Ana Sayfa Blog Sayfa 4568

Rusya GDO’lu mısır ithalatını ve kullanımını askıya aldı

Rusya’da tüketici haklarından sorumlu federal kurum, Rospotrebnadzor,  genetiği değiştirilmiş mısırın kansere yol açtığını ileri süren araştırmayı takiben Salı günü, Monsanto tarafından üretilen genetiği değiştirilmiş mısırın kullanımını ve ithalatını askıya aldığını açıkladı. Rospotrebnadzor, ülkenin Gıda Enstitüsü’nden bu araştırmanın geçerliliğini araştırılması istediğini ve Avrupa Komisyonu Sağlık ve Tüketici Genel Direktörlüğü ile de Avrupa Birliği’nin pozisyonunun açıklanması için iletişme geçildiğini açıkladı.

Fransa’da Caen Üniversitesi’nce yürütülen araştırma, iki yıl boyunca ABD’nin kimya firmasınca üretilen genetiği değiştirilmiş NK603 mısırı ile beslenmiş farelerde normal mısırla ile beslenen gruptakilere göre daha çok tümör ve diğer ciddi hastalıkların görüldüğünü öne sürüyor. Çalışma ayrıca NK603 ile beslenen ve Monsanto’nun Roundup ot öldürücüsüne maruz kalan farelerin kontrol grubuna  göre çeşitli hastalıklara daha çok yakalandığını gösteriyor.

Monsanto geçen hafta Fransız araştırmasının Avrupa’ya NK603 ihraç lisanslarını etkileyeceğini düşünmedikleri fakat Avrupa Komisyonu tarafından araştırmayı incelemesi istenen Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi’nin (EFSA) açıklamasını bekleyeceklerini söylemişti. Monsanto açıklamasında “İlk değerlendirmemize göre bu araştırmanın, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi’nin genetiği değiştirilmiş mısır ürünleri hakkındaki görüşlerinde herhangi bir değişikliği gerekçelendirecek veya genetiği değiştirilmiş ürünlerin ithalatına onayını değiştirecek bir bilgi sunmadığına inanıyoruz” demişti.

(Yeşil Gazete , Nasdaq.com)

Samsun’da 600 kişi zehirlendi

Samsun’un Terme ilçesinde şebeke suyundan zehirlendiği iddia edilen yaklaşık 600 kişi ishal, yüksek ateş, mide bulantısı ve kusma şikayetiyle hastaneye başvurdu.

İlçede dünden itibaren ishal, yüksek ateş, mide bulantısı ve kusma şikayetiyle çoğunluğu çocuk olmak üzere yaklaşık 600 kişi, Terme Devlet Hastanesi’ne başvurdu.

Hastaneye çok sayıda kişinin başvurması nedeniyle bazı çocuklar ve vatandaşların ayakta ve banklarda tedavi edildiği gözlendi.

Tüm vatandaşların ortak şikayeti üzerine Terme Kaymakamlığı ve Samsun Sağlık İl Müdürlüğü içme suyundan numune alarak halk sağlığı laboratuvarına gönderdi.

Laboratuvarlardan gelen ilk tahlil sonuçlarından zehirlenme nedeni belirlenemezken, kesin sonucun 48 veya 72 saat sonra elde edilebileceği belirtildi.

Terme Kaymakamı Fahri Meral, ”Ağır nitelendirebileceğimiz hastamız yok ama 18 tane hasta servislerde yatıyor. İshal, ateş ve kusma olarak hastalık seyrediyor. İlçemizden dışkı ve su numuneleri alındı. Halk Sağlılığı laboratuvarına gönderildi. Samsun merkezden 2 çocuk uzmanı geldi ve 5 poliklinikte tedaviler devam ediyor. Sağlık Bakanlığı’na ve Samsun Valiliği’ne konuyla ilgili bilgi verildi” diye konuştu.

(Cnn Türk)

Çin ile Japonya arasındaki “ada” krizi tırmanıyor

Çin ile Japonya arasında yaşanan ada krizine Tayvan’ın da müdahil olması ile Doğu Çin Denizi’ndeki tansiyon tekrar yükselmeye başladı. Japonya, kendi egemenlik alanı saydığı sulara giren Tayvanlı balıkçı gemilerini püskürtmek için tazyikli su kullandı.

