Ana Sayfa Blog Sayfa 4163

RTÜK’ten bir çizgi filme daha uyarı cezası

Daha önce The Simpsons adlı çizgi film nedeniyle yayınlandığı kanala ceza veren RTÜK bir çizgi filmi daha toplumun değer yargılarına aykırı buldu.
’The Simpsons’’ adlı filme ceza veren ve dünyada çizgi filmi cezalandıran ilk ülke olan Türkiye, ikinci kez bir çizgi filme daha ceza verdi. RTÜK, ‘’Küçük Kid’’ adlı çizgi filmi, ‘’Toplumun milli ve manevi değerlerine aykırı’’ buldu.

Gazeteport’un edindiği bilgiye göre RTÜK toplantsında İstanbul’da yayın yapan EM TV’de, 16 Temmuz günü yayınlanan ‘’ Küçük Kid’’ adlı çizgi film ele alındı. Endülüs Müslümanları ile Hristiyanların savaşının konu edildiği film için, RTÜK İzleme ve Değerlendirme Dairesince hazırlanan raporda şu görüşler savunuldu:

‘’Filmde, Müslümanların olumsuz özellikleri, Hristiyanların ise yüce vasıfları konu edilmektedir. Ruy adlı karekterin eşeğinin adı da ‘Beka’dır. Beka, Yüce Allah’ın zati sıfatlarından biri olup, varlığının sonu olmamak anlamına gelmektedir. Müslüman askerler esmer, cılız, çatık kaşlı, vahşi, barbar, korkak, gaddar, zorba, yağmacı, kaba, küstah ve yalakalık yapan karakterler olarak sunulmaktadır. Hristiyan askerler ise, cesur, insancıl, ilkeli, adaletli karakterler olarak sunulmaktadır. Müslümanların ve İslami değerlerin küçük düşürüldüğü, aşağılandığı, Hristiyanların ise yüceltildiği bu film, çocuk programı olması nedeniyle, daha sakıncalıdır’’

RTÜK üyeleri de, yasada yer alan ‘’Toplumun millî ve manevî değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırılık’’ gerekçesiyle TV EM’e ‘’Uyarı’’ cezası verdi. Aykırılığın tekrarlanması durumunda para cezası verileceği de bildirildi.

İKİNCİ CEZA

RTÜK daha önce de ‘’Simpsons’’ adlı dünyaca ünlü komedi niteliğindeki çizgi film için, ‘’İnançları aşağıladığı ve alkolizme özendirdiği’’ gerekçesiyle CNBC-E kanalına, 52 bin 951 lira para cezası vermişti. Bu kararla Türkiye, dünyada bir çizgi filme ceza veren ilk ülke olmuştu. The Simpsons (Simpsonlar) adlı çizgi film tüm dünyada 24 yıldır kesintisiz yayınlanıyor. Cezaya konu olan bölümde, Simpson ailesinin reisi Homer Simpson’ın, inançlı komşusu Flanders’i, Tanrı’nın olmadığını söyleyerek cinayet işlemeye yöneltmesi ve Noel’in alkol tüketmek için iyi bir fırsat olduğunu belirtmesi, yasaya aykırı bulunmuştu.

Altın Koza başladı

Sinema sezonunun açılış festivali olarak bilinen 20.Altın Koza Film Festivali 3 farklı sinema salonunda gösterilen yapımlar ve akşam gerçekleştirilen açılış töreni ile başladı.

215 yerli ve yabancı yapım filmin sinemaseverlerle buluşacağı Altın Koza Film festivali ilk gün izleyici tarafından büyük bir ilgi ile karşılandı. İlk gün itibariyle film seçkisi olarak “Altın Kozalılar” bölümünde yer alan ve geride bıraktığımız yıllarda Altın Koza’yı kazanmış filmler gösterildi.

“Özel Gösterimler” bölümünde yer alan geçtiğimiz yıl Geleceğin Aslanı ödülüne ve Küçük İskender ödülünü kazanan olan Küf ve İstanbul Film festivalinde çok beğenilen ve ödül kazanan Sen Aydınlatırsın Geceyi adlı yapımlar izleyici ile buluştu. Onur Ünlü’nün yönettiği Sen Aydınlatırsın Geceyi kapalı gişe oynadığı ilk festival gününde festival seyircisinin beğenisini kazanan film oldu.

