Ana Sayfa Blog Sayfa 4411

Dershaneler kapanıyor mu?

Dershaneler raporu, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaptığı toplantıda masaya yatırıldı.

Başbakanlık resmi konutundaki toplantıya Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ile AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin de katıldı.

Edinilen bilgilere göre Başbakan, katılımcılara tek tek dershane raporuyla ilgili görüşlerini sordu. Çalışmanın daha ayrıntılı hazırlanması ve farklı verilerin de değerlendirilmesi istendi. O çalışma tamamlandıktan sonra Başbakan Erdoğan kurmaylarıyla yeniden bir araya gelecek.

Mevcut raporda öğrencilerin yüzde 12’sinin dershaneye gittiği, 3 bin civarında dershaneden 700 kadarının özel okula dönüşebilecek düzeyde olduğu tespitleri yer alıyordu.

Dershanelerin hemen kapanması yerine, kademeli olarak özel okula dönüştürülmesi öneriliyor

(Ntvmsnbc)

 

 

Berfo Ana’nın Cumartesi Anneleri ile vedası

105 yaşında hayata gözlerini kapatan kamuoyunun Berfo Ana olarak tanıdığı Berfo Kırbayır‘ın cenazesi, bu sabah yakınları tarafından Karacaahmet Mezarlığı Gasilhanesi’nden alındı.

Kırbayır’ın kırmızı karanfillerle süslenen tabutu cenaze aracına konulduktan sonra Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi Anneleri’nin de hazır bulunacağı tören için yola çıkarıldı.

Burada yapılacak töreni ardından cenaze Üsküdar Şakirin Camii’ne getirilecek. Berfo Ana’nın naaşı, Cuma Namazı’nı takiben kılınacak cenaze namazının toprağa verilmek üzere memleketi olan Ardahan’ın Göle İlçesi’ne götürülecek.

Berfo ana için düzenlenen törene BDP Eş Genelbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Gülten Kışanak ile CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu da katıldı.

Kardeşimin kemiklerini verin, anamın yanına yatıralım


Berfo Kırbayır’ın kızı Fatma Gülmez, Başbakan Erdoğan’a seslendi: “Anamın vasiyetini yerine getir ne olursun! Anamın gözü açık gitti. Kardeşimin kemiklerini verin, anamın yanına yatıralım.”

Fatma Gülmez konuşurken kızı Seval Gülmez de gözyaşlarına boğuldu. Berfo Kırbayır’ın cenazesi alkışlarla Galatasaray Meydanı’ndan uğurlandı. BDP Eş Genelbaşkanı Selahattin Demirtaş, gündeme ilişkin soruları yanıtlamayı, “Berfo ana için görevimizi yerine getiriyoruz” diyerek reddetti. Berfo Kırbayır’ın cenazesi Galatasaray Meydanı’ndaki törenin ardından Şakirin Camiii’ne götürüldü.

(T24, DHA, Radikal)

UEFA Avrupa Ligi – Son 16 turu eşleşmeleri belli oldu

0

UEFA Avrupa Ligi’nde son 32 turundaki rakiplerini iki maç sonrası elemeyi başaran takımlar, son 16 turuna yükseldi.

Eşleşmelerde ilk maçlar 7 Mart, rövanş karşılaşmaları ise 14 Mart Perşembe günleri oynanacak.

Çeyrek final kurası ise 15 Mart Cuma günü İsviçre’nin Nyon kentindeki UEFA merkezinde çekilecek.

Fenerbahçe, Viktoria Plzen’le eşleşirken, UEFA Avrupa Ligi’nde diğer son 16 eşleşmeleri şu şekilde:

Benfica – Bordeaux

Anzhi Makhachkala – Newcastle United

Stuttgart – Lazio

Tottenham – Inter

Levante – Rubin Kazan

Basel – Zenit St. Petersburg

Chelsea – Steaua Bükreş

FB Ülker sahadan silindi

0

Euroleague Top 16 F Grubu’nda Barcelona Regal, Fenerbahçe Ülker’i 99-60 mağlup etti. Fenerbahçe bu sonuçla, gruptan çıkma şansını mucizelere bıraktı.

