Ana Sayfa Blog Sayfa 4460

[Son Dakika] Topçu Kışlası Projesi’ne Koruma Kurulu’ndan red!

Koruma Kurulu Taksim Gezi Parkı’nda yapılmak istenen Topçu Kışlası Projesi’ni uygun bulmadı ve reddetti.

Gezi Parkı’nı yok eden Topçu Kışlası projesi, İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından yapılan incelemeler sonucunda uygun bulunmayarak, oybirliği ile reddedildi.

Koruma Kurulu tarafından verilen kararda alanla ilgili şu tespitlere yer veriliyor;

“Söz konusu alanda yapılan incelemeler sonucunda ortaya konulan değerlendirmelerde, bu alanda günümüzde mevcut olmayan Topçu Kışlası’nın yapım yılı, mimarı, plan özellikleri, yapım detayları tam olarak bilinmeyen ve söz edilen alanın tarihsel olarak kullanımında kısmen mezarlık, daha sonra 1794 yılında yanan topçu kışlası, III. Selim döneminde 1803-1804 yıllarında yerine yapılan ikinci dönem topçu kışlası, 1860’larda Abdülaziz döneminde kapsamlı değişim ve dönüşüm sürecinde soğan kubbeleri ve süslü cepheleri ile Hint ve Rus mimarisini çağrıştıran özellikleri gösteren üçüncü dönem, daha sonra yapının ortasında ilk milli maçların oynandığı Taksim Stadı isimli futbol sahası olarak kullanılan ve 1939-40 yıllarında yıkılan yapının yerine, günümüzde 60-70 yıllık kullanım değeri ile tarihe belgelik eden bir nitelik kazanmış ve geçen sürede dönemin şehircilik anlayışına uygun bir kararla İstanbulluların kolektif belleğinde yer etmiş Taksim Gezi Parkı kullanımının sıralandığı görülmektedir.”

“Taksim Meydanı Düzenleme Projesi”nin durdurulması için Aralık ayında topladığı 50 bin imzayı Koruma Kuruluna teslim eden Taksim Dayanışması tarafından yapılan yazılı açıklamada, kararın umutla karşılandığı ve platformun sürecin takipçisi olmaya devam edeceği söylendi.

(Yeşil Gazete)

 

Bakan Yıldırım 3.Havalimanı için tarih verdi

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, 3. havalimanı için bir hafta içinde ihale ilanına çıkılacağını açıkladı.

Bakan Yıldırım, PTT ile Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) koordinasyonuyla başlatılan Kayıtlı Elektronik Posta Hizmetleri’nin Rixos Otel’de düzenlenen tanıtım toplantısının ardından basın mensuplarının sorularını yanıtladı.

İstanbul’a yapılacak 3. havalimanı ile ilgili ihale ilanına ne zaman çıkılacağının sorulması üzerine Yıldırım, hazırlıklarının büyük oranda tamamlandığını belirterek, ihale ilanını 1 hafta içerisinde verileceğini söyledi.

Yıldırım, “Zannediyorum 1 hafta içinde çıkmış olacağız ilana, bu proje şimdiye kadar İstanbul-İzmir-Gebze geçişi dahil olmak üzere parasal büyüklük olarak Türkiye’nin en büyük kamu-özel ortaklık projesi olacak” diye konuştu.

Yıldırım, daha önce havalimanının İstanbul’un Karadeniz sınırına yakın olan kesiminde, Yeniköy ve Akpınar köyü arasında, eski kömür ocaklarının bulunduğu yere inşa edileceğini açıklamıştı.

İstanbul’da Karadeniz ve Terkos Gölü kıyısında, yüzde 85’i ormanlık alana yapılmak istenen 3. havalimanı projesi çevrecilerin tepkisine neden oluyor. Göçmen kuşların uğrak yeri olan bölge, hem kuşlar için hem de uçaklar için risk alanı teşkil ediyor.

(CNNTürk, Yeşil Gazete)

 

Diyarbakır’daki cenaze törenine 100bin kişi katıldı

Fransa’da öldürülen 3 PKK üyesi kadın; Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylamaz’ın cenazeleri için Diyarbakır’da tören düzenlendi. Törenin ardından cenazeler Tunceli, Mersin ve Elbistan’a gönderildi.