Çin medyasında geniş yer verilen haberde, aralarında sahil koruma gemilerininde bulunduğu yaklaşık 75 Tayvan gemisinin bu sabah yerel saatle 05.00 civarında Doğu Çin Denizi’ndeki ihtilaflı sulara girdiği bildirildi. Adaların kendi kontrolünde olduğunu savunan Japonya’nın da Tayvan gemilerine geri dönmesi için tazyikli suyla müdahale ettiği belirtildi.

Tayvan bayraklı gemilerin tartışmalı adalara ulaşmasına 3 deniz mili kala Japonya sahil güvenlik birimleri tarafından önce ikaz edildiği ve arkasından tazyikli su sıkılarak uzaklaştırıldığı kaydedildi.

Adalara çıkmaya hazırlanan Tayvanlı gemiler yaşanan su saldırısı sonucu yerel saatle sabah 09.15’de organizasyonun tamamlandığını ilan ederek tartışmalı sulardan çıktığını aktarıldı. Tayvanlı denizcilerin, “Burası Tayvan toprağı” şeklinde bağırdıklarına dikkat çekildi.

Dün de benzer bir olay Çin tekneleriyle yaşanmıştı. Pekin, dün 200 kadar Çin balıkçı gemisinin bölgeye girdiğini açıklamıştı. Bugün de Çin’e ait 4 takip gemisi ve 2 devriye gemisi söz konusu alanda yer alıyor. Gemilerin Japonya’nın egemenlik ilan ettiği suların dışında bulundukları belirtildi.

Söz konusu adalar şu anda Japonya’nın kontrolünde bulunurken, Çin ve Tayvan da adalar üzerinde hak iddia ediyor. Adaların Japonca’daki ismi “Senkaku”, Çince ismi ise “Diaoyü”. Japonya’nın, özel mülkiyet altındaki üç adayı sahiplerinden satın almak için sözleşme imzaladığını açıklaması ardından bölgede gerilim tırmanmıştı. Yaşanan gerilimin ardından, Çin hükümeti tartışmalı adalara iki devriye gemisi göndermişti. Stratejik deniz yollarının üzerinde bulunan insansız adaların etrafında büyük doğal gaz rezervleri olduğu tahmin ediliyor.

Öte yandan, Çin ve Japonya, bir yandan da artan tansiyonu azaltmak için görüşmelere başladı. İki ülkenin dışişleri bakan yardımcıları ihtilaflı adalar meselesini tekrar masaya yatırdı. Çinli bakan yardımcısı, Japonya’nın tek taraflı sınır ihlalini kabul etmeyeceklerini açıkladı.

(Milliyet)

Görünürlük, etnik tanınma, ana dilin yaşatılması – Berna Altıparmak

Yüzyılın yaşanan son dönem karmaşaları arasında , kültürel ve etnik tanınmada ilerlemenin kapısını  aralaması beklenen “Eğitimde Dil Serbestliği”’nin   farklı coğrafyalardaki  açılımlarına bir göz attığımızda tarihsel yaşanan sıkıntıların aynı,, gelinen noktaların sadece çıta farkı ile ayrı olduğunu görüyoruz .

Geçmiş yüzyıllarda ve içinde bulunduğumuz yüzyılın ilk döneminde dahi dışlanan , ötekileştirilen ve engellenen kimlikler kısmen açığa çıkıyor ama tam anlamıyla alt kimlik olmaktan kurtulamıyor .

Coğrafik olarak oldukça farklı yerlerde yaşayan üç ayrı kimliğe bakıldığında ; Kürt, Korsikalı , ,Amazigh hepsi benzer sıkıntılardan geçmiş  bulunuyor.

Tersten gidecek olursak ;

Amazigh : Afrika’nın kuzeyinde Fas’tan Mısır’a kadar uzanıp  , daha aşağıda Mali , Moritanya ve hatta Nijerya’ya  kadar iniyor  Berber kimliği…Bağımsızlıklarının ilanından  bu yana koloniyel kültürü silmek , kendi bağımsız yapılarını ortaya koymak amacı ile görünürde  hakim dil olan  Arapça’yı ön plana çıkartan Mağrep ülkeleri içerisinde Fas , Berber lisanını alt lisan sınıfından çıkarıp Arapça ile birlikte resmileştiren tek ülke konumunda oluyor .

Berberlerin: Fas’taki yerel adı ile Amazigh’lerin  yazılı dili olan  Tamazight , 2011 yılında anayasal reform ile ülkede resmi dil oluyor ve bu yazılı lisanın bütün idari makamlarda kullanılacağı ilan ediliyor.