Fenerbahçe Ülker, Top 16’daki sekizinci maçında Ülker Sports Arena’da İspanyol devi Barcelona’yı ağırladı.

Karşılaşmaya Fenerbahçe Ülker, Bo McCalebb – Bojan Bogdanovic – Romain Sato – David Andersen – Oğuz Savaş ilk beşiyle başlarken Barcelona Regal, Victor Sada – Juan Carlos Navarro – Pete Mickael – Erazem Lorbek ve Ante Tomic beşlisiyle parkede yer aldı.

Top 16’da maç başına aldığı 28.6 ribaundla Euroleague’in en kötü takımı olan Fenerbahçe, Barcelona’ya karşı da maçın başında boyalı alanda istediği sertliği sağlayamadı. Barcelona, televizyon molasına kadar özellikle Erazem Lorbek’le etkili olurken çeyreğin son bölümünde Juan Carlos Navarro’nun üst üste üçlükleri Katalan ekibine çift haneli farkları getirdi ve ilk periyot 23-13 Barcelona’nın üstünlüğüyle tamamlandı.

Mücadelenin ikinci periyodunda ise Fenerbahçe, oyunun hiçbir departmanında Barcelona’ya cevap veremedi. İki haftalık sakatlık sürecinin ardından parkelere ilk kez İstanbul’da dönen Juan Carlos Navarro’nun yanı sıra, Marcelinho Huertas ve Ante Tomic takımlarını sürükleyen isimler olurlarken Barcelona farkı çift hanelerden 20’li sayılara çıkarttı. Nitekim Xavi Pascual’in takımı, ikinci periyotta sadece 6 sayı atabilen Fenerbahçe’ye karşı soyunma odasına 50-19 gibi bir skorla önde gitti.

Barcelona, Avrupa’da en son 6 Ekim 1994’te Pezoporikos’a karşı bir maçın ilk devresini 32 sayı farkla önde tamamlamıştı. O karşılaşmada Pezoporikos’a 66-34’lük üstünlük sağlayan Katalan ekibi, böylece 18 sene sonra ilk kez bir Avrupa maçında böyle bir fark elde etmiş oldu.

Senaryo üçüncü çeyrekte de değişmedi. Fenerbahçe’ye karşı rahat bir oyun ortaya koymayı sürdüren Barcelona, farkı gittikçe açtı. Özellikle Pete Mickael’in de skora katılımıyla farkı 35 sayının da üzerine çıkartan Katalan ekibi, son çeyreğe 76-39 üstün girdi.

Son çeyrekte de 30 sayının üzerindeki farkı korumayı başaran Barcelona, her alanda sürklase ettiği Fenerbahçe karşısında parkeden 99-60’lık galibiyetle ayrıldı. Katalan ekibi bu sonuçla gruptaki galibiyet sayısını 7’ye yükseltirken, liderliğini sürdürdü. Fenerbahçe Ülker ise iki galibiyette kaldı.

(Eurosport)

MÜSİAD: Gelecek, tükenmez bir Allah vergisi olan yenilenebilir enerji kaynaklarında

Enerji ve Çevre Sektör Kurulu Başkanı Mustafa Albayrak, “MÜSİAD olarak geleceğin enerji kaynağının petrol, doğalgaz, kömür gibi fosil enerji kaynaklarında değil, tükenmez bir Allah vergisi olan yenilenebilir enerji kaynaklarında olduğunun idrakindeyiz” dedi.

Anadolu Ajansı’ndan Ziya Altunbaş’ın haberine göre, MÜSİAD Enerji ve Çevre Sektör Kurulu tarafından “500 Kilovat Altı Yenilenebilir Enerji Üretme Potansiyellerinin Belirlenmesi Projesi” sonuç değerlendirme toplantısında konuşan Albayrak, MÜSİAD Enerji ve Çevre Sektör Kurulu’nun son yıllarda çalışmalarını “Yenilenebilir enerji kaynaklarından istifadenin artırılması” ve “‘Enerji verimliliği” konuları üzerinde yoğunlaştırdığını söyledi.