Fransa’nın başkenti Paris’te öldürülen 3 kadının cenazeleri dün Paris’ten önce İstanbul’a ardından da Diyarbakır’a getirilerek, Bağlar Özel Hastanesi morguna konulmuştu. Büyük bir kalabalığın karşıladığı cenazeler, bu sabah hastane morgundan alınarak Batıkent Meydanı’na getirildi. Cenazeye katılmak için binlerce kişinin oluşturduğu bir kalabalık Batıkent Meydanı’nda toplandı.

Siyah kıyafet beyaz kaşkol

Hastane önünde toplanan gruptakilerin çoğunluğunun siyah kıyafet giyinip beyaz kaşkol taktığı, ellerinde ölenlerin fotoğrafları dışında, ”Hepimiz Sakine’yiz”, “Hepimiz Fidan’ız”, “Hepimiz Leyla’yız” yazılı pankartlar taşındı. Öte yandan alanda, “Savaşın kazananı barışın kaybedeni olmaz” yazılı dövizler de dikkat çekti. Erkeklerin ise cenaze töreninde siyah giyinerek beyaz kaşkol taktıkları görüldü. Siyahın yası, beyaz kaşkolun ise barışı simgelediği ifade edildi. Törende kadınlar da beyaz eşarp taktılar.

Törende halka seslenen BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, “Halkımıza onurlu bir yaşam, hakça bir yaşam, onurlu bir barış ve özgürlük sözümüz var” dedi. “Bu kanı durdurabiliriz. Konuşarak, tartışarak sorunlarımızı çözebiliriz. Biz barış isteyen halkımızı en büyük güvence olarak görüyoruz” diye konuşan Demirtaş Kürt halkı tavrını ortaya koymuştur. Şimdi sıra muhataplarımızdadır, Türkiye hükumetinde, Avrupadadır diye sözlerini tamamladı.

Törende siyah giyinip beyaz kaşkol takan BDP’li Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir Kürtçe konuşma yaptı.

Osman Baydemir’in ardından Ahmet Türk mikrofunu aldı. Türk’ün konuşmaları slogan ve alkışlarla kesildi. Baydemir gibi meydana Kürtçe seslenen Türk’ün de siyah takım elbise ve beyaz kaşkol taktığı görüldü. Meydanda toplanan kalabalığa aynı şekilde siyah takım elbise giyip beyaz kaşkol takan Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk de Kürtçe konuşmasının ardından Türkçe devam etti. Türk, “Barış talebimizi hiç gündemden düşürmedik. Halkımız onurlu bir barış için hazır durumda” dedi.

(AgosCNN Türk)

Facebook DurDe’yi sansürledi

Sosyal paylaşım sitesi Facebook, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Girişimi’nin sayfasını sansürledi.

DurDe girişimi tarafından yapılan açıklamaya göre, girişimin Facebook sayfası pazartesi gününden beri, hiçbir uyarı yapılmadan ve hiçbir gerekçe gösterilmeden sayfa yöneticilerinin erişimine kapatılmış durumda.

2007 yılından beri faal olan olan DURDE girişimi,  toplumu ayrıştıran ve düşmanlıkları yaygınlaştıran ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı mücadele ediyor. Etnik ve dinsel ayrımcılık, cinsiyetçilik, homofobi, transfobi, nefret suçları, İslamofobi ve Antisemitizm gibi konulardan insanları haberdar etmeyi ve harekete geçirmeyi amaçlayan oluşumun Facebook sayfası daha önce de çeşitli saldırılara maruz kalmış ve hacklenmişti.

http://www.durde.org sitesinden yayınlanan son açıklamada, bireysel saldırıların yerini kurumsal bir sansürün aldığına dikkat çekilerek, Facebook Türkiye Yönetimi‘ne bir an önce, DurDe girişiminin Facebook  sayfasının yöneticilerinin tekrardan paylaşım yapmasına ve sayfa yönetmesine izin vermesi çağrısı yapıldı.

DurDe girişimin internet sitelerinden yayınladıkları çağrı metni şöyle:

 

Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Girişimi 2007 yılından beri faal olan bir sivil girişimdir. Adından da anlaşılabileceği gibi, toplumu ayrıştıran ve düşmanlıkları yaygınlaştıran ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı mücadele ediyor. Sadece bunlara karşı değil; etnik ve dinsel ayrımcılık, cinsiyetçilik, homofobi, transfobi, nefret suçları, İslamofobi, Antisemitizm ve genel olarak insan hakları konusunda da mücadele ediyor.

