Ana Sayfa Blog Sayfa 4467

Hrant için 6. yıl – Buradayız Ahparig

Hrant Dink bundan altı yıl önce 19 Ocak 2007’de hayatını adadığı Agos Gazetesinin önünde devletin gizli odakları tarafından ince ince planlandığı gün gibi aşikar olan bir cinayet sonucunda aramızdan ayrılmıştı. Hrant’ın düştüğü günden bugüne kadar adaletin yerini bulması için gece gündüz çalışan Hrant’ın Arkadaşları 6. yılda 12 – 19 Ocak tarihleri arasında gerek Hrant Dink’i anmak gerekse de Hrant’ın katlinin arkasındaki karanlığı aydınlatmak için bir dizi etkinlik düzenliyor.

Bir hafta sürecek etkinlik programı hakkında yarın (11 Ocak Cuma) saat 17:00’de Cezayir Toplantı Salonu’nda bir basın toplantısı düzenlenecek. Nar Photos’un 6 yıllık adalet arayışını anlatan fotoğraf sergisinin açılışına da ev sahipliği yapacak olan basın toplantısında “Buradayız Ahparig” teması ile duyurularına başlanan film gösterimlerinden sergilere, sempozyumdan söyleşilere, öykü okumalara ve müzik dinletilerine bir çok etkinliğin yer alacağı Hrant Dink Haftası’nın ayrıntıları paylaşılacak.

Hrant’ın Arkadaşları tarafından duyurusu yapılan ve 12 – 19 Ocak haftasına yayılan etkinlik programı şu şekilde:

SEMPOZYUM : Hrant Dink Operasyonu: 6 Yıl

12-13 Ocak 2013 / Cezayir Toplantı Salonu:

12 Ocak 2013, Cumartesi

12.30 Açılış: Hayko Bağdat

13.00  – 14.30   Operasyon başlıyor: 19 Ocak öncesi

Moderatör: Çiğdem Mater

Fethiye Çetin, Ersin Kalkan, Karin Karakaşlı

14.45 – 16.15 6 yıllık müsamere: Hrant Dink cinayeti davası

Moderatör: Özlem Dalkıran

Hakan Bakırcıoğlu,Timur Soykan, Garo Paylan

16.30- 17.30 Devletin dehlizleri: Polis ve jandarma

Moderatör: Banu Güven

Kemal Göktaş, Büşra Erdal, Nedim Şener

13 Ocak 2013, Pazar

13.00- 14.00 Azınlıklar hedefte: Kafes

Moderatör: Hayko Bağdat

Orhan Kemal Cengiz, İsmail Saymaz

14.15- 15.45 Hrant Dink, azınlıklar ve çoğunluğun sorumluluğu

Moderatör: Tamar Nalcı

Ömer Faruk Gergerlioğlu, Cemal Uşşak, Hidayet Şefkatli Tuksal

15.30- 16.30 Cinayet, hükümet, devlet ve ötesi

Moderatör: Müge Karalom

Fethiye Çetin, Rober Koptaş, Yetvart Danzikyan

 

FOTOĞRAF SERGİSİ: Nar Photos

Hrant Dink’in katledişinden bu yana, adalet arayışının tarihi.

 

BURADAYIZ AHPARİG!

13-18 Ocak 2013 / Tütün Deposu

13 Ocak, Pazar

18.30                  Açılış

Öykü Okuma: Karin Karakaşlı’dan Zabel Yesayan

Settar Tanrıöğen’den Yervant Gobelyan

19.00 Dinleti: Erkan Oğur – İsmail Demircioğlu

14 Ocak Pazartesi

19.00 Öykü Okuma: Görkem Yeltan’dan William Saroyan

19.30   Dinleti: Mikail Yakut – Onok Bozkurt (Akordiyon- Gitar)

20.00 Söyleşi: Agos Nasıl Kuruldu?

Sarkis Seropyan, Harut Özer, Harut Şeşetyan, Luiz Bakar, Arus Yumul, Anna Turay

15 Ocak Salı

19.00 Öykü Okuma: Tülin Özen’den Mıgırdiç  Margosyan

Mustafa Avkıran’dan Kirkor Ceyhan

19.30   Dinleti: Meriç Dönük (Arp)

20.00 Söyleşi: Hrant’ın Öyküsü, Bir Kitabın Anatomisi

Tuba Çandar, Rober Koptaş

16 Ocak Çarşamba

19.00 Öykü Okuma: Takuhi Zaman’dan Zabel Yesayan

Memet Ali Alabora’dan ve Jülide Kural’dan Kirkor Zohrab

19.30   Dinleti: Savaş Çağman (Vokal), Şebnem Poryalı (Flüt), Sadi Albağlı (Perküsyon)

20.00 Söyleşi: 1915 Öncesi ve Sonrası, Malatyalı Ermenilerle Sohbet

Osman Köker, Garo Paylan, Malatyalı Ermeniler

17 Ocak, Perşembe

19.00 Öykü Okuma: Derya Alabora’dan Jaklin Çelik

Rıza Kocaoğlu’dan William Saroyan

19.30   Dinleti: Ayşe Tütüncü – Sıla Gerboğa (Piyano – Bas flüt)

20.00 Söyleşi: Bir Büyüme Hikâyesi: Türkiye’de Ermeni Çocuk Olarak Büyümek

Karin Karakaşlı

18 Ocak Cuma

19.00 Öykü Okuma: Hale Soygazi’den Ara Güler

Pakrat Estukyan, kendi öyküsüyle

19.30   Dinleti: Murat Kurt

20.00 Söyleşi: Ötekiliği Dillendirmek, Ötekini Seslendirmek

Murathan Mungan

SERGİ:

Murat Akagündüz, Erdağ Aksel, Arzu Başaran, Fulya Çetin, Kadir Çıtak, Extra Mücadele, Buket Güreli, Mehmet Güreli, Hakan Gürsoytrak, Taner Güven, MetÜst, Vahit Tuna, Cemil Cahit Yavuz, Turgut Yüksel

KOLAJ: Adalet Talebinin 6 Yılı

Ümit Kıvanç, Kemal Gökhan Gürses

FİLM GÖSTERİMİ/ Her gün 10.00-18.00 arasında

19 Ocak’tan 19 Ocak’a (45’30)

Yönetmen: Ümit Kıvanç

Seanslar: 10.00/12.00/14.00/16.00

 

