Ana Sayfa Blog Sayfa 4197

İsrail, Filistinli tutsakları serbest bırakmaya başladı

İsrail, Filistin tarafıyla barış görüşmelerinin yeniden başlaması için üzerinde uzlaşılan anlaşma doğrultusunda ilk aşamada 26 Filistinli tutsağı serbest bıraktı.

Birçoğu 20 yıldan daha fazla süre önce saldırılar gerçekleştirmiş olan tutsaklar, beyaz minibüslerle bulundukları hapishaneden çıkartıldı.

Tutsakların yaklaşık yarısı Gazze’ye diğer yarısıysa Batı Şeridi’ne gönderildi.

Tutsaklar Ayalon hapishanesinden çıkartılırken küçük bir İsrailli protestocu grup gösteri yaptı.

Gazze ve Batı Şeria’daysa serbest bırakılan tutsakların aileleri ve arkadaşları tarafından kutlama gösterileri yapıldı.

 

 

Kayaalp’i yakacak açıklama

Gezi olayları sırasında attığı tweetler nedeniyle FILA’dan ceza alan, daha sonra 6 aylık cezası askıya alınan Rıza Kayaalp, bu mesajları kendisinin yazmadığını iddia ediyor. AA’nın geçtiği bir haber ise bu savunmayı yalanlıyor.

Milli güreşci Rıza Kayalp, Gezi Olayları sırasında Twitter üzerinden çeşitli mesajlar atmış, ancak bu mesajlar büyük tepki çekmişti. Geçtiğimiz günlerde ise Uluslararası Güreş Federasyonu’nun (FILA) Kayaalp’e 6 ay men cezası verdiği ortaya çıkmıştı. Üstelik FILA’dan sızan bilgilere göre cezanın nedeni ırkçılıktı.

Gündeme bomba gibi düşen ırkçılık cezası sonrası Güreş Federasyonu Başkanı Hamza Yerlikaya, “Burada bir hukuksuzluk var. Çocuğumuzun yaptığı bir ırkçı söylem yok. İkinci ve üçüncü şahıslar tarafından atılmış tweetler var. Tabi o da belli değil” demişti. BBC Türkçe’den Engin Esen’in haberinde de, Güreş Federasyonu kaynaklarının FILA ve gerekirse CAS sürecinde yapacakları savunmayı, mesajları Kayaalp’in atmadığı üzerine kuracakları belirtiliyordu.

Hürriyet’te yer alan habere göre; Kayaalp’in, geçtiğimiz Haziran ayında Mersin’de düzenlenen Akdeniz Oyunları’nda altın madalya kazandıktan sonra Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklama, bu savunmayı boşa düşürüyor. 22 Haziran tarihli haberde Kayaalp, kamuoyunda tartışılan mesajlarını “Yakıp yıkanlara yönelik” attığını söylüyor.

İşte Anadolu Ajansının geçtiği o satırlar;
“Öte yandan Gezi Park’ı odaklı olaylar hakkında sosyal medyadaki kişisel hesabından attığı mesajın yanlış anlaşıldığını ifade eden Rıza Kayaalp, “Bu konu hakkında çok fazla konuşmak istemiyorum, ama twitter’dan attığım o mesaj, yakıp yıkanlara karşıydı” diye konuştu.

Söylediklerinin yanlış anlaşıldığını savunan Rıza, “Ben her zaman ülkemin huzurlu olmasını istiyorum. Ülkemi de uluslararası camiada, elimden geldiğince en iyi şekilde temsil etmek için çalışıyorum. Bunu da gayet iyi yaptığımı düşünüyorum. Bizler bu ülkeyi yücelteceğiz, büyüteceğiz. Avrupa ve dünya şampiyonalarında Türk’ün gücünü göstereceğiz ve ülkemizi tanıtacağız. Ufak tefek sorunlardan dolayı ülkemizin zarar görmesini istemiyorum. Vatan sevgisi olan sporcularız. Ülkemiz için gerekirse canımızı bile vermeye hazırız” ifadelerini kullandı.”