DurDe Facebook sayfası aynı zamanda yukarıda sayılan alanlardaki haberlerin belki de en geniş arşivini oluşturuyor. Araştırmacılara, akademisyenlere, konu hakkında çalışmalar yapan tez öğrencilerine kaynak sağlıyor. Türkiye’nin tek nefret suçları bülteninin yayınlanmasında önemli bir araç oluşturuyor.

Bu konularda haber ve etkinlik paylaşımları yaptığımız 48 bin kişinin takip ettiği DurDeFacebook sayfamız 14 Ocak 2013 gününden beri adminlerimize kapatıldı. Tarafımıza hiçbir uyarı yapılmadan ve hiçbir gerekçe gösterilmeden… Sayfamız daha önce de hacklenmiş ve saldırılara uğramıştı. Şimdi ise Facebook yönetimi adminlerimizi engelleyerek ırkçılık karşıtlarının buluşma sayfasına sansür ve yasak uyguluyor.

Facebook Türkiye yönetimi, bu mecrada yer alan sayısız ırkçı, ayrımcı, nefret suçu içerikli sayfalara dokunmazken, bunlara karşı mücadele eden aktivistlerin sayfasını engelliyor.

Bu bilgiler ışığında:

Facebook yönetimini bir an önce yeniden DurDe adminlerinin sayfada paylaşım ve yönetimine izin vermeye,
Kişisel hesaplarına girmeleri dahi engellenen adminlerimiz önündeki yasağı kaldırmaya,
Tüm takipçilerimizi, bu çağrıya imzalarıyla katılarak ve bunu Facebook ve diğer kanallardan yaygınlaştırarak desteklemeye,
Ve konuyla ilgili paylaşımları izlemek ve yaygınlaştırmak için bizi takip etmeye çağırıyoruz.

Irkçılığa ve Milliyetçiliğe

DurDe Girişimi

16 Ocak 2013

(Yeşil Gazete)

Noam Chomsky, Hrant Dink Vakfı’nın konferansı için İstanbul’da

Hrant Dink Vakfı tarafından organize edilen İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Konferansı‘nda bu sene Noam Chomsky konuşmacı olarak yer alacak. 18 Ocak Cuma günü saat 15:00’de Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü Albert Long Hall Konferans Salonunda gerçekleşecek konferansın konusu, “Türkiye ve Oluşan Dünya Düzeni” olarak belirlendi.

Hrant Dink Vakfı tarafından yapılan açıklamada konferansın internetten canlı yayınlanacağı, konferans sırasında yapılacak video kaydın ise çift dilli versiyonuyla daha sonra internetten paylaşılacağı açıklandı.

18 Ocak Cuma (yarın) saat 15:00’de başlayacak konferansı dha.com.tr/canli-yayin-2/ üzerinden canlı olarak izlemek mümkün

Noam Chomsky

Massachusetts Institute of Technology’de dilbilim profesörü olan Noam Chomsky aynı zamanda eleştirel bir fikir adamıdır. 1955’de Pennsylvania Üniversitesi’nde doktorasını tamamlayan Chomsky, doktora tezinin önemli kuramsal bulgularını 1957’de çıkan Sözdizimsel Yapılar kitabında yayınlamıştır. Chomsky kitle iletişim araçlarının toplumsal rızayı imal edişine, ABD dış politikasının hegemonik emellerine ve neoliberal kapitalizme karşı eleştirel tavrıyla da tanınmaktadır. Dilbilim, felsefe, güncel meseleler, uluslararası ilişkiler ve ABD dış politikası ile ilgili çok sayıda makale ve kitap yazmış ve çeşitli yerlerde konuşmalar yapmıştır.

Dilbilim alanındaki eserlerinden bazıları Dil ve Zihin (1968), Bilgi Sorunları ve Dil (1988) ve Dil ve Zihin Çalışmalarında Yeni Ufuklar (2000) kitaplarıdır. Siyaset alanıdaki eserlerinden bazıları ise Amerikan Gücü ve Yeni Mandarinler (1969), Ortadoğu’da Barış? (1974), Rızanın İmalatı (E. S. Herman ile birlikte, 1988), Neoliberal Düzende Demokrasi (1997), Haydut Devletler (2000), İktidarı Anlamak (2002 derleyenler P. R. Mitchell ve J. Schoeffel) ve Yaşamla Ölüm Arasında Gazze (I. Pappè ile, 2010 derleyen F. Barat) kitaplarıdır.

