamin Seyrekbasan’ın oğlu Furkan ve yeğeni Azize Seyrekbasan ise Fatih Akın’a verdiği sözleri tuttuğu için teşekkür etti.

Adana Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Zihni Aldırmaz’ın Fatih Akın’a plaket vermesinin ardından gösterime geçilirken, filme yoğun ilgi gösterildi.

Alman yapımı 98 dakikalık belgesel filmde Fatih Akın, Trabzon yakınlarındaki Çamburnu köyü halkının 2007 yılında beldelerine kurulan çöp depolama merkezine karşı verdikleri mücadeleyi anlatıyor.

FIFA’dan Hilal Tuba Tosun Ayer’e görev

FIFA kokartlı kadın hakem Hilal Tuba Tosun Ayer, 2013 Kadınlar Avrupa Şampiyonası Elemeleri 3. Grup’ta oynanacak Macaristan-Bulgaristan maçını yönetecek. Bu görev ile hakemlik alanında ilk defa Türkiye’den bir kadın hakem bu ölçekte bir şampiyonada düdük çalmış olacak.

Sopron City Stadı’nda 19 Eylül’de oynanacak ve saat 16.00’da başlayacak karşılaşmada, Ayer’in yardımcılıklarını Sibel Yamaç ve Belgin Kumru yapacak.

(Yeşil Gazete)

 

Film protestosu için intihar saldırısı

Afganistan’ın başkenti Kabil yakınlarında, yabancıların içinde bulunduğu bir minibüsü hedef alan bir intihar saldırısı gerçekleştirildi.

Saldırıda ölenlerin sayısı henüz kesilenleşmezken sayının 12’ye kadar çıkabileceği belirtiliyor.

intihar saldırısını gerçekleştiren kişinin kadın olduğu bildiriliyor.

Saldırıda, kentteki uluslararası havayoluna bağlanan otobanda seyir halinde olan bir minibus hedef seçildi.

Saldırıyı Afgan Hezbe İslami adlı grup üstlendi.

Grup, saldırının İslam karşıtı ‘Müslümanların Masumiyeti’ filmini protesto amacıyla gerçekleştirildiğini açıkladı.

Görgü tanıkları altı kişinin cesedini gördüklerini belirtirken yetkililer ölü sayısının 12’ye kadar çıkabileceğini kaydetti.

Minibüs içinde yer alanların havaalanında çalışan yabancılar olduğu bildiriliyor.

Bir görgü tanığı saldırganın başka bir araç içinde olduğunu ve minibüse yaklaşıp patlamayı gerçekleştirdiğini söyledi.

Kabil’de bulunan BBC Muhabiri Bilal Sarwary saldırıda ölenler arasında üç Afgan vatandaşının da bulunduğunu söyledi.

(BBC Türkçe)

Engelli okulu da İmam Hatip yapıldı

Çankaya Rehberlik ve Araştırma Merkezi’nin bulunduğu binanın üst katları imam hatip ortaokuluna çevrildi. Ancak binanın imam hatibe çevrilmesi için başlatılan tadilat bir türlü bitmedi. Merkez çalışanları inşaat çalışmalarından ve engelli çocuklarla imam hatip öğrencilerinin bir arada bulunacak olmasından rahatsız.

Çankaya Rehberlik ve Araştırma Merkezi’nin bulunduğu binanın üst katları imam hatip ortaokuluna çevrildi. Ancak binanın imam hatibe çevrilmesi için başlatılan tadilat bir türlü bitmedi. Merkez çalışanları inşaat çalışmalarından ve engelli çocuklarla imam hatip öğrencilerinin bir arada bulunacak olmasından rahatsız.

Ankara Çankaya’da engelli ve psikolojik problemleri olan çocuklara hizmet veren Çankaya Rehberlik ve Araştırma Merkezi binasının üst katları imam hatip ortaokuluna çevrildi.