Yarışma Filmleri Gösterimde

Altın Koza Festivalini 2.gününde ise Yarışma Filmleri sinemaseverlerle buluşma imkânı yakalayacak. Yarışma Filmleri arasında yer alan Reha Erdem’in yönettiği Jin adlı yapım film ekibi ile birlikte bugün gösterimi yapılacak. Gösterim sonrası ise Reha Erdem ve film ekibiyle birlikte festival izleyicilerin film hakkında sorularını yanıtlayacak.

Gala gösterimi yapılacak diğer film ise Emre Yalgın’ın ikinci uzun metraj çalışması olan Hadi Baba Gene Yap olacak..

Ayrıca Altın Koza Film Festivali 2.Gün Programında yarışma filmlerinden Eve dönüş Sarıkamış ve Cannes Film Festivalinde En İyi Kadın Ödülünü kazanmış Gloria filmi de gösterilecek.

Muhittin Kurban

17 Eylül- Dünyadan kısa kısa

0

Washington’da askeri üsse saldırı: 13 ölü

ABD donanma üssünde meydana gelen silahlı saldırıyı düzenleyenlerin biri ölü olarak ele geçirilirken, diğer iki saldırganı arama çalışmaları devam ediyor.

Yunanistan’da öğretmenler greve girerken Yunan polisi, kesintileri protesto eden okul personeline biber gazı sıktı.

Yeni kemer sıkma önlemlerini protesto eden kamu çalışanları grev dizilerinin ilk halkasını öğretmen sendikası OLME tarafından maaş kesintisi, okul bütçelerinin azaltılması ve işten çıkarmaları protesto etmek için düzenlenen grevle başladı. Atina’da İdari Reform Bakanlığı önünde protesto yapan okul güvenliğini dağıtmak için polis biber gazı kullandı.

Alabama değişim kıvılcımını yakan ırkçı saldırının 50. yıldönümü

Alabama’nın Birmingham kentinde Bir Ku Klux Klan üyesi tarafından kiliseye yerleştirilen bomba, dört küçük kızın ölümüne neden olmuş ve sivil haklar tarihinde önemi bir yer edinmişti. Geçtiğimiz hafta, sivil haklar tarihinde şehit kabul edilen dört kıza

Amerika’da ilk kez Kızılderili bir genç kız Miss America oldu.

Ve dakikalar sonra ırkçılığa maruz kaldı.

ABD içme sularında ilk kez beyin yiyen amip bulundu.

Dört yaşında bir çocuğun ölümüne yol açan amip – Naeglaria fowleri – beyin hücrelerini yok ediyor.

Colorado’daki selde yedi kişi ölürken, 1500 ev kullanılamaz hale geldi.

Rocky dağlarının doğu etekleri boyunca bir hafta süren nadir görülen şiddetli yağmur sonrası, yedi kişinin hayatını kaybettiği doğrulanırken yağışın vurduğu bölgelerde kurtarma çalışmaları devam ediyor.1200 kişin de kayıp olduğı bildiriliyor.

Suriye’de sağlık sistemi çökmek üzere.

Aralarında Nobel Ödülü sahiplerinin de bulunduğu 50 doktorun yaptığı açıklamaya göre, doktorların görevlerini bırakmak zorunda kalması sağlık sistemini durma noktasına getirdi. İhlal Belgeleme Merkezi’ne göre şu an 469 sağlık çalışanı hapiste. Dış İlişkiler Konseyi’ne göre, yaklaşık 15,000 doktor ülkeyi terketti. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, Suriye’deki hastanelerin %36’sı kullanılamaz haldeyken, % 20’si ağır hasarlı.

Küçük hayvanlar dünyayı ağır çekimde görüyor.

Yapılan yeni bir araştırmaya göre, küçük hayvanlar zamanı ağır çekimde algılıyor. Bir saniye içinde sinek ya da küçük kuşların fil gibi büyük bir hayvandan daha çok bilgi kaydedebilmeleri avcılardan kaçmalarını sağlıyor.

Rusya’da felsefe

Rusya’nın Rostov kentinde ünlü Alman filozof Kant’ın felsefesi üzerine başlayan bir tartışma beklenmedik şekilde büyüdü.
Rus polisinin verdiği bilgilere göre alışveriş yapan iki müşteri Kaliningrad doğumlu filozofun felsefesini tartışmaya başladı. Tartışma kızışınca taraflardan biri önce diğer müşterinin yüzüne yumruk attı, ardından da havalı tabancayla ateş ederek yaraladı. Failin kasten yaralama suçundan 15 yıl hapis cezası istemiyle yargılanması bekleniyor.