Kültürel , etnik kimlik anlamında çok uzun bir zaman baskılanan , kimlikleri yok sayılan Berberlerin  sadece el zanaatları  ile uğraşan dar nüfusa sahip  , göçebe veya dağlı , içine kapanık bir toplumdan ibaret olmadıkları  bugün Fas’ın izlediği tanıtım politikaları ile  anlatılıyor ; sanatları ,yaşam tarzları , kültürleri ve eserleri  ön plana çıkartılarak  Berber (Amazigh) halklarına  onurları iade ediliyor.

Korsikaca : 1768 yılında Fransızların kontrolü altına giren Korsika 1975 yılında Fransa’nın resmi olarak 22 bölgesinden biri ilan ediliyor . Korsikalılar  yıllarca kendi dilleri Korsikaca için mücadele içine düşüyorlar.

1991 yılında Özerk Statü’ye geçse de adanın sıkıntıları bitmiyor . 2000 yılında Fransız Hükümeti Korsika dilinin ( Corsu ) daha iyi korunmasını , talim ve öğretiminin teşvikini içeren özerklik haklarının artışını öneriyor ama Fransa’daki muhalefet tarafından reddediliyor.

1992 yılında Korsika Meclisi’nin ‘’Korsika dilinin bütün adada resmi dil ilan  edildiğine dair ‘’ aldığı karar halen resmiyete dönmemiş olabilir ancak 1974’ten bu yana adada Korsikaca  tam kapsamlı olmamakla birlikte ilk ve orta okullarda okutuluyor.

Bugün adaya gittiğinizde Korsika kültürünü , Korsikaca’nın etkinliğini özellikle iç bölgelerde hissedebilirsiniz ; seyir halinde iken yol tabelalarının iki isim taşıdığını , Fransızca yazılan yer isimlerinin üstünün çizilip , yerine Korsikaca orijinal isimlerin  yazıldığını görebilirsiniz .

Adanın dağ  yamaçlarına kurulu tarihi köylerinde Korsikalıların günlük hayatlarında Korsikaca konuştuklarına , bunu kolaylıkla yapabildiklerine şahit olursunuz .

Kürtçe : Türkiye’de  tartışması gırla süren Kürt dilinin ana dilde eğitime geçirilmesi  durumunda ise  bu yıl Kurmanca ve Zazaca lehçeleri  resmi ana dil olarak giremese de  ‘’Yaşayan Diller ve Lehçeler ‘’kapsamında seçmeli ders olarak eğitim programına alınıyor.  Elbette önümüzdeki eğitim dönemlerinde okullar müfredat olarak bu seçmeli derse hazır olamazsa ve uygulamaya geçiremezlerse , bu konuda  atılan adımlar  şimdilik boşa atılmış olacak. Oysaki Kürtlerin de talep ettiği ; yaşam biçimleri ve etnik kimliklerine uygun olarak Kürtçe’nin yüzyıllardır kullanıldığı gibi bir ana dil olarak resmi eğitimin içinde yer alması kuşkusuz .

Yıllarca bu tarz konularda istatistiki verilerden yola çıkılarak , azınlık hesapları yapılarak ,söz konusu ülkelerde ‘’ toplam nüfusa oranla ne kadarımızı ilgilendiriyor ?’’ argümanı yapılıyor  . Örneğin Fas’ta yıllarca Berber nüfusunun Amazigh dilini konuşan kısmının toplumun çok az bir kesimini  teşkil ettiği savunuluyor  1960 yılına kadar . 2000’de yapılan çalışmalarla aslında oranın yüzde elliden fazla olduğu anlaşılıyor ancak bu durum bile Tamazight’in ( yazılı dil ) günümüze kadar resmi dil olmasını sağlayamıyor.

Korsika’da ise yerel lisanı konuşmada dramatik bir düşüş var .Yine yapılan çalışmalara göre 1980’lerde ada nüfusunun %75’i Korsika dili hakkında bilgi sahibi iken , günümüzde bu oran % 10’ lara gerilemiş bulunuyor . Bu durumun başlıca sebeplerini , adanın istikrarsız ekonomik durumundan dolayı yıllarca Korsika’nın yerel halkının Fransa anakarasına göçmüş olması  , birkaç neslin anakarada doğup Korsikaca bilmiyor olması ve adaya farklı zamanlarda çeşitli göçmenlerin yerleştirilmesi oluşturuyor .Doğal olarak Fransızca ön plana çıkarak Korsikaca’nın neredeyse  kayıp bir lisan olmasına yol açıyor.