“17 Eylül’e kadar yetiştireceğiz” denilmesine karşın binanın düzenlenmesi ve tadilatı okulların açılışına yetiştirilemedi. İmam hatibe kayıt yaptıranlar şimdilik başka okula gönderildi.

ÖĞRETMENLER RAHATSIZ

Merkezde çalışan psikolog ve rehberlik öğretmenleri ise bir türlü bitmeyen inşaat çalışmalarından ve engelli çocuklarla imam hatip öğrencilerinin bir arada bulunacak olmasından rahatsız.

Rehberlik ve Araştırma Merkezi’nin ve imam hatibin aynı binada bulunacak olmasına anlam veremediklerini söyleyen merkez çalışanları, tadilat çalışmaları yüzünden engelli çocuklarla ilgilenmek için gerekli koşulların sağlanamadığını vurguluyor.

“Engelli çocuklara sağlıklı tanı konulması için dış uyaranın mümkün olduğunca az olması gerekiyor. Ancak devam eden inşaat nedeniyle betonlar deliniyor, borular döşeniyor. İnşaatın henüz tamamlanamamış olması nedeniyle sağlıklı koşullarda çalışamıyoruz” diye konuşan çalışanlar, molozların cam kırıklarının arasında hizmet verdiklerini belirtiyor.

Engelli çocukların ve imam hatipli öğrencilerin aynı kapıdan girip çıkacağını ve aynı binada bulunacağını söyleyen çalışanlar, bu durumun engelli çocuklar için ciddi sorunlara yol açabileceğini vurguluyor.

Okul girişinin şantiye alanına çevrilmiş olması da engelli çocukların giriş çıkışı için zorluk oluşturuyor.

ENGELLİ MERKEZİNİ TAŞIYACAKLAR

Bir yıldır ilgili kurumlardan tekerlekli sandalyeyle gelen çocuklar için merdiven kenarlarına rampa yapılmasını talep etiklerini belirten çalışanlar, “Bu talebimiz hiçbir şekilde karşılanmadı. Ancak binanın imam hatibe dönüştürülmesine karar verildikten sonra bahçe tanziminden çevre düzenlemesine kadar her şey yapıldı. Çocuklar merdivenden çıkamadığı için araba içinde muayene yapıyoruz” diyor.

Merkezin başına gelenler bununla da sınırlı değil. Merkez çalışanları Çankaya Rehberlik ve Araştırma Merkezi’nin binadan çıkarılıp başka bir binaya nakledilmesinin gündemde olduğunu belirtiyor. Çankaya Milli Eğitim Müdürlüğü merkezi taşımak için yeni yer arıyor.

Merkezde çalışan psikolog ve öğretmenler engelli çocuğu bulunan ailelere merkeze sahip çıkması için çağrı yapıyor.

sol.haber.org

Wall Street’le yetinmediler Monsanto’yu da işgal ettiler

17 Eylül dün yaptığımız haberde de değindiğimiz gibi Occupy Wall Street(Wall Street’i İşgal Et) hareketinin yıl dönümü idi. Egemen güçler tarafından önce gülümseyerek karşılanan, yaygınlaşması üzerine de dağıtılmaya çalışılan aktivistler 17 Eylül’de bir kez daha Wall Street’i işgal ettiler. Bu işgal elbette Wall Street ile sınırlı kalmadı. İlhamını Wall Street’ten dünyanın dört bir tarafındaki aktvistler pek çok yerde hem kutlama yaptı hem de işgal eylemlerinde bulundu.

Dünya gıda devi olarak lanse edilen, GDO belasını gezegenin başına getiren ABD’li Monsanto şirketi de bu işgalden yakasını kurtaramadı elbette. Occupy Monsanto hareketi de hem şirketin merkezinde hem de dünya üzerindeki her tesisinde mümkün olduğunda işgal eylemleri yaptı, “GDO’ya Hayır” sloganını haykırdı.