MÜSİAD’ın enerji verimliliği konusundaki en büyük kuruluşlardan olan Enerji Verimliliği Derneği’nin de kurucu yönetim kurulu üyelerinden olduğunu hatırlatan Albayrak, şunları kaydetti:

“En ucuz elde edilen enerji ‘Tasarruf edilen enerjidir’ düsturu gereği, enerji verimliliğine büyük önem veriyoruz. Gerek bundan önceki panel ve Türkiye istişarelerimizde gerekse bundan sonra konseptini geliştirerek adını sektörel zirve yaptığımız toplantılarımızda ele alacağımız konular, en başlıca bu ikisinden müteşekkildir. Kısaca TÜİT (Türkiye istişare Toplantısı) dediğimiz Enerji ve Çevre Sektör Kurulu TÜİT’i, 2011 başında Rize’de hidroelektrik enerji üretimi üzerinde gerçekleştirdik.

Daha sonra 2011 sonunda Van’da yaptığımız ve jeotermal enerji kaynakları ve bunlardan elde edilecek elektrik enerjisi ile bölgeye sağlanacak katkılarını konuştuk. Ayrıca Van Gölü ve çevresinin tıpkı İç Ege gibi kaplıcalar bölgesi olabileceği üzerinde durduk. Son TÜİT’imiz ise Mardin’de ve güneş enerjisi üretimi ile alakalı oldu. Her istişare toplantısını yaptığımız ilin gösterdiği coğrafi özelliklerine göre konu başlıkları seçtik.”

Geleceğin enerji kaynakları

Yenilenebilir enerji üzerinde durmalarının bir sebebinin de, bu kaynakların tekrarlanabilen, temiz, çevreci olması olduğunu dile getiren Albayarak, “Ayrıca dışa bağımlılığı olmayan bir enerji kaynağı olduğu için önemsiyoruz. Mevla’nın insanlığa bahşettiği güneş, rüzgar, su, akarsu, jeotermal gibi kaynaklardan istifade edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. MÜSİAD olarak geleceğin enerji kaynağının petrol, doğalgaz, kömür gibi fosil enerji kaynaklarında değil, tükenmez bir Allah vergisi olan yenilenebilir enerji kaynaklarında olduğunun idrakindeyiz” değerlendirmesini yaptı.

Türkiye’nin her yıl Çin’den sonra dünyanın en iyi ilerleyen ülkelerinin başında yer aldığını söyleyen Albayrak, “Türkiye’mizin her yıl en az yüzde 8 – 9 enerji açığının olduğunu kabul etmek durumundayız. Buna paralel olarak da enerji yatırımlarını ve kapasitesini en az yüzde 8-9 artırmamız gerekmektedir” dedi.

Yüksek elektrik faturası ödeyen yaklaşık 40 üyeleri üzerinde enerji verimliliğinin nasıl sağlanabileceğine ilişkin bir çalışma yaptırdıklarını anlatan Albayrak, bu 40 üyenin, iş adamı veya sanayicinin elektrik faturalarının nasıl aşağıya çekileceğinin, daha az enerji ile daha yüksek verimin nasıl elde edileceğinin görüleceğini vurguladı.

“Enerji kaybı en fazla binalarda gerçekleşiyor, işletmeler cezalı enerji bedeli ödüyor”

Projeyi gerçekleştiren Gürışık Enerji Verimliliği firmasının Genel Müdürü Hatice Nuket Akıncı da, yaptığı sunumda Projeyi MÜSİAD üyesi ve aylık enerji maliyeti 30 bin lira üzerinde olan 37 adet firma üzerinde gerçekleştirdiklerini söyledi.