Türkiye’den kısa kısa – 17 Eylül 2013

Hrant Dink davası bugün adalet umuduyla tekrar başlıyor

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni HrantDink’in öldürülmesiyle ilgili dava Yargıtay’ın karar bozmasıyla bugün sabah 10.00’da Çağlayan Adliyesi’nde dava tekrar görülmeye başlanacak.

Emniyet Türk Tabipler Birliği’ne gözünü kaybedenleri sordu

Emniyet Genel Müdürlüğü TTB’ye yazdığı yazıda Gezi eylemlerinde gözünü kaybeden üç kişi belirlendiğini, TTB’nin yayınladığı 12 kişi gözünü kaybettiği yer alan rapora atfen diğer dokuz kişinin kimlik bilgilerini istedi. TTB ise yaptığı açıklamada 12 değil 11 kişinin yaralandığını, Emniyet’in yapacağı kısa bir araştırmayla isimlere ulaşabileceğini, bugüne kadar öğrenmemelerinin nedeninin de aylarca sorumluların bulunup yargılanmasına yönelik araştırmama içinde olmamalarını söyledi.

İşsizlik oranı 0.8 puan artarak 4 milyon 591 bin kişiye ulaştı

TÜİK verilerine göre işsizlik oranı bir önceki aya göre 0.8 puan artarak yüzde 8.8 oldu. 15-24 yaş arasında gençlerin işsizlik oranı ise 1.4 puan artarak yüzde 17.1’e çıktı.

Sezon bitişiyle kıyılarda yıkım

Başbakan’ın tatili esnasında yaptığı denetimle gündeme gelen sahillerdeki kaçak yapıların yıkımı turizm bölgelerindeki inşaat yasağı biter bitmez başlıyor. Kaçak tesislerin boşaltılması için tesislere yazı gönderildi. Bu ayın sonu itibariyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı başta Çeşme, Antalya gibi turistik beldeler olmak üzere Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz sahillerinde yıkıma başlayacak.

Suriye helikopteri düşürüldü

Türkiye sınır ihlali gerekçesiyle Suriye helikopterini düşürdü. Paraşütle atlayan helikopter pilotlarının muhaliflerin elinde olduğu bildirildi.Türkiye nin
Suriye helikopterinin düşürülmesi AKP hükumetinin savaş yanlısı tutumunu sürdürmekte olduğu gerekçesiyle kamuoyunda tedirginlik yarattı.

Yeşil Gazete

Müsamerede Dink ailesi yok

Dink ailesi, Çağlayan’da bugün yeniden görülmeye başlanacak olan cinayet davasının duruşmalarına katılmayacağını açıkladı. “Yalanın su gibi içildiği, zorbalığın ekmek gibi yendiği; yaşam hakkı, insan hakkı, doğruluk, dürüstlük, hak ve hukukun ayaklar altına alındığı” ifadelerine yer verilen açıklama şöyle:

Dink ailesi olarak, bundan böyle, bizlerle alay eden devlet mekanizmalarının oyununa alet olmayacak ve cinayet davasının yeniden görülmeye başlanan duruşmalarına katılmayacağız. Daha fazla kirlenmemek adına, yalanın su gibi içildiği, zorbalığın ekmek gibi yendiği; yaşam hakkı, insan hakkı, doğruluk, dürüstlük, hak ve hukukun ayaklar altına alındığı o duruşma salonlarına, artık girmeyeceğiz.

19 Ocak 2007’de Hrant Dink’in katledildiği günden bu yana Türkiye’de sistem, yargısıyla, kolluğuyla, asker ve sivil bürokrasisiyle, siyasi kurumlarıyla, bizimle adeta alay etti. Adına devlet denen suç ittifakı, adaleti arar görünürken, gün gün, celse celse, cinayeti yeniden ve yeniden işledi. Bu ittifak, cinayeti planlayan ve sonra da üzerini örten suç örgütünün ta kendisidir.

Cinayetten sonra savcılığa verdiğimiz ilk dilekçede, bugün Ergenekon üyesi olarak mahkûm edilen pek çok kişinin adını verip soruşturulmalarını istedik. Hiçbiri soruşturulmadı. Bu davanın hiçbir aşamasında etkili bir soruşturma yürütülmedi. Devletin tüm kurumlarının dahil olduğu bir cinayette kim hangi soruşturmayı etkili yürütebilirdi ki?