Bugün Amazigh’lerin  içleri kıpır kıpır; yeni anayasal reformla haklarına kavuşmanın mutluluğunu , gururunu yaşıyorlar.

Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’ nun gelecekteki muhtemel yönetim politikaları nasıl belirlenir ve sonuçlanır kesin sonuçlarla şimdiden bilinmiyor ama bölgesel  sorunları çözmek için ufak adımlarla başlayan Kürtçe’nin yaşatılması çabalarının  verimlilik içeren  bir şekilde geliştirilmesi gereklilik içeriyor .

Her ne kadar ‘’ Yerinden Yönetim ‘’ daha halen ciddi bir tartışmanın merkezinde olmasa da , etnik kimliğe , kültüre , bizzat dilin kendisine görünürlük , yok sayılmama durumu kazandıracak bir ivmenin vaktidir şimdi.

Kürtçe’nin öğrenim ve öğretimini  yeni eğitim sisteminde yaygınlaştırmak için  Milli Eğitim Bakanlığı , Yerel Yönetimler ve Sivil Toplum Örgütlerine epey görev düşüyor .

 

Berna Altıparmak

Nor Radyo’dan Merhaba

“Dünyanın tüm sesleri birleşin” diyerek yaklaşık 4 yıldır yayın yapan Nor Radyo, 24 Eylül Pazartesi günü yeni yayın dönemine başlıyor. Nor Radyo gönüllüleri, bu dönem de çok dilli ve her türlü ayrımcılığa karşı yaptıkları yayınlarıyla dünyanın tüm seslerini bir olmaya davet ediyor.

Bir arada yaşamın, çok kültürlülüğün yankısını ve halkların kardeş seslerini internet yayıncılığında birleştiren Nor Radyo yeni yayın döneminde Türkiye’de konuşulan farklı dillerde yayınlar yapmaya ve tematik içerikli programlar yayınlamaya devam edecek. Yayın akışının www.norradyo.com adresinde yedi gün 24 saat devam ettiği radyoda programlar, Türkiye saatiyle 19.00-01.00 arasında dinleyicilerle buluşacak.

Tematik programlar çoğalıyor

Milliyetçiliğe, her türlü ırksal, etnik, cinsel ayrımcılığa karşı barış, özgürlük, eşitlik ve kardeşlikten yana tavır alan Nor Radyo, yeni yayın döneminde, bu ilkesi doğrultusunda programlarını çeşitlendiriyor. Nor Radyo 24 Eylül’de temalı programlarının sayısını çoğaltarak yayınına başlıyor.

Nor Radyo’nun yeni dönem programları; 60’lı yıllardan bu yana müziğin seyrini ve kendisini konu alacak olan Kulağakaçan, sanatın dünü ve bugününe bakarak güne ışık tutacak olan programNarteks ve medyanın toplumsal cinsiyet politikalarındaki rolünü masaya yatıracak olan Medyanın Cinsiyeti. Haber Fabrikası internet sitesinin editörlerinin yapacağı Lorem Ipsum isimli programda, haftanın konuşulan başlıklarına yan değinilerde bulunulacak ve medyanın manşetine yansımayan öyküler radyo mikrofonundan dinleyicilerle paylaşılacak. Nor Radyo yeni yayın döneminde kültürel etkinliklerin duyurulacağı bir programı da bünyesine katıyor. Program, etkinlik takvimi sunmanın yanı sıra etkinliklerin içerikleri ile ilgili bilgileri, etkinliklerin düzenleyicilerinin ve katılımcılarının görüşlerini de dinleyiciye aktaracak.

Nor Zartonk ve Nor Radyo gündemini aktaran Anuşabur, biraradalıkların seslerine yer veren Çıplak* Sesler, Anadolu’daki ekoloji mücadelesini radyoya taşıyan Ekoloji Mikrofonu ve Ekotopya, kadınların gündemini, var olma çabalarını konu edinen Gin u Gyank, “meselesi” olan programHênik, Ortadoğu gündemini tartışan Ortadoğu Güncesi, ana eksenini Zazalar ve Zazacadan kuran ve doğudan gelen, modern aklın es geçtiği tınıları yansıtan program Hard û Asmen, kendimize dair buluşmalar gerçekleştireceğimiz program Namag bu dönemde Nor Radyo’da yayına devam edecek. Geçtiğimiz dönem yayınına ara veren Zagreb Radyosu ve Bloknot da dinleyicileriyle tekrar buluşacak.