Akıncı, yapılan incelemeler sonucunda işletmelerde genel olarak enerji verimliliği bilincinin yenilenebilir enerjiler düzeyinde oluşmadığını belirtti.

Enerji verimliliği konusunda işletmelerin ancak mevcut şartlarda ekonomi oluşturmaya çalıştıklarını kaydeden Akıncı, enerji kaybının en fazla binaların aşırı derecede ısı kaybetmesi ile gerçekleştiğini dile getirdi, bunun sonucunda işletmelerin reaktif (cezalı) enerji bedeli ödediklerinin tespit edildiğini vurguladı.

Enerji verimliliği için işletmelerde motorların ve aydınlatmaların yeni nesil motorlarla değiştirilmesi gerektiğinin de altını çizen Akıncı, “Üretim proseslerinin yeni nesil ünitelerle değiştirilmesi de enerji verimliliği sağlarken, ürünlerin kalitesi bakımından ve işletmelerdeki ısı kaçaklarının önlenebilmesi için de önlemlerin alınması gerekmektedir”diye konuştu.

Akıncı, ayrıca 5 adet üye firma üzerinde gerçekleştirilen farklı verimlilik arttırıcı proje sonucunda yaklaşık bir yıl içerinde gerçekleştirilen 791 bin liralık bir yatırım ile 432 bin liralık tasarruf elde edildiğini de sözlerine ekledi.

(AA, Yeşil Gazete)

Türkiye’nin İlk Çevre Radyosu Gönüllü Programcı Arıyor

Türk Ulusal Ajansı tarafından desteklenen Türkiye’nin ilk online çevre radyosunun kurulacağı “Küresel Çevre Radyosu” projesi kapsamında Türkiye’nin tüm bölgelerinden gönüllü program yapımcıları başvuruları başladı. “Küresel Çevre Radyosu” projesi, hedef kitlesi olan gençlerin çevreye duyarlılığını ve çevre bilincini arttırmayı ve daha çok bilgi edinmelerini sağlamayı hedefliyor.

Çevre ile ilgili tüm konularda okuyan, araştıran, sorgulayan, gönüllü olarak benzer aktivitelerde bulunmuş/bulunmak isteyen, kişiye göre uygun olarak planlanmış saatlerde düzenli bir şekilde internet üzerinden yayın yapabilecek, konuşmayı ve aktarmayı seven, kendi yayın konseptini belirleyebilecek kişiler programda yayıncı olmak için başvuruda bulunabilir.

Detaylı bilgi almak ve başvurmak için tıklayınız.

 

Tabiatı öldürme kanunu – Levent Kurnaz

Levent Kurnaz

Ülkemizde her ilkbahar ve yaz tekrar ortaya çıkan Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi denen hastalığın keneler yoluyla yayıldığını artık hepimiz biliyoruz. Keneler de Anadolu’da hep bulunurdu; ama ne oldu da yüzyıllardır birlikte yaşadığımız keneler birden can düşmanımız halini aldı? Bunun cevaplarından biri dünyada 2004 yılı itibariyle ortaya çıkan Kuş gribinde bulunabilir. Kuşlar ve insan dışındaki memeli hayvanlar Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi hastalığına yakalanmazlar. Buna ilave olarak kuşlar keneyle de beslendikleri için kene sayısının artmamasında önemli rol oynarlar. Ancak Kuş Gribi nedeniyle doğal yaşamdaki pek çok kuş ve tavuk itlaf edildiğinden keneler serbestçe üreme imkanı buldular. Bu da Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi’nin yayılmasını kolaylaştıran faktörlerden biri oldu.

Doğanın böyle bir dengesi var işte. Doğadaki bir canlı türü yok olduğu zaman bundan hangi canlının etkileneceğini bilebilmek neredeyse imkansız. Bu nedenle doğanın dengesine elimizden geldiğince zarar vermemeye çalışmak hepimizin yararınadır.