Şimdiye kadar defalarca mahkemelere girdik çıktık. Üzerimize gülündü, hakaret edildi, “Ya sev ya terk et” denildi. Ama en büyük alayı mahkeme, “Cinayette örgüt yoktur” diyerek etti. Son olarak Yargıtay’ın yerel mahkemenin kararını bozan hükmü, sinsice hazırlanmış yeni bir oyunla, var olduğunu tespit ettiği örgütü birkaç milliyetçi gençle sınırlayarak bizlerle bir kez daha alay etti. Yetmezmiş gibi, Yargıtay’ın bu kararı sanki olumlu bir adımmış gibi yansıtılarak kamuoyu bir kez daha yanıltıldı. Bu Yargıtay, Hrant Dink’i sağlığında, türlü hukuksuzluklarla Türklüğe hakaretten mahkum eden Yargıtay’ın ta kendisiydi.

Bu davada, devletin cinayet mekanizmalarının ve suç ittifakının ortaya çıkarılması konusunda gereken tek şey siyasi iradeydi. Siyasi iktidar, kamuoyu önündeki türlü sözlerine ve vaatlerine karşın, bu iradeyi göstermekten ısrarla kaçındı. İrade göstermek bir yana, cinayette rol alan veya katilleri yücelten devlet görevlilerini terfi ettirdi, emniyet müdürü, müsteşar, vali, ombudsman olarak atadı; bazılarını da kendi bünyesine katarak, milletvekili, bakan yaptı.

Muhalefet partileri ise, kah 301. maddeye ilişkin tutumlarıyla, kah ülkedeki milliyetçi-ulusalcı dalgalanmaları körüklemeleriyle, kâh tetikçileri yetiştirdikleri ocaklarıyla, zaten cinayet ikliminin baş aktörleriydi.

İktidar, kendi döneminde işlenen bu cinayeti “namus” meselesi haline getirmek yerine koz olarak kullanmayı, silah sadece kendilerine doğrultulunca suçluları yargılamayı, Cumhuriyet tarihi boyunca yüksek sesle insan hakları mücadelesi vermiş tek Ermeni’nin öldürülmesini yok sayıp “Bizim zamanımızda faili meçhul cinayet olmamıştır” diye böbürlenmeyi seçti. Cinayetin hemen ardından “Bu kurşun Türkiye’ye sıkılmıştır!” demek, ama sonra bu icraatı göstermek, onursuzluktur. Doğrudur! Bu cinayet faili meçhul değildir: Fail, muhalefeti ve iktidarı, askeri, polisi, istihbaratı ve yargısıyla, devlettir.

Biz artık bu müsamerede yokuz. “Bu mahkemenin kararı şundan iyiymiş”lerden, “bu savcı şunda daha doğru demiş”lerden, “bu yapmak istiyormuş da yapamıyormuş”lardan, “şu yapabilirmiş de yapmıyormuş”lardan, “şu aslında iyiymiş de çevresi kötüymüş”lerden sıkıldık.

Ne bekliyorduk ki. Bir tek bizim mi başımıza gelmişti? Daha önce ne olmuştu ki şimdi ne olacaktı. Ama olsundu. Belki bu kez farklı olurdu. Belki önceki davalara, belki sonraki cinayetlere de bir faydası olurdu. Bir de biz deneyelim dedik. Denedik, olmadı. Acıda akraba olduklarımızın yanındaki yerimizi çoktan aldık. Türklüğe hakarete girmesin diye Türk adaleti demekten özenle kaçındığımız bu şey, adı her neyse, biz artık yokuz. Önünde ya da arkasında devlet olan herhangi bir şeyden, bir beklentimiz yok.

Hrant Dink, en yüksek yargı makamı olarak halkların vicdanını görürdü. Bütün bu yaşananlar içinde bizlere gelecek adına hâlâ umut veren tek şey, halkın çok geniş bir kesiminin bu cinayeti vicdanlarında mahkûm etmesi; ona yüreklerinde yer açması oldu.

Bu dava sadece ailemizin değil, Türkiye’de demokrasiye inanan, ayrımcılığı ortadan kaldırmak isteyen, devletin şeffaflaşmasını arzu eden, yüzleşmeden ve barıştan yana herkesin davasıdır. İşte bu insanlar adına avukatlarımız davayı şeklen takip etmeyi, sahipsiz bırakmamayı sürdürecekler.