Roma’da açılış ‘Soğuk’ filmiyle

Bu yıl üçüncüsü düzenlenen Roma Türk Film Festivali açılışı; prömiyerini 63. Berlin Film Festivali’nde yapan Uğur Yücel imzalı ‘Soğuk’ ile yapıyor. 26 – 29 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek festivalin onursal başkanlığını İtalya ’da yaşayan ve üreten yönetmen Ferzan Özpetek üstleniyor. Her sene ‘Mamma li Turchi’ (Eyvah Anneciğim Türkler Geliyor!) sloganıyla düzenlenen festival, geçen iki yılda olduğu gibi bu yıl da Türk sinemasının tüm renklerini İtalyan seyircisiyle buluşturacak.

Cannes’ın tartışmalı galibi Filmekimi’nde

Yoğun cinsellik içeren hikayesi nedeniyle tartışmalara neden olan La Vie d’Adèle (Chapitres 1&2) Filmekimi’nde gösterilecek. Abdellatif Kechiche’in yönettiği film Altın Palmiye kazanmıştı.

Sinema coşkusunu sonbaharda İstanbul ’a taşıyan Filmekimi programının ağır topları açıklanmaya başladı. Etkinliğin organizatörü İstanbul Kültür Sanat Vakfı’ndan (İKSV) yapılan açıklamaya göre, bu yıl Cannes’da Altın Palmiye kazanan Abdellatif Kechiche’in son filmi La Vie d’Adèle (Chapitres 1&2) festivalin programına dahil edildi. Cannes’da başkanlığını Steven Spielberg’in yürüttüğü Cannes Film Festivali jürisi, yönetmen Abdellatif Kechiche’le birlikte başrol oyuncuları Adele Exarchopoulos ile Lea Seydoux’yu da Altın Palmiye’ye layık görmüştü.

Cinselliğe çekincesiz yaklaşımı ve gerçekçiliğiyle sansür ve sanat tartışmalarına yol açan film, iki genç kızın yıllara yayılan birliktelikleri üzerinden yaşamı ve aşkı sorguluyor. Film, Julie Maroh’nun “Le bleu est une couleur chaude” adlı romanından sinemaya uyarlandı. Yönetmen Kechiche’in 2008’de ‘Balıklı Bulgur’, 2011’de ise ‘Siyah Venüs’ adlı filmleri İstanbul Film Festivali’nde gösterilmişti.

28 Eylül-6 Ekim tarihleri arasında 12. kez gerçekleştirilecek Filmekimi’nde 40’a yakın film izleyicilerin karşısına çıkacak.

Guardian: Putin ve Erdoğan muhalifleri hapse gönderdi

Guardian: Putin ve Erdoğan’ın muhalif kişilikleri hapse attıkları, barışçıl gösterileri ezmek için şiddete başvurdukları belirtilirken bu iki ismin ülkelerinde popüler oldukları da aktarılıyor.

Guardian’ın Avrupa editörü Lan Traynor bugünkü yazısında, Avrupa’da otokrat liderlerin yükselişte olduğunu ve bunun da Avrupa demokrasisi için bir sınav anlamına geldiğini yazdı.

Traynor, yazısını asıl olarak Macaristan Başbakanı Victor Orban’ın ülkedeki icraatları ve yönetim anlayışı üzerine kurmuş ve Macar muhaliflerin Orban yönetimiyle ilgili görüşlerine yer vermiş.

Örneğin Macar insan Hakları eylemcisi Peter Molnar, Orban’ın tüm iktidarı ellerine aldığını ve demokrasiyi zayıflattığını söylüyor.

Ancak yazıda, Orban’ın otokrat bir lider olarak yalnız olmadığı vurgulanıyor.

Doğu ve Güney Avrupa’da demokratik yöntemlerle seçilmiş güçlü, popülist liderlerin devlet iktidarını git gide daha fazla domine ettiği, muhalefeti şeytan gibi gösterdiği ve medyayı ehlileştirdiği belirtiliyor yazıda.

Traynor; Rusya’da Vladimir Putin, Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan, Romanya’da Victor Ponta, Çek Cumhuriyeti’nde Milos Zeman ve Macaristan’da Victor Orban liderliğindeki hükümetlerin bu açıdan benzer çizgide olduklarının altını çiziyor.

‘Otokraside medya susturuluyor’

Yazıda bu yönetimlerde muhaliflere yönelik tahammülsüzlük ve çoğulculuktan hoşnutsuzluk eğilimlerinin en keskin bir şekilde medyada hissedildiği belirtiliyor.