Türkiye’de Occupy Monsanto

Biz de hareketin Türkiye ayağını en iyi bilenlerden Slow Food Türkiye’den Defne Koryürek ile konuştuk. Defne hanımın hareketin Türkiye ayağında katılımın istenen düzeyde olmadığını belirtti. Slow Food olarak sosyal medya üzerinden “17 Eylül Monsanto İşgali”ni duyurduklarını, Monsanto’nun facebook sayfasını ileterek aktivistlerden Monsanto ile ilgili fikirlerini paylaşmaları için çağrı yaptıklarını sözlerine ekledi.

Monsantonun facebook sayfasına Türkiye’den yazılan yorumların sadece kendisi ve Adapazarı’nda çiftçilik ile iştigal eden  Berrin Ertürk’ten gelmiş olmasının bu konunun ülkemizde çok fazla duyulmamış olmasından kaynaklanmış olabileceğini ifade etti.

Monsanto’nun facebook sayfasına yorum bırakmak isteyenler  facebook.com/MonsantoCo adresi üzerinden tepkilerini belirtebilirler. Monsato’yu İşgal Et (Occupy Monsanto) hareketinin resmi adresi  occupy-monsanto.com/

(Yeşil Gazete)

 

occupy monsantoeklendi

dünya çapında, türkiye olarak eksik kladık, sosual medyadan monsanro ofsileri, monsanto facebook sayfasına nolat yazdık, berrin hanım (berrin ertürk( adapazarında çiftçi, monsanto facebook sayfası, 11.bin like ettiği sayfa, yorumlari postların altına

dünyada, ekim ayının 3.haftası lüfer bayramı, ekim ayının

[email protected]

 

 

Duygusal cehalet – Can Dündar

“Duygusal cehalet” deniyor buna…
Özellikle depresyon tedavisinde kullanılan yatıştırıcı hapların etkisiyle bloke olan duygular, hissetmeyi zorlaştırıyor.
Anti-depresan kullananlar bilir:
Sanki hayatla aranızda görünmez bir his perdesi gerilidir.
Ateşe deyip yanmayan bir el gibidir, acı karşısında yüreğiniz…
Elemi eski yoğunluğunda hissetmezsiniz.
Kolaylına kederlenmezsiniz.
* * *
Peş peşe gelen ölüm haberlerinin yarattığı kayıtsızlık, sanki hiç duygu dersine girmemiş, kederi hiç öğrenmemiş bir toplum olduğumuzu düşündürmüyor mu size de?
Sırrı Sakık’ın oğlunun intiharından sonra yayılan nefret mesajları, “kin, öfke, husumet”le bile açıklanamayacak kadar insanlık dışı değil mi?
İnsanın özünde iyi olduğuna inandığım için, oluk oluk akan kan karşısında kah “Yine mi” deyip geçen bir umursamazlık, kah “oh olsun” diyen bir gaddarlıkla tezahür eden bu hissizliği, “duygusal cehalet”le izah edebiliyorum ancak…
Nasıl anti-depresanlar, ruhsal bunalımıyla baş etmeye çalışan bir insanı ani duygu salınımlarına karşı korumaya alıyorsa, biz de çözüm üretemediğimiz toplumsal bunalımımızla başa çıkmak için duygusuzluğa sığınıyoruz belki de…
Acıyı hiç bilmezmiş gibi davranıyoruz.
* * *
Geçenlerde klinik psikolog Murat Paker, üst üste gelen trajediler silsilesinin toplumda yarattığı travmaya dikkat çekiyordu.
Ölüm haberleri, bizzat canı yananlardan başlayarak, etkisi giderek azalan dalgalar halinde genişliyordu toplumsal satıhta…
Ve her kesim, farklı tepki veriyordu:
Duyarsızlaşanlar, içe kapananlar, şok olanlar, morali bozulanlar, sorunu yok sayanlar, saldırganlaşanlar…
Umutsuzluk ve çaresizlik, derine kök salıyordu.
“Bir toplumu çözmek, çürütmek için çok verimli bir toprak bu…” diyordu Paker:
“Acilen idrak ve irade lazım.”
Önce “Neden bütün bunlar” sorusuyla yüzleşmek, sonra da “Nasıl çözeriz”e kafa yormak gerek.
Başka çaremiz yok.
* * *
Soruna teşhis koyamıyorsanız, tedavisini de bulamıyorsanız, en kolayını yapıp ya görmezden geliyor ya da lanetliyorsunuz.
Ya yastığı başınıza çekip duymamaya ya da oğul acısı yaşayan bir babayı taşlayarak intikam almaya çalışıyorsunuz.
İkisi “duygusal cehalet” ürünü olan bu iki tavır da bizi aynı yere götürüyor:
Duygusal olarak çürüyen bir topluma…
Bu çürük toprak, otoriter bir liderlikle buluştuğunda sadece faşizmi yeşertir.
Tarih şahittir.
* * *
Histeri krizleriyle 30 yılda 40 bin can gömdük çözümsüzlüğün toprağına…
Pek üzerine konuşmuyoruz, ama kalanlar ne halde?
Mayında patlayan araçta arkadaşını kaybeden polis, çatışmada öldürülen askerin silah arkadaşı, dağda öldürülen PKK’lının ailesi, saldırıya uğramış bir karakolda nöbeti devralan asker, terhisten sonra barut kokusu burnundan, çatışma sesleri kulağından silinmeyen gazi…
Onların yaşadığı travmanın ve ne kadar kapsamlı bir rehabilitasyon programına ihtiyaç duyduklarının farkında mıyız?
“Medya saldırıları görmesin” deyip örtbas edemeyeceğimiz, devasa bir sorunla cebelleşmekteyiz.
Şiddet işin görünen yanı…
Ama evlat acısına bile kulak asmayan bir toplum haline gelmişsek, en insani duyguları kaybetmişsek, vicdanları köreltmişsek, terör zaten başarıya ulaşmış demektir.