Bizler olduğumuz ve olmamız gereken yerde olacağız. Öyle ya da böyle, devlet eliyle, sopasıyla, copuyla, bombasıyla öldürülenlerin yakınlarının yanında. Daha iyisinin değil, iyinin kavgasında. Salonlarda değil, sokaklarda, caddelerde, meydanlarda… İnsanına, vicdanına inandığımız bu toplumun içinde, onlarla birlikte, bu vicdanı temsil eden gerçek adaletin tecellisi için mücadeleden vazgeçmeyeceğiz.

 

Yeşil Gazete

Denizli’de sessiz protesto

Denizli’deYeşiller ve Sol Gelecek Partisi mensubu 20 kişi şiddete karşı sessiz eylem yaptı.

Delikliçınar Meydanı’nda toplanan grup, ellerindeki “Beni de vur” yazılı dövizlerle polis şiddetini ve özgürlüklerin kısıtlanmasını protesto etti.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Denizli Eş Sözcüleri Lerzan Süzük ve Şenol Akyol, yaptıkları basın açıklamasında toplumdaki şiddet sarmalının durdurulmasını istedi.  Polisin yoğun güvenlik önlemi aldığı meydanda toplanan grup olaysız şekilde eylemine son verdi.

Yeşiller ve Sol Gelecek partisinin basın açıklaması şöyle:

 

Gezi olayları sürecinden itibaren devletin vatandaşlarına karşı,pervasız bir şekilde saldırması kabul edilemez.Hiç bir demokratik toplumda kullanılamayacak oranda şiddet; son aylarda ülkemizin ritüeli haline gelmiştir.Kendi vatandaşlarının yaşam hakkını hiçe sayan devlet yetkilileri başka ülkelerdeki acılara göz yaşı dökmekte kendi sorumlulukları ile öldürülen gençlerimize insan muamelesi bile yapmamaktadır.Demokrasiyi sadece sandığa gitmek olarak görmekte onun dışındaki bütün hak arama eylemini terör eylemi olarak nitelemektedir.
Gösteri hakkı, hakkın kullandırılması, devletin ve kamu görevlilerin sorumluluğu, dahası DEMOKRASİ meselesi.

Egemen Bağış ‘ın Gezi Sürecinde ölen yurttaşları için kullandığı “devede kulak” nitelemesi, halen ölümlerin ve yaralanmaların devam etmesi, “toplantı ve gösteri hakkı”nın küçümsenmesinden kaynaklanıyor.

Son olaylar, Tuzluçayır’da olmayan “izinsiz gösteri” kavramına sığınan Polisin 25 metreden attığı gaz fişeğiyle Abidin Cevher’in gözünden yaralanması, Kadıköy’de Serdal Kadak’ın ölümü, Serdal Kadak’ın ölümüne ortama atılan gazın neden olduğu yolunda ciddi iddialar var.

Önce şunu belirtmekte yarar var, Gösteri Hakkı izne tabi değildir. Yasada yazan bildirim de; bu hakkın kullanılabilmesi için devletin pozitif yükümlüğünü yerine getirmesi içindir.

Anayasa, Anayasanın 90.maddesi gereğince öncelikle uygulanması gereken Türkiye’nin taraf olduğu insan hakları sözleşmeleri gereğince, bildirim yapılmamış olması, gösterinin yasadışı olduğunu göstermez.

Bildirim yapılsın ya da yapılmasın, polisin görevi şiddetsiz, silahsız gösteriyi engellemek değil, gösteriyi kolaylaştırmaktır.

Toplantı ve gösteri hakkı ifade özgürlüğünün doğal sonucu ve gereğidir.Toplantı ve gösteri hakkını izne bağlayan bir rejimin demokrasiyle alakası yoktur.

Toplantı ve gösteri sırasında meydana gelen yaralanmalar ve ölümlerden fail belli olmasa da devletin”hizmet kusuru”ndan sorumluluğu vardır.