Medyayı kontrolün yönteminin ülkeden ülkeye değiştiği aktarılan yazıda bahsedilen bazı yöntemler arasında; özel medya kurumlarının ‘sadık işverenlerin’ elinde toplanması, hukuk alanının ‘kullanılması’ ve devlet medyasının homojenleştirilmesi de bulunuyor.

Yazıda görüş bildiren Bdoky adlı bir Macar muhalif, medyanın susturulduğunu, bu yapılırken insanların hapse atılıp vurulmadığını ancak işlerini kaybettiğini söylüyor.

Maroy adlı bir başka muhalifse “Sansür içselleştirildi. İnsanlar geçim kaynaklarını koruyorlar, onlardan beklenildiği gibi davranıyorlar” yorumunu yapmış.

‘Putin ve Erdoğan muhalifleri hapse gönderdi’

Yazıda Putin ve Erdoğan’ın muhalif kişilikleri hapse attıkları, barışçıl gösterileri ezmek için şiddete başvurdukları belirtilirken bu iki ismin ülkelerinde popüler oldukları da aktarılıyor.

Traynor bu ülkelerin politikalarında kendilerine ait farklılık olduğunu belirttikten sonra iktidarın tek bir liderin elinde toplanması bağlamında benzerlik olduğunu belirtiyor: “Orban, Erdoğan ve Putin, lider tarafından domine edilen politik partilerin ya da elitlerin başında bulunuyor.”

‘Hükümet karşıtı protestolar azalmıyor’

Yazıda Türkiye’yle ilgili hazırlanan bilgi kutusunda AKP yönetiminin siyasal çizgisi Ilımlı İslam olarak tanımlanmış.

Kutuda hükümet destekçilerinin Erdoğan’ın ekonomik büyümeyi düzelttiğini ve ülkeyi bölgesel bir güç haline getirdiğini söylediği belirtiliyor.

Muhaliflerinse ülkenin daha İslamcı ve otoriter haline geldiğini, yeniden geliştirme planlarının ülkenin mirasını göz ardı ettiğini söylediği aktarılıyor.

Yazıda halkınsa hükümete, başta olarak İstanbul’da olmak üzere kitlesel gösterilerle cevap verdiği ve bu gösterilerin azalmadığı belirtiliyor.

 

Gemi söküm işçileri anlattı: 3 liralık maskesi olmadığı için ölen işçiler var

‘Hiçbir işçi kendi güvenlik ekipmanlarını kendisi alır mı? Maskemi kendim aldım, eldivenimi kendim aldım. 3 liralık maskesi olmadığı için ölen işçiler var burada’

İzmir Aliağa’da “aşk gemisi” olarak da bilinen “Pasific” adlı geminin sökümü sırasında 2 işçinin yaşamını yitirmesi güvenlik tedbirlerini yeniden gündeme getirdi. İşçiler, “Her gün gelen cenaze arabalarına alıştık. 3 liralık maskesi olmadığı için ölen işçiler var burada” diyerek isyan etti.

Dünyanın dört gemi söküm tesisinden birine ev sahipliği yapan Aliağa son olarak, “Quail Cruises” adlı firmanın işlettiği “Pacific” adlı kruvaziyerdeki 11 işçinin gazdan zehirlenmesiyle gündeme gelmiş, işçilerden Doğan Balcı ve Davut Özdemir hayatını kaybetmişti.

‘Güvenlik tedbiri yoktu’

Hayatını kaybeden işçilerden Balcı’nın Bozköy’deki evi acının en yoğun yaşandığı ev. Tesislerde bakımcı olarak çalışan Balcı’nın 14 yaşındaki kızı Sevgi, babasıyla çekildikleri fotoğrafa her baktığında gözyaşlarına hâkim olamadı. Babasını geri istediğini söyleyen acılı kızı yakınları sakinleştirmeye çalıştı.

Baba Yalçın Balcı, oğlunun ölümüne sebep olan kazanın ihmaller sonucu geldiğini belirterek, “Ne olursa olsun oğluma bunu reva görenler karşılığını ödeyecek. Oğlum 1.500 lira maaşla çalışıyordu. Hukuki mücadelemizi vereceğiz” dedi.

Balcı’nın eşi Hatice Balcı ise, eşinin hayatının en güzel zamanlarında aralarından ayrıldığını ifade ederek, “Çalıştığı yerde hiçbir güvenlik tedbiri yoktu. Bunu defalarca kendisi de dile getiriyordu” diyerek eşinin 80 liralık bir gaz maskesi olmadığı için hayatını kaybettiğini söyledi.