Kırlangıç Yuvası (21’00)

Yönetmen: Bülent Arınlı – Şehbal Şenyurt

Seanslar: 10.45/12.45/14.45/16.45

 

Kaybolmayın Çocuklar (30’58)

Yönetmen: Gülengül Altıntaş

Seanslar: 11.35/13.35/15.35/17.35

 

Hiçbir Karanlık Unutturamaz (11’11)

Yönetmen: Hüseyin Karabey

Seanslar: 11.35/13.35/15.35/17.35

 

Yağmurlu Bir Nisan Günü (09’27)

Yönetmen: Ümit Kıvanç

Seanslar: 11.50/13.50/15.50/17.50

OYUNLAR

Sen Balık Değilsin Ki! / Çıplak Ayaklar Kumpanyası   14 Ocak, Pazartesi 20.00

Tetikçi / BuluT  / Garaj İstanbul                                          16 Ocak, Çarşamba 20.00

 

(Yeşil Gazete)

Şişecam işçileri direndi ve kazandı

Kristal-İş ile Şişecam arasında anlaşmaya varıldı. Kristal-İş Sendikası’nın twitter hesabından duyurduğu açıklamaya göre direnişteki işçiler işlerini ve kazanılmış haklarını koruyan bir anlaşmayı işverene kabul ettirdi.

Topkapı’da bulunan Şişecam fabrikasının 31 Aralık’ta Eskişehir’e taşıma kararının alınmasının ardından işçiler eyleme başlamıştı.

Fabrika bahçesinde çadır grup 2 haftadır burada eylemlerine devam eden işçilere müjdeli haber akşam saatlerinde geldi. Milletvekillerinin de destek verdiği işçilerin temsilcisi Kristal-İş sendikası fabrika temsilcisi, Anadolu Cam Sanayi A.Ş yetkilileri ile yaptıkları görüşmenin olumlu sonuçlandığını açıkladı. İşçilerin tüm haklarıyla birlikte noter huzurunda yapılacak çekilişle 11 fabrikada çalışacakları açıklandı. İşçiler bu anlaşmanın ilan edilmesinin ardından fabrika önündeki eylemlerini de sona erdirdi

Şişecam patronunun işçileri işten çıkararak fabrikayı Eskişehir’e taşımaya kalkışması üzerine harekete geçen işçiler 29 Aralık 2012′de Topkapı’daki fabrikada işgal başlatmış, işçi ailelerinin de destek verdiği eylem büyük yankı yaratmıştı.

İşveren 5 Ocak günü polis eşliğinde makinaları taşımaya çalıştığında işçilerin direnişi ile karşılaşmış, işçiler polisleri geri püskürtmüştü.

(Gerçek Gündem)

Obama mı fizik mi?: İklim değişikliği neden başkanı beklemeyecek?

350.org ‘un kurucularından olan ve  dünyaca ünlü iklim değişikliği aktivisti Bill Mckibben‘ın Grist.org’da yayınlanan yazısını Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Gizem Hasırcıoğlu‘nun çevirisiyle sunuyoruz.

***

Değişim, bütün ciddi insanlar bir sorun olduğunu kabul ettiklerinde bile çok yavaş gerçekleşir. Bu yüzden, Amerika Birleşik Devletleri gibi büyük bir ülkede kamuoyu yavaş akımlarla hareket eder. Değişim, tanımı gereği yerleşmiş olan güçlü çıkarlara karşı çıkmak olduğu için, bu akımların özel ilgi kalelerimizin temellerini erozyona uğratması on yıllar alabilir.

Mesela, “okullardaki problemimizi” ele alalım. Ortada gerçekten bir problem olup olmadığını ya da her öğrencinin okul yıllarını standardize edilmiş testleri doldurarak geçirmesinin problemi çözeceği konusunu düşünmeden sadece zaman çizelgesini düşünün. 1983 yılında, bilgiç boğaz temizlemelerden birkaç yıl sonra, Carnegie Komisyonu “Risk Altında Bir Millet”i (A Nation at Risk) yayınladı ve “yükselen sıradanlığın” okullarımızı tehdit ettiğini vurguladı. Milletin en büyük kuruluşları ve en zengin insanları ağır adımlarla harekete geçmek üzere canlandılar ve biz 30 yıldır tereddütle bir sürü düzenlemeler ve reformlar uyguladık. “En Tepeye Yarış” (Race to the Top), “Amerika için Öğret” (Teach for America), ve sözleşmeler ve verilen sözler ve bugün hala gelecek nesiller için eğitim sistemi düzenlemelerinin tam ortasındayız.

Gerçekliği inkâr edilemeyecek problemlerle yüzleşirken bile- örneğin eşcinsel bireylere yapılan ayrımcılıklar- olayı, tedrici değişimin aslında en iyi seçenekmiş gibi gösterildiği olabiliyor. 1990 yılında efsanevi özgürlükçü bir Yüksek Mahkeme eşcinsel evliliğin ülkenin kanunu olduğunu beyan etseydi bunun geri dönüşü hızlı ve şiddetli olurdu. Oysaki burada kesinlikle eyaletten eyalete (Vermont gibi anlayışlı, küçük eyaletlerden başlayarak) yapılması gereken bir tartışma var ve sonunda değişen kültür ve nesil ile mutlu ve somut sonuçlar almak mümkün.

Bu demek değildir ki, bunun sonucundan eziyet çeken milyonlarca insan olmazdı. Olurdu. Ama bizim toplumlarımız yavaş hareket etmek üzerine kurulu. İnsan hakları enstitüleri ancak yıllar hatta on yıllar geçtikten sonra, zaman kişiler arasındaki çatışmayı yumuşattığında, tedrici karar değişiklikleri yapmak için harekete geçiyorlar.

Ve hayatımızda karşılaştığımız en büyük problem olan iklim değişikliği ile ilgili her zaman yaşadığımız zorluk bu oldu. Bu bir kavga, eğitim reformu, kürtaj, eşcinsel evliliği veya çelişen gruplar arasındaki çelişen fikirler meselesi değil. En temel seviyede farklı bir sorun.