Hizmet kusurundan dolayı devlet mağdurların ve ölenlerin yakınlarının hem cismani hem de manevi zararlarını karşılamak, aynı zamanda sorumlu kamu görevlilerini cezalandırmak zorundadır. Devletin ödediği tazminatların, ilgili kamu görevlilerine rücu edilmesi gerekir.
Gaz kapsüllerden ve gazdan meydana gelen yaralanma ve ölümlerden, gaz atan da, ona talimat veren de, göz yuman da sorumludur.Bu sorumluluk hem cezai hem de tazminat sorumluluğudur.
Yani olay Egemen Bağış’ın dediği “devede kulak” kadar basit değil.
İktidarı bir an önce şiddetten vazgeçmeye ve toplumu normalleştirmeye yönelik adımlar atmaya çağırıyoruz.
Bu şiddet artık dursun. Durması için kaç kişinin daha ölmesi,kaç kişinin daha yaralanması gerekiyor.
YEŞİLLER VE SOL GELECEK PARTİSİ
DENİZLİ EŞ SÖZCÜLERİ
LERZAN SÜZÜK-ŞENOL AKYOL

 

Yeşil Gazete

Üsküp’ün Gezi’sinde gözaltılar sürüyor

Makedonya’da parkta kesilmek istenen ağaçlar için başlayan protestolar sürüyor.

Başkent Üsküp’ün Bristol parkında Üsküp 2014 adlı kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde bina yapımı amacıyla ağaçların kesilmesini engellemek için 11-12 Eylül’de yapılan gösterilerde 11 kişi gözaltına alındı. Makedonya’nın Gezi’si olarak nitelenen eylemler bir ayı geçmiş durumda.

Gece yarısı operasyonuyla polis göstericileri çevirip ve 11 kişiyi gözaltına alırken ana akım medyanın suskunluğu ve olayları görmezden gelişi büyük tepki çekiyor. Olaylar sırasında bağımsız medya gruplarının ve yurttaşların video çekimlerinin engellendiği bildiriliyor.

Üsküplü blogçu Tamara Atanasoska uluslararası camiaya çağrıda bulunarak destek istedi. Olayları Gezi protestolarına benzeten Atanososka hala eski rejimin mentalitesinden kurtulamayan yöneticilerin tüm sivil inisiyatifleri yok ettiğini öne sürüyor.

Bütün baskı ve engellemelere rağmen Üsküp Bristol Park’ta ağaçları korumak için eylemler sürüyor ve her geçen gün eylemcilere destek artıyor.

Yeşil Gazete Haber Merkezi

Bristol parkındaki ağaçtaki yazı: önce ağaçlar, sonra başlar / foto:Kaleš Anga

Aslı Erdoğan’a Norveç’ten”Özgürlük” ödülü

Fotoğraf:Uğur Bektaş

Norveç’in Frederikstad şehrinde gerçekleşen ve 5 Eylül’de sona eren 3. “Ord i Grenseland” (Sınırda Kelimeler) Edebiyat Festivali’nde İsveçli ve Norveçli yazar, yayıncı ve akademisyenlerden oluşan ve PEN Genel Sekreterinin de katıldığı jüri, ilki bu yıl verilen “Özgürlük Ödülünü Aslı Erdoğan’a verdi.

Norveçli kadınların seçme ve seçilme hakkını elde edişinin 100. Yılı adına konan bu ödülün, yapıtları ve görüşleri yüzünden baskılara maruz kalan, kadın olmanın dışlanmışlığını yaşayan bir yazara ya da şaire verilmesi kararlaştırılmış. Sınırda Kelimeler Ödülü romanlarının yanı sıra, köşe yazılarındaki politik duruşu ve ahlaki adanmışlığı nedeniyle Aslı Erdoğan’ın oldu.

Aynı kategoride Aslı Erdoğan ile birlikte Mısırlı feminist yazar Nawal El Saadawi ve Hırvatistanlı Slavenka Drakulic de ödüle adaydı.

Ödül Jürisinin gerekçesinde “Şiirsel olduğu kadar büyülü diliyle de, Aslı Erdoğan romanlarında, denemelerinde ve köşe yazılarında, şiddet dolu, tehditkâr bir dünyada, ezici, yok sayıcı bir sistemde kadın olma deneyimini yakalayabilmiş ve ustalıkla aktarabilmiştir. Nefret, dışlanma, sürgün gibi ödediği ağır bedellere rağmen ahlaki adanmışlığını yıllar boyu sürdürebilmiştir” deniliyor.

Özgür Gündem gazetesinde de yazan ve daha önce Kırmızı Pelerinli Kent ve Mucizevi Mandarin ile İsveç ve Norveç’te adını duyuran Aslı Erdoğan’ın Taş Bina isimli kitabı bu yıl her iki dilde yayınlandı ve büyük başarı kazandı.

Festivalde bir konuşma yapan Aslı Erdoğan ödülünü sokaklarda savaşan bütün kadınlara adadı.