Oğlunun bir gün öncesinde de zehirlendiğini söyleyen anne Saadet Balcı da “Hastaneye götürmeye bile gerek görmemişler. Bayram günü ocağımıza ateş düştü. Şimdi ne arayan var ne soran. Başsağlığı bile dileyen olmadı” sözleriyle anlattı acısını.

‘Haberli denetim olur mu?’

Aliağa’da bir söküm tesisini inceleyen ve işçilerle konuşan Milliyet gazetesinden Arif Balkanve Yunus Dalgıç’ın haberi şöyle:

İçine girme şansı bulduğumuz bir gemi dönüşüm tesisinde işçilerin iş güvenliğinden yoksun çalışma koşullarıyla karşılaşıyoruz. Konuşma şansı bulduğumuz işçiler kendi ekipmanlarını kendileri almak zorunda kaldıklarını söyleyerek yaptıkları işin tehlikesinin farkında olduklarını belirtiyor. Konuştuğumuz bir işçi, 24 yıldır gemi söküm tesislerinde çalıştığını belirterek, “Gözümün önünde onlarca arkadaşımın öldüğünü gördüm. Gemi sökümü çaresiz kalanların yaptığı bir iş. Her gün gelen ambulanslara cenaze araçlarına alıştık artık. İş güvenliği diyorlar. Hiçbir işçi kendi güvenlik ekipmanlarını kendisi alır mı? Maskemi kendim aldım, eldivenimi kendim aldım. 3 liralık maskesi olmadığı için ölen işçiler var burada” diyor çaresizliğini anlatırken. Şantiyede kaynak işi yapan bir diğer işçi de taşeron işçi olarak çalıştıklarını belirterek, “Normalde 2 bin lira kazanıyorum. Ancak şirket bankaya asgari ücret yatırıyor, geri kalanını da elden veriyor. Geçtiğimiz mayıs ayında geminin iç kısımlarında çalışırken gaz sıkışması sonucu yüzüm yandı. Patronumun yanına gittim. ‘Kaza raporu alma, aramızda halledelim’ dedi. İşimden olma tehlikesi var. Tehdit eder gibiydi. Kabul etmek zorunda kaldım” diye konuştu.

‘Feodal yapı hâkim’

Aliağa’da gemi söküm işçiliği işsizlerin hayata tutunabileceği belki de son çare. Tesislerde çalışan bin 500 işçinin büyük bir çoğunluğu ya işini kaybedenler ya da Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesinden daha iyi bir hayat hayaliyle buraya gelenler. Aliağa Emek ve Demokrasi Platformu temsilcisi Hasan Küçükşahin, memleketlerinden eş, dost, ahbap ilişkileriyle getirilen işçilerin işverenlerine karşı her zaman minnet duygusu güttüklerini belirterek, “Feodal ilişkilerin doğal yansıması sonucu meydana gelen kazalarda hayatını kaybedenlerin yakınları ya da uzuvlarını kaybedenler haklarını aramakta ısrarcı olmazlar. Yaşanan kazaların görmezden gelinmesine sebep olan en büyük etken budur” dedi.

‘Bir hastane bile yok’

22. dönem İzmir milletvekili ve bir dönem Aliağa Belediye Başkanlığı yapan Hakkı Ülkü, gemi söküm işçilerinin çalışma şartlarının uluslararası sözleşmelerle belirlendiğini belirterek Aliağa’nın bunların çok uzağında olduğunu söyledi. Ülkü, Ege Bölgesi’nin en büyük sanayi alanı olarak gösterilen Aliağa’da yaşanan kazalara müdahale edebilecek tam teşekküllü bir hastane bile yok. Dikkat ederseniz hayatını kaybeden birçok işçi hastaneye ulaştırılmaya çalışılırken yolda son nefesini veriyor” diye konuştu. Ülkü,  ölümlü kazalar sonrası ailelere verilen paraların işverenler üzerinde kurulabilecek hukuki yaptırımların önüne geçtiğini vurguladı.