İklim değişikliği nedeniyle Kuzey Kutbu’ndaki kutup ayılarının ölmesini umursamayabiliriz; ancak bu ayılar foklarla besleniyor, foklar da balıkla, foklardan arta kalan balığı da biz avlıyoruz diye düşünmeliyiz. Kutup ayılarının sayısı azaldığında fokların sayısı artacak, bu da onların yediği balık sayısını arttıracağı için insanların avlayabileceği balık sayısı da azalacak gibi bir mantık dizisi de kurabiliriz. Sonuç olarak gözden kaybetmememiz gereken ana hedef doğanın dengesini korumak olmalıdır. Biz her ne kadar doğanın hakimi olduğumuzu düşünüyor olsak da doğanın dengesi bir kez bozulduğunda bizim hakimiyetimizin de bir anlamı kalmayacak. Bugün insanlığın tamamı doğadan kazandığı besinlerle hayatını sürdürmektedir. Bozduğumuz denge bir noktada gelip bize zarar verecek bir oluşumu eninde sonunda başlatacaktır.

2001 yılında dünya devletleri dünyadaki biyolojik çeşitliliğin korunması için bir anlaşmaya vardılar. Bu anlaşmaya göre 2010 yılına kadar dünya üzerindeki biyolojik çeşitliliğin azalması durdurulacaktı. Dünyadaki biyolojik çeşitliliğin azalmasının durdurulması son derece önemli bir konudur; çünkü tüm yaşam birbirine bağlı olduğu için bir cinsin kaybının başka nelerin kaybına neden olacağını tahmin edebilmek mümkün değildir.

2010 yılında Nagoya’da toplanan dünya devletleri 2001-2010 yılları arasında biyolojik çeşitliliğin korunması için hiçbir şey yapmadıklarını söyleyerek bu durumu 2020 yılına kadar düzeltmeye karar verdiler. Geçtiğimiz on sene içerisinde bu konuda insanlığın yararındansa şirketlerin yararını düşünen devletlerin, önümüzdeki on sene içerisinde de bir çaba harcamayacakları neredeyse kesin.

Devletimiz de doğaya en fazla zarar veren devletler arasındaki yerini şu anda meclise gelmek üzere olan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasası ile perçinlemeye hazırlanıyor.

Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasası denildiği zaman benim algım devletin yukarıda sözünü ettiğim konuların tamamında doğaya karşı daha korumacı bir davranış göstermesi şeklinde oluyor. Ancak çıkartılmaya çalışılan yasa bunun tamamen tersi bir çaba içerisinde. Öncelikle yasanın temel düşüncesi doğanın korunmasından ziyade “doğanın sürdürülebilir kullanımı” gibi görünüyor. Yasada, özel şirketlere doğayı koruma zorunluluğu getirileceğine, onu kullanmaları için her türlü yetkinin tanınması üzerine çalışılmış.

Tasarının kabul edilemez olmasının çok sayıda nedeni var. Bunlardan en önemli üçü şöyle özetlenebilir:

• Yasa tasarısıyla “üstün kamu yararı” için korunan doğa alanlarının her türlü yatırıma açılmasına olanak sağlanıyor. Ancak üstün kamu yararından kastedilen şey “ekonomik kalkınma”. Yasa tasarısına göre hangi durumda “üstün kamu yararı” olduğuna tek başına Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Bakanlar Kurulu karar verecek. Bunun anlamı, siyasi iktidarın, siyasi ve ekonomik gerekçelerle istediği ormanı, vadiyi, sulak alanı ve benzeri, korunması gereken doğa alanlarını, istediği milli parkı, sit alanını ya da tabiat parkını kimseye sormadan yatırıma açabilecek olması. Yani “üstün kamu yararı”, halka değil şirketlere sorulacak. Oysa doğanın zararına olan hiçbir şey insanların yararına olamaz.