(Yeşil Gazete)

 

AB’nin Türkiye’ye vize cenderesini kaldırması – “Geçiş Hakkı”

Deneyimli gazeteci Andrew Finkel‘in, New York Times’ın çevrimiçi yayınında yer verilen makalesini, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Özde Çakmak‘ın çevirisiyle sunuyoruz.

***

İlk öpücüğünü hatırlayamayıp  da gazetenin ön sayfasında basılan ilk haberini düşününce dizleri titreyen tek gazeteci ben olmasam gerek. İlk haberim, yanağa konulan bir buse gibiydi: İstanbul’daki İngiliz Konsolosluğu’nun yeni vize bölümüne yer açmak için uğrak yeri olan sosyal kulübünü kapatıyor oluşunun hicvi.

1989 mayısıydı. Birden artan Türkiyeli mültecilerin sayısı – sadece o ay bu sayı 1,500 idi – majestelerinin hükümetini alarma geçirmişti. Bu kişilerin ekonomik nedenlerle iltica ettiğinden şüphelendiklerinden, Türkiyeli bütün vatandaşların uçağa binmeden önce vize alması talep edilmişti.

Türkiye’yi bu konuda sıkıştıran tek ülke İngiltere değildi. Aynısını 1980 yılında, – yıllar boyu ucuz Türk iş gücünü kullandıktan sonra – kendilerini turist olarak tanıtan yasadışı mültecilerin geçişini önlemek için Almanya da yapmıştı. Fransa ve Benelüks ülkeleri de aynı yola başvurdular.

Geriye dönüp bakınca, haberimin daha geniş yer bulmayı hakettiğini düşünüyorum: Türkleri, başka bir ülkeye gitmek için kendi ülkelerinde sıraya girmeye zorlayan düzenlemeler kadar Türkiye-AB ilişkilerini bozan daha büyük, daha güçlü bir güvensizlik sembolü yoktu.

Schengen bölgesine ya da İngiltere’ye vize almak; banka hesap bilgilerinizi, işveren ya da meslek odasından ruhsat alınması, hatta evinizin tapusunun bile bildirilmesi anlamına gelebilir. Paris ya da Beyrut’ta geçirilecek spontane bir haftasonu için bu kadarı fazla. Bu yüzden üniversite kaydına geç kalan öğrenciler var. İş insanları, anlaşmaları imzalamayı kaçırıyor. Dedeler, düğün törenlerinde boy gösteremiyor.

Türkiye 1995 yılında Avrupa ile tam gümrük anlaşması yaptığından beri mallar sınırdan serbestçe geçmesine rağmen Türkler Avrupa Birliği ülkelerini rahatça ziyaret edemiyor.

Türkiye’nin aksine, henüz AB’ye girmek için tam müzakere üyesi bile olmayan Sırbistan 2009’dan beri Schengen vizesi almaları için vatandaşlarını kuyruğa sokmadan Avrupa’ya gönderebiliyor. Oysa, Avrupa ekonomisi durgunluk yaşarken Türkiye ekonomisi yükselişte. Türklerin AB üyeliklerinin askıya alınmasını önyargıya bağlamalarına şaşmamalı.

Fakat, 1973 yılında Türkiye ile o zamanki Avrupa Toplulukları arasında gümrük birliği için yapılan Ek Protokol’den çok sonra uygulamaya konulduğu gerekçesiyle ticari seyahatlere konan kısıtlamanın usulsüz olduğunu söyleyen Avrupa mahkemelerinde sayısı giderek artan emsaller sayesinde bu durum değişecek gibi görünüyor. Bu anlaşma ile 1973 sonrası ticarete ya da hizmetlerin serbest akışına mani olan tüm önlemler kaldırıldı. Ve son yıllarda çok sayıda mahkemenin verdiği karara göre, Türkiyeli bir uzun yol tır şoförünü vize almaya ya da bir iş insanını şirketinin mali durumunu konsolosluk görevlisine göstermeye zorlamak bu türden bir ihlal sayılıyor.