Yeşil Gazete

 

Bizim Martin Luther King’imiz – Taner Akçam

Martin Luther King, Amerikan vatandaşlık hakları mücadelesinin efsanevi lideridir.

4 Nisan 1968’de öldürüldü; 15 Ocak doğumludur. 1990’dan beri, Amerika’da her ocak ayının üçüncü pazartesi Martin Luther King Günü olarak kutlanır. Irkçılığa, ayırımcılığa karşı, eşitlik ve vatandaşlık haklarının öneminin altı çizilir. Asırlardır zencilere karşı uygulanan ırkçı ve ayırımcı politikaların sonunu, Amerikan ulusunun birliği ve beraberliğini sembolize eden bir gündür.

Hrant Dink bizim Martin Luther King’imizdir. 15 Eylül doğumludur. Bizde de eylülün iki veya üçüncü pazartesisi Hrant Dink Günü olarak anılmalıdır; ayrımcılığa, nefret söylemine karşı, vatandaşlık hakları temelinde ulusal birlik ve beraberlik günü olarak… Okullar o gün açılmalı ve eğitimin ilk günü bu konuda yapılacak etkinliklere ayrılmalıdır.

Çok ütopik bir şey değil önerdiğim.

Otoriter bir rejimden daha demokratik bir topluma geçmenin sancılarını yaşıyoruz. Onlarca yıldır süren Kürt-Türk savaşının sonuna geliyoruz. Geçmişte Türkiye’yi birarada tutan semboller sadece bir kesimin sembolü idi. Şimdi küllerinden çok ağır ve sancılı doğmakta olan yeni Türkiye’nin sembolleri yok. Tekrarlandığında insanları durduracak, düşünmeye sevk edecek; öteki ile birleştiği noktaları hatırlatacak bir değeri yok. Hrant bu yeni ulusun birliğinin sembolüdür; vatandaşlık ekseninde tanımlanmakta olan yeni ulusumuzun çimentosudur.

Niçin mi?

Şöyle bir arkanıza yaslanın ve düşünün.

Bu topraklarda bu devlet, “ben devletim istediğimi öldürürüm” diyerek çok insanın canına kıydı. Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy sadece yazarken aklıma ilk gelenler. Binlerce faili meçhulü saymıyorum bile. Sadece cinayet değildi sorun; asıl ölüm sonra geldi; belki cinayet sonrası birkaç yıl, birkaç anma toplantısı ama sonra unuttuk bu isimleri. Ölüm yıldönümlerini sadece yakınları hatırlıyor artık.

Ama Hrant’ı daha unutturamadılar. Ölümünden sonra, her cenaze törenine bir öncekinden daha çok insan katıldı; her mahkemeye bir öncekinden daha çok insan sahip çıktı! Bu Cumhuriyet tarihinde bir ilk.

Dönün arkanıza bakın? Bir Ermeni’nin ölümü sonrası yaşananlar daha önce yaşanmamıştı bu topraklarda.

Nedir buradaki sır, buradaki tılsım, hiç düşündünüz mü?

Bu kadar bölünmüş, birbirinden nefret eden ve boğmak için fırsat kollayanlar bile onun adını duyunca susmuyorlar mı? Onda, birbirine siyasi olarak en uzak insanları bile birleştiren bir şeyler yok mu?

Peki, nedir bu?

Altı çatlak ayakkabı mı; gazeteci olması mı? Pek değil galiba.

Onun adı yüreğimizin derinlerinde bir yerleri sızlatıyor değil mi?

Sanki onun öldürülmesi, insanlığımızın dibe vurduğu yer.

Cumhuriyet tarihinin en organize cinayeti; katılmayan devlet kurumu kalmamış.

Bir tarafta, sadece Ermeni olduğunu ve de bu toprakların çocuğu olduğunu söylemenin dışında bir şey yapmayan Hrant; öbür tarafta, gizli servisi, genelkurmayı, emniyet teşkilatı ile bir devlet… Aradaki uçurumun korkunçluğunun farkında mısınız? Toplum ile devlet arasındaki makasın bu kadar açıldığı bir başka durum zor bulunur.

Onun peşinden ayaklarımızı sürüyen bu korkunç uçurumun verdiği acı, bir vicdan muhasebesi mi? “İnsafsızlığın bu kadarı da olmaz” demek ve onu yalnız bıraktığımız için özür dilemek mi?