Nor Radyoda bu dönem teması müzik ağırlıklı olan programlar da devam edecek. Cazın tınılarını radyoya taşıyan Jazz Mazz, eskilere bir bakış atan Nostalji programı ve Alevi deyişlerinin türküler ve muhabbetle demlendiği Peyman’da ezgiler çeşitlenerek dinleyicilerle buluşacak.

Sekiz dilde yayın

Nor Radyo’nun yok olmaya yüz tutmuş dillerin ve kültürlerin yaşatılmasına katkı sunma çabası bu dönem de devam ediyor.  Bu yayın dönemine sekiz dilli olarak giren Nor Radyo’da her dile ait bir ya da birden çok program var. Bu dönem Nor Radyo’nun mikrofonundan duyabileceğiniz diller şunlar:Ermenice, Türkçe, Kürtçe, Hemşince, Lazca, Adigece, Çeçence ve Zazaca.

Nor Radyo bu dönem Kürtçe program sayısını arttırıyor. Bu dönem yayına başlayacak olan Solînisimli programda politik olarak olsun olmasın baskı gören ve bu baskılara cevap veren tüm Kurdî unsurlar konu edilecek. Nor Radyo’nun yeni döneminde devam edecek anadil programları arasında Çerkez halklarını ve kültürlerini tanıtan Nartların Sesi, Lazca’nın Nor Radyo yolculuğu olanŞk’uneburi K’aidepe, Agos Gazetesi Ermenice editörü Pakrat Estukyan’la haftalık yorum programı Orn e Gantsni, Hemşinlilerin öykü ve manilerinin paylaşıldığı Hemşince-Türkçe program Hemşin Öyküleri, Ermeni kültürüne genelin dışından, tersten bakan Getron ve geçtiğimiz dönem yayına ara veren Kürt halkının kültürüne ve tarihine bakış atan Dengê Hêviyê olacak.

Nor Radyo’nun yayın akışına radyonun kendi internet sitesinden ulaşmak mümkün. İletişim için[email protected] e-mail adresi kullanılabilir.

 

Fransa, “Boğa güreşleri yasaklansın” talebini reddetti

Fransa Anayasa Konseyi, hayvan hakları aktivisitleri tarafından yapılan “boğa güreşleri yasaklansın” başvurusunu reddetti. Aktivistler anayasada güreşlerin hayvanlara eziyet olarak nitelendirimesini talep etmişlerdi.

AFP haber ajansının raporuna göre her sene Fransa’da 1000’den fazla boğa güreşler sırasında öldürülüyor. Komşu İspanya’da ortaya çıkan boğa güreşi 1,5 asır önce Fransa’da da yapılmaya başlandı. İspanya’da corridas olarak bilinen güreşler özellikle Nimes ve Arles bölgelerinde popüler.

BBC muhabiri Christian Fraser’ın aktardığına göre yapılan son ankete göre Fransızların %48’i aktvistlerin anayasada yapılmasını önerdiği yasağı destekliyor. Bundan önceki anketlerde bu oran seçmenlerin üçte ikisi oranındaydı.

Fransa İçişleri Bakanı Manuel Valls, bu ayın başında yaptığı bir konuşmada boğa güreşlerinin yapılması lehinde konuşmuştu. İçişleri bakanının Barselona doğumlu olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Öte yandan boğa güreşleri Fransız anayasasında olmasa bile Fransa’nın bazı bölgelerinde yasaklanmış durumda. Hayvan hakları aktivistlerinin yeni hedefi konuyu İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne taşımak.

(BBC, Anayasa Gündemi.com)

 

Neşet Ertaş hayatını kaybetti

Büyük ozanımız Neşet Ertaş tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.  İzmir’de bir haftadır hastanede tedavi gören Türk Halk Müziği’nin efsane isimlerinden Neşet Ertaş, dün alındığı yoğun bakımdan çıkamayarak hayatını kaybetti.

1938’de Kırşehir, Çiçekdağı’nda hayata gözlerini açan halk şairi, aşık ve ozan Neşet Ertaş anadolu’da “Bozkırın Tezenesi” olarak da bilinir, Kırşehir abdallarından,  Abdal müzisyen olarak da tarif edilirdi.