• Yasa tasarısı korunan doğal alanların sınırlarını ve statüsünü, yani nerenin koruma alanı, nerenin milli park ilan edileceğini, nerenin koruma statüsünün iptal edileceğini belirleme yetkisini tek başına Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Bakanlar Kurulu’na, yani siyasi iktidara bırakıyor. Korunan alanların geleceği ve doğanın sınırları siyasetçilere bırakılamaz. Doğanın sınırlarını siyasetçiler değil, doğanın bilimi ve yörede yaşayanlar çizer.

• Tasarı, giriş bölümünden itibaren doğanın “sürdürülebilir kullanımını” hedeflediğini açıkça belirtiyor. Oysa böyle bir yasa; kullanımı değil, korumayı hedeflemelidir. Korunan alanların kullanımının sınırlanması, hatta bazı durumlarda hiçbir surette kullanılmaması esas olmalıdır. Doğru bir yasada hedeflenen, “kullanma”nın yerini koruma, saygı gösterme ve paylaşımın almasıdır.

Eğer bir gün çocuklarımıza bırakacak bir tabiata sahip olmak istiyorsak bu ve benzeri yasaları kabul etmemiz mümkün değildir. Bu tasarının yasalaşmaması için her türlü demokratik çabayı göstermenin bir vatandaşlık değil insanlık görevi olduğunu düşünüyorum.

 

Levent Kurnaz – www.t24.com.tr

Kaya gazı: Kimin devrimi? – Önder Algedik

2012 Yaz sonu kaya gazı rezervleri ile ilgili olarak tartışmalalar Diyarbakır’da yatırım haberleri ile bir anda çoğaldı. Diyarbakır ve bazı kentlerde, 20 trilyon metreküplük doğalgaz ve 500 milyar varil petrol rezervi taşıyabilecek kaya yapıları olduğu tahmin edildiğine dair haberler peşi sıra çıktı. Şimdilerde ise bir dizi haberler ve etkinliklerle kaya gazı bir devrim olarak sunuluyor. Ancak bunun gerçek verilerine bakmak, kimin devrimi sorusunun cevabını bizlere veriyor.

Geçen  Kasım ayı içinde kaya gazı ile ilgili çeşitli haberler küresel düzeyde de karşımıza çıktı. “Kaya Gazı Devrimi” ifadesi basında yer buldu. Tartışmalara Uluslararası Enerji Ajansı-UEA’nın baş ekonomisti Fatih Birol’da katılınca Türkiye’de de daha fazla ilgi buldu. Birol’un basında çıkan ifadelerinde “Türkiye gibi gaz ithalatçılarını ise olumlu etkileyecek” derken Rusya gibi geleneksel doğalgaz ihracaatçılarının etkileneceğini söyleyerek heyecanı bir kez daha arttırdı.

Ancak, resmi raporlar bunu doğrulamadı.

Uluslararası Enerji Ajansı-UEA, Nisan 2011 tarihli analizinde küresel kaya gazı rezervi için 187 Trilyon metreküplük bir tahminde bulunuyor. Yani Türkiye’de bulunacak rezervin topu topu 9 katı. UEA’nın Türkiye için rezerv tahmini ise sadece 0.42 trilyon metreküp! Yani UEA’nın verilerinin 50 katı kadar rezervimiz bir anda oluşmuş!

Yine Fatih Birol bunları söylerken, UAE’nin son “Dünya Enerji Görünümü-2012” raporu ile ilgili açıklamada ise, farklı bir şekilde, “iklim değişikliğinin tehlikeli sonuçlarından korunmak için bilinen fosil rezervlerinin üçte ikisinin yeraltında bırakılması gerekiyor.” dedi.

Raporların yalanlamasına rağmen, pratikte yaşanan sorunlar da durumun vehametini ortaya koyuyor. “Kaya gazı devrimi” geliştiği her ülkede ciddi sonuçlar ve karşı çıkışlar doğurdu. Eylül ayı başında Kanada’nın Quebec Eyaleti Doğal Kaynaklar Bakanı Martine Ouellet “Kaya Gazının güvenli bir şekilde çıkarılmasını sağlayacak bir teknolojinin bir gün mümkün olmadığını” ifade ederken, bölgede yasaklanması için çalışmalara başladı.