Bu topraklarda Türklük, biraz Ermeniliğini imhasıdır. Bizim varlığımız, onların yokluğu ile oldu. Ve sanki Hrant kendi yokluğu ile bizi yeniden varlık hâline sokuyor. Yokluğunda kendimizi yeniden tanımlıyoruz. Yokluğunda birleşiyoruz.

Katıksız cinayeti temsil eden bir devlete karşı, insanlığını keşfeden toplumu temsil ediyor Hrant.

Bu nedenle Hrant yeni Türkiye’nin çimentosudur, sembolüdür, diyorum.

Gerçek katillerinin bile bizden saklandığı bir yerde, bu söylediklerim çok hayalci gelebilir. Bir yıl 365 gündür. 364 günü sizin olsun. Bir gününü Hrant’a verin.

 

Taner Akçam – Taraf

Hrant’ın davası Gezi’nin de davasıdır – Mert Arslanalp

“Kendimi azınlık olarak hissediyorum” Gezi’ye katılanlarla yaptığım görüşmelerde ve dost sohbetlerinde en sık duyduğum sözlerden biri.

Söz konusu olan sadece sayıca az olma durumu değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi boyunca makbul bulduğu kimlik, fikir ve davranış kalıplarının dışında kalan tüm kesimlere reva gördüğü muamelelerle karşılaşmak. Yani, yok sayılmak, aşağı görülmek, dışlanmak, hak ve hukukunun çiğnendiğini tecrübe etmek, varoluşunun tehlikede olduğunu hissetmek. Gezi’yi besleyen hissiyatların ve tecrübelerin belki de en önemlilerinden biri buydu. Bu durumların tam zıttının yaşandığı karşılaşmaları tecrübe etmek ise onu bu kadar coşkulu ve deyim yerindeyse mucizevi kıldı. İşgalin sona ermesiyle birlikte devam eden sokak direnişleri ve park forumları, bu mağduriyet biçimleri ve bunlara direniş sırasında yeni eklenenleri karşısında elimizi kolumuzun bağlı kalmayacağımızın ifadesi; hak ve adalet arayışının devam edeceğinin ilanı.

Bu arayışın mecraları sadece polise sokaklarda direnme anları değil. Halihazırdaki hak ve adalet mücadelelerine destek vermek, onları büyütmek de bir o kadar önemli birer mecra.

Hrant Dink davası bunlardan bir tanesi. Ermeni kimliğiyle devletin hegemonik anlatılarını kırdığı için katledilen bir vatandaş. Yok sayılmaya, dışlanmaya, toplumsal hafızanın iğdiş edilmesine, halkların birbirine düşman edilmesine karşı çıktığı için örgütlü bir tezgahın kurbanı olmuş bir aydın.

Cenazesi bir bakıma Gezi günlerini müjdeleyen bir toplumsal dayanışma anı, ırkçılığa ayrımcılığa karşı isyandı. Beş yıl süren dava süreci ve sonucunda çıkan karar ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi vatandaşını düşman gören anlayışının devam edeceğinin, bir katliamın devlet içindeki sorumlularının ne pahasına olursa olsun korunacağının ilanıydı. Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler’in İçişleri Bakanlığı’na kadar yükselip, tecrübe ettiğimiz polis şiddetinin baş sorumlularından olması kim bilir hangi pazarlıkların sonucuydu.

Bugün, Ali İsmail Korkmaz’ın, Ethem Sarısülük’ün ve pek muhtemelen Ahmet Atakan’ın dava süreçlerinde yaşananlar ve yaşanacakların hepsini Dink davasında tecrübe ettik. Dink’in cenazesi Gezi’nin öncüsüyse, dava süreci de bugün isyan halinde izlediğimiz hukuk skandallarının, devletten gelen ibretlik açıklamaların habercisiydi.

Eğer Türkiye tarihi gerçekten Gezi’den öncesi ve sonrası diye ayrılıyorsa, bu ayrımın gerçekliği, sürmekte olan hak ve adalet mücadelelerine katılım düzeyiyle sınanacak.

Yargıtay’ın mahkeme kararını bozması sonucu Salı günü tekrardan başlayacak olan Hrant Dink davası artık Gezi’nin de davasıdır. Bu davaya destek olmak için 17 Eylül Salı günü saat 10’da Çağlayan Adalet Sarayı’nın önüne.

Mert Arslanalp  (Northwestern Üniversitesi, Siyaset Bilimi Doktora Öğrencisi ) – Bianet