Can Dündar – Milliyet

Meksika’da 132 mahkum firar etti

0
Meksika’nın kuzeyinde, ABD sınırı yakınlarındaki bir hapishaneden 132 mahkumun firar ettiği bildirildi.
Coahuila eyaleti Başsavcısı Homero Ramos Gloria, firarın ardından federal polisin ve askerlerin mahkumları arama çalışmasına başladığını, cezaevi müdürü ile 2 çalışanın soruşturma süresince gözaltına alındığını söyledi.2010 yılında da Nuevo Laredo kentindeki bir hapishaneden 153 mahkum, 41 gardiyana kaçmalarına yardım etmeleri için para vererek firar etmişti.

‘Yeni bir siyasete davet’ – Ahmet İnsel

Türkiye’de siyasetin, toplumsal sorunların müzakere yoluyla çözümünün arandığı alan olmaktan çıkıp büyük bir çatışmanın, zor ve şiddet politikasının bahanelerinin üretildiği bir zemine dönüştüğü bir dönemdeyiz. Otoriter kültürün ve toplumsal yapıların güç kaybetmeyen sürekliliği, iktidarın mutlak güç olma haliyle eşanlamlı algılanması, Türkiye toplumunda siyasetin vesayet üretici, vesayet talep edici bir alan olmasına neden oluyor.