Harita 1- AB ülkelerinde kaya gazı yasaklamaları artıyor (Kaynak: The Economist)

Kaya Gazı=Doğalgaz

Kaya gazını yer altındaki “gözenekli” yapıya hapsolmuş doğalgaz diye tanımlayabiliriz. Fosilleşme ile oluşan çürüme neticesinde oluşan metan gazı boşluk bulursa doğalgaz yatağında hapsolurken, boşluk bulamazsa gözeneklerde daha seyrek olarak kalıyor. 1871’de ilk New York civarlarında çıkartılırken, bugüne kadar adının geçmemesi, 2000’lerin başında ABD’de gelişmeye başlaması ile bugün Türkiye’ye gelmesi oldukça ilginç. Böylesi bir gelişmenin çeşitli nedenleri var.

Birincisi, kayagazını çıkarmak için gerekli teknoloji son dönemde gelişti. İkincisi ise, fosil yakıt fiyatlarındaki artış ile kaya gazı gibi pahalı bir kaynağı çıkarmak uygun hale geldi.

Bu iki faktör madalyonun bir yüzü. Diğer yüzü ise oldukça karanlık.

Kayagazını hapsolduğu gözeneklerden çıkarmak için bulunduğu katmana kadar sondaj yapmak gerekiyor. Sonrasında, katman içinde yatay sondajla devam edilerek küçük hidrolik-patlamalar (hydraulic fracturing) gerçekleştirerek gözenekli yapıyı bozmanız ve gazı çıkmaya zorlamanız lazım. Bu da çok ciddi miktarda kimyasal ile doldurulmuş su kullanımı demek. Sonrasında pompaladığınız suyun gaz ile yer değiştirmesi sonucunda borulara giren gazı   yeryüzüne çıkartıp kullanıma servis edebiliyorsunuz.

İşte bu noktada, kayagazı 3 şeyi bozuyor; yer altındaki yapıyı, yer üstündeki yapıyı ve geleceğimizi.

Yer altında yapılacak düşük yoğunluklu ama geniş bir alandaki patlamalar doğal olarak yapıyı bozacaktır. Bu konuda, deprem miktarında artış ve yer altı su rezervlerinin kirlenmesine dair bilgi ve çalışmalar kaya gazı üretimi yaygınlaştıkça ortaya çıkmaya başladı. Bu durumu yer altında bozulma olarak da tanımlayabiliriz.

Yer üstündeki bozulmaya gelecek olursak, yer altındaki kirlenmiş suyun yer yüzündeki kaynakları kirletmesi, kullanılan yüksek miktardaki suyun yaratacağı yokluk ve çatlaklardan atmosfere kaçan metanın yaratacağı hava kirliliğini örnek olarak verebiliriz.

Şimdilik bu iki faktör, bölgede yaşayan insanları bezdirecek diyebilirsiniz. Ancak yanıldığımızı üçüncü faktörü anladığımızda göreceğiz.

Doğalgaz ya da kaya gazı aslında metan. Küresel ısınma faktörü 21. Yani atmosfere kaçan metan gazı iklimi karbondioksite göre 21 kat daha fazla güçlü değiştiriyor. Yakılması durumunda ise ortaya karbondiksit çıkartarak iklimi değiştirmeye devam ediyor. Kısacası, iklim değişikliğini arttıran kömür, petrol ve doğalgaza birde kaya gazını ekleyerek yaşadığımız iklim felaketlerini daha da fazla artacağını, iklim değişikliğini durdurmamızın neredeyse imkansız hale gelebileceğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla, bugün iklim değişikliğini durdurmak için kömürü yatağında, petrolü ve doğalgazı toprakta bırakmak gerekiyorken, kaya gazınıda kayaçların gözeneklerinde bırakmak en doğru çözüm.