Aradan bayağı zaman geçti ama 2012’nin sonlarına doğru mahkeme kararlarının teşviğiyle Almanya, Danimarka ve Hollanda hükümetleri  bundan sonra iş seyahatine çıkan ya da hizmet sağlayan Türklerden vize talep etmeyeceklerini açıkladılar. Şimdi, Türklerin vize mecburiyetini tamamen ortadan kaldırması için Avrupa Birliği’nin bir yol haritası tayin etmesi bekleniyor.

Umarız, Türklerin Avrupa’ya gitmek için sadece pasaportlarını göstermelerinin yeteceği o büyük gün çabuk gelir. Özellikle, Ankara ile Brüksel’in AB’nin Türkiye’yi üye olarak kabul edip etmeyeceği belirsizliğinden zarar gören ilişkileri onarmaya çalıştığı bir dönemde, vize zorunluluğunu çabuk ve kesin olarak sonlandırmak güven tazeleyecektir. Bu, hem Türkiye’ye bir iyi niyet göstergesi olacak hem de Avrupalıların, sıradan Türklerin Avrupa’ya gezmek için değil orada kalmak için gittiği yolundaki endişelerini giderecektir.

Aslında, Türkiye’nin AB’ye katılmasının arkasındaki mantık vatandaşlarını oraya göçmeye teşvik etmek değil, içerideki reform sürecini hızlandırmaktı. Giriş müzakereleri yolunda giderken Türkiye’deki çeşitli sorunların aşılmasını kolaylaştırdı: idam cezasının kaldırılması, ticari faaliyetlerde daha çok saydamlık, çevrenin korunması.

Kendi ülkende ekonomi canlıysa neden çalışmak için bir başka ülkeye gidesin? Memleketi politik ve kültürel haklarını koruduğu takdirde kim başka bir ülkeye sığınır?

 

Yeşil Gazete içişn çeviren: Özde Çakmak

Metnin özgün hali için (ingilizce) tıklayınız.

(New York Times, Yeşil Gazete)

Yiyeceklerin israfını nasıl durdururuz?

Bağımsız gazeteci Oliver Thring‘in TheGuardian’da çıkan haberini, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Hakan Gözlüklü‘nün çevirisiyle sunuyoruz.

***

Yiyeceklerin yarıya yakını israf oluyor.Son kullanma tarihlerine ihtiyatlı yaklaşmaktan ‘çirkin’ sebze seçmeye kadar alabileceğimiz tedbirler var.

Rakamlar sarsıcı: Her yıl tüm dünyada üretilen yiyeceğin %30 ile %50’si olan 2 milyar tona yakın sağlıklı yiyecek israf ediliyor.Sadece İngiltere’de alınan yiyeceğin çeyreği israf ediliyor. Bu oran kişi başına 25 adetten 1.6 milyar ton elma ve 2.6 milyar ekmek dilimi içeriyor. İngiltere’de israf edilen tüm yiyecekler iyi beslenemeyen insanların karınlarına gitseydi, bu insanların üçte ikisi artık aç kalmazdı.

Yiyecek israfı kültürlere göre farklılaşıyor. Ortalama bir İngiliz yılda 112 kg yiyecek israf ediyor, yiyecek konusunda daha tutumlu olan Almanlarsa, sadece 15 kg. (Amerikalılar İngilizlerden çok daha kötü.) Bu, durumu değiştirebileceğimizi gösteriyor. Yiyecek israf etmek sadece israf adına kötü değil: Stuart Tristram’ın ‘İsraf Etmek: Küresel Yiyecek Skandalını Açığa Çıkarmak’ (Waste:Uncovering the Global Food Scandal ) adlı etkili kitabında ortaya koyduğu gibi, yiyecek israfı doğaya zarar veriyor, azalan kaynakları kullanıyor, gelişmekte olan ülkelerdeki yiyecek maliyetininin artmasına sebep oluyor. Yemeye ihtiyacımız olmayanı aldıkça,dünyanın güneyi açlığa biraz daha itiliyoruz. ‘İsraf ve Kaynaklar Eylem Programı’ (Waste and Resources Action Programme – WRAP ) tipik bir İngilizi ailesinin yiyecek israfını en aza indirerek ayda £50 tasarruf edebileceğini hesap ediyor.