Patlak fren

Siyasal tavırlar fikir, değer ve ilkelerden süzülerek gelişmek yerine, mutlak biat, taşkın tutkulu tepkiler ve frenleri patlamış bir faydacılığın karışımından oluşuyor. Giderek daha fazla, muhalefette olduğu gibi -ki bu göreli olarak daha doğaldır- iktidarda da etki değil, tepkinin hakim olduğu bir davranış silsilesi siyasal alana hakim oluyor. Siyasal değerlendirme ve davranışlarda tepkilerin baskın olması, aklın değil reflekslerin siyasete egemen olması anlamına gelir. Bilindiği gibi refleksler de, bireysel ve toplumsal bilinçaltlarına bastırılmış, beynimize kaydedilmiş ama varlığının çoğu zaman farkında olmadığımız “bilgiler”in, işaretlerin tetiklenmesidir. Bunu AKP yönetiminin sergilediği muhafazakâr-milliyetçi reflekslerde olduğu gibi, milliyetçi sağla ulusalcı solun birbirine giderek yakınlaşan reflekslerinde, laikçi çevrelerin irtica umacısı ve dindarların dinsiz şeytan reflekslerinde buluyoruz.
Yeni bir siyasal varoluş tarzına, siyaset yapma biçimine, toplumun siyaseti geri almasına ihtiyaç olduğu çeşitli vesilelerle dile getiriliyor. Ancak güncelin can yakan ağırlığı kadar, siyaseti esas olarak güç olma, iktidar olma olarak gören zihniyetin hakimiyeti, uzun soluklu bir ufku olan bir siyasal oluşumun ortaya çıkmasına izin vermiyor. Yakın tarihlerde solda ya da HAS Parti gibi muhafazakâr dünyada yaşanan gelişmelerin ölü doğmasının önemli nedenlerinden biri de buydu.

EDP ve Yeşiller

Bu karamsar tablo içinde, küçük bir ümit ışığı gene de var. Eşitlik, özgürlük ve demokrasiyi herkes için yaşanılabilir bir dünya özlemiyle buluşturma girişimi Türkiye’de söz konusu. Eşitlik ve Demokrasi Partisi ile Yeşiller Partisi’nin birleşerek, yeni bir isimle yeni bir parti kurması görüşmeleri son aşamaya gelmiş durumda. Önümüzdeki bir veya iki ay içinde, bir yıla yakın bir zamandır bu amaçla yürütülen görüşmeler, toplantılar, ortak çalışmalar amacına ulaşacak. Daha önce kurulup kapanmış veya bir “adres olsun, bizim olsun” anlayışıyla varlığını sürdüren partilerden bu yeni partinin bir farkı olacaksa girişimin bir anlamı olacağı açık.
İnsanları yeni bir siyasal partiye değil, “yeni bir siyasete davet” ediyor birleşme girişimi. Yukarıda kabaca tarif etmeye çalıştığım, anlık kavgaya kilitlenmiş, içine kapanıp büzüşmüş, bastırılmış korkuların, kadim reflekslerin hakim olduğu egemen siyasal alanın davranış kalıplarına, dogmalarına, değerlerine tabi olmayacak, yeni bir siyasal zemin kurmanın amaçlandığı ısrarla vurgulanıyor. İki partinin birleşmesiyle sınırlı olmayan, bu ilkeleri benimseyen herkesin katılımıyla ortaya çıkacak ivmenin, iki partinin toplamını anlamlı biçimde aşabilmesi koşuluyla yeni bir siyasal oluşum ümit vaat edebilir ancak.