(t24)

Türkiye-Gana maçı için sadece 150 bilet

0

Son dönemde aldığı başarısız sonuçlarla FIFA sıralamasında 58. basamağa kadar gerileyen Türkiye Milli Takımı, tribün desteğini de kaybetme tehlikesi yaşıyor. Türkiye’nin bugün Gana ile yapacağı özel maç için dün sabah itibarıyla sadece 150 biletin satıldığı bildirildi. TFF’nin ise Atatürk Olimpiyat Stadı’ndaki karşılaşmaya ayırdığı 5 bin bileti sponsorlar aracılığı ile elden çıkarmaya çalışıyor.

2014 Dünya Kupası finallerine katılma umutlarını tüketen A Milli Takım, taraftar desteğini de kaybetmek üzere. Son dönemde hazırlık maçlarında bile yüzü gülmeyen ve FIFA sıralamasında 58. sıraya kadar gerileyen milliler, bugün Gana ile oynayacağı özel karşılaşmayı büyük olasılıkla boş tribünler önünde oynayacak. Zira geçtiğimiz perşembe günü satışa çıkarılan maç biletlerinin dün sabah itibarı ile sadece 150’sinin tüketildiği bildirildi. Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynanacak olan karşılaşmaya ilginin az olduğunu gören Futbol Federasyonu yetkililerinin ise sponsorları devreye sokarak bu maç için ayrılan yaklaşık 5 bin bileti elden çıkarmaya uğraştığı ifade edildi. Ancak TFF’nin bu hamlesinin bile 76 bin kişilik kapasitesi ile Türkiye’nin en çok seyirci alan stadının boş kalmasına engel olamayacağı görüşü hakim.

Erzincan’da Alevi köyüne yapılan cami cem evine dönüştürüldü

Alevi köyüne yapılan cami, yıllarca tek başına namaz kılan imamın da gitmesiyle boş kaldı. Köylüler camiyi cemevine çevirip ilk cem törenini yaptı.

Erzincan’ın Refahiye ilçesine bağlı Kürelik köylüleri 12 Eylül’de zorla yaptırılan ve üç ay öncesine kadar imam dışında kimsenin namaz kılmadığı camide, cem töreni yaptı. Radikal gazetesinden İsmail Saymaz’ın haberine göre, en son imamın da terk ettiği camide yapılan ceme bütün köylüler katıldı.

İstanbul ’da kurulan Kürelik Köyü Derneği Başkanı Haydar Kement’in verdiği bilgiye göre, aralarında Sûnni inançtan kimse bulunmadığı halde 12 Eylül’den sonra köylerine ve köye bağlı Alacahan mezrasına iki cami yaptırıldı. Camilere atanan imamlar yıllar boyunca tek başlarına namaz kıldı. Geçen yıl camiye minare dikilmek istenince köylü imza toplayarak karşı çıktı. Köylülerin valiliğe başvurması üzerine minare yapımı durdurulurken, mezranın imamı da köyden ayrıldı. Üç ay önce de Kürelik Köyü imamının gitmesiyle cami boş kaldı.

Hz. Ali resmi ve dede postu

Bir süredir cemevi yapmayı tasarlayan vatandaşlar Hubyar Sultan Derneği Başkanı Ali Kenanoğlu ve Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan’a danıştıktan sonra, boş camiye Hazreti Ali’nin resimlerini ve bir dede postu koyarak, ibadet yerini cemevine çevirdi. İlk cem töreni de Ramazan Bayramı’nın birinci günü gerçekleştirildi. Yıllardır adım atılmayan camide izdiham yaşandı. Haydar Kement, Refahiye’nin 126 köyünden 53’ünün Alevi olduğunu, yalnızca kendi köylerine cami inşa edildiğini belirtiyor. Bu camilere imamlar dışında hiç kimsenin girmediğini ifade eden Kement, “İmam da üç ay önce gidince biz cami harap olmasın diye cemevine çevirdik. Ve ilk cemimizi bayramın birinci günü yaptık. Çok mutluyuz” diyor.

‘O da ibadet, bu da ibadet’

Ali Kenanoğlu, Tokat ve Sivas’taki Alevi köylerinin yüzde 10’una cami yaptırıldığını ve kullanılmadıklarını belirtiyor. Köylülerin arazi bulamadıkları ya da yer tahsis edilmediği için topraklarında cemevi yapamadığını kaydeden Kenanoğlu, “Biz onlara fiili durum yaratarak camileri cemevine dönüştürmelerini öneriyoruz. Zira bu camiler kapıları kilitli halde tutuluyor. ‘Devlet ne der, Diyanet ne der’ diyerek girmeye korkuyorlar. Oysa o da ibadet, bu da ibadet” diye konuşuyor.