Babası saz ustası Muharrem Ertaş, annesi Döne hanımdır. Annesinin ölümünden babası ve kardeşleriyle birlikte sonra köyüne yerleşmişlerdir ve çocukluğu bu köyde geçmiştir. Ertaş, ilkokula gittiği yıllarda önce keman, sonra da bağlama çalmayı öğrendi. Babası Muharrem Ertaş ile birlikte  düğünlerde sazı ile çalıp türküler söylemeye başladı. Ertaş, etkilendiği tek kişinin babası Muharrem Ertaş olduğunu söyler. “Babamla ben aynı ruhun insanlarıyız.” şeklinde bu durumu anlatırdı.

İlk plağını 1950’li yılların sonunda “Neden Garip Garip Ötersin Bülbül” adı ile babası Muharrem Ertaş’a ait bir türküyle çıkardı.

Demirel zamanında kendisine sunulan ‘devlet sanatçılığı’ ünvanını; “O dönem Süleyman Demirel cumhurbaşkanıydı. Devlet sanatçılığı bana teklif edildi. Ben, ‘hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor’ diyerek teklifi kabul etmedim. Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluk bu. Şimdiye kadar devletten bir kuruş almadım, bir tek TBMM tarafından üstün hizmet ödülünü kabul ettim. Onu da bu kültüre hizmet eden ecdatlarımız adına aldım.” diyerek geri çevirmiştir.

Halkın büyük sevgi ve desteğini sanat yaşamı boyunca yanında hisseden Neşet Ertaş adeta yaşayan bir efsane olmuştur. Unesco tarafından yaşayan insan hazinesi kabul edilen Ertaş, 25 Nisan 2011 tarihinde İTÜ Devlet konservatuarı tarafından fahri doktora ödülüne layık görülmüştür.

Büyük ozanımız Neşet Ertaş’ı sevgiyle anıyor ve Gönül Dağı türküsünü sizinle paylaşıyoruz

(Yeşil Gazete)

 

Siyasi yargılama ile demokrasi tesis etmek? – Ahmet İnsel

Balyoz Davası kararı açıklandıktan sonra ortalığı kaplayan destek ve eleştiri gürültüsü bir futbol maçında rakip taraftarların haykırışlarına ne kadar benziyor. Çoğu siyasal sorunda olduğu gibi bu konuda da aklıyla değil tutkularıyla, somut veriler ışığında değil kendi görmek istediğine sadece bakarak kestirmeden verilen hükümlerin patırtısının dinmesini beklemek gerekecek. Bu kararın Türkiye’de demokrasinin gerçek miladı olduğunu iddia edenlerle kararı geçmişin en karanlık günlerine dönüşün somut işareti olarak görenlerin hiçbiri, demokrasi ilkeleri perspektifinden soruna yaklaşmıyor.

Genellikle rakip takımların taraftarları hakemin niteliği konusunda hemen uzlaşır. Burada da benzer bir uzlaşı var. Balyoz Davası’nı eleştirenler kadar, bu davada mahkemenin verdiği kararların gözü kapalı arkasında duranlar, bunun özünde siyasi bir dava olduğunu söylüyor. Dolayısıyla mahkemenin siyasi bir mahkeme olduğunu kabul ediyorlar.

Siyasi davalar her zaman ve her yerde sorunlu davalardır. Toplumsal vicdanda adalet talebini tatmin etmedikleri için bir müddet sonra bu davaların yeniden değerlendirilmesi kaçınılmaz olur. Ya bir genel af ya davaların temsili olarak yeniden görülmesi ya da mahkûm olanların itibarlarının iadesiyle sonuçlanır. Dolayısıyla “Bu bir siyasi davadır, olur böyle şeyler, kurunun yanında yaş da yanar” diyerek bugün Balyoz Davası kararlarını alkışlayanlar, birkaç yıl sonra verilen mahkûmiyetlerin büyük bir kısmının mağduriyet olarak tescil edilmesinin zeminini de hazırladıklarını galiba düşünmüyorlar. Sanıklar cephesinin de işini kolaylaştırıyorlar.