Burada insanoğlu ile fizik arasındaki bir savaştan bahsediyoruz. Ve fizik insanoğlu zamanlamaları ile hiç ilgilenmiyor. Fizik, benzin fiyatlarında yapılan ani ve plansız aksiyonlarla veya kömür sanayisinin salıncak eyaletlere (Ç.N.: swing state: Seçimlerde Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında kararsız kalan eyaletler) verdiği zararlarla ilgilenmiyor. Fizik, karbona fiyat sınırlaması koyarak Çin’deki gelişmenin temposunun düşürülmesi ile ya da tarım ticaretinin daha az karlı hale gelmesiyle de ilgilenmiyor.

Fizik, iklim değişikliğinde hızlıca harekete geçmenin dünyanın en kazançlı sektörü olan fosil yakıt endüstrisini tehdit ettiğini anlamaz. Bu sorun bastırılamaz. İklim değişikliği ile ürettiğimiz karbondioksit ısıya çevriliyor ve bu da buzulların erimesi, okyanusların yükselmesi ve hortumların oluşması demek. Burada diğer problemlerin aksine, daha az harekete geçme durumun daha kötüye gitmesine sebep oluyor. Hiçbir şey yapmayın ve yakın zamanda elinizde bir kâbus tutuyor olacaksınız.

Bir sağlık reformunu 10 yıl erteleyebilirsiniz ve o 10 yıl boyunca isteklerin karşılanmaması ile doğacak hasar korkunç olur. Ve fakat 10 yıl sonra probleme geri döndüğümüzde, problemi önceki haliyle ayni boyutta buluruz. İklim değişikliğinde ise fiziğin belirlediği zaman çerçevesinde hızlı ve adil adımlar atmaz isek, hakkında harekete geçebileceğimiz bir şey kalmayacak.

Bu kısıtları anlamaz iseniz, iklim değişikliğini anlayamazsınız ve Başkan Obama’nın bunları ne kadar anlayıp anlamadığı açıkça belli değil.

Bu yüzden Obama yönetimi bazen sırf problemi ele almış olduğu için hak ettiğine inandığı krediyi alamadığında hırçınlaşıyor. Onların işaret ettikleri ölçü arabayla kat edilen kilometre ortalamasının düşmüş olması ki bu önümüzdeki on yıl içinde etkisini yavaş yavaş gösterecektir.

Böyle bir dönüşüm, tamamen insanların ve politikacıların sevdiği türden dereceli bir dönüşüm. Bunu uzun yıllar önce yapmalıydık- (ve yapmalıyız ama bu çözüm Detroit ve birliklerinin gücünü tehlikeye attığı için hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler tarafından uzak duruldu) ama şu an korkunç bir gerçek var: bu artık fiziği etkileyecek bir ölçü değil. Nihayetinde fizik oyun oynamıyor ya da pazarlık etmiyor. Biz iklim değişikliğinin son başkanlık kampanyasında gündeme alınması gereken bir konu olup olmadığını tartışıyorken, iklim değişikliği Kuzey Kutbu’nun erimesine sebep oluyordu. Eğer bunu yavaşlatacaksak, salımları küresel düzeyde kayda değer şekilde- anlamlı bir fark için yılda %5 oranında- azaltmamız gerekiyor.

 

Bu değişimin olmaması Obama’nın suçu değil. Bunun gerçekleşmesi için zorlayamaz. Geçen yüzyılın en büyük başkanı olan Franklin Delano Roosevelt’in, yeri doldurulamayacak bir düşman olanı Adolf Hitler (“fiziğe” en yakın örnek olarak alabileceğimiz bir kişi, zira hastalıklı derecede bir bencil ve bunu yanısıra tam bir şeytandı) ile karşı karşıya kaldığında düşünün. Alman orduları Avrupa’yı geçmeye başladığında Franklin Delano Roosevelt Amerika’yı toparlayıp, harekete geçirip, savaşmasını sağlayamamıştı.

Hitler’in Amerika’ya hiçbir tehdit yaratmamasından ötürü memnun olan o zamanın savaşmayanlarını bugünün iklim değişikliği inkârcıları ile eş sayabiliriz. Ve aslına bakarsanız içlerinden bazı kurumlar bugün iklim hareketine karşı olanlar. Amerika Birleşik Devletleri Ticaret Odası, örneğin Lend-Lease’e (Ödünç Verme ve Kiralama Yasası) şiddetle karşı çıkmıştı.

O zamanlar Roosevelt yetkilerinin el verdiği her şeyi yapmış ve sonra Pearl Harbor ona hayatının çıkışını yapma imkânı doğurduğunda, bu imkânı elinden geldiğince sert ve etkili şekilde değerlendirmişti. Sert, bu örnekte, örneğin otomotiv firmalarına bir süre araba işinden çıkmalarını ve tank ve avcı uçağı üretmelerini söylemekti

Obama için, fosil yakıt endüstrisi tarafından satın alınan bir mecliste, kendi yetkileriyle yapabileceği her şeyi yapmak- Beyaz Saray sözcüsü John Boehner (Cumhuriyetçi-Ohio) veya meclisin geri kalanının iznine ihtiyaç duymayacağı bir şeyler- gerçekçi bir yaklaşım olurdu. Mesela yeni EPA (Çevre Koruma Kuruluşu) düzenlemeleri veya tabii ki Keystone XL katran kumu boru hattı ödeneğini reddetmek gibi.

Fakat şimdiye kadar, her nasılsa, bu tip önlemler konusunda gönülsüz oldu. Örneğin, Beyaz Saray 2011 yılında EPA’da(Çevre Koruma Kuruluşu) yer alan ozon ve kirli hava kütlesi düzenlemelerini reddetti, geçtiğimiz sene Kuzey Kutbunu petrol sondajına açtı ve bu esnada Wyoming’deki Powder River Basin bölgesindeki çok geniş alanları kömür şirketlerine indirimli fiyatlardan tasfiye fiyatlarına sattı. Dışişleri Bakanlığı, küresel iklim değişikliği görüşmelerinde pot kırdı (ki Kopenhang zirvesinden daha yüksek diplomatik başarısızlık hatırlamak zordur). Ve şimdi Washington, günde 900,00 varil hacmiyle dünyanın en kirli ham petrolünü taşıyacak Keystone boru hattını onaylayacağı dedikoduları ile çalkalanıyor. Bu miktar neredeyse yeni otomobil kilometre performansı düzenlemelerinin kazandıracağı miktar kadar.

Eğer ciddi ise, Obama kolay ve kesin olandan daha fazlasını yapıyor olacak. O da kendi Pearl Harbor anını aramış olacak. Tanrı biliyor ki 2012’de bu anlar eline geçmişti: Amerika kıtasında görülen en sıcak yaz, hayatı boyunca gördüğü en derin kuraklık ve Kuzey Kutbu’nun şiddetle erimesi ki federal hükümetin en önde gelen iklim bilimcisi olayı “dünyanın olağanüstü durumu” olarak ilan etmişti.

Aslında, o bu olağanüstü olayları fark etmiş gibi bile görünmedi, kalabalıklar içinde onu selamlayanlar sıcaktan bayılırken o klimalı bir balonun içinde ikinci dönem kampanyalarını sürdürdü. 2012 kampanyası boyunca yukarda bahsi geçen enerji politikalarına olan sevgisini ifade etti, ama görünen benzin ve doğalgazın rüzgâr ve güneş kadar değerli olduğu idi. Sadece kampanyanın en sonunda, Sandy Kasırgası politik bir açılım yapacak gibi olduğunda- ki bunu sezebildi mi?- kurmayları gazetecilere ikinci dönemde iklim değişikliğinin öncelikli ilk üç konu arasına alınabileceğini söylüyorlardı (ya da belki post-Newtown ile birlikte dördüncü)

Bunun bir başlangıç olduğunu düşünüyorum ama hala otomobil firmalarına rüzgâr tribünü üretimine geçmelerini için yeniden yapılanmalarını söylemekten çok uzak. Her neyse, zaten ilk fırsatında bu şansı kaçırdı. Seçim sonrası basın açıklamasında iklim değişikliğinin gerçek olduğuna 1988’de başkan George W. Bush’ la hemfikir olduğunu işaret ederek belirtti. Gelecek nesilleri de düşünerek daha çok adım atmamız konusunda da hemfikir olduğunu söyledi. Ama iklim değişikliği çözümlerinin zor politik tercihler ile olacağını da ekledi. Aslında görünen o ki fazlasıyla zor, işte konuşmasının anahtar kısmı:

“Amerikan halkının şu anda ekonomi, is ve büyüme konularına çok fazla odaklandıklarını düşünüyorum ve gelecekte de odaklanmaya devam edecekler. Eğer mesaj iklim değişikliği çözümleri için is ve büyüme konularını geri plana atmak ise, kimsenin buna katılacağını sanmıyorum, ben buna katılmıyorum.”

Aynen İkinci Dünya Savaşı sırasında Başbakan Churchill’ in söylediği gibi “Kan, ter, gözyaşı ve meşakkatten başka vaat edecek bir şeyim yok. Ve Tanrı biliyor ki bu oyları kötü etkiliyor, o yüzden unutun gitsin”

Başkan elinden gelen her şeyi ve hatta daha fazlasını yapmaya zorlanmalı. Bu yüzden Başkanlık Günü hafta sonunda binlercemiz Washington DC’ de Beyaz Saray’a yürüyecek ve yıllardır görülememiş büyüklükte bir çevre olayına imza atacak. Ama burada dikkat etmemiz gereken başka bir ihtimal var: Belki o bu göreve uygun değil ve bu yüzden biz bunu onun yerine yapmak zorundayız, elimizden gelenin en iyisi ile.

Eğer fosil yakıt endüstrisini ele almayacaksa, biz alacağız. Bu yüzden şu anda ülke çapında öğrenciler, 192 kampüste fosil yakıt endüstrisinin geleceklerini tehdit ettiğine dikkat çekmek için fosil yakıttan arındırma eylemleri yapıyorlar.

Eğer mevcut süper güç konumumuzu kullanıp uluslararası iklim değişikliği görüşmelerini rutinden çıkarmayacaksa, biz deneyeceğiz. Bu yüzden 190 farklı ülkeden genç aktivistler Haziran ayında İstanbul’da Amerika’yı harekete geçmeye çağıracak bir eylem için bir araya gelecekler. (ÇN: Ve aslında tüm dünyayı. GPS (Küresel Eksen Değişimi) çağrısı ile ilgili detaylı bilgi için http://globalpowershift.org )

Eğer bilim adamlarını dinlemeyecekse- ona Keystone boru hattının hata olacağını söyleyen en önemli 20 iklim bilimciyi dinlemediği gibi- o bilim adamları dertlerini anlatmak için gerekirse tutuklanmayı göze alıyorlar.

Bizler, tabandan büyüyen iklim hareketinin içindekiler elimizden geldiğince hızlı ve sert bir şekilde ilerliyoruz- yine de korkarım fiziğin gerektirdiği kadar hızla değil- Belki yeterince hızla ilerleyebilirsek bu çok sabırlı Başkan bu hıza yakalanabilir. Ama bizim onu bekleyemeyeceğimiz kesin. Bekleyemeyiz.

Bill McKibben 350.org’ un kurucusu ve Vermont Middlebury College’da Schumann Distinguished Programı akademisyenidir. Aynı zamanda Grist’’in Yönetim Kurulu üyesidir.

Yeşil Gazete için çeviren: Gizem Hasırcıoğlu (Twitter: @Gizem_H)

Editör: Durukan Dudu

Yazının orijinali için tıklayınız

(Grist.org, Yeşil Gazete)

[Yazı Dizisi] Fransa’nın bereketli topraklarının bize anlattıkları ~1

Alternatif medya kuruluşu UTNE.com‘da Carolyn Lebel imzasıyla yayınlanan makaleyi, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Bora Kabatepe‘nin çevirisi ve önsözüyle iki parça halinde sunuyoruz.

***

“Şehirde yaşayan insanlar olarak bugün bir süpermarkete gittiğimizde karşılaştığımız manzaranın, bize gıdamızın gittiği yön ile ilgili çok doğru ipuçları verdiğini söyleyemeyiz: çeşit çeşit, birbirinden parlak, güzel şekilli meyveler ve sebzeler raflardan düşercesine bir bollukta karşımızda duruyor. Ama yoğun suni gübre ve ilaç kullanımı ile desteklenen monokültür tarım stratejilerinin yarattığı bu bolluk dünyası sonsuza dek sürmeyecek olabilir. İnsan ve hayvan atıklarının tarım arazilerinden uzaklaşması ile başlayan ve aynı tarlada birbirlerini besleyecek şekilde ekilen çok türlü tarımdan, kâr odaklı tek ürün ekimine geçiş ile devam eden bu dönüşümsüz süreç, her geçen gün doğal süreçleri sistem dışına iterek daha fazla dışsal girdiye ihtiyaç duyar hale geliyor ve gıdamızı bir girdabın içine doğru çekiyor. Aşağıda bu sürecin Fransa üzerindeki etkilerini aktaran bir yazının çevirisini yayınlarken amacımız, konu ile ilgili farkındalığın problemlerin onarılamayacak seviyelere çıkmasından önce oluşmasına katkıda bulunmak. Yediğiniz her gıdadan insanın, insanın ve yalnızca insanın değil, kurdun ve kuşun da faydalanmasına özen göstermeniz dileğiyle…” (Bora Kabatepe)

***

Bir kayanın üzerinde yaşıyoruz. Aslında tam olarak öyle değil. Yerküreye yerleşip onu “bizim” ilan eden, şehirlerde toplaşıp, tatil için sahillere koşan 7 milyar insanız. Süpermarketlerin inci gibi dizilmiş raflarında dünyanın dört bir yanından gelen gıdaları bulabiliyoruz. Ancak modern dünyanın tüm bilmişliğine rağmen egzotik hayatla dolup taşan bir yaban hala var.  Yemyeşil tropik bölgelerden, çorak tundralara, doğa milyonlarca canlıya ev sahipliği yapıyor. Fakat ana kayamızın üzerini kaplayan ince kalıntı tabakası olmasaydı, bunların hiçbirisi olmazdı.

Fotoğraf: NASA Goddard - Ağustos 2011’de New England’ı şiddetli yağışlarıyla yıkayan Irene Kasırgası’ndan 1 hafta sonra, Connecticut Nehri çamurlu tortuları Long Island Koyu’na sürüklüyor ve bölgedeki çiftlikleri hasattan hemen önce mahvediyordu.

Çeşitlilik açısından zengin bir besin zincirinin tepesine taht kurmuş oturuyor olabiliriz, ama varlığımız, içerisinde gözlerden ırak bir yaşam barındıran bereketli toprakların varlığına bağlı. Sonucunda yerküre üzerindeki hayatı mümkün kılan, bilim insanlarının “jeolojik” sınıfına soktuğu bir süreçte santim santim gelişen bu uçsuz bucaksız habitat, yani toprak oldu. Rachel Carson’un 1962’de yazdığı gibi “toprak olmadan, kara bitkileri büyüyemezdi, ve kara bitkileri olmadan hayvanlar hayatta kalamazdı.”

Toprak durağan bir madde değil, saklı kalmış hayatın geniş bir repertuvarı. Çamurun bir gramında dahi milyarlarca mikroorganizma varken, bir hektar alan ağırlıkları tam 5 tona ulaşacak kadar hayvana ev sahipliği yapabilir. Kaplumbağa, yılan ve karınca gibi gözle görebildiklerimiz bir yana, çoğunluk – mikroplar, mantarlar ve bakteriler – görünmezdir. Kara toprak dünyadaki tüm biyoçeşitliliğin çeyreğini ve biyokütlenin %80’ini barındırır. Ancak tüm bolluğuna ve yakınlığına rağmen, ayaklarımızın altında ne olduğu hakkında okyanusların derinlikleri ve tropik örtünün yüksekleri hakkında bildiklerimizden çok daha az şey biliyoruz. Bilinen 2 milyon bakteri ve mantar türünden yalnızca %10’u katalog altına alınmış halde. Nedenini anlamak kolay. Solucanlar, mantarlar ve kabuklularda görece bir hareketsizlik var. Ben de bir biyolog olsaydım Jane Goodall’ın (ç.n. Şempanzeler üzerinde yaptığı çalışmalar ile dünyaca ün kazanmış İngiliz primatolog, antropolog) dürbünü ya da Sylvia Earle’ün (ç.n. okyanuz bilimci) derin deniz teçhizatı yerine mütevazi mikroskobu seçerdim. Ama çamurda çok az derine kazsan dahi, büyüleyici, karmakarışık ve hareketlilikle dolup taşan yeni bir alem ortaya çıkıverir. Yeraltı canlılarının çoğu tekhücreli olsa da, kurdukları birliktelikler bize besin sağlayarak, ilaçlara ilham vererek, suyumuzu temizleyerek bize hayat veren yapı taşlarını oluşturur. Ayaklarımızın altından çok fazla zeki canlı olamayabilir ama, ortak bir zeka olduğu kesin.

Bizim beslenmemiz aslında doymak bilmez açlığa sahip bu dünyaya bağımlı. Toprak organizmalarının birincil görevi yere düşen organik maddeleri ayrıştırmaktır. Solucanlar ve bakteriler artıkları yer, öğütür, ayrıştırır ve en basit parçalarına kadar ayırarak azot, potasyum, fosfor gibi bitki ve ekinlerin  gelişmesi için gerekli maddeleri ortaya çıkarırlar. Bu süreci anlamak aslında şu basit gerçeğe uyanmak anlamına gelir: bu dünyada aslında hiçbir şeyin yeni değil. Sadece geri dönüştürülmüş. Toprak organizmaları yerin bereketini korumasını sağlayan bu sonsuz reenkarnasyon sürecinin motoru konumundalar.

Fransa gibi, mutfağı UNESCO tarafından dünya mirası olarak ilan edilmiş bir ülkede iyi yemek ile kıtlık arasındaki ayrım, bir metre kalınlığındaki toprağın içinde saklı. İnce ama bereketli Fransa toprakları, modern tarım araçlarıyla beraber ülkeyi birçok üründe Avrupa’da lider üretici konumuna getirdi. 1946’da Fransa hektar başına ancak 1600 kilogram buğday üretiyordu. 50 yıl sonra mahsul hektar başına 7500 kilograma yükselmişti.

Ancak geçtiğimiz 10 yıl tarımsal üretimin durgunlaşmasına sahne oldu. Paris Yaşam, Gıda ve Çevre Teknolojileri Enstitüsü’nden Marc Dufumier’in de aralarında bulunduğu birçok tarım ekonomistine göre bu Yeşil Devrim’den geçmiş olan her ülkenin başında gelen bir seyir. Ya da Lester Brown’ın deyişiyle, bu gıda balonu.

Eğer bu durgunluk, üretimin hektar başına 7500 kilogramda sabitlenmesi anlamına gelseydi, kimse bundan rahatsız olmazdı. Ancak gidişat bir sabitlenmeye işaret etmiyor. Gıda güvenliği konusunda  rol oynayan birçok faktör burada da karşımıza çıkıyor: erozyondan, kalkınma adına tarımsal alanların kaybolmasına kadar.

Şehirlerin altyapıları en bereketli tarım alanlarına sürekli bir saldırı halinde. Fransa’da her yedi ile on yıl içerisinde 6,000 km2 toprak kentleşme nedeniyle kaybediliyor. “Öncelik her zaman kalkınmada oluyor” diyor Fransa Doğa Çevre (France Nature Environnement) adlı çevre koruma örgütünden Lionel Vilain, “Örneğin Disneyland, ülkenin en verimli (tarım) arazisi üzerine kuruldu”.

Toprağın bir kez üzeri kapatıldı mı, “Kayıp çoğunlukla geri döndürülemez oluyor” diyor Fransa Ulusal Tarım Araştırmaları Enstitüsü direktörlerinden ve Fransa toprağı ile ilgili araştırmaları olan Dominique Arrouays. Bir diğer adıyla toprak hırsızlığı da denilen bu olay bizi sadece gelecek nesillerin gıdasından ödün vermek zorunda bırakmıyor, aynı zamanda şehirlerimizi de hava / su geçirmez alanlara dönüştürüyor. Bu hali hazırda ve giderek artan şekilde aşırı iklim olaylarına maruz kalan dünyamız için kötü haberlere bir yenisinin eklenmesi demek.

Yarın: Hasat ortalamaları ne durumda, toprak sağlığında gelinen nokta ne, ne yapılması gerekir?

Yeşil Gazete için çeviren: Bora Kabatepe

(UTNE.com, Yeşil Gazete)


Gürcistan’da mikrokrediyle savaş mağduru bölgelerde yeni başlangıçlar

UNDP.org‘da (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) yayınlanan makaleyi, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Özlem Katısöz‘ün çevirisiyle sunuyoruz.

***

Dali Chilachava ve ailesi, Gürcistan’ın Abhazya Bölgesi’nde çıkan ayrılıkçı çatışmaların başlamasıyla köylerinden 1993’te kaçmak zorunda kaldılar.12 yıl boyunca korkunç bir yoksulluk içinde geçtikten sonra mikrokredi programının desteği ile zambak yetiştirip satabilecekleri küçük bir işletme kurdular.

Satış öncesi çiçekler inceleniyor. (Abhazya, Gürcistan) (Fotoğraf: BMKP)

 

Birleşmiş Kalkınma Programı (BMKP), Avrupa Birliği (AB) fonuyla Gürcistan’nın, Güney Osetya nedeniyle Rusya’yla olan 2008’deki çatışmasından büyük zarar gören bölgelerinde, yerinden edilmiş insanlara, kadın girişimcilere, küçük çiftçilere ve diğer dezavantajlı gruplara destek olmak üzere, yedi yerel mikrofinansman kurumuyla beraber çalışmaya başladı.

BMKP Gürcistan’nın Müdür Yardımcısı Inita Paulovica, “Bu krediler, yerel ekonomilerin içindeki enerji ve yaratıcılığı ortaya çıkararak onları ateşlemek için mükemmel araçlar. Zambak yetiştiriciliğinden alabalık çiftliğine bu küçük işletmeler, var olan kaynakları birer fırsata dönüştürerek hayat buldu” dedi.

Temmuz 2009’dan Haziran 2010’a, 2008’deki çatışmadan en çok etkilenen Gürcistan’nın 3 bölgesine (Shida Kartli, Samegrelo ve Mtskheta-Mtianeti) 3.000 mikrokredi dağıtıldı.

Program faydalanıcıları 400’den 3.000 ABD Doları’na değişen miktarlarda krediler alarak daha çok tarım, ticaret ve hizmet sektöründe faaliyet gösteren küçük işletmeler kurdular. Mikrokrediler toplamda 2,3 Milyon ABD Doları.

Kredi faydalanıcılarının üçte ikisi hem hayatlarında ilk defa kredi alıyorlar hem de ilk defa profesyonel anlamda başarı sağlayıp yaşam koşullarını iyileştiriyorlar.

Mikrokredilerin yarısından çoğu kadınlara verildi, yüzde 70’i küçük çiftçiye – ki bu çiftçilerin onda biri yerinden edilmiş, yaşadıkları yerlerden ayrılmak zorunda bırakılmış ve bir daha köylerine dönememiş insanlar.

AB/BMKP fonundan 400 ABD Doları alan Chilachava ve kocası, bu parayla seralarındaki zambakların verimliliğini arttırdı. Bu küçük aile işletmesinin şimdi güçlü bir müşteri kitlesi var, ürettikleri çiçekleri sigara kutularında tüm Gürcistan’a dağıtıyorlar. Şimdiki düşünceleri biraz daha arazi alıp üzerine çiçekleri depolayabilecekleri bir soğutma tesisi yapabilmek için bir kredi daha almak.

Chilachava, “Dört yıl önce bir dalla başladık, şimdi sonucu görüyorsunuz. Güvenli bir geliriniz olduğunu bilmek ve çalışmanızın karşılığını almak güzel” diyerek ifade etti duygularını.

Ayrıca, kredi yararlanıcıları dahil, 3.500’den fazla kişi, programın organize ettiği, kendi küçük işletmelerini kurma ve başlatmaya yardımcı olması için yüzlerce beceri geliştirme eğitimlerine katıldı ve işletme danışmanlıkları aldı.

Dali Chilachava ve ailesi, Gürcistan’ın Abhazya Bölgesi’nde çıkan ayrılıkçı çatışmaların başlamasıyla köylerinden 1993’te kaçmak zorunda kaldılar.12 yıl boyunca korkunç bir yoksulluk içinde geçtikten sonra mikrokredi programının desteği ile zambak yetiştirip satabilecekleri küçük bir işletme kurdular.

Birleşmiş Kalkınma Programı (BMKP), Avrupa Birliği (AB) fonuyla Gürcistan’nın, Güney Osetya nedeniyle Rusya’yla olan 2008’deki çatışmasından büyük zarar gören bölgelerinde, yerinden edilmiş insanlara, kadın girişimcilere, küçük çiftçilere ve diğer dezavantajlı gruplara destek olmak üzere, yedi yerel mikrofinansman kurumuyla beraber çalışmaya başladı.

BMKP Gürcistan’nın Müdür Yardımcısı Inita Paulovica, “Bu krediler, yerel ekonomilerin içindeki enerji ve yaratıcılığı ortaya çıkararak onları ateşlemek için mükemmel araçlar. Zambak yetiştiriciliğinden alabalık çiftliğine bu küçük işletmeler, var olan kaynakları birer fırsata dönüştürerek hayat buldu” dedi.

Temmuz 2009’dan Haziran 2010’a, 2008’deki çatışmadan en çok etkilenen Gürcistan’nın 3 bölgesine (Shida Kartli, Samegrelo ve Mtskheta-Mtianeti) 3.000 mikrokredi dağıtıldı.

Program faydalanıcıları 400’den 3.000 ABD Doları’na değişen miktarlarda krediler alarak daha çok tarım, ticaret ve hizmet sektöründe faaliyet gösteren küçük işletmeler kurdular. Mikrokrediler toplamda 2,3 Milyon ABD Doları.

Kredi faydalanıcılarının üçte ikisi hem hayatlarında ilk defa kredi alıyorlar hem de ilk defa profesyonel anlamda başarı sağlayıp yaşam koşullarını iyileştiriyorlar.

Mikrokredilerin yarısından çoğu kadınlara verildi, yüzde 70’i küçük çiftçiye – ki bu çiftçilerin onda biri yerinden edilmiş, yaşadıkları yerlerden ayrılmak zorunda bırakılmış ve bir daha köylerine dönememiş insanlar.

AB/BMKP fonundan 400 ABD Doları alan Chilachava ve kocası, bu parayla seralarındaki zambakların verimliliğini arttırdı. Bu küçük aile işletmesinin şimdi güçlü bir müşteri kitlesi var, ürettikleri çiçekleri sigara kutularında tüm Gürcistan’a dağıtıyorlar. Şimdiki düşünceleri biraz daha arazi alıp üzerine çiçekleri depolayabilecekleri bir soğutma tesisi yapabilmek için bir kredi daha almak.

Chilachava, “Dört yıl önce bir dalla başladık, şimdi sonucu görüyorsunuz. Güvenli bir geliriniz olduğunu bilmek ve çalışmanızın karşılığını almak güzel” diyerek ifade etti duygularını.

Ayrıca, kredi yararlanıcıları dahil, 3.500’den fazla kişi, programın organize ettiği, kendi küçük işletmelerini kurma ve başlatmaya yardımcı olması için yüzlerce beceri geliştirme eğitimlerine katıldı ve işletme danışmanlıkları aldı.

Yeşil Gazete için çeviren: Özlem Katısöz

Yazının özgün hali için (ingilizce) tıklayınız

(UNDP, Yeşil Gazete)

FIFA şike yapan 41 futbolcuyu ömür boyu futboldan men etti

0

FIFA, 41 Güney Koreli futbolcuya şike yüzünden ömür boyu futboldan men cezası verdi. 2011 yılında Güney Kore yerel ligi K-League’de oynanan maçlarda  50’den fazla  oyuncu ve antrenörün adı şike skandalına karışmıştı.

41 oyuncu, Güney Kore Futbol Federasyonu tarafından daha önce ömür boyu men cezasına çarptırılmıştı. FIFA Disiplin Komitesi, yaptığı açıklamada bu cezaların tüm dünyada geçerli olacağını belirtmiş oldu.

Yaşam boyu ceza alan bu 41 isimden şike yaptıklarını itiraf eden 21’inin, futbola geri dönme şansları bulunuyor. İki ile beş yıl arasında tedbirli olan ve 200 ile 500 saat arası kamu hizmeti yapmaları gereken bu isimler, tedbir süreleri geçtikten sonra Koreli yetkililerin takdiri doğrultusunda profesyonel futbol yaşantılarına geri dönebilecekler.

(Eurosport)

Stoch yılın golü için Alex’e teşekkür etti

0

Gençlerbirliği’ne attığı gol, FIFA tarafından yılın golü seçilen Miroslav Stoch, törenden sonra golün asistini yapan Alex’e teşekkür etti.

Ballon d’Or ödül töreninde FIFA tarafından Puskas Yılın Golü ödülüne layık görülen Miroslav Stoch, AMK Gazetesi’nin haberine göre törenden sonra yaptığı açıklamada eski takım arkadaşı ve golün asistini yapan Alex de Souza’ya teşekkür etti. Slovak oyuncu, “Fantastik bir duygu. Bana oy veren herkese teşekkür etmem lazım. Eğer onlar oy vermeseydi ben burada olamazdım” yorumunu yaptı. Tarihi golde korneri kullanan Alex’in mükemmel bir pas gönderdiğine işaret eden Stoch, “Eğer topu kontrol etmeye çalışsaydım kaybedebilirdim. Bir an karar verip vurdum, sanırım daha iyi vuramazdım” ifadelerini kullandı.

Kolombiyalı efsane isim Valderama’nın anons yaptığı sırada heyecandan titrediğini anlatan Stoch, Lionel Messi, Shevcenko, İniesta, Guardiola, Del Bosque gibi ünlülerle çektirdiği fotoğrafları da sitesinde hayranlarıyla paylaştı.

Miroslav Stoch’un geçen sezon Fenerbahçe – Gençlerbirliği maçında kaydettiği yılın golünü buradan izleyebilirsiniz.

(Eurosport)

 

Zihinsel engelli kıza cinsel saldırıya 8 yıl hapis

Kayseri’de zihinsel engelli 18 yaşındaki Ş.Ş.’ye, cami tuvaletinde cinsel saldırıda bulunduğu iddiasıyla yargılanan 47 yaşındaki Z.D.’ye 8 yıl hapis cezası verildi.

Merkez Kocasinan İlçesi Serçeönü Mahallesi’nde 22 Ekim’de devriye gezen polis ekipleri, bir kadının bir erkek tarafından Ahi Evran Cami’nin erkekler tuvaletine götürüldüğünü görürken, kızı öpüp eteğini indirmek isterken yakaladıkları Z.D.’yi gözaltına aldı. Mahkemeye sevk edilen şüpheli çıkartıldığı mahkeme tarafından tutuklandı.

Kayseri 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan duruşmaya tutuklu olarak getirilen Z.D.’yi cinsel saldırı iddialarını kabul etmedi. Z.D., gece sokakta dolaşırken bir otomobilin Ş.Ş.’nin yanına yaklaştığını, otomobile zorla bindirilmesine engel olduğunu söyledi. Z.D. kızın, evden kaçtığını anlattığını, onu evine götürmek isterken tuvalete gitmek istediğini savunurken, “Erkek tuvaletine girince içerde birileri olur diye ben de peşinden kapıya kadar gittim. Kesinlikle cinsel saldırıda bulunmadım. 47 yaşındayım, 3 yetişkin çocuğum var, suçlamaları kabul etmiyorum” şeklinde konuştu.

Sanık Z.D. karakoldaki ifadesinin hatırlatılması üzerine, “Karakola gittiğimizde gözlüğüm yanımda yoktu. Polis ne yazdığını bilmiyorum, ifademi okumadan imzaladım” dedi. Ş.Ş. de ifadesinde, “Annemle kavga edip evden kaçtım. Gece sokakta dolaşırken bu amca beni otomobile bindirmek isteyenlerden korudu. Beni öpüp, eteğimi indirmedi” diye konuştu.

Tanık olarak dinlenen polis memurları da Z.D.’yi cami tuvaletinde Ş.Ş.’yi öperken yakaladıklarını; genç kızın “yapma” diyerek karşı koyduğunu gördüklerini anlattı.

Mahkeme heyeti, cinsel saldırı ve hürriyetten alıkoyma suçlarından yargılanan Z.D.’ye 8 yıl hapis cezası verdi.

(Son Dakika.com)

Noam Chomsky, Boğaziçi’nde “Türkiye ve Oluşan Dünya Düzeni”ni anlatacak

Hrant Dink Vakfı tarafından organize edilen İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Konferansı‘nda bu sene Noam Chomsky konuşmacı olarak yer alacak. 18 Ocak Cuma günü Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü Albert Long Hall Konferans Salonunda gerçekleşecek konfernasın konusu, “Türkiye ve Oluşan Dünya Düzeni” olarak belirlendi.

Hrant Dink Vakfı tarafından yapılan açıklamada konferansın internetten canlı yayınlanacağı, konferans sırasında yapılacak video kaydın ise çift dilli versiyonuyla daha sonra internetten paylaşılacağı açıklandı.

Noam Chomsky

Massachusetts Institute of Technology’de dilbilim profesörü olan Noam Chomsky aynı zamanda eleştirel bir fikir adamıdır. 1955’de Pennsylvania Üniversitesi’nde doktorasını tamamlayan Chomsky, doktora tezinin önemli kuramsal bulgularını 1957’de çıkan Sözdizimsel Yapılar kitabında yayınlamıştır. Chomsky kitle iletişim araçlarının toplumsal rızayı imal edişine, ABD dış politikasının hegemonik emellerine ve neoliberal kapitalizme karşı eleştirel tavrıyla da tanınmaktadır. Dilbilim, felsefe, güncel meseleler, uluslararası ilişkiler ve ABD dış politikası ile ilgili çok sayıda makale ve kitap yazmış ve çeşitli yerlerde konuşmalar yapmıştır.

Dilbilim alanındaki eserlerinden bazıları Dil ve Zihin (1968), Bilgi Sorunları ve Dil (1988) ve Dil ve Zihin Çalışmalarında Yeni Ufuklar (2000) kitaplarıdır. Siyaset alanıdaki eserlerinden bazıları ise Amerikan Gücü ve Yeni Mandarinler (1969), Ortadoğu’da Barış? (1974), Rızanın İmalatı (E. S. Herman ile birlikte, 1988), Neoliberal Düzende Demokrasi (1997), Haydut Devletler (2000), İktidarı Anlamak (2002 derleyenler P. R. Mitchell ve J. Schoeffel) ve Yaşamla Ölüm Arasında Gazze (I. Pappè ile, 2010 derleyen F. Barat) kitaplarıdır.

(Yeşil Gazete)

Suriye’de açlık alarmı

Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (WFP) sözcüsü Elisabeth Byrs, şiddetli çatışmaların devam ettiği Suriye’de 1 milyon kişinin yiyecek ihtiyacını karşılayamadığını açıkladı.

Byrs, gıda krizinin yaşandığı ülkede 1.5 milyon insanla temas kurabildiklerini ama halen 1 milyon kişinin gıda sıkıntısı çektiğini söyledi.

WFP’nin çatışmaların devam ettiği bölgelerdeki sivillere yardım ulaştırmasının gün geçtikçe zorlaştığına dikkat çeken Byrs, organizasyon çalışanlarının çatışmalar dolayısıyla, Humus, Halep, Tarsus ve Kamışlı şehirlerinden çekilmek zorunda kaldığını söyledi.

Suriyeli muhalifler ve Beşar Esad’a bağlı kuvvetler arasında 21 aydır devam çatışmalar sonucunda, 60 binden fazla insan hayatını kaybetti.

Devam eden çatışmalar sonucunda ülkede tarım ve ticaret hayatı da büyük hasar görmüş durumda. Zarar gören buğday üretimi yüzünden, özellikle çatışmaların meydana geldiği bölgelerde fırınların önünde büyük kuyruklar oluşuyor.

Birleşmiş Milletler, geçtiğimiz Aralık ayında insani krizin yaşandığı Suriye için 1.5 milyar dolarlık bir yardım çağrısı yapmıştı.

Çatışmalar sebebiyle, evlerini terk etmek zorunda kalan 1.5 milyon Suriyeli dahil, yaklaşık 4 milyon Suriyeli acil insani yardıma ihtiyaç duyuyor.

Sadece geçtiğimiz ay içerisinde Suriye’yi terkeden mültecilerin sayısı 100 bin kişi artarak, 600 bin’e yükseldi. İnsani yardıma, sadece ülke sınırları içerisinde değil, sığınmacıların gittiği Lübnan, Ürdün ve Türkiye gibi komşu ülkelerde de ihtiyaç duyuluyor.

(Reuters, Yesil Gazete)