Van depreminden bu yana dört konteyner kentten biri olan Anadolu isimli sığınma alanında yaşayan 110 aile zor koşullarda yaşam mücadelesi veriyor. Konteyner kenti önce sosyal eklentilerinden mahrum bırakan Valilik en son olarak da kentin elektiriklerini kesmiş.
Rusya’dan Greenpeace gemisine silahlı baskın: Aktivist Gizem Akhan da gözaltında
Rusya’da Sahil Güvenlik, Kuzey Buz Denizi’nde Greenpeace’in Arctic Sunrise gemisine baskın yaparak aralarında Türkiye’den Greenpeace gönüllüsü Gizem Akhan’ın da bulunduğu 25 aktivisti gözaltına aldı.

Greenpeace, Gazprom’un Kuzey Buz Denizi’ndeki petrol aramalarını barışçı bir biçimde protesto etmek için Arctic Sunrise gemisiyle Kuzey Buz Denizi’ndeydi.
Sahil Güvenlik birlikleri gemiye çıktığı sırada Arctic Sunrise‘ın, uluslararası sularda olduğu ve Gazprom’un Prirazlomnaya platformunun 3 deniz mili açıklarında seyrettiği bildiriliyor.
Alınan koordinatlar, geminin Rusya’nın ayrıcalıklı ekonomik bölgesinde olduğunu doğruluyor. Greenpeace Akdeniz yaptığı açıklamada bu koordinatlarda sahil güvenliğin Greenpeace’in gemisine çıkmasının yasal olmadığını belirtiyor.
Üzerlerine silah doğrultuldu
Greenpeace’den yapılan açıklamaya göre olay şöyle gelişti: Helikopter ve halatlar kullanarak gemiye ulaşan silahlı güvenlik, barışçıl eylemcileri geminin helikopter pistinde topladı. Radyo odasında kilitli kalan eylemciler ise, eylemcilerin üzerine silah doğrultulduğunu gördüklerini bildirdi.
Rusya Sahil Güvenliği bu hafta başında Gazprom’un petrol platformuna tırmanın iki eylemciyi göz altına almıştı.
Greenpeace Uluslararası Genel Direktörü Kumi Naidoo, “Barışçıl bir protesto gerçekleştiren gemimize yapılan bu yasa dışı müdahale Rus Hükümeti’nin Kuzey Buz Denizi’nde tehlikeli petrol aramalarına devam etmek için ne kadar ileri gidebileceğinin bir göstergesi. Başkan Putin’den sahil güvenliği durdurmasını talep ediyoruz. Greenpeace barışçıl bir organizasyon. Burada güzenliği tehdit ettiğimizi söylüyorlar. Oysa Rus Sahil güvenliği gemimize silahlarla çıkarak eylemcilerimizin üzerine silah doğrulttu, 11 uyarı atışı yaptı. Gerçekte güvenliği kimin tehdit ettiği ortada” dedi.
Amaç ekosistemi korumak
Greenpeace, Kuzey Buz Denizi’nde petrol aramanın tüm ekosistem için büyük bir risk olduğunu ve bu faaliyetlerin büyük bir felaket ortaya çıkmadan durdurulması gerektiğini bildiriyor. Greenpeace’in Kuzey Kutbu’nu korumayı hedefleyen kampanyasına bugüne dek 4 milyon kişi imzalarıyla destek verdi.
Gözaltına alınan aktivistlerin serbest bırakılması için şu adreste bir imza kampanyası başlatıldı.
Kuzey Kutbu’nu koruma kampanyasının web sitesi
(Yeşil Gazete)
Mesele Ermenistan değil, sen hala anlamadın mı?- Hektor Vartanyan
Hrant Dink’in katlinin üstünden geçen yedi yılın ardından, doğum gününden iki gün sonra yeniden bir yargılama “maskaralığıyla” karşı karşıya kaldık. Dink ailesi artık duruşmalara katılmayacaklarını Gülten Kaya’nın okuduğu o çarpıcı metinle duyurdular. Söz konusu metnin ardından bu husus üstüne edilecek fazla söz kalmadığına inanıyorum. “Hakaret olmasın diye Türk adaleti demeye çekindiğimiz, bu şey, adı her neyse, biz artık yokuz” Böyle isabetli bir tespiti ve tükenmişliği içeren bir cümlenin ardından ne denebilir ki, insan bu çaresizliğin üstüne nasıl konuşabilir?
Dünün Radikal’inde Cengiz Çandar da Dink ailesinin açıklamasını eksende tutarak bir yazı kaleme aldı. Yazıda Hrant’ın katlinin ardından aile evine taziyeye giden Başbakanın acılı aileyle yaşadığı tartışmaya da değindi Çandar. Acılı aile Erdoğan’a sitemkâr ve hesap sorarcasına davranınca; Erdoğan da aileye karşı Ermenistan’ın Türkiye’nin girişimlerine karşı takındığı olumsuz tavrın eleştirisiyle cevap verir. Olay aşağı yukarı bu şekilde gelişmiştir, ya da biz bu kadarına hasıl olabilmekteyiz.
Bu yazının kaleme alınmasının temel nedeni ise ülkemizde sıradan vatandaşımızdan Başbakana kadar sirayet etmiş bir mantıksızlığı ifşa etmektir. Aklımın almadığı bazı hususları birkaç soruyla önünüze dökmek isterim:
1) Dink ailesi Ermenistan’ın resmi temsilcileri midir?