Yiyecek israfını azaltmak için çoğumuzun takip edebileceği çeşitli seçenekler var. En önemlilerinden biri son kullanma tarihine kuşkuyla yaklaşmak. Süpermarketler doğal olarak müşterilerini zehirlemekten çok korkuyorlar. Stuart son kullanma tarihinin, yiyeceklerini saatlerce sıcak arabalarında tutanlar, kötü çalışan buzdolaplarında saklayanlar ve buna benzer durumlar göz önünde bulundurularak hesaplandığını anlatıyor. Oysa evrim size etin veya ürünün bozulup bozulmadığına karar vermenize yardım edecek açık ve güçlü duygular vermiştir. Son kullanma tarihlerini göz önünde bulundurun elbette, ama sütün kokusundan onu içip içmemeniz gerektiğini bilirsiniz.

 

Tipik bir İngiliz ailesi yiyecek israfını en aza indirerek ayda £50 tasarruf edebilir.

Güncel bir rapor, kısmen, batı dünyasındaki muazzam boyuttaki yiyecek israfı için ‘kusursuz gıda maddeleri’ talep eden süpermarketleri suçluyor. Birçok insan küçük çileklerin en az büyük çilekler kadar hatta onlardan daha lezzetli olduğunu anlasa bile, bazılarımız bükülmüş havuçları veya şekilsiz armutları almaktan kaçınıyoruz. Geçen seneki çok kötü hasat bazı İngiliz süpermarketlerini ‘çirkin’ meyve ve sebze depolamaya itti, ki bu durumu devam ettirmeleri için teşvik edilmeleri gerekiyor. Birçok insanın yumrulu, büyük, alacalı, sulu, bahçede yetişmiş domateslerden ziyade tatsız, birörnekleşmiş, gazla büyültülmüş Hollanda domateslerini seçmesi üzücü bir gerçek. Buraya kadar, sloganlaştırırsak, bu insanlar farklılığı tadıyorlar. Meyve ve sebzenizi yerel bakkalınızdan alıyorsanız daha az miktarda alabilirsiniz.Eğer bir çiftçiden alıyorsanız, yiyecekler daha taze olabilirler.

Bazı insanlar hazır yemek aldıklarında daha az yiyecek israf ettiklerini düşünürler. Bireysel olarak bu belki doğru ama tüm süreç gözönüne alındığında kesinlikle değil. Hazır yemek üretiminde yapılan israfa, yiyeceklerin kırpılmasından kabul edilmeyen et ve sebzelere ve yiyeceklerin yeknesak olması için yapılan araştırmalara kadar bir çok etken sebep oluyor. Bunların yarattığı israfın boyutları, karardı diye çöpe attığınız birkaç muzun yarattığı israftan çok daha büyük. Eğer zamanınız varsa, kendi yemeğinizi yapmanız daha az yiyecek israfı anlamına geliyor. Kalan yemeklerden de güzel öğle yemekleri çıkar.

Ben bir şehirde yaşıyorum, yani tavuk veya arı besleyemem, ve bütün bir domuz veya kuzuyu saklayacak büyüklükte bir soğutucum yok.Fakat bunu yapan , tüm hayvanı yiyebilmenin hem daha keyifli olduğunnu ve daha az israf ettirdiğini söyleyen insanlar tanıyorum.Daha az yiyecek israf etmek sadece bütçelerimiz ve gezegenimize değil,aynı zamanda zihnimize de faydalı.Sizde yiyecek israfını azaltmanın tüyolarını herkesle paylaşın.

Yeşil Gazete için çeviren: Hakan Gözlüklü

Haberin özgün hali için (ingilizce) tıklayınız

(TheGuardian, Yeşil Gazete)

AİHM, “Dinî inançlar eşcinsel haklarını suistimal sebebi olamaz”

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 15 Ocak 2013’te verdiği kararla dinî inançların eşcinsel çiftlerin haklarına karşı çıkma sebebi olarak kullanılamayacağına hükmetti. Böylece cinsel yönelim temelli ayrımcılığı yasaklayan İngiliz yasaları destek gördü.
 
AİHM, aralarında inançları sebebiyle eşcinsel çiftlere hizmet sunamayacaklarını iddia eden iki davacının da olduğu, Hristiyanlar tarafından açılan dört davayı inceledi.
 