Panzehir

Yeni siyasetin zemininde eşitlik ilkesi var elbette. Günümüz Türkiyesi’nin en can yakan, siyaseti ve toplumu kilitleyen sorunlarının çözümünün anahtarı olan eşitlik ilkesi, aynı zamanda milliyetçi/ulusalcı saplantının da belki yegane panzehiri. Bu nedenle, oluşacak yeni siyasal zeminin her şeyden önce, milliyetçilik/ulusalcılığın bu toplumu giderek boğan tahakkümüne karşı güçlü ve kararlı bir duruşu, sesi olması beklenir. Bu, aynı zamanda, otoriter zihniyet ve pratiklerin sadece siyasal alanda değil, toplumsal yaşamın her parçasında teşhiri ve buna karşı mücadelenin sesi, öncüsü, destekçisi olmak da demektir. Sadece bir “çevre koruma” hareketi olmayan, tam da otoriter karar alma mekanizmalarına karşı mücadelenin bayraktarlığını yapan Yeşil hareket geleneğinin bu noktada katkısı son derece önemli olacaktır.
Bugün Kürt sorunu, Alevi sorunu, eğitim dünyası başta olmak üzere tepeden muhafazakârlaşma girişimleri, yasak ve sınırlamaların sıradanlaşması ve elbette siyasal özgürlükler alanının ürkütücü biçimde daraltılmasının yanında, yaşadığımız bir dizi sorun daha var. Kent politikalarının fütursuzluğu, dayatmacılığı, “ben en iyisini bilirim” kibriyle yürütülmesi, enerji politikalarının bütünüyle hızlı kalkınma saplantısına endekslenerek doğal yaşam alanlarını tahrip ya da yok etmeleri gibi sorunlara karşı yeni bir ortak siyasal tavra ihtiyaç var. Her öneriyi mutlak olarak reddetme değil, her önerinin geniş bir katılım, değerlendirme ve müzakere süreçlerinin sonucunda kabul edilme meşruiyetine sahip olması ilkesinin hayata geçmesini sağlamak demek bu. Bu anlamda, merkeziyetçiliğe kararlılıkla karşı olmayı, etnik kimliklerin tanınma ve eşitlik haklarının, farklı dinsel ve kültürel kimliklerin eşitlik taleplerinin de merkeziyetçi bir yapı içinde çözülemeyeceğini kabul etmeyi gerektiriyor.
Yeni siyaset zemini inşa etmek, bugün birbirinden bütünüyle farklı, birbiriyle hiç kesişmeyen alanlara ait sorunlar gibi gözüken Kürt sorunu veya Alevi sorunuyla, kentsel dönüşüm, enerji, eğitim ve sağlık politikaları gibi sorun alanlarının, elbette içeriklerinin değil ama bunlara çözüm arama biçimlerinin ortaklığını gündeme getirmektir. Kadın-erkek eşitliğini kendi içinde fiilen uygulamaya başlamadan, bunu sağlayacak pratik önlemleri almadan, toplumda kadın-erkek eşitliğinin sözcüsü olmaya çalışmanın anlamsız olacağını bilerek, hareket etmektir örneğin yeni siyaset zemini.
Türkiye’nin modernleşme tarihinin ürettiği özgül mağduriyetlere, egemen iktisadi-toplumsal düzenin, kapitalizmin/neoliberalizmin/piyasa toplumunun yarattığı mağduriyetlere karşı ortak mücadele zemini yaratabilmek demektir yeni siyaset. Özel mülkiyetin toplumsal tahayyüldeki mutlak hakimiyetini kırmak, ortak mülkiyet ve paylaşım alanları yaratmak, bunların meşruiyetine olan kanaatin toplumda güçlenmesini sağlamaktır.
Mağduriyetlerin her birinin farklılıklarını, özgül dinamiklerini inkâr etmeden, birini diğerine tabi kılmadan, eşitlik ve demokrasi zemininde dile gelmelerinin, hak talep etmelerinin, başka talepleri paylaşmalarının, çözüm önermelerinin, ortak çözümler bulmaya çalışmalarının alanıdır bu.
Böyle bir siyasal girişimin giderek tek sesin, tek politikanın, tek değer dünyasının hakim olduğu, çarpışma arzusunun dizginlerinden boşanmaya başladığı günümüz Türkiyesi’nde kısa vadede etkili olacağına inanmak safdillik olacaktır. Ama geleceğin bugünden kurulacağına, toplumsal dönüşümün “bir gün ansızın” gerçekleşmeyeceğine, uzun soluklu bir mücadelenin sonucu olduğuna inananlar için, bugün ve burada bu yeni siyaset çağrısına kulak vermek bir gerekliliktir.

Ahmet İnsel – Radikal2