2) Dink ailesi Ermenistan vatandaşı mıdır?
3) Kendi vatandaşını başka bir devleti göstererek eleştirmek hangi diplomasi geleneğine denk düşmektedir.
4) Hrant Dink Ermenistan’da mı öldürülmüştür?
5) Bir cenaze evinde acılı insanları üçüncü bir devlet üzerinden mantıksızca paylama girişimi hangi Anadolu örf ve adetinden kaynaklanmaktadır?
Tayyib Erdoğan’ın taziye evindeki davranışı uygunsuz olmakla kalmıyor, toplumun neredeyse tamamında hakim olan bir yanlışı da ifşa ediyor. “O zaman Ermenistan’a git.” Lafını çok sık duyarız biz Ermeniler. Ne zaman Türkiye’de içinde yaşadığımız koşullardan, maruz kaldığımız baskıdan şikayetçi olacak olsak hemen süper zekanın biri çıkar ve “O zaman Ermenistan’a git” vecizesini patlatıverir. Bir insanın böyle bir söylemde bulunması milliyetçilikle örülmüş kısır bir fikir iklimine sahip olmasındandır. Milliyetçi ve ulusalcı çevrelere göre Almanlar Almanya‘da, Türkler Türkiye’de, Ermeniler de Ermenistan’da yaşar. Aksini kafaları pek almaz. Tabii olarak milliyetçiliğin olmazsa olmazı olan cehalet de bu sava eklendiğinde makul bir tez gibi görünüyor.
Ermenilere dair en ufak bilgi birikiminin olmayışı, nefret etmenin tanımaktan daha zahmetsiz oluşu toplumu bu yanlış tutuma sevk etmektedir. Tarihi olarak kısaca değinmek gerekirse; Ermeni Arşakuni Hanedanı zayıfladıktan sonra Ermenistan (Hayasdan) M. S 387 yılında Roma İmparatorluğu ve Pers Krallığı arasında paylaşılır. Perslerin payına düşen kabaca bugün ki Ermenistan topraklarıdır, Roma ise Batı Ermenistan’ı yani Anadolu’daki Ermeni Platosu’nu alır. M. S 387 yılından beri Ermeniler Doğu Ermenileri ve Batı Ermenileri olmak üzere iki millete ayrılır ve 1915’e kadar bu şekilde gelinir. 1915’te ise Batı Ermenileri kısmen yok edilir. Soykırımdan kaçanlar Ermenistan, ABD, Fransa, Lübnan gibi ülkelere göç ederler. Bugün Türkiye Ermenileri olarak biz Batı Ermenilerinin son bakıyeleriyiz ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız. Doğu Ermenileri ise Ermenistan’ı bağımsızlığına kavuşturdular ve bugün bu devletin çatısı altında yaşamaktalar. Ermenistan nüfusunun önemli bir kısmını 1915’ten sonra Ermenistan’a sığınanlar ve onların soyları oluşturmaktadır.
Tarihi arka plan kısaca bu şekilde oluşmuştur. Bir Batı Ermenistanlı olarak Doğu Ermenistan’a hiç gitmedim. Bir Anadoluluyum ve hepimiz gibi bu ülkenin vatandaşıyım. İşlerine gelmeyen laflar ettiğimde birilerinin çıkıp “Ermenistan’a git” demesinden bıktım. Ermenistan benim vatanım değil ki, neden gideyim? Ermenistan’ın suyunu içmedim, Ermenistan’ın sokaklarında düşüp dizimi kanatmadım, Ermenistan’ın sokaklarında oyun arkadaşlarım olmadı, Ermenistan’ın arsalarında “gol atan kaleye” oynamadım, Ermenistan’ın okul yollarında gizli gizli bir kızı öpmedim, Ermenistan’ın yıldızlı göğüne bakarken uyuyakalmadım ve daha bir sürü insan hali işte. Neden Ermenistan’a gideyim? Ermenistan kimliği mi taşıyorum? En ufak fırsatta Anadolu Ermenilerine Ermenistan’ı işaret edenlerin vermek istediği mesaj aslında gayet net; bizi bu ülkenin vatandaşı olarak görmüyorlar. Bizi asla benimsemediler ve yeni bir fırsatta ezilmesi gereken haşerelerden fazlasını ima etmiyoruz onlar için.
Türkiyeli Ermenilere yönelik baskının bir diğer boyutu ise Hocalı Katliamı’dır. Ne zaman Ermeni Soykırımı’ndan söz etsek yine bir süper zeka çıkar ve “Hocalı Soykırım’ından da söz etsene” diye yine kendince müthiş bir laf eder. Aynı mantık hatasını burada da görüyoruz. Hocalı Katliamı’nda Türkiye vatandaşı tek bir Ermeni dahi rol almamıştır. Hatta öldürülen insanlar bile Türkiye vatandaşı değildir. Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bir diğer Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını üçüncü ülkelerin arasında cereyan etmiş bir hadiseden dolayı itham etmesinde en ufak bir mantık kırıntısı dahi var mıdır? Elbette Hocalı Katliamı’nı gerçekleştirenleri kınıyor ve Azeriler’in acısını tüm kalbimle paylaşıyorum. Böyle bir acı üstünden ifadeye çekilmeyi ise asla kabul etmiyorum. Çünkü Türkmenistanlıların işlediği bir katliamdan ötürü Türkiye Türklerini suçlamak ne kadar saçmaysa, Ermenistan’ın cürümlerini Anadolu Ermenilerine ödetme çabası da o denli saçmadır.