İnanç Özgürlüğü Ayrımcılık İçin Kullanılamaz
 
İlk davada, davacı Lillian Ladele Londra’da bir nikâh memuru. 2005’te eşcinsel çiftlerin medenî birlikteliklerinin yasallaşmasının ardından eşcinsel çiftler için hizmet etmeyi reddettiği için işten atıldı. Ladele, inancından ötürü ayrımcılığa uğradığını iddia etti.
 
AİHM ayrımcılık olmadığı kararını verdi; Ladele’in işten atılmasını onaylayan İngiliz mahkemeleri inanç özgürlüğü ve eşcinsel çiftlerin ayrımcılığa uğramama hakkı arasındaki dengeyi oluşturdu.

İkinci davada, Gary McFarlene çiftlere psikoseksüel terapi sunan bir danışman. İnançlarına ters düştüğünden eşcinsel çiftlerle çalışmayı reddettiği için işten atıldı. AİHM, inanç özgürlüğü ihlali olmadığına oybirliğiyle karar verdi.

Bu tarihî kararla ilgili Avrupa Parlamentosu LGBT İntergrup Başkan Yardımcısı, Avrupa Parlamentosu Üyesi Sophie Veld şunları söyledi: “Bu kararla mahkeme din özgürlüğünün bireysel bir hak olduğunu belirtmiş oldu. Bu, kesinlikle LGBT’lere, kadınlara, başka inanç ya da hayat görüşüne sahip insanlara karşı ayrımcılık yapmak için kullanılabilecek kolektif bir hak değil.

“Din özgürlüğü yasadan muaf değil. Mahkeme kesin olarak eşitlik ve eşit muamele ilkesinin basit bir din referansıyla askıya alınmayacağını gösterdi.”

LGBT İntergrup Eşbaşkanı, Avrupa Parlamentosu Üyesi Michael Cashman da şunları ekledi: “İngiliz yasası olması gerektiği gibi LGBT’leri ayrımcılıktan koruyor ve inanç sahipleri de bunun istisnası değil. Din ve inanç oldukça özel ve kişisel meselelerdir ve hiçbir zaman başkalarının haklarını kısmak için kullanılmamalıdır.”

Karara itiraz etmek için üç aylık bir süre zarfı bulunuyor. Danışman McFarlene da karara itiraz etmeye hazırlanıyor.
 
Hizmet Almak Herkesin Hakkı
 
Eşitlik savunuculuğu yapan gruplar kararı sevinçle karşıladı. Stonewall Başkanı Ben Summerkill karara dair şunları söyledi: “Bu ülkede eşcinseller kamu hizmetine 40 milyar pound’un üzerinde katkı sağlıyor. Bu hizmetlerden eşit biçimde yararlanmak, eşcinselleri sevsin ya da sevmesin kamu görevlilerinden eşit muamele görmek en doğal hakları.”
 
(Kaos GL)
 

Mehmet Ali Birand yoğun bakımda

Kanal D Haber Grup Başkanı Mehmet Ali Birand’ın beyin ölümünün gerçekleştiği belirtildi. Birand, dün safra kesesindeki stent değişimi için Amerikan Hastanesi’nde ameliyat geçirmişti.

Öte yandan Mehmet Ali Birand’ın twitter adresi twitter.com/mabirand32gun üzerinden açıklama yapan oğlu Umur Birand, “Ben Umur Birand, babam halen yogun bakimda. İyilesmesi icin dua ediyoruz. Gosterdiginiz sicak ilgi icin cok tesekkurler.” mesajı ile Birand’ın henüz hayatta olduğu bilgisini paylaştı.

1941 yılında doğan Mehmet Ali Birand, Galatasaray Lisesi Mezunu. Birand, 1964 yılında Milliyet gazetesinde başladı. Abdi İpekçi’den sonra kısa bir dönem Milliyet’in genel yayın yönetmenliğini yaptı. Sabah gazetesinde köşe yazarlığı, TRT ve Show TV’de 32. Gün programını yaptı ve Show TV’de ana haber bültenini sundu (1992-1995). Birand, CNN Türk yöneticilerinden biri olmakla birlikte halen 32. Gün’ü ve Kanal D’de ise ana haber bültenini sunuyor.