 

Palalı rahat olsun: Yakalama kararı kaldırıldı!

Gezi Parkı eylemleri sırasında Taksim’de göstericilere palayla saldıran Sabri Çelebi hakkındaki yakalama kararının kaldırıldığı öğrenildi.

Taksim’de 1.5 ay önce düzenlenen Gezi Parkı eylemleri sırasında göstericilere palayla saldıran Sabri Çelebi için mahkemeden yeni karar çıktı.

Hürriyet gazetesinin haberine göre; Sabri Çelebi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı iddianame İstanbul 53’üncü Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderildi.

5 Ağustos’ta görülen duruşmada, Sabri Çelebi hakkındaki yakalama kararını kaldırıldığı öne sürüldü.

Avukatı Turan Öner, Sabri Çelebi’nin tehdit edildiği için dönmediğini belirterek, “Bu nedenle telefonu kapalı. Şikâyetçi olmak için delil topluyoruz” dedi.

Sabri Çelebi, Taksim’de 6 Temmuz’da düzenlenen Gezi Parkı eylemleri sırasında göstericilere palayla saldırmış, 3 kişinin yaralanmasına neden olmuştu.

Gözaltına alındıktan sonra “kaçma şüphesi yok” denilerek serbest bırakılan Çelebi, 10 Temmuz’da Fas’a gitmiş, 11 Temmuz’da savcının itirazı üzerine tutuklama kararı verilmişti.

Sabri Çelebi hakkında 27 yıla kadar hapis istemiyle dava açılmıştı.

 

 

Yüzlerce akademisyen #direntimuçin dedi

Üniversitedeki mezuniyet törenine “#diren” yazılı tişörtle çıktığı için Uludağ Üniversitesi’nin hakkında soruşturma açtığı Yrd. Doç. Timuçin Köprülü için yapılan imza kampanyası bir bildiriyle duyuruldu. Bildiri gazetelere ilan olarak da verilecek.

Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Elemanı Yrd. Doç. Dr. Timuçin Köprülü, 28 Haziran’daki mezuniyet töreninde sahneye “#diren” yazılı tişörtle çıktı.

GEZİ’YE DESTEK KONUŞMASI YAPTI SORUŞTURMA AÇILDI

Köprülü, kürsüde Gezi eylemlerine ilişkin de bir konuşma yaptı ve bunun üzerine üniversite yönetimi, hakkında soruşturma başlattı.

YÜZLERCE AKADEMİSYEN TİMUÇİN KÖPRÜLÜ’YE SAHİP ÇIKTI

Soruşturma nedeniyle akademisyenler de Köprülü’ye destek için imza kampanyası başlattı. İmza kampanyası yazılı bir bildiriyle duyuruldu.

İMZALAR TÜM MUHATAPLARA VE KAMUOYUNA İLAN EDİLECEK

Yapılan açıklamada, söz konusu bildiri metnini tüm dünyadan yazar, düşünür ve öğretim elemanı 688 kişinin imzaladığı belirtilerek, bildirinin, bugün itibariyle Cumhurbaşkanlığı’na, Başbakanlık’a, Milli Eğitim Bakanlığı ‘na, YÖK’e, Türkiye ‘deki tüm üniversite yönetimlerine, ulusal ve uluslararası basın kuruluşlarına faks ve e-posta yolu ile iletileceği, önümüzdeki günlerde de ulusal gazetelerde ilan olarak yayınlanacağı aktarıldı.

Bildiride şu ifadelere yer verildi:

“Basına ve Kamuoyuna

Yrd. Doç. Dr. Timuçin Köprülü, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin bir mezunu olduğu gibi akademik hayatına yine Ankara Hukuk’ta başlamış, doktorasını bu fakültede tamamlamış ve bilim dünyasına olduğu kadar bu fakülteye de çok değerli katkıları olmuş kıymetli bir akademisyendir.Timuçin Köprülü şu anda çalışmakta olduğu Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin mezuniyet törenine üzerinde “Diren” yazılı bir tişörtle katılmış ve şu şekilde bir konuşma yapmıştır:
‘Sayın konuklar,Ben bu öğrencilerin üç sene derslerine girdim. Ceza Genel, Ceza Özel ve Usul derslerini benden aldılar. Üzerlerinde hakkım vardır o yüzden birkaç kelime söylemek istiyorum. Merak etmeyin uzun konuşmayacağım. Yalanın hukuk, hukukun da yalan olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Son zamanlarda ‘Polisimiz destan yazdı’ deniyor. Gösterilerde insanların öldürülmesiyle, göstericilerin kör edilmesiyle, binlerce kişinin gaza boğulmasıyla, avukatların adliye salonlarında sürüklenerek dışarı çıkarılmasıyla, ÇHD’li avukatların tutuklanmasıyla destan falan yazılmaz. Asıl destanı bu çocuklar yazmıştır. Teşekkürler.’

“ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ YÖNETİMİNİ KINIYOR VE UYARIYORUZ”

Uludağ Üniversitesi yönetimi Köprülü’nün bu konuşması ve üzerinde ‘Diren’ yazan tişört giymesi dolayısıyla soruşturma açmıştır. Bu soruşturma ile Uludağ Üniversitesi yönetimi, 12 Eylül’ün bir ürünü olan, üniversite-bilim ve demokrasi karşıtı yükseköğretim mevzuatına ve kültürüne dayanarak, ifade özgürlüğüne ve akademik özgürlüğe açık bir saldırı gerçekleştirmiştir. Bu saldırının muhatabı yalnız Timuçin Köprülü değil, tüm bilim insanları, tüm akademisyenler, tüm üniversiteliler, özgür bilim ve eleştirel düşüncedir. Ayrıca bu soruşturmadan bir süre önce Yeni Akit-Habervaktim denilen provokatif yayın organı daha önce Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim elemanları hakkında yürüttüğüne benzer bir kara propagandayı Köprülü hakkında da yürütmüştür. Görülen odur ki, Yeni Akit hedef göstermiş, Uludağ Üniversitesi yönetimi de ‘gereğini’ yapmıştır.

Bizler aşağıda imzaları bulunan öğretim elemanları olarak meslektaşımız Köprülü’nün konuşmasının altına imzamızı atıyor, aynı konuşmayı sahipleniyor ve tekrar ediyoruz. Ayrıca üniversitemizde yürüttüğümüz derslerde, katıldığımız toplantılarda ve her tür akademik ve idari görevde, üzerinde ‘#Diren’, ‘#DirenİfadeÖzgürlüğü’ ‘#DirenAkademikÖzgürlük’ yazan tişört ve rozetlerimizle bulunmak da dahil olmak üzere her tür araçla bu hukuksuzluğu ve saldırıyı ifşa edeceğimizi kamuoyuna ve ilgili makamlara deklare ediyor, Uludağ Üniversitesi yönetimini kınıyor ve uyarıyoruz.

“HUKUKSUZLUKLA KARŞI KARŞIYA KALAN TÜM ÖĞRENCİLER, ÖĞRETİM ELEMANLARI VE ÜNİVERSİTE ÇALIŞANLARI İLE DAYANIŞMA İÇİNDE OLDUĞUMUZU DUYURUYORUZ”

Ayrıca Gezi Direnişi dolayısıyla başlatılan ‘cadı avı’, her türlü mobbing, baskı, sürgün, soruşturma, gözaltı, tutuklama, işkence ve hukuksuzluk karşısında yılmayacağımızı, direneceğimizi, emekten ve demokrasiden yana tavır alacağımızı kamuoyuna duyuruyoruz. Bu vesile ile demokratik üniversite, akademik özgürlük ve ‘güvenceli iş güvenceli gelecek’ mücadelesinde aldıkları sorumluluklar nedeniyle işten çıkarılan Yeditepe Üniversitesi araştırma görevlileriyle, ataması hukuka aykırı bir biçimde 6 ay süre ile uzatılan ve Eylül ayı itibariyle işsiz kalma tehdidiyle karşı karşıya bırakılan Marmara Üniversitesi Öğretim Elemanı Dr. M. Meryem Kurtulmuş ve yükseköğretim kurumlarında eleştirel ve muhalif düşünceleri, akademik çalışmaları, politik ve sendikal faaliyetleri sebebiyle baskıyla ve hukuksuzlukla karşı karşıya kalan tüm öğrenciler, öğretim elemanları ve üniversite çalışanları ile dayanışma içinde olduğumuzu duyuruyoruz.
Saygılarımızla.”