Kaya gazı devriminin bir fosil yakıt devrimi olduğu açık. Bugün sadece mevcut doğalgaz rezervleri iklim dengelerinin yıkılması için yeterli iken, kaya gazı bunu perçinleyecek.

Siz kaya gazı devrimine inanmayın, gördüklerinize inanın. Yaşadığımız iklim felaketleri yeterince gözler önünde iken bu dünyada fosil yakıtlara artık yer kalmamışken, derdimiz yeni fosil yakıtlar değil, enerji verimliliği ve iklim dostu enerjiler olmalı!

Önder Algedik /http://www.yesilekonomi.com/kose-yazilari/onder-algedik/kaya-gazi-kimin-devrimi

 

 

Devlet Roboski’de 34 genci masumane duygularla katletmiş

TBMM İnsan Hakları Uludere Alt Komisyonu Başkanı, AK Parti Ordu Milletvekili İhsan Şener, Uludere operasyonu ile ilgili olarak, “Bu, masumane bir güvenlik operasyonu ya da bir yanlışlık olmuş olabilir, bunu bilemeyiz” dedi.

Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde kurulan Uludere Alt Komisyonu Başkanı İhsan Şener, taslak raporu görüşmek için 28 Şubat’ta toplantı çağrısı yaptı. Şahin, gizli tutulan taslak raporun toplantıda milletvekillerine dağıtılacağını ve üyelerden raporun sonuç bölümüne ilişkin görüş alınacağını söyledi.

TBMM İnsan Hakları Uludere Alt Komisyonu Başkanı İhsan Şener

Edinilen bilgiye göre, taslak raporda olayda sorumluluğu bulunanlarla ilgili herhangi bir komutan, komuta kademesi, mülki amir veya siyasi yönetici adres gösterilmedi. Bu konudaki tespit, Diyarbakır Başsavcılığı’nda süren adli soruşturmaya bırakıldı. Alt komisyonun rapor taslağında sivilleri hedef alan kasıtlı bir saldırı yapılmadığı, güvenlik ve istihbarat birimleri arasındaki ‘koordinasyon hatasının’ olaya neden olduğu da kaydedildi. Taslak raporda, olaydan önce PKK ’nın karakollara baskın hazırlığıyla ilgili telsiz kestirmeleri ve istihbarat bilgilerine dikkat çekilerek, bölgenin hassasiyeti nedeniyle güvenlik birimlerinin ‘tetikte’ olduğu vurgulandı.

Komisyon Başkanı İhsan Şener, raporun Meclis Başkanlığı’na sunulduktan sonra kesinleşmiş olacağını ve ondan sonra kamuoyu ile paylaşılacağını söyledi.

(Agos, Turnusol)

 

Şam’da patlama: 31 ölü

Suriye’nin başkenti Şam’ın Mezra Mahallesi çok büyük bir patlamayla sarsıldı. Patlayıcı yerleştirilmiş bir araçla düzenlenen intihar saldırısında 31 kişinin öldüğü bildirilirken, Rusya’nın Şam Büyükelçiliği’nin de ağır hasar gördüğü belirtildi. Şam’ın Mezra’a bölgesinde bomba yüklü araçla düzenlenen intihar saldırısında 31 kişinin öldüğü bildirildi.

Suriye devlet televizyonu, Şam’ın Mezra bölgesindeki Abdullah Bin Zübeyir Okulu ile Haresta ve Duma minibüs durakları yakınında bomba yüklü aracın infilak etmesi sonucu, Şam’daki patlama bölgesinde 17 aracın içindekilerle beraber yandığını ve 40 aracın da hasar gördüğünü bildirdi.

Saldırıda iki binanın tamamen yıkıldığını belirten televizyon kanalı, patlama bölgesinde 17 aracın içindekilerle beraber yandığını ve 40 aracın da hasar gördüğünü bildirdi.

İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, patlayıcı yerleştirilen aracın, Baas Partisi’nin merkez binasına 300 metre mesafede infilak ettiğini duyurdu.

(T24)