(Yeşil Gazete)

[Özel Haber] Yurttaş Kazım’ın hukuk mücadelesi sürüyor

Köyünün tam karşısına inşa edilmek istenen Hidroelektrik Santrali (HES)’e karşı dava açmak için ineğini satan yurttaş Kazım Delal’in hukuk mücadelesi devam ediyor.

Rize’nin kent merkezi başta olmak üzere, 10 ilçesinin içme suyu ihtiyacını karşılayan Salarha vadisi’nin üzerindeki Küçükçayır (Andon) köyünde kurulmak istenen HES’e karşı dava açan Kazım Delal geçtiğimiz hafta Rize İdare Mahkemesi‘ndeydi.

Delal, Ambarlık HES projesinin “ÇED gerekli değildir” kararının iptal edilmesi için Çevre ve Orman Bakanlığı aleyhine dava açmıştı. Mahkeme tarafından bilirkişi raporunun masraflarını karşılamak için ineğini satan Delal’in 2 yıl boyunca süren çabaları sonuç vermiş, mahkeme projenin ÇED gerekli değildir kararını iptal ederek yürütmeyi durdurma kararı vermişti.

Fakat Çevre ve Orman Bakanlığı “ÇED gerekli değildir” kararına karşı açılan dava bitmeden aynı proje için fikrini değiştirerek, “ÇED gereklidir” kararı vererek, tartışmalı bir incelemenin ardından da ÇED raporunu onaylamıştı.

İlk dava için ineğini satan Kazım Delal, açtığı ikinci davanın masrafları için de, bankadan kredi çekmiş, kalan miktarı da karısının ziynetlerini satarak temin etmişti. Fakat Delal’in bütün çabalarına rağmen bir başka tartışmalı bilirkişi raporu ile yürütmenin durdurulması kararı kaldırıldı.

Karar 15 gün içinde

Yapılan itirazlar üzerine tarafların geçtiğimiz hafta tekrar mahkemeye çağrıldığı davaya, Delal ve avukatlarının yanı sıra Derelerin Kardeşliği Platformu’nun (DEKAP) gönüllü avukatlarından Remzi Kazmaz ve Yakup Okumuşoğlu ile beraber birçok sivil toplum örgütü ve siyasi partinin temsilcileri katıldı.

DEKAP avukatlarından Remzi Kazmaz yaptığı savunmasında bilirkişi İncelemesinin sağlıksız hava koşullarında yapıldığını ve sunulan raporun birçok hata barındırdığını söyledikten sonra, bölgeden içme suyu temin eden diğer belediyelerin de davaya müdahil olması gerektiğini belirterek mahkeme heyetine yeni belgeler sundu.

Davada HES firmasının avukatları ile Bakanlık yetkililerinin de savunmaları alındıktan sonra, mahkeme heyeti kararın 15 gün içerisinde açıklanacağını söyledi.

Av. Yakup Okumuşoğlu: “Bütüncül bir rapor istiyoruz”

Davanın ardından Yeşil Gazete’nin ulaştığı avukat Yakup Okumuşoğlu, ya tartışmalı bilirkişi raporunun kabul edilerek, tek bir bölge için verilen karardan, bütün havzanın etkileneceği bir sonucun çıkacağını ya da yeni bir bilirkişi raporunu hazırlanması kararının çıkacağını söyledi.

Okumuşoğlu kendi beklentilerinin, hazırlanan raporun sadece bu bölgeye ait bir inceleme olarak görülmeyerek, buradan içme suyu temin eden bölgelerle birlikte, bölgede kurulması planlanan diğer HES projelerini de içine alan bütüncül bir raporun hazırlanması olduğunu söyledi.

Yurttaş Kazım: “Gerekirse AİHM’e kadar gideriz”

Yeşil Gazete olarak davanın ardından  Yurttaş Kazım ile de konuştuk. Kazım Delal, mahkemeye 2005 senesinde bölgenin heyelan bölgesi olduğunu gösteren raporun içinde bulunduğu yeni raporlar verdiklerini ve süreçten umutlu olduklarını söyledi.

Perde arkasında bazı gelişmeler olmadığı takdirde bütün havza ve içme suyunu buradan karşılayan diğer bölgeler için mahkemeden olumlu bir sonuç beklendiklerini söyleyen Delal, bölge için olumsuz bir karar çıkması halinde de Danıştay’a ve ardından da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar gideceklerini söyledi.

Haber: M. Can Tombil – Yeşil Gazete