Elbette kritik dönemlerde siyasi içeriği yoğun davalar gündeme gelir. Bazı dönüştürücü davaların ilk adımının atılması için siyasi iradenin desteği şarttır. Yasanın değişmesi, daha önce suç olmayan fiilin suç kabul edilmesi, yargıçların herhangi bir tehdide maruz kalmadan görevlerini yapmalarının sağlanması, bir siyasi irade gerektirir. Bunlar siyasi gücün yargının arkasında olması anlamında siyasi olan davalardır. Yargının kendisi siyasal bir mücadelenin tarafı olduğu zaman ortaya çıkan siyasi davalar ise demokratik meşruiyete sahip olamazlar.
Demokraside adil yargılanma ilkesi bölünmez bir bütündür. Bu adil yargılanmanın esas ve usul olarak eşit ağırlıkta iki ayağı vardır. Siyasi davalar ise o günün koşullarına göre ‘siyaseten esas olanın’ adil yargılama usullerinin çok önüne geçtiği, hatta çiğnendiği davalardır. Yassıada, İstiklal Mahkemeleri bunların uç örnekleridir. Sıkıyönetim dönemi mahkemeleri de. Balyoz Davası’nda da usul yönünden vahim hak ihlalleri olduğunu, davanın önem ve gereğini savunanların çoğu kabul ediyor. Türkiye’de davalar hep böyledir, bu yeni değil demek, bu davanın demokratik bir dönüşümün miladı olmadığının en güçlü delili olur.

Siyasi davalarda esas suçlular değil, suç alanı olduğuna hükmedilen çemberin içinde bilerek veya bilmeyerek yer alanlar, toplu cezalandırılır. Bu, aynı zamanda, arkaik cezalandırma yönteminin de yansımasıdır. İçinden bir suçlu çıktı diye bütün ailenin, bütün köyün, bütün aşiretin toplu cezalandırılması gibi.

Suçun şahsiliği ve iradiliği kadar, suçla cezanın oranı da adil yargılamanın ana ilkelerinden biridir. Yetkisini aşıp ağır bir disiplinsizlik suçu işleyerek yönetime el koyma planı yapan Çetin Doğan ve onun gibi komutanlar suçludur. O komutan ve kurmaylarının hazırladıkları planda görevlendirmeyi tasarladıkları altları, hele eylem gerçekleşmemişse nasıl suçlu addedilebilir? Yönetime el koyma eylemi başarısız kalmış bir teşebbüs haline bile dönüşmeden, komuta kademesinin hazırladığı bir plan, arzulanan bir gelişmenin gerçekleşmesi halinde hazır olmaya yönelik bir ‘eksik teşebbüs’ ise bu elbette bir suçtur. Hele emirleri altında tam teşekküllü askeri güçler bulunan kişiler böyle hazırlıklar yapıyorsa, bu gerçek bir tehdit oluşturduğu için, suç daha da ağırdır. Ama ‘başarısız darbe teşebbüsü’ ve elbette darbeyi başarılı biçimde yapma suçları kadar ağır mıdır? Adil yargılama, adam öldürene, adam öldürmeye teşebbüs edene ve adam öldürmeye hazırlanan veya bu niyetini ifade edene aynı cezanın verilmemesi de demektir. Balyoz Davası önemli bir davadır. Darbe yapma yetkisini kendisinde görmenin gayri meşru olduğunun, böyle bir işe yeltenmenin suç olduğunun tescillenmesi açısından son derece önemli bir davadır. Ama hem verilen kararlar hem yürütülen ceza yargısı süreci itibariyle Türkiye’de demokrasi kazandı diyerek sonsuz bir sevince gark olunmasının mümkün olmadığı bir davadır. Demokrasi, siyasi davalarla değil, adil yargılama ilkelerine sadık kalmakla tesis edilir.

Ahmet insel – Radikal

Mahkeme kararları ertesinde – Murat Belge

Balyoz kararları açıklandı ve tabii gündemin en üst basamağına yerleşti. Türkiye’nin “askerî vesayet” tarihi benim en fazla “derûn”umda hissettiğim sorundur. Tarafsız ve hattâ kayıtsız kalamayacağım bir konu. Ama bu son evreyle birlikte elim kaleme gitmedi. Niye gitmediğini, bugün Taraf’ta Demiray’ın yazısını okuyunca daha iyi anladım.

Demiray’ın hem kendi ruh hâlinin açıklaması, hem de nesnel olayı değerlendirmesi, şu paragrafında yer alıyor. Daha dün yayımlanmış yazısından alıntı yapmak çok anlamlı olmayabilir ama benim ruh hâlimi de bir ayna gibi yansıtıyor. Hem de benim yazacağımdan daha iyi yazılmış: “Bakın ben, ordunun içinde AKP hükümetini yıkmak için oluşmuş bir cuntanın varlığından, yani bir darbe teşebbüsünden zerre kadar kuşku duymuyorum. Fakat aynı zamanda darbenin adil bir şekilde yargılanmadığından da kuşkum yok, maalesef.”