Başbakan taziye evinde Dink ailesine Ermenistan üzerinden ayar vermeye çalışırken bahsettiğim mantıksızlığı en uygunsuz yerlerden birinde sergilemiştir. Kendi vatandaşlarını üçüncü bir devlet üzerinden hesaba çekmeye kalkmıştır. Ülkenin Başbakanından cinayetin aydınlatılmasına yönelik bir avuntu bekleyen yaslı aileye hayal kırıklığı, kızgınlık ve dışlanmışlık duygusunu bir kere daha tattırmaktan çekinmemiştir. Hrant Ahparig’in katili bizleri bu ülkenin vatandaşı olarak görmeyi bir türlü kabul edemeyen bu akıl malulluğudur. Suikastı planlayanlar ve uygulayanlar rahatça ve gururla hareket etmişlerse bizleri yurttaşları değil “yurt düşmanları” olarak gördüklerindendir.
Ermenistan’a gitmiyoruz hiç kusura bakmayın.
Hrant Dink’in yüzükoyun düştüğü kaldırım bu memlekettedir çünkü.
Milyonca mezarsız ölümüz bu topraklardadır çünkü.
Harap da olsa ibadethanelerimiz, mimarimiz, şiirimiz bu topraklarla yoğrulmuştur çünkü
Gomidas Vartabed’in yanık sesi bu topraklarda yankılanır durur çünkü.
Çünkü bu memleketin tüm renkleriyle daha iyi bir hayatı hak ettiğini düşünüyoruz ve bu uğurda mücadele ediyoruz.
Çünkü bizler kadim çağıltılar damıtan suyuz, çatlağımızı bulduk.
Heybeliada’dan “sen kimsin ya?” cevabı
Heybeliada Forumu Başbakan’ın nezaketten uzak bir uslupla “ sen kimsin ya?” sorusuna bir basın açıklaması ile yanıt verdi. Heybeliada Forumunun bu münasebetsiz soruya verdiği cevap diğer semt forumları arasında da geniş destek buldu ve bir çok semt forumu gün içinde sosyal medyada bu açıklamaya imza atmak istediklerini belirttiler.
İşte semt forumlarınca da benimsenen açıklama:
Basına, Kamuoyuna, Forumlara ve tüm dostlarımıza…
“Yassıada ile ilgili bir proje hazırlıyoruz. Hemen hemen bitti. Adını Yassıada’nın Sivriada’nın Demokrasi ve Özgürlükler Adası koyduk. Bir grup gitmiş o mahkemenin olduğu salona ‘Adının Demokrasi ve Özgürlükler Adası’ olmasını istiyoruz diye yazmış. Bir ayrı grup da ‘Adamıza el dokundurtmayız. El sürdürmeyiz. Yassıada bizimdir’ yazmış. Sen kimsin ya?” Recep Tayyip Erdoğan, 18 Eylül 2013
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bize sormuş: “Sen kimsin ya?”
Ne cüretle “Adamıza el sürdürmeyiz, Yassıda bizimdir, Adalar bizimdir!” diyorsunuz, “Siz kimsiniz?” diye sormuş! Artık nezaket beklemiyoruz ama biraz daha kibarca sorulmasını isterdik, fakat önemli değil yine de cevap veriyoruz…
Biz Adalar’da yaşayan İstanbullularız. Burada çok çok eski zamanlardan beri yaşayanlarımız da var, yeni gelenlerimiz de. Ordu’dan, Tokat’tan, Yozgat’tan, Erzincan’dan, Dersim’den, Van’dan kalkıp gelenlerimiz de var, yüzlerce yıldır burada yaşayanlar da. Motorcusu, faytoncusu, pazarcısı, fırını, kasabı, ayakkabıcısı, öğretmeni, kadını, erkeği, çocuğu var. Biz varız, biz Adalarda yaşıyoruz!
Biz ekonomik gerekçeler bahane edilerek hastaneleri kapatılan, acil servis hizmeti bile verilmeyen Adalarda ölümle burun buruna yaşayanlarız. Biz, belki de dünyanın en pahalı ulaşım ücretleriyle bir taraftan soyduğunuz, bir taraftan da iskelelerde saatlerce vapur beklemeye mahkum ettiğiniz, geceleri adalarına hapsettiğiniz Adalılarız. Bir adadan diğerine geçmek için bile ücret ödeyen İstanbullularız biz! Hatırladınız mı? Biz yollarında yürümek için bile haraç ödenen, orman işletmelerinin dağıttığı ihalelerle kıyıları yağmalandığı için para ödemeden denize bile girilemeyen dünyanın en tuhaf adalarının sakinleriyiz! Halkı iktidar partisine oy vermediği için üvey evlat muamelesine maruz bırakılan, tarihi ve kültürel dokusu yapılaşmanın, ticarileşmenin baskısı altında yok edilen, ormanları yakılan, hayvanları katledilen Adalarda yaşıyoruz. Evet biz, her şeye rağmen Adalarda yaşıyor ve mücadele ediyoruz!
