350.org ‘un kurucularından olan ve dünyaca ünlü iklim değişikliği aktivisti Bill Mckibben‘ın Grist.org’da yayınlanan yazısını Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Gizem Hasırcıoğlu‘nun çevirisiyle sunuyoruz.
***
Değişim, bütün ciddi insanlar bir sorun olduğunu kabul ettiklerinde bile çok yavaş gerçekleşir. Bu yüzden, Amerika Birleşik Devletleri gibi büyük bir ülkede kamuoyu yavaş akımlarla hareket eder. Değişim, tanımı gereği yerleşmiş olan güçlü çıkarlara karşı çıkmak olduğu için, bu akımların özel ilgi kalelerimizin temellerini erozyona uğratması on yıllar alabilir.
Mesela, “okullardaki problemimizi” ele alalım. Ortada gerçekten bir problem olup olmadığını ya da her öğrencinin okul yıllarını standardize edilmiş testleri doldurarak geçirmesinin problemi çözeceği konusunu düşünmeden sadece zaman çizelgesini düşünün. 1983 yılında, bilgiç boğaz temizlemelerden birkaç yıl sonra, Carnegie Komisyonu “Risk Altında Bir Millet”i (A Nation at Risk) yayınladı ve “yükselen sıradanlığın” okullarımızı tehdit ettiğini vurguladı. Milletin en büyük kuruluşları ve en zengin insanları ağır adımlarla harekete geçmek üzere canlandılar ve biz 30 yıldır tereddütle bir sürü düzenlemeler ve reformlar uyguladık. “En Tepeye Yarış” (Race to the Top), “Amerika için Öğret” (Teach for America), ve sözleşmeler ve verilen sözler ve bugün hala gelecek nesiller için eğitim sistemi düzenlemelerinin tam ortasındayız.
Gerçekliği inkâr edilemeyecek problemlerle yüzleşirken bile- örneğin eşcinsel bireylere yapılan ayrımcılıklar- olayı, tedrici değişimin aslında en iyi seçenekmiş gibi gösterildiği olabiliyor. 1990 yılında efsanevi özgürlükçü bir Yüksek Mahkeme eşcinsel evliliğin ülkenin kanunu olduğunu beyan etseydi bunun geri dönüşü hızlı ve şiddetli olurdu. Oysaki burada kesinlikle eyaletten eyalete (Vermont gibi anlayışlı, küçük eyaletlerden başlayarak) yapılması gereken bir tartışma var ve sonunda değişen kültür ve nesil ile mutlu ve somut sonuçlar almak mümkün.
Bu demek değildir ki, bunun sonucundan eziyet çeken milyonlarca insan olmazdı. Olurdu. Ama bizim toplumlarımız yavaş hareket etmek üzerine kurulu. İnsan hakları enstitüleri ancak yıllar hatta on yıllar geçtikten sonra, zaman kişiler arasındaki çatışmayı yumuşattığında, tedrici karar değişiklikleri yapmak için harekete geçiyorlar.
Ve hayatımızda karşılaştığımız en büyük problem olan iklim değişikliği ile ilgili her zaman yaşadığımız zorluk bu oldu. Bu bir kavga, eğitim reformu, kürtaj, eşcinsel evliliği veya çelişen gruplar arasındaki çelişen fikirler meselesi değil. En temel seviyede farklı bir sorun.
Burada insanoğlu ile fizik arasındaki bir savaştan bahsediyoruz. Ve fizik insanoğlu zamanlamaları ile hiç ilgilenmiyor. Fizik, benzin fiyatlarında yapılan ani ve plansız aksiyonlarla veya kömür sanayisinin salıncak eyaletlere (Ç.N.: swing state: Seçimlerde Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında kararsız kalan eyaletler) verdiği zararlarla ilgilenmiyor. Fizik, karbona fiyat sınırlaması koyarak Çin’deki gelişmenin temposunun düşürülmesi ile ya da tarım ticaretinin daha az karlı hale gelmesiyle de ilgilenmiyor.
Fizik, iklim değişikliğinde hızlıca harekete geçmenin dünyanın en kazançlı sektörü olan fosil yakıt endüstrisini tehdit ettiğini anlamaz. Bu sorun bastırılamaz. İklim değişikliği ile ürettiğimiz karbondioksit ısıya çevriliyor ve bu da buzulların erimesi, okyanusların yükselmesi ve hortumların oluşması demek. Burada diğer problemlerin aksine, daha az harekete geçme durumun daha kötüye gitmesine sebep oluyor. Hiçbir şey yapmayın ve yakın zamanda elinizde bir kâbus tutuyor olacaksınız.
Bir sağlık reformunu 10 yıl erteleyebilirsiniz ve o 10 yıl boyunca isteklerin karşılanmaması ile doğacak hasar korkunç olur. Ve fakat 10 yıl sonra probleme geri döndüğümüzde, problemi önceki haliyle ayni boyutta buluruz. İklim değişikliğinde ise fiziğin belirlediği zaman çerçevesinde hızlı ve adil adımlar atmaz isek, hakkında harekete geçebileceğimiz bir şey kalmayacak.
Bu kısıtları anlamaz iseniz, iklim değişikliğini anlayamazsınız ve Başkan Obama’nın bunları ne kadar anlayıp anlamadığı açıkça belli değil.
Bu yüzden Obama yönetimi bazen sırf problemi ele almış olduğu için hak ettiğine inandığı krediyi alamadığında hırçınlaşıyor. Onların işaret ettikleri ölçü arabayla kat edilen kilometre ortalamasının düşmüş olması ki bu önümüzdeki on yıl içinde etkisini yavaş yavaş gösterecektir.
Böyle bir dönüşüm, tamamen insanların ve politikacıların sevdiği türden dereceli bir dönüşüm. Bunu uzun yıllar önce yapmalıydık- (ve yapmalıyız ama bu çözüm Detroit ve birliklerinin gücünü tehlikeye attığı için hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler tarafından uzak duruldu) ama şu an korkunç bir gerçek var: bu artık fiziği etkileyecek bir ölçü değil. Nihayetinde fizik oyun oynamıyor ya da pazarlık etmiyor. Biz iklim değişikliğinin son başkanlık kampanyasında gündeme alınması gereken bir konu olup olmadığını tartışıyorken, iklim değişikliği Kuzey Kutbu’nun erimesine sebep oluyordu. Eğer bunu yavaşlatacaksak, salımları küresel düzeyde kayda değer şekilde- anlamlı bir fark için yılda %5 oranında- azaltmamız gerekiyor.
Bu değişimin olmaması Obama’nın suçu değil. Bunun gerçekleşmesi için zorlayamaz. Geçen yüzyılın en büyük başkanı olan Franklin Delano Roosevelt’in, yeri doldurulamayacak bir düşman olanı Adolf Hitler (“fiziğe” en yakın örnek olarak alabileceğimiz bir kişi, zira hastalıklı derecede bir bencil ve bunu yanısıra tam bir şeytandı) ile karşı karşıya kaldığında düşünün. Alman orduları Avrupa’yı geçmeye başladığında Franklin Delano Roosevelt Amerika’yı toparlayıp, harekete geçirip, savaşmasını sağlayamamıştı.
Hitler’in Amerika’ya hiçbir tehdit yaratmamasından ötürü memnun olan o zamanın savaşmayanlarını bugünün iklim değişikliği inkârcıları ile eş sayabiliriz. Ve aslına bakarsanız içlerinden bazı kurumlar bugün iklim hareketine karşı olanlar. Amerika Birleşik Devletleri Ticaret Odası, örneğin Lend-Lease’e (Ödünç Verme ve Kiralama Yasası) şiddetle karşı çıkmıştı.
O zamanlar Roosevelt yetkilerinin el verdiği her şeyi yapmış ve sonra Pearl Harbor ona hayatının çıkışını yapma imkânı doğurduğunda, bu imkânı elinden geldiğince sert ve etkili şekilde değerlendirmişti. Sert, bu örnekte, örneğin otomotiv firmalarına bir süre araba işinden çıkmalarını ve tank ve avcı uçağı üretmelerini söylemekti
Obama için, fosil yakıt endüstrisi tarafından satın alınan bir mecliste, kendi yetkileriyle yapabileceği her şeyi yapmak- Beyaz Saray sözcüsü John Boehner (Cumhuriyetçi-Ohio) veya meclisin geri kalanının iznine ihtiyaç duymayacağı bir şeyler- gerçekçi bir yaklaşım olurdu. Mesela yeni EPA (Çevre Koruma Kuruluşu) düzenlemeleri veya tabii ki Keystone XL katran kumu boru hattı ödeneğini reddetmek gibi.
Fakat şimdiye kadar, her nasılsa, bu tip önlemler konusunda gönülsüz oldu. Örneğin, Beyaz Saray 2011 yılında EPA’da(Çevre Koruma Kuruluşu) yer alan ozon ve kirli hava kütlesi düzenlemelerini reddetti, geçtiğimiz sene Kuzey Kutbunu petrol sondajına açtı ve bu esnada Wyoming’deki Powder River Basin bölgesindeki çok geniş alanları kömür şirketlerine indirimli fiyatlardan tasfiye fiyatlarına sattı. Dışişleri Bakanlığı, küresel iklim değişikliği görüşmelerinde pot kırdı (ki Kopenhang zirvesinden daha yüksek diplomatik başarısızlık hatırlamak zordur). Ve şimdi Washington, günde 900,00 varil hacmiyle dünyanın en kirli ham petrolünü taşıyacak Keystone boru hattını onaylayacağı dedikoduları ile çalkalanıyor. Bu miktar neredeyse yeni otomobil kilometre performansı düzenlemelerinin kazandıracağı miktar kadar.
Eğer ciddi ise, Obama kolay ve kesin olandan daha fazlasını yapıyor olacak. O da kendi Pearl Harbor anını aramış olacak. Tanrı biliyor ki 2012’de bu anlar eline geçmişti: Amerika kıtasında görülen en sıcak yaz, hayatı boyunca gördüğü en derin kuraklık ve Kuzey Kutbu’nun şiddetle erimesi ki federal hükümetin en önde gelen iklim bilimcisi olayı “dünyanın olağanüstü durumu” olarak ilan etmişti.
Aslında, o bu olağanüstü olayları fark etmiş gibi bile görünmedi, kalabalıklar içinde onu selamlayanlar sıcaktan bayılırken o klimalı bir balonun içinde ikinci dönem kampanyalarını sürdürdü. 2012 kampanyası boyunca yukarda bahsi geçen enerji politikalarına olan sevgisini ifade etti, ama görünen benzin ve doğalgazın rüzgâr ve güneş kadar değerli olduğu idi. Sadece kampanyanın en sonunda, Sandy Kasırgası politik bir açılım yapacak gibi olduğunda- ki bunu sezebildi mi?- kurmayları gazetecilere ikinci dönemde iklim değişikliğinin öncelikli ilk üç konu arasına alınabileceğini söylüyorlardı (ya da belki post-Newtown ile birlikte dördüncü)
Bunun bir başlangıç olduğunu düşünüyorum ama hala otomobil firmalarına rüzgâr tribünü üretimine geçmelerini için yeniden yapılanmalarını söylemekten çok uzak. Her neyse, zaten ilk fırsatında bu şansı kaçırdı. Seçim sonrası basın açıklamasında iklim değişikliğinin gerçek olduğuna 1988’de başkan George W. Bush’ la hemfikir olduğunu işaret ederek belirtti. Gelecek nesilleri de düşünerek daha çok adım atmamız konusunda da hemfikir olduğunu söyledi. Ama iklim değişikliği çözümlerinin zor politik tercihler ile olacağını da ekledi. Aslında görünen o ki fazlasıyla zor, işte konuşmasının anahtar kısmı:
“Amerikan halkının şu anda ekonomi, is ve büyüme konularına çok fazla odaklandıklarını düşünüyorum ve gelecekte de odaklanmaya devam edecekler. Eğer mesaj iklim değişikliği çözümleri için is ve büyüme konularını geri plana atmak ise, kimsenin buna katılacağını sanmıyorum, ben buna katılmıyorum.”
Aynen İkinci Dünya Savaşı sırasında Başbakan Churchill’ in söylediği gibi “Kan, ter, gözyaşı ve meşakkatten başka vaat edecek bir şeyim yok. Ve Tanrı biliyor ki bu oyları kötü etkiliyor, o yüzden unutun gitsin”
Başkan elinden gelen her şeyi ve hatta daha fazlasını yapmaya zorlanmalı. Bu yüzden Başkanlık Günü hafta sonunda binlercemiz Washington DC’ de Beyaz Saray’a yürüyecek ve yıllardır görülememiş büyüklükte bir çevre olayına imza atacak. Ama burada dikkat etmemiz gereken başka bir ihtimal var: Belki o bu göreve uygun değil ve bu yüzden biz bunu onun yerine yapmak zorundayız, elimizden gelenin en iyisi ile.
Eğer fosil yakıt endüstrisini ele almayacaksa, biz alacağız. Bu yüzden şu anda ülke çapında öğrenciler, 192 kampüste fosil yakıt endüstrisinin geleceklerini tehdit ettiğine dikkat çekmek için fosil yakıttan arındırma eylemleri yapıyorlar.
Eğer mevcut süper güç konumumuzu kullanıp uluslararası iklim değişikliği görüşmelerini rutinden çıkarmayacaksa, biz deneyeceğiz. Bu yüzden 190 farklı ülkeden genç aktivistler Haziran ayında İstanbul’da Amerika’yı harekete geçmeye çağıracak bir eylem için bir araya gelecekler. (ÇN: Ve aslında tüm dünyayı. GPS (Küresel Eksen Değişimi) çağrısı ile ilgili detaylı bilgi için http://globalpowershift.org )
Eğer bilim adamlarını dinlemeyecekse- ona Keystone boru hattının hata olacağını söyleyen en önemli 20 iklim bilimciyi dinlemediği gibi- o bilim adamları dertlerini anlatmak için gerekirse tutuklanmayı göze alıyorlar.
Bizler, tabandan büyüyen iklim hareketinin içindekiler elimizden geldiğince hızlı ve sert bir şekilde ilerliyoruz- yine de korkarım fiziğin gerektirdiği kadar hızla değil- Belki yeterince hızla ilerleyebilirsek bu çok sabırlı Başkan bu hıza yakalanabilir. Ama bizim onu bekleyemeyeceğimiz kesin. Bekleyemeyiz.
Bill McKibben 350.org’ un kurucusu ve Vermont Middlebury College’da Schumann Distinguished Programı akademisyenidir. Aynı zamanda Grist’’in Yönetim Kurulu üyesidir.
Yeşil Gazete için çeviren: Gizem Hasırcıoğlu (Twitter: @Gizem_H)
Editör: Durukan Dudu
Yazının orijinali için tıklayınız
(Grist.org, Yeşil Gazete)