Sonra bir iki somut olguya değinmiş; örneğin, yapılan “tatbikat” toplantısına gelmediği hâlde hüküm giyenler var; var da, gelen herkese “suçlu” denebilir mi? “Hükümeti devirmek için toplantı yapıyoruz, sen de gel” demiyorlar ki. Subay bu, “tatbikat” için toplantı oluyorsa gidecek. Gitti de, ne olduğunu gördü de, niye ihbar etmedi? Falan filan. Bu, bizim “hukuk” değil ama “etik” geleneğimizde, “mertliğe sığmaz”.

Yargılanan subayların hepsi, cuntanın tepesinde işi planlayan generallerle her konuda aynı fikirde olabilir, aynı değerleri paylaşabilir. Hepsi de “Mutlaka bir darbe yapılmalı” inancını taşıyor olabilir. Ama hukuk insan zihninin içine girmez. Hukuk yalnız eyleme bakar. “Suç”un tanımı yapılmıştır; eylem ona uyduysa hukukun alanına girer. Başka türlü girmez.

Neyse, daha fazla ayrıntıya girecek kadar izlemişliğim, bilgilenmişliğim yok.

Tabii, altmışta kendi babamın, yetmişlerde bizzat kendimin askerî sulta altında yürütülmüş mahkemelerini biliyorum. Sonra 12 Eylül mahkemelerini de çok iyi biliyorum. Onlara kıyasla bu mahkemenin “hukuk dışı” olduğunu kimse iddia edemez. Ama bu “kıyasla” lafı araya girince, sonuç fazla mutlu etmiyor insanı. Onlar zaten her bakımda faciaydı; onlardan “daha iyi” olmak, büyük bir başarı değil. Neden “daha iyi” değil de, “çok iyi” yapmaya çalışmıyoruz?

Büyükanıt’ın “Tanırım, iyi çocuktur” müdahalesi bir felâketti; o davanın savcısı Sarıkaya’nın “ham hum şaralop” ortadan kaldırılması daha da büyük bir rezaletti! Ama Sarıkaya’nın yazdığı iddianame neydi? Bu sefer, ister istemez, “iddianameler” dünyasındaki “emsal”lerine geliyoruz. Belki ondan beş beter iddianameler vardır; ama o da çok kötüydü.

Peki, neden böyledir bu? Neden iki olumsuzluk arasında kalmak ve kırk katırla kırk satırdan birini seçmek zorundayız biz? “Katır” ya da “satır” olmayan bir alternatif bulmak bu kadar imkânsız mı? Her sorun karşısında “üçüncü yol” olmak bir kader mi?

“Askerî vesayet rejimi”… Tarihî kavga bu. Bu olduğu için, burada siyaset hemen “cephe” siyaseti oluyor. Başka kelimeleri yüksek sesle telaffuz ederken de, zihnimizde sessizce akan asıl kavramlar askerî: düşman, tahrip, imha vb. Siyasete bir tarafın askeri olarak giriyoruz. Sonra aynı “emir-kumanda”, “disiplin”, “itaat” nirengileri arasında kalmış alanda “siyaset” yapıyoruz.

“Balyoz” adı yerinde. Bu toplumda “siyaset” aslında bir balyoz. Kim onu daha önce kapacak ve hasmının beynine indirecek? Bu da “siyaset yapma yöntemi”.

“Tek aracın çekiçse bütün sorunları çivi gibi görürsün.” Ünlü aforizma.

Bizim aracımız çekiç de değil, balyoz.

Murat Belge – Taraf

6 ilde KCK operasyonu: 35 gözaltı

Mersin merkezli toplam 6 ilde eş zamanlı düzenlenen KCK operasyonunda aralarında İnsan Hakları Derneği (İHD) Mersin Şube başkanı Ali Tanrıverdi’nin de bulunduğu 35 kişi gözaltına alındı.
Mersin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, sabah saatlerinde daha önceden belirlenen adreslere baskın düzenledi. Operasyon kapsamında İnsan Hakları Derneği (İHD) Mersin Şubesi’nde de arama yapıldı ve şube başkanı Ali Tanrıverdi gözaltına alındı.Bu arada, Adana ve Diyarbakır’ın da aralarında bulunduğu 5 ilde daha eş zamanlı operasyon düzenlendiği bildirildi.

Operasyonlarda toplam 35 kişinin gözaltına alındığı ve bu sayının artabileceği kaydedildi.