Yassıada ve Sivriada’nın yağmaya açılmasına, hazır olduğunuzu söylediğiniz projelerle yerle bir edilmesine de biz karşı çıktık! Adama, mahalleme, ormanıma, denizime, bedenime dokunma diye seslenenler bizlerdik. Sesimizi duymanıza sevindik! Çünkü Adalarımızı TOKİ’lerinize, inşaat şirketlerinize, “Adalar için iyi şeyler yapıyoruz” diye diye yağmacılarla ortaklık peşinde koşanların, onlara göz yumanların, Adaları dolduran rant avcılarının insafına terk etmeyeceğiz!
Evet, onlar bizdik! Yassıada’da darbe döneminin karanlık hatıralarıyla dolu bir mahkeme salonunda büyük bir forum yaparak Gezi Parkı’nın özgürlük, demokrasi ve dayanışma rüzgarını oraya taşıyanlar bizdik. “Burası artık Özgürlük ve Demokrasi Adası” olsun diyenler de, “Sivriada ve Yassıada Bizimdir” diyenler de bizdik! Biz orada konuştuk, şarkı söyledik, sevgilimizin elini tuttuk, dostumuzun gözünün içine baktık, slogan attık; devletlerden ve silahlarından, zenginlerden ve yalanlarından uzakta Yassıada’nın yamaçlarında kekik topladık, Sivriada’da böğürtlen yedik, dans ettik!
Yassıada ve Sivriada’yla ilgili hazırladığınız yağma projelerinizle sonuna kadar mücadele edeceğiz. Çünkü biz Adalarla ilgili olarak gündeme gelen tüm projelerde söz ve karar hakkı istiyoruz!
Kimsiniz diye sormayın, unutmayın, çünkü biz unutmayacağız! Biz ODTÜ’de ormanda yaşamaya davet ettiğiniz öğrencilerden, Tuzluçayır’da gecekondululardan, Antakya’da direnişçilerden, 1 Eylül’de İstanbul kıyılarında el ele tutuşan barış gönüllülerinden, ForumFest müzisyenlerinden biriyiz.
Biz Kuzey Ormanları’nda kesmeye çalıştığınız bir ağaç, Sivriada’da yoketmeye çalıştığınız bir böğürtlen çalısı, Yassıada’da bir çalıkuşuyuz. Biz Ankara’da Ethem Sarısülük, Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz, Diyarbakır’da Medeni Yıldırım, Antakya’da Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş ve Ahmet Atakan’ız…
Unutmayın, çünkü biz unutmayacağız, bizi unutmanıza izin vermeyeceğiz!
Heybeliada Forumu
(Yeşil Gazete)
Dünyadan Kısa Kısa – 19 Eylül Perşembe
Yunanistan’da faşistler bir müzisyeni katletti
Yunanistan’da Neonazi Altın Şafak partisi mensuplarının müzisyen Pavlos Fyssas’ı katletmesinin ardından ülke genelinde isyanlar çıktı. Sendikalar 48 saatlik grev ilan ederken Altın Şafak’ın kapatılması tartışılıyor.
Amerikan Merkez Bankası’ndan Türkiye ekonomisine ‘kurtarma’
ABD Merkez Bankası uzun vadeli borç alımlarında herhangi bir indirime gitmedi. Banka, başta istihdam olmak üzere ABD ekonomisinin henüz yeteri kadar güçlenmediğini ima etti. ABD Merkez Bankası’nın bu kararı Türkiye başta olmak üzere ekonomik sorun yaşayan ülkelere yaradı. Türk lirası dolara karşı 1.95 seviyelerine çıkarken iki yıl vadeli tahvillerin faizi %8’in altına indi.
Avustralya iklim konusunda geri adım atıyor
Avustralya’nın yeni Başbakanı Tony Abbott liderliğindeki hükümet, ülkenin iklim değişikliği politikalarını kırpmak için zaman kaybetmedi. İlk adım bağımsız iklim komisyonunun kapatılması oldu.
İklim konusunda adım atmayı geciktirmenin bedeli ağır
Potsdam İklim Etkileri Araştırmaları Enstitüsü tarafından yapılan yeni bir çalışma iklim değişikliği konusunda adım atmanın 2030’a kadar gecikmesi halinde ekonomik bedelin 3 kat artacağını ortaya koydu. Öte yandan, çalışmada bu gecikmenin ekonomik olmayan bedeli hakkında bir öngörü yer almıyor.
İklim şüphecileri saldırıda
İklim Değişikliği Üzerine Hükümetlerarası Panel’in 27 Mayıs’ta 5. Değerlendirme Raporu’na ilişkin özetini açıklaması beklenirken fosil yakıt şirketleri tarafından desteklenen iklim şüphecileri de saldırıya geçti. Fosil yakıt lobisinden para aldığı ortaya çıkarılan ‘Heartland Enstitüsü’ 1200 sayfalık bir ‘rapor’ yayımlamaya hazırlanıyor.
Yenilenebilir enerji fosil yakıtlara göre daha ucuz
ABD menşeli Çevre Bilimleri ve Çalışmaları Dergisi (Journal of Environmental Studies and Sciences) tarafından yapılan yani bir çalışmaya göre iklim kaynaklı maliyetler ve sağlığa olan etkiler dikkate alındığında güneç panelleri ve rüzgar santrallerinin maliyeti kömürlü termik santrallere göre daha ucuz.
Bahreyn’de ana muhalefet lideri tutuklandı
Bahreyn’de Şii çoğunluğun destek verdiği muhalefet partisi El-Vefak’ın lideri Halil El Marzuk ‘terörist eylemelere destek verdiği’ gerekçesiyle tutuklandı. Bahreyn’de 2011 yılında iktidardaki Sünni azınlığa karşı başlayan ayaklanma Suudi Arabistan’ın desteğiyle bastırılmış ve birçok kişi tutuklanmıştı.
İran’dan ılımlı adımlar
İran, aralarında 2012 Sakharov ödülü sahibi Nesrin Sotudeh’in de bulunduğu 11 siyasi tutukluyu serbest bıraktı. Siyasi tutukluların serbest bırakılması yeni İran Devlet Başkanı Hasan Ruhani’nin BM Genel Kurulu’na katılmak üzere New York’a gideceği tarihe denk geliyor. Öte yandan, Ruhani İran’ın nükleer de dahil olmak üzere asla kitle imha silahları edinemeyeceğini söyledi.
Kuzey Kore’de hapishane koşulları dehşete düşürüyor
Kuzey Kore’deki insan hakları ihlalleri üzerine BM tarafından oluşturulan ‘Bağımsız Araştırma Komisyonu’ üyesi Michael Kirby, sığınmacılar ile yürüttükleri görüşmeler sonucunda Kuzey Kore’deki hapishanelerin Nazilerin toplama kamplarını veya Kızıl Kmerlerin hapishanelerini aratmadığını söyledi.
Rusya’dan Greenpeace eylemcilerine ateş
Barents Denizi’ndeki bir petrol platformuna tırmanarak ‘Save the Arctic – Kuzey Kutbu’nu Kurtarın’ yazısı asmak isteyen bir grup Greenpeace eylemcisine uyarı atışı açıldı. İki Greenpeace eylemcisi ise Rus sahil güvenlik tekneleri tarafından göz altına alındı.
Türkiye’den kısa kısa – 19 Eylül 2013
“Üniversite gençliği yol değil orman istiyor, düşünebiliyor musunuz?”
Başbakan Erdoğan AKP ilçe başkanları ve ilçe belediye başkanları toplantısında ODTÜ’deki gösterilerde “Yol değil orman istiyoruz” pankartları taşıyan göstericileri eleştirerek “Böyle pankart olur mu? Düşünebiliyor musunuz üniversite gençliği böyle pankart asıyor. Ormansa orman bol, sizi ormanlara gönderelim, gidin ormanda yaşayın ama hiç olmazsa şehirdeki halkı rahatsız etmeyin” dedi. “Bunlar” orman istiyor diye yol yapmaktan vazgeçmeyeceklerini belirten Erdoğan yolun medeniyet olduğunu söyledi. Recep Tayyip Erdoğan yeşil hastası ve çevrecinin daniskası olmasıyla bilinen Türkiye Cumhuriyeti’nin 25.ci ve şu anki başbakanıdır.
Van’da ölüm orucu devam ediyor
Van’da yaşanan deprem felaketinden sonra konteyner kentlere yerleştirilen, sonrasında bu konteynerlardan çıkmaları için Van Valiliği ve AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) tarafından elektrikleri ve suları kesilen Vanlı depremzedelerin ölüm orucu devam ediyor. Söz verilen kalıcı konutlara yerleştirilemeyen afetzedelerin seslerini duyurabilmek için açlık grevine başlamak zorunda kaldı. 4 kişiyle başlayan orucun 9. gününde 17 kişiye ulaşan eylemcilerden ikisinin sağlık durumunun ağır olduğu belirtildi.
Seyhan Doğan ve ailesi bugün toprağa verildi
18 yıl önce gözaltında kaybedilen ve kemikleri toplu mezarda bulunan Serhan Doğan bugün İstanbul’daki mezarlarından çıkarılan anne ve babasıyla beraber Mardin’de toprağa verildi. 2-6 Kasım 1995’te Mardin Darageçit ilçesinde Jandarma Komutanlığı 9 kişiyi gözaltına almış, 2 kişi serbest bırakılırken 13 yaşındaki Seyhan Doğan’ın da aralarında olduğu 7 kişiden bir daha haber alınamadı. 24 Şubat’ta yapılan kazı çalışmasında çıkan kemiklerin kayıplara ait olduğu belirlendi; ancak Doğan’ın öldürülmesi ile ilgili soruşturma hala iddianameye dönüştürülmedi.
Bilirkişi: “Şahbaz için meşru müdafaa söz konusu değil”
Ethem Sarısülük’ün öldürülme anı ile ilgili “savcılığın taraflı bilirkişilerden aldığı rapora karşı bağımsız ve tarafsız kurumlardan rapor alma zorunluluğu” doğduğu nedeniyle hazırlanan iki ayrı bilirkişi raporuna göre “meşru müdafaa söz konusu değil”. Alman profesör Dr. Klaus Stanjek’in yazdığı raporda “Atılmış olabilecek bir taş nedeniyle kurşunun yönünün değiştiği veya “serseri kurşun” (kurşun bir nesneye isabet etmiş ve bu nesne de kurşunun yönünü değiştirmiş olabilirdi) varsayımı konusunda kayıtlarda hiçbir emareye rastlanmıyor” denildi.
Kazova tekstil işçileri bugün 18.30’da Mecidiyeköy’den Taksim’e yürüyecekler
Yedi ay önce Kazova tekstil fabrikası, fabrikada çalışan 94 işçinin tazminatları ve maaşları verilmeden patronları Ümit Somuncu ve Mustafa Umut Somuncu’nun fabrikayı boşaltarak kaçmasıyla kapandı. Yedi ay boyunca her Çarşamba eylem yapan direnişçiler 28 Haziran’da Gezi’den aldıkları güçle fabrikayı işgal ettiler ve ellerinde kalan malzemeler ile üretime geçtiler. “Direniş”i etiketledikleri kazakları http://kazovaiscileri.blogspot.com/p/iletisim_29.html adresinden temin edebilirsiniz.
Altın Koza Notları 3. Gün: Köksüz, Salma, Yozgat Blues ve Katalog skandalı
Adana’nın film festivalinde üçüncü günü de tamamladık. Ben şahsen gazeteci değilde sinema izleyicisi kimliğim ile Altın Koza’da bulunduğumdan filmlere odaklanmış durumdayım. Hangi filmi izlemek istiyor isem orada alıyorum soluğu. Adana’da Altın Koza’nın filmlerinin oynadığı üç sinema (Arıplex, Optimum, Cinemaximum) ayrı ayrı yerlerde olduğundan seçtiğiniz film tüm günü geçireceğiniz sinemayı da belirliyor aşağı yukarı.
Çarşamba günü’nü bu nedenle “Köksüz” ve “Yozgat Blues”u film ekibi ile birlikte izleme şansını kaçırmamak adına CineMaximum’da geçirdim. Zaten yarışma filmlerinin ilk gösterimleri Real AVM içindeki bu sinema kompleksinde yapılıyor. Pazartesi akşamı ilk Altın Koza filmimi Çarşı içindeki Arıplex’te izlediğim “İnsanların Parkı” (People’s Park) filmini bu kadar sevmemin nedeni belki de Arıplex’in Atatürk Parkı’nın hemen yanıbaşında, şehrin tam göbeğinde yer alıyor olmasıdır kimbilir.
Lafı uzatmadan Altın Koza’da 3. günü nakletmeye başlayalım
Önce özetler
1) “Köksüz” ve “Keşke bir kısmınız salondan ayrılsa da dizlerim daha az titrese” diyen Deniz Akçay Katıksız
2) Hindistan’dan bir Tamil kadını hikayesi, “Salma”
3) Film yönetmenine mi aittir senaristine mi, işte bütün mesele bu, “Yozgat Blues”
4) Altın Koza’da katalog skandalı: Basına ve davetlilere var ama sinemasever kitleye yok
Ve ayrıntılar
1) “Köksüz” ve “Keşke bir kısmınız salondan ayrılsa da dizlerim daha az titrese” diyen Deniz Akçay Katıksız
En sevmediğim şey seyretmeyi istediğim bir film hakkında bir yazı okurken filmin anlatılmasıdır. Sevmemek ne kelime, nefret ederim. Bu nedenle çok sevdiğim “Köksüz”ü anlatacak değilim.
Filmin kurgusu, senaryosu, oyunculukları, sahneleri, akışı vsr kısaca herşeyi Seyfi Teoman En İyi İlk Film ödülünü İstanbul Film Festivali’nde alan yönetmenin ilk filminin bu olduğuna dair kuşkuya düşürüyor insanı.
Köksüz’ü izlerken Turgut Uyar geldi bir andan sonra aklıma, hayır hayır, bir şiiri ya da dizesi ile değil, “Korkulu Ustalık” isimli denemesi ile. Uyar usta Metin Altıok abim için kullanmıştı sanırım bu tabiri. Köksüz’den sonra her aklıbaşında sinemasever gibi beni de Deniz Akçay Katıksız’ın bir sonraki filminin heyecanı sardı.
Film sonrası sahneye dört güzel kadının çıkması da ayrı bir güzellik kattı gösterime. Ceylan Özçelik sunumunda yönetmen Deniz Akçay Katıksız ve oyuncular Lale Başar ile Ahu Türkpençe sinemada kadınlar daha çok yer kaplasın duygumu iyiden iyiye perçinledi. Deniz’in samimi heyecanı ve ilk sözü aldığındaki, “Keşke bir kısmınız salondan ayrılsa da dizlerim daha az titrese” beyanı ise bu yönetmene daha bir ısınmamı sağladı.
Altın Koza tam olarak halkın festivali. Biletler bedava olduğundan avare gezerken duyann insanlarda gelip film izleyebiliyor. Ve onların “olur mu olmaz mı” diye düşünmeden söz alıp içlerinden ne geçerse paylaşmaları bana göre Altın Koza’ya ayrı bir samimiyet katıyor. Filmin final sahnesinde yaşanan ile kendi hayatı arasında paralellik kuran bir izleyici çıkıp, “yeni filminizde çocuklar ne oldu onu çeker misiniz?” dedi mesela.
Soru cevap kısmında Deniz’e de aktardım bu hissiyatımı. Yarışma kategorisinde yer alan filme benim verdiğim puan ise 8.
2) Hindistan’dan bir Tamil kadınının hikayesi, “Salma”
Aslında ben plansız izliyorum Altın Koza’yı. Bildiğim filmlerde sorun yok ama işte böyle ne izlesem bilemediğim durumlarda aportta kalabiliyorum. “Köksüz” sonrası da öyle oldu. Hangi filme gideceğimi bilmiyordum. Aldım ben de broşürü hızlıca telefonumdan sıradaki üç filmi inceledim ve aktivist bir kadının başarı hikayesinin aktarıldığı “Salma” da karar kıldım.
http://www.youtube.com/watch?v=9FSll2mVppk
Filmi İlksen ile birlikte izledim (İlksen de kim diyenler dün yazdıklarıma göz atabilir). Hemen önümüzdeki koltukta ise kadın mücadelesinin önemli isimlerinden Çiğdem Mater oturuyordu iki arkadaşı ile birlikte. Tüm salonda 30 kişi bile değildik. Altın Koza’da yarışma filmleri dışında durum maalesef böyle.
Salma, 13’ünde adet görmeye başladığı ilk günden itibaren hayattan koparılıp eve hapsedilen müslüman bir tamil kadınının hikayesi. Belgesel filmde yazdığı şiirler ile bu çeperi kıran Salma köyüne geri dönerek akrabaları ve çevresi ile Tamil kadınlarının bu durumunu sorguluyor.
Belgeselde beni kadınların yaşadıklarından çok şiir ile bu çeperin kırılmış olması çekti. Şiir acaba kendi topraklarımdaki insanlarda da aynı şekilde değişime yol açar mı diye sormadan edemedim kendi kendime.
3) Film yönetmenine mi aittir senaristine mi, işte bütün mesele bu, “Yozgat Blues”
“Uzak İhtimal”i çok ama çok sevmiştim. Yönetmeni Mahmut Fazıl Coşkun’un yeni filmi “Yozgat Blues”u ise ilk duyduğum andan beri görmek istiyordum. Üstelik bu sefer “Uzak İhtimal”in yaratıcıları ile tanışma imkanım da vardı. Ama, beklentiler ve gerçekler için anca şu kadarını söyleyebilirim, Uzak İhtimal

Film beklediğim gibi çıkmadı. Ama sinema değişik bir alandır, o ana bağlı olarak sizi etkileyen zilyon şeyden dolayı perdede izlediğinizi ya sever ya sevmezsiniz. Bir daha izlediğimde başka başka şeyler bulup severim belki de “Yozgat Blues”u. Zaten doğru kelime “sevmek” değil burada, “beklediğim gibi çıkmamak”.
Beklediğim gibi çıkmadı derken kastettiğim şu aslında, “Uzak İhtimal”i ortaya çıkarmış bir zihin bundan çok daha iyisini yapacaktır yargısı beni biraz sükut-u hayale uğrattı. Diğer yandan filme çok iyi yedirilmiş ustaca esprilerde ben de salondaki pekçok kişi gibi kahkahayı koyverdim tabi. Ama alttan alta da “bu filmde taşraya dair bir yergi hatta bir aşağılama mı var” diye düşünmeden edemedim.
Filmden sonra ekibin sahneye çıkması ile bambaşka bir görüntüye büründü durum benim gözümde. Her soruya nedence yönetmen Mahmut Fazıl Coşkun değilde senarist Tarık Tufan yanıt veriyordu. Hem de “şöyle yazarım, böyle anlatırım, Albert Camus’nün bir lafı vardır (aynen böyle dedi adam yahu)” vsr gibi uzun replikli yanıtlar veriyordu üstelik. Bende de şafak attı ister istemez. “Film yönetmenindir kardeşim, senaristin değil, yerini bil” diye haykırmak istedim. “Burası kitap fuarı mı bana ne senin nasıl yazdığından, ben film festivaline geldim, yönetmen ne göstermek istemiş onunla ilgiliyim”i söylemek istedim. Söz bana verilse bunları söyleyecektim de ama nasip değilmiş.
4) Altın Koza’da katalog skandalı: Basına ve davetlilere var ama sinemasever kitleye yok
İlk haberi ilk günden beri festivali birlikte takip ettiğim ekipten Yaşar abi (Gökoğlu) verdi. “Festival yönetiminden biri ile konuştum katalog halka verilmeyecekmiş. Basın ve davetlilere dağıtılacakmış” dedi. “Nasıl yaa…!!!” dedim. Ben festival katalogu hastalığı olan bir adamım evde son 20 yılın katıldığım tüm festivallerine ait katalogları halen saklarım diye isyan ettim.
Asıl darbe ile akreditisyon yaptırarak Altın Koza’ya basın kontenjanından dahl olan İlksen’den geldi. “Abi ben katalogu aldım. Kaldığım otelde basına dağıttlar” dedi. E şimdi ölür müsün, öldürür müsün! El insaf. Zaten tonla program arazı varken bir de bu çıktı başımıza. Geçen sene de aynı terane yaşanmış öğrendiğim kadarı ile.
İlksen ile danışıklı dövüş yapıp bana da katalog edindirme planı bile yaptık. Şimdi plan uyarınca benim yollara düşmem gerekiyor. Yeni bir Altın Koza yazısında görüşmek umudu ile.
Real’den kendi sahanızda altı gol yemiş çaresizliği içinde kalın
ama sinemasız kalmayın !
ps: bu satırları Galatasaray’ı için canını anda teslim edecek bir cimbom sevdalısı yazıyor, onu da bilin…
#anavarrza
Haber ve Fotoğraflar: Alper Tolga Akkuş
(Yeşil Gazete)
Sergen’den 10 yıl sonra Delgado
Şampiyonlar Ligi grup maçlarında sahasında aldığı son yenilgiyi Sergen Yalçın’ın attığı gollerle 2003 yılında Beşiktaş’tan alan Chelsea’nin, o günden bu yana sahasında kaybettiği ilk Şampiyonlar Ligi maçına gene bir Türk damga vurdu.
Bir dönem Fenerbahçe forması da giyen Murat Yakın’ın çalıştırdığı Basel’e sahasında 2-1 mağlup olan Chelsea’nin, yediği ikinci golde asisti yapan isim de gene eski bir tanıdık simaydı. Eski Beşiktaşlı Matias Delgado, Marco Streller’in 81. dakikada attığı golün pasını vererek Chelsea’yi yıkan isim oldu.
8 yaşındaki çocuğa polis dayağı!
Mersin’de 8 yaşındaki bir çocuk, bir çevik kuvvet polisi tarafından feci şekilde dövüldü. İddiaya göre dayağın bahanesi de şiddet. Polis, çocuğu arkadaşına vurmayı reddedip kendisine küfür ettiği için dövmüş. Mersin Emniyet Müdürü iddiayı doğruladı ve soruşturma başlattı. Çocuk 1 haftadır iç kanama riski yüzünden hastanede.
Mersin Emniyet Müdürü Arif Öksüz, 8 yaşındaki ilköğretim okulu öğrencisi D.Ö.’nün, polis tarafından dövülerek hastanelik edildiği iddiasıyla ilgili soruşturma başlatıldığını, söz konusu polisin açığa alındığını açıkladı.
Olay, 11 Eylül çarşamba günü Şevket Sümer Mahallesi’ndeki Siteler Polis Merkezi önünde meydana geldi.
Polis merkezi önündeki parkta oynayan Hatice Uluğ İlköğretim Okulu 3’üncü sınıf öğrencisi D.Ö., iddiaya göre bir arkadaşı ile kavga etti.
Kavgayı gören Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü’nde görevli bir polis memuru, çocukları uyardı. Uyardığı çocuklardan D.Ö.’nün kendisine küfretmesine öfkelenen ve kimliği açıklanmayan polis memuru, bu kez çocuğu dövdü. Diğer polislerin araya girmesiyle polis merkezine götürülen D.Ö., bir süre bekletildikten sonra ailesine teslim edildi.
Olayın üzerinden birkaç saat geçtikten sonra evinde rahatsızlanan ve kusmaya başlayan D.Ö., ailesi tarafından Mersin Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi’ne kaldırıldı.
İlk muayenesinde ‘Kum döktüğü’ şüphesi bulunarak eve gönderilen D.Ö., kusmaya devam edince tekrar hastaneye getirildi. D.Ö. böbrekleri, kaburgaları ve vücudunun çeşitli yerlerinde zedelenmeler olduğu belirtilerek hastaneye yatırılırken tedavisinin sürdürüldüğü açıklandı.
“Beni polis dövdü”
Hastane odasında başından geçenleri anlatan D.Ö., şöyle dedi:
“Arkadaşımla kavga ediyorduk. Sonra polis geldi beni dövdü, onu dövmedi. Sonra ben ona küfrettim, o da bana vurdu. Sonra götürdü demirlere vurdu. Ardından da karakola götürdüler. Sonra ailem gelip aldı.”
D.Ö.’nün babası, Mersin Hali’nde hamallık yapan 35 yaşındaki A.Ö., oğlunu döven polis hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunduklarını söyledi.
Baba Ö., şöyle dedi:
“Siteler Polis Merkezi’nin karşısında oturuyorum. Çocuğum karakolun bahçesinde oynarken, çevik kuvvet polisleri tarafından hastanelik edilmiş. Kafasını arabaya vurmuşlar, her yerini darp etmişler. Sonra soğuk suyun altına tutmuşlar. Eşim gitmiş önce vermemişler, 2 saat sonra eve göndermişler. Eve geldiğinde çocuk darp içindeydi. Hastaneye getirdim kusuyordu, ateşi vardı. Bir haftadır hastanede yatıyor. Çevik polisi bu yetkiyi nereden almış, kimler vermiş?”
Polis açığa alındı
Mersin Emniyet Müdürü Arif Öksüz, çocuğu dövdüğü iddia edilen polis memurunun açığa alındığını, polis hakkında adli ve idari soruşturma başlatıldığını söyledi.
Olayın yakından takipçisi olduğunu belirten Öksüz, olayın meydana geldiği polis merkezinin, özellikle çocuklar için bir eğitim ve eğlence merkezi gibi hizmet verdiğini, her gün çocuklarla dolup- taştığını ve bu imajın zedelenmesine izin vermeyeceklerini kaydetti.
Suriye’de cihatçılar kendi aralarında çatıştı
Suriye’nin Halep kırsalında Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) bağlı birlikler ile El-Kaide’ye yakınlığıyla bilinen güçler arasında şiddetli çatışmalar yaşandığı bildirildi.
ÖSO’ya bağlı “Kuzey Kasırgası” birlikleri ile el-Kaide’ye yakınlığıyla bilinen güçler arasında çıkan çatışmalarda, yerel Şahba Press haber ajansının muhabiri ve 4 kişi hayatını kaybetti.
Bölgedeki kaynaklar, Halep’e 48 kilometre uzaklıktaki Azaz kasabasının aşırılık yanlısı güçlerin eline geçtiğini, kasabanın giriş-çıkışlarında kontrol noktaları oluşturulduğunu aktardı.
Suriye-Türkiye arasındaki Bab es-Selame Sınır Kapısı yakınlarında da iki grup arasında şiddetli çatışmalar yaşandığı